- İki Yanlış Bir Doğru Eder mi?

Adsense kodları


İki Yanlış Bir Doğru Eder mi?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 21 July 2011, 09:58 am GMT +0200
Dün Bugün Yarın


Mart 2010 135.SAYI


Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.

İki Yanlış Bir Doğru Eder mi?

Geçtiğimiz yıl Nisan ayında bu köşede yer alan “Psikopat Krizi’nden 29 Mart’a Politikacılarımızın Seviye Kaybı” başlıklı yazımızda, 1947 yılında Meclis’te yaşanan bir olaya yer vermiştik.

Hatırlanacağı üzere, dönemin CHP’li Başbakanı Recep Peker, TBMM’de yapılan bütçe görüşmelerinin bitiminde yaptığı konuşmada, kendilerini eleştiren DP lideri Adnan Menderes’e “psikopat” demiş ve bunun sonrasında ülke tarihinin en büyük siyasi krizlerinden birisi çıkmış, ülke 7 ay gibi uzun bir süre durulmamış, Meclis çalışamaz hale gelmişti. Bu meseleye uzunca değindiğimiz o yazımızda sözü, 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesi seviye kaybına uğrayan politikacılarımıza getirip; “Yöneticilerinin birbirine karşı son derece sevgisiz, saygısız, seviyesiz davrandığı bir toplumda, işler nasıl düzgün gider? Politikacılarımız bu ülkeye hizmet etmek, güzel yarınlar inşa etmek istiyorlarsa, önce kendilerine çeki-düzen vermeliler. Unutulmamalı, balık her zaman baştan kokuyor!” sözleriyle bitirmiştik. 

29 Mart’ın ve politikacılara yöneltilen seviye kaybı eleştirilerinin üzerinden geçen on aylık sürede, değişen pek bir şey yok. Zira geçtiğimiz ay TBMM’de yaşanan bir olay, kısa süreli de olsa bir siyasi krizin patlak vermesine ve ülkenin yeniden gerilmesine neden oldu. Hatırlanacağı üzere, meclis genel kurulunda söz olan MHP Kırıkkale milletvekili ve eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş, AKP’nin Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser’in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında sarf ettiği “Bizim için ikinci bir peygamber gibidir!” sözünü eleştiri konusu yaptı. Durmuş, 2007 yılında GATA’da tedavi gören tiyatrocu Nejat Uygur’u ziyarete gidip, başörtüsü ile içeri alınmayarak geri dönmek zorunda kalan Başbakan’ın eşini de hedef alan açıklamasında, “Siz peygamber olarak kabul edilen bir başbakanın eşini nasıl içeri almazsınız? Sizi gidi beyaz yakalılar sizi!” demiş, Durmuş’un bu sözünden sonra Meclis’te büyük tartışmalar ve kavgalar yaşanmıştı.

Bilindiği üzere bu köşe günlük politik tartışmalardan olabildiğince kaçınan, tüm siyasi fikirler ve partilere mesafeli duran bir çizgiye sahip. Bununla birlikte, köşemiz ismi gereği bugüne dair olaylara değinmek, buradan yola çıkarak tarihte yaşanmış benzer olaylarla bağ kurarak bugünden yarına dair notlar düşmek gibi bir içeriğe ve geleneğe de sahip. Söyleyeceğimizi bir bağlama oturtmamız gerekirse, geçtiğimiz ay yaşanan tartışma, kavga boyutuyla olmasa da, içerik anlamında benzerlerine sıkça rastlanan durumlardan birisi olarak öne çıkıyor.

Yakın tarihten dalkavukluk örnekleri:

Örneğin, 1901-1948 yılları arasında yaşayan Kemalettin Kamu isimli şair ve siyasetçi, Çankaya isimli şiirinde “Ne örümcek ne yosun / Ne mucize, ne füsun / Kâbe Arabın olsun / Çankaya bize yeter!” mısralarıyla dalkavukluğa tavan yaptırıyordu. Bir diğer Cumhuriyet şairi Behçet Kemal Çağlar (1908-1969), Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden ilham alarak “Atatürk Mevlidi” yazmaktan kaçınmıyordu. Moiz Kohen (1883-1961) isimli bir Yahudi vatandaşımız ise, ölümünden sonra Atatürk için kaleme aldığı “Türk’ün Yeni Amentüsü” isimli şiirinde “Ey dertli saray! Kâbe mi oldun bize artık? / Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harabe / Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe / Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun / Türk ırkının en son ulu peygamberi oldun / Tutsak seni lâyık yüce Tanrı’yla müsavi / Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvi / Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses / İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!” dizeleriyle dalkavukluğun zirvelerinde dolanıyordu. (Bu konuda geniş bilgi için Murat Bardakçı’nın “Yalakalık edebiyatımızın daniskası Behçet Kemal’in ‘Atatürk Mevlidi’dir” başlıklı yazısına bakılabilir. Habertürk, 07 Şubat)

Yakın tarihimiz de gösteriyor ki, bazen menfaat elde etme isteği, bazen sevgide aşırılık gibi sebepler insanları komik duruma düşürecek, tarihe adlarını “dalkavuk” olarak yazdıracak davranışlar sergilemelerine sebep olabiliyor. Böylesi durumlardan kimi politikacılar hoşnut olabilirler, kimileri ise bunu reddedebilirler. Ki geçen ay yaşanan tartışma sonrası Başbakan kendisi hakkında söylenen sözlerin yanlışlığına değindi ve AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser partisinden istifa etti.

Peki, ya her yanından dalkavukluk ve saçmalık dökülen o sözleri meclis gündemine taşıyarak tartışmalara ve kavgalara neden olan Osman Durmuş? Ya üslupsuzca ve yumruk yumruğa kavga eden milletvekilleri? Onlara ne demeli?

Şu bir gerçek ki, farklı siyasi partilerde siyaset yapan politikacılar temsilcileri oldukları halkın ve ülkenin menfaati adına politikalar üretirler, uygularlar, bunların üzerine konuşurlar, birbirleriyle tartışmaya girerler. Bunlar politikanın doğasında var olan durumlardır, öyle de olmalıdır. Fakat bunu yapmanın da çeşitli yolu, yordamı, kuralları vardır. Bir politikacının diğerine sevgisi dalkavukluğa dönüşürse, birinin eleştirisi eleştiri sınırlarını da aşar da diğerini tahrike, hakarete dönüşürse, âmiyane tabirle “belden aşağı vurmak” şeklinde gerçekleşirse orada politikacıya duracağı yeri hatırlatmakta, bir diğer politikacı kadar, onları seçen halkın da hakkı olur. Öyle konular vardır ki, toplumun milli ve manevi değerleridir ve tüm politikaları, politikacıları, siyasi partileri aşıp bir anda milletin meselesi haline dönüşüverirler. Geçtiğimiz ay yaşanan tartışma tam da bu türden bir tartışmadır.

Yaşanan bu tartışmada CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “politikaya aileleri karıştırmamak gerektiği”ni hatırlatan uyarısı kadar, Osman Durmuş’un sözlerinin alt okuması da önemlidir. Durmuş, sarf ettiği sözlerle, GATA’ya başörtülülerin alınmamasını meşru sayan bir düşünce taşıdığını da ele vermiştir. Tarih gösteriyor ki, milletler milli ve manevi değerlerine hor bakan, yasak koyan hiçbir politikacısını, bürokratını affetmemiştir. Bunu anlamak için milletinin değerleriyle mücadeleye girişen tek parti dönemi CHP’sini nasıl alaşağı ettiğine bakmak yeterlidir. Daha yakın döneme ait bir örnek vermemiz gerekirse, halkın, Türkçe ezanı savunan Nusret Demiral’ı partisinin, partisini de meclisin dışına nasıl ittiğine bakmak yeterlidir.

Evet, bu ülke insanı ordusunu peygamber ocağı olarak görür, İslâm’la müşerref olmasından beri de “Allah Allah” nidalarıyla hücum etmiştir. Fakat namaz kılan dindar askerlerinin ordudan atılmasını, başörtülü kadınlarının ordusu bünyesindeki kurumlara girişine getirilen yasağı da hiçbir zaman tasvip etmemiştir.

Sözün kısası, dalkavuk dalkavukluğuyla kalır ve insanların gözündeki itibarını yitirir. Fakat tutar bir politikacı bu dalkavukluğu yekdiğerine kabullenmediği halde eleştiri malzemesi yapar, bu malzemenin altına da halkın benimsemediği bir yasağı saklar ve onu da savunursa zarar görmesi kaçınılmazdır. Kısaca bu olayda bir yanlış iki doğru etmemiş, ava giden avlanmıştır. Özellikle politikacıların bunu unutmamasında, kırk düşünüp bir konuşmalarında fayda var.