armi
Sat 9 January 2010, 02:39 pm GMT +0200
İhlas Hakkında
Bu başlık altında niyetleri, yaşanan bütün hallerde niyetlerin güzelleştirilmesine ve fiillere bulaşabilecek kusur ve illetlerden sakı-nılmasma dair verilen emirleri açıklanacaktır.
Yüce Allah buyurdu ki: "Onlar ancak dini Allah´a halis kılarak O´na ibadet etmekle emrolundular". (Beyyine/5) Allah Resulü´nün de (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç şey vardır ki onlar üzere olduğu sürece müslüman kimsenin kalbi kin barındırmaz:... ve ameli Allah Teala´ya halis kılmak [12] Yine O, şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği vardır" [13]
Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu haber verilmektedir: "Allah Teala amel olmadıkça hiçbir sözü kabul etmez. Hiçbir ameli de niyetsiz kabul etmez".
Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir: Amellerin en faziletlisi, Allah Teala´nm farz kıldıklarını eda etmek, O´nun haram kıldıklarından da sakınmaktır. Allah Teala´nm katındaki için sadık bir niyet bulunmalıdır. Kul, hayatının her anında niyette bulunmalıdır. Yemesi, içmesi, giyinmesi, uyuması ve hanımıyla ilişkisinde dahi niyet etmelidir. Çünkü bütün bunlar, hesaba konu olacak işlerdendir.
Eğer onları Allah Teala´nm rızası için yapıyorsa, amellerinin tartılacağı terazinin hasenat kefesinde onları görecektir. Eğer bütün bunlarda hevasının çizdiği yoldan gidiyorsa, o zaman da günahlarının yeraldığı kefede görecektir. Zira her kul için niyet ettiği amelin karşılığı vardır.
Kulun niyette bulunmayışı, dalgınlık ve hata eseri ise, niyet ve irade bulunmayışı durumunda yaptığından dolayı herhangi bir karşılık alamaz. Yaptığı ameli ahirette de göremez. Ondan dolayı, lehinde veya aleyhinde bir durum olmaz. Böyle birinin dünyadaki misali, akıl ve sorumluluk olmaksızın içgüdü ve vahiyle hareket eden hayvanların durumuna benzer. Bu gibi kimselerin, Allah Te-ala´nın şu buyruğuna dahil edilmelerinden endişe ederim: "Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva ve hevesine tabi olan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme". (Kasas/28) Buradaki ´fa-rat=aşırılık´ kelimesi değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Birine göre gaflet ve dalgınlıktır. Bir başkasına göre aşırılık ve ziyan etmedir. Üçüncü birine göre ise helake yönelmedir.
Salih niyet, salih bir amelin başlangıç noktasıdır. Allah Te-ala´nın ilahi vergisinin başı da odur. O, mükafaatm konusudur. Kulun, amellerden dolayı kazanacağı sevap, ancak Allah Teala´nm kendisine nasip edeceği niyetlere göre değişir. Çünkü tek bir amelde dahi birden fazla niyet bulunabilir. Bu niyetlerin sayısı, kulun yüklenebileceği yüke ve onun ilmine göre şekillenir. Bu niyetlerden her biri için ayrı bir hasene verilir ve bunlar da on misli arttırılır. Çünkü onlar amelde ve şekilde toplanırlar.
Niyet iki esastan ibarettir:
1. Amele dönük kalpten yönelişi sağlıklı kılmak ve bunda uyanık bulunmak.
2. Amelde Allah Teala´ya karşı ihlaslı olmak ve O´nun katındaki sevabı ummak.
Niyeti bu şekilde bilinerek eda edilen her amel, Allah Teala´nın lütuf ve rahmetiyle salih ve makbul bir amel olur. Çünkü bu tür bir amelin sahibi, şirk, cehalet ve.hevadan sakınmıştır. Onun ameli de Allah Teala´nın eşsiz hazinelerine yükseltilmiş ve onun için iyi bir birikim olmuştur.
İhlasın hakikati, onun şu iki husustan beri olmasıyla mümkün olur:
1. Riya,
2. Heva.
Bu ikisinden uzak olan ihlas, Yüce Allah´ın da benzettiği gibi süt misali halis ve pak olur.
Allah Teala´nın üzerimizdeki nimetinin tamama ermesi de böyle gerçekleşir. O, sütün temizliğini haber verirken şöyle buyurmuştur: "Zira size onların karmlarındaki işkembe-ile kan arasından, halis bir süt içiliyoruz ki içenlerin boğazından afiyetle geçsin". (Nahl/66) Süt, o ikisinden herhangi birini ihtiva ettiği zaman halis ve pak olmaktan çıkar. O´nun nimeti de tamama ermemiş olur. Biz de öyle bir sütten tiksinti duyar ve onu içmeyiz. Allah Teala´ya karşı eda etmekle mükellef olduğumuz ameller ve O´nunla ilişkimiz de buna benzer. Amellerimize insanlar için riya veya nefsin şöhret tutkusu yönündeki arzu ve hevası bulaştığı zaman, halis olmaktan çıkarlar. Bu tür amellerde, olması gereken dürüstlük ve edeb sözkonusu olmaz. Allah Teala da, bizim sütten tiksinmemiz gibi, amellerimizden de tiksinir ve onları kabul etmez. İbret alanlar için bunda büyük ders vardır.
Said b. Ebi Bürde, Ömer b. Hattab´m (ra) Ebu Musa el-Eş´ari´ye (ra) gönderdiği bir mektubu nakletmiştir. Ömer (ra) şöyle demektedir: Niyeti halis olan kimseye, insanlarla ilişkisinde Allah Teala yeter. Allah Teala´nın bildiğinin aksine amellerle insanlara güzel görünmeye çalışan kimseler, O´nun tarafından kusurlu görülmüştür. Salim b. Abdullah da, Ömer b. Abdüîaziz´e (ra) gönderdiği bir mektupta şöyle demiştir: Ey Ömer! Şunu bil ki, Allah Teala niyeti mik-dannca kulun yardımında olur.
Niyeti tam olan kimseye, Allah Teala´nın yardımı da tam olur. Niyeti eksik olan kimse, O´nun yardımı da aynı miktarda eksik olur. Allah Teala bunu tasdik ederek şöyle buyurmuştur: "Eğer o ikisi aralarım düzeltmek isterlerse, Allah da onların aralarını bulur". (Nisa/35) Görüldüğü gibi Allah Teala, eşlerin arasım bulmayı, onların bu yöndeki irade ve isteklerine bağlamıştır. Allah Teala´nın bir şeye muvaffak kılmasının anahtarı da budur. O, salih amel sahibini de aynı şekilde hayra muvaffak kılar.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Bana göre hayrın tama-nu, ancak hüsnü niyetle toplanır. Hayır olarak size o yeter. Nice kü-Çük amel sahibi vardır ki niyet onu yüceltir. Nice büyük amel sahibi de vardır ki, niyeti onu küçültür. Ediblerden biri de kardeşine ^azdığı mektupta şöyle demiştir: Amellerinde niyetini halis kıl. «öyle yaptığında az bir amel dahi sana yetebilir.
Davud et-Ta´î´nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: En büyük tasası takva olan kimsenin bütün uzuvları dünyaya bağlansa dahi, bir gün sahip olduğu niyet onu salih niyete geri döndürecektir. Allah Teala´yı hakkıyla bilmeyen kimsenin hali de benzerdir.
Bütün kaygı ve tasası dünya olan kimse, uzuvlarının tamamıyla salih amellere bağlı olsa dahi, yine dünayı istemeye dönecektir. Bu, heva ve heveslere uygun düşmektir. Bunun sırrı da, kişinin bütün tasasının dünyevi menfaatlara karşı nefsi arzulara teslim olmasıdır.
Muhammed b. el-Hüseyin şöyle demiştir: Kişiye gereken, niyetinin ameli önünde olmasıdır. Eyyub es-Sihıstanî ve diğerleri ise şöyle demişlerdir: Amel sahiplerinin niyetlerini arındırıp halis kılmaları, onlar için bütün amellerden daha zordur. Süfyan-ı Sev-rfnin de (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Geçmişler, tıpkı ilim öğrendikleri gibi, amel için nasıl niyet etmeleri gerektiğini de öğrenirlerdi.
Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Amel etmeden önce amel için niyeti ara. Hayra niyet ettiğiniz sürece, hayırdasınız demektir. Zeyd b. Eşlem de şöyle demiştir: İki haslet vardır ki onlarla işiniz kemale erer: Allah Teala´ya isyanda bulunmaya kalkışmayarak sabahlamanız ve O´na isyana kalkışmayarak akşama ermeniz.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala´nın nimetleri sayamayacağınız kadar çoktur. Sizin günahlarınız ise bilemeyeceğiniz kadar gizlidir. Ama siz, tevbekar olarak sabahlayın, tevbe-kar olarak akşamlayın. O zaman bu ikisi arasındakiler! Allah Te-ala bağışlar.
Müridandan biri hakkında şu hadise rivayet edilmiştir: O, alimleri dolaşıyor ve şöyle bir soru soruyordu: Bana öyle bir amel gösterin ki, onu yaptığım müddetçe, gündüzün ve gecenin bütün saatlerinde O´nun için amel edenlerden biri olabileyim. Ona şöyle denildi: Gücün yettiği zaman amel et. Zira peygamber öyle yapardı. Yanından ayrıldığın anda hemen amele girişirdi. Sürekli amel için kaygılanan, her an amel eden gibidir.
İsa´nın (as) da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: İsyana niyetlenmeden uyuyan ve günah görmeyen göze ne mutlu!
Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Her kim bir haseneye niyetlenir ve onu yapamazsa, kendişine bir hasene yazılır. Her kim de bir günaha niyetlenir ve onu yapmazsa ona da bir hasene yazılır". [14]
Meşhur bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır".
Niyetle ilgili on esas mevcuttur: Niyet gizlidir. Gizli ameller (=a´mâlü´s-sır), karşılığı katlarca verilen amellerdir. Çünkü o, gay-bi bir ameldir ve ona Allah Teala dışında hiç kimse muttali olamaz.
Zahiri ameller, Allah Teala ve diğer insanlar taranndan bilinirler. Allah Teala, kuluna niyet bahşettiği zaman, onu halis ve herhangi bir kusur bulaşmamış olarak bahşeder. O´nun hibe ettiği amele hiçbir afet bulaşamaz. Niyet, hazır bir bağıştır.
Diğer ameller ise, kul için biriktirilirler. Bunun böyle olmasının bir nedeni de, niyetin amel için şart koşulmuş olmasıdır. Hiçbir amel, niyetsiz sahih olmaz. Niyet ise, hiçbir şeye gerek duymaksızın sahih olur.
Abdürrahim b. Yahya el-Esved, Allah Resulü´nün (sav) "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğu hakkında şöyle bir açıklama yapmıştır: Yani, amelde gösterdiği ihlas, amelin bizzat kendisinden daha hayırlıdır. Yine o şöyle demiştir: Amel olmaksızın gösterilen ihlas, ihlassız birinin amelinden daha hayırlıdır. Ona göre niyet, İhlasın ta kendisidir. Diğerlerine göre ise, kişinin içiyle dışının farkı olmaksızın sıdk sahibi olmasıdır.
Cüneyd el-Bağdadî (ra) ihlas ile sıdk arasındaki farkı öyle ince bir şekilde açıklamıştır ki, bunun da açıklamaya ihtiyacı vardır: Şeyhlerden biri ondan şunu nakletmiştir: Bir cemaat, bir şahıs aleyhinde şahitlikte bulunmuştu. Ama bu şahitlik ona zarar veremedi. Cemaati oluşturanlar, ihlaslı kimselerdi. Eğer sıdk sahibi olsalardı, o kimse bu şahitlikten dolayı cezalandırılırdı.
Bunun açıklaması şöyledir: Eğer bu cemaati oluşturan ferdler, sıdk sahibi olsalardı, suçlunun yaptığını veya onun yaptığının benzerini yapmazlardı. Bu, kişinin halinde görülen sıdk yani dürüstlüktür ki tahkik ehline göre niyetin ve niyette gösterilen İhlasın özü de budur.
Allah Resulü´nün (sav) "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğunun bir açıklaması da şöyle yapılmıştır: Müminin niyeti devamlı ve kesintisizdir. Ameller ise kesintilidir. Niyetteki devamlılıktan dolayı tevhid ehli cennette ebedi kılınmıştır. Şirk ehli de aynı şekilde kötü niyetlerinin devamlılığından dolayı cehennemde ebedi kalmaya mahkum edilmişlerdir. Bütün bunlar, "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğunun manasıyla ilgili izahatlardı.
Bu hadisin bir diğer izahı da şu şekilde yapılmıştır: Hadisteki ifadede, takdîm/te´hîr yani öne arkaya doğru yer değiştirme sözko-nusudur. Müminin niyeti de, bir anlamda onun amelidir. Buna göre mana şu şekilde olmaktadır: Müminin niyeti, hayırlı amellerinden biridir.
Benzer bir anlam şu ayet-i kerimede görülmektedir: "Biz hiçbir ayet neshetmez veya (hükmünü) unutturmayız ki ondan daha hayırlısını getirmeyelim". (Bakara/106) Bu ayetin bir anlamı da, ´ondan da bir hayır getirmişizdir1 biçimindedir. Bunun bir başka örneği şu ayet-i kerimedir: "Sanki onu biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar". (A´raf/187) Bu ayetin anlamı da şöyle verilmektedir: Sanki biliyormuşsun gibi onu (kıyametin vaktini) sana soruyorlar.
"Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" hadisiyle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalara ilaveten bir de şöyle bir açıklama yapılmıştır: Niyet, kalbî amellerdendir. Kalbî ameller, kulun amelleri arasında en hayırlı olanlarıdır. Dolayısıyla hadis bu şekilde de anlaşılabilir.
Allah Resulü´nün (sav) bu meşhur hadisiyle ilgili olarak naklettiğimiz görüşlerin hepsi,de sahihtir. Çünkü bunların hepsi de niyet hakkında geçerli hususlardır. Niyet, amelden üstün tutulmuştur, çünkü anlatılanlar niyetin bilinen sıfatlarındandır.
Tabiundan bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İyi kimselerin kalpleri iyilikle kaynar. Günahkârların kalpleri ise fücur ve günah ile kaynar. Allah Teala onların niyetlerini iyi bilir. Amellerini de niyetlerine göre sabit kılar. Siz de kalbinizin tasasını ve niyetini sürekli takip edin.
Semavi kitaplardan birinde şöyle buyrulmuştur: Hikmet sahibi her kimsenin sözünü kabul etmem. Ama Ben onun kaygısına ve arzusuna bakarım. Kaygı ve arzusu Benim rızam için olan kimsenin suskunluğunu zikir, bakışını ibret kılarım. Bu da, Allah Resu-lü´nden (sav) rivayet edilen şu hadis-i şerifin muhtevasına dahildir: "Allah Teala sizin bedenlerinize ve mallarınıza bakmaz. O, sadece kalplerinize ve amellerinize bakar" [15]
Süfyan-ı Sevri´ye (ra), kulun niyetten dolayı hesaba çekilip çekilmeyeceği sorulmuştu. O da, ´Evet, kararlılık olduğu zaman ondan dolayı yargılanır dedi. Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyr-muştur: "Kul, salih ameller işlediğinde melekler, mühürlü defterlerle onları semaya çıkartır ve Allah Teala´nın huzuruna sunarlar.
O da, ´Bunları atın, çünkü onlarla Benim rızamı murad etmedi´ buyurur. Ardından da meleklere şöyle nida eder: Falana şunları yazın, falana şunları yazın. Melekler , ´Ey Rabbimiz, o kimse, bunlardan hiçbirini yapmadı´ derler. Bunun üzerine kendilerine şöyle buyrulur: Ama o amellere niyet ettiler".
Ebu Kebşe el-Enmarî´ninnin (ra) rivayet ettiği hadiste Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar dört sınıftır: Biri, Allah Teala´nın ilim ve mal verdiği ve malı üzerinde ilmiyle amel eden kimsedir. Biri, ´Allah Teala, ona verdiğini bana verse, ben de onun gibi amel ederdim´ diyendir. Bu ikisi hayırda eşittirler. Bir diğeri, Allah Teala´nın mal verip ilim vermediği kimsedir. O, cehaletinden dolayı malıyla olur olmaz işler yapar. Diğer biri de, ´Eğer Allah Teala, ona verdiğini bana verseydi, ben de onun gibi yapardım´ der. Bu ikisi de günahta eşittirler" [16] Görüldüğü gibi Allah Teala, diğer ikisini hayırda ve günahta öncekilerle aynı kefeye koymuş ve bunu, sırf niyetlerinden dolayı yapmıştır.
Enes b. Malik´ten (ra) rivayet edilen hadis-i şerif de benzer mana ihtiva etmektedir: "Allah Resulü (sav), Tebük gazvesine çıktığı zaman şöyle buyurmuştu: Şu anda Medine öyle kimseler var ki atığımız hiçbir vadi, bastığımız hiçbir toprak yoktur ki kafirleri kızdırmasın, harcadığımız hiçbir para, kurduğumuz hiçbir çadır, düştüğümüz hiçbir çukur yoktur ki Medine´de olmalarına rağmen sevabında bize ortak olmasınlar. Sahabe, ´Yanımızda olmadıkları halde bu nasıl olur?´ diye sordular. O da şöyle buyurdu: Özürleri onların katılmasına engel oldu, ama hüsnü niyetleriyle bize ortak oldular".
Selef-i Salih´ten bir zatın şöyle dediği bildirilmiştir: Amellerin düzgünlük ve bozukluğu, niyetlerin düzgünlük ve bozukluğuna göredir. Mutarraf da şöyle derdi: Amelin düzgünlüğü, kalbin düzgünlüğü iledir. Kalbin düzgünlüğü ise niyetin düzgünlüğüne bağlıdır. Kim duru olursa, kalbi de durultulur. Kim karışık olursa kalbi de karıştırılır.
Konuyla ilgili çok bilinen hadislerden biri de Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğudur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği vardır. Kimin hicreti, Allah ve Resulü´ne ise, onun hicreti Allah ve Resulü´nedir. Kimin hicreti dünyaya ise, ona ulaşır. Bir kadına ise onunla evlenir".[17]
Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav), amellerin niyetsiz olamayacağını haber vermiş, her kul için niyetinin asıl olduğunu bildirmiştir. Dünyalık ve eşlere talip olanlar da kendi niyetlerine döndürülür ve haklarında bunlara göre hüküm verilir. Bunlar, Allah Te-ala´nın onlar için ayırdığı nasiptir. O, bu insanları o amellere muvaffak kılsa da, kılmasa da sonuç değişmez. Niyetlerinin bozukluğundan ötürü yaptıkları hicretin sevabı boşa gider.
Allah Teala´ya ihlasla amel edenleri bekleyen sevaptan mahrum edilişin temel sebebi, niyetlerindeki bozukluktur. Oysa ihlas ehli, niyetlerini saflaştırıp ahiret talebinden öte gitmeyen kimselerdir. Amelleri boşa gidenler için bu çok büyük bir kayıp ve dünya hayatları bakımından ahirette büyük bir pişmanlıktır.
İbni Mesud (ra) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir şeyi umarak hicret ederse kendisine o verilir. Bir adam hicret etti ve bizden bir hanımla evlendi. Bu adam, ´Muhacir Ümmü Kays´ adıyla anılırdı".*
Ebu Davud, yukarıdaki niyetle ilgili hadis-i şerifin ilmin dörtte biri olduğunu söylemiştir. O, bunu anlatırken şöyle demiştir: Allah Resulü´nden (sav) nakledilen sahih hadisleri topladığımda bunların dört bin hadisten ibaret olduğunu gördüm. Bilahare bunları dört temel hadise indirdim. Bunlardan her biri ilmin dörtte birini oluşturmaktaydı. Bu dört hadisten ilki de bu hadis-i şerifti. Ebu Davud´un bu sözlerinin arkasında yatan hakikat, sözkonusu hadis-i şerif ile teyid edilen ´niyet´in, dinimizde diğer farzların da ancak kendisi ile tamamlandığı temel farz olarak görülmüş olmasıdır.
Niyetin önemiyle ilgili nakledilen rivayetlerden birinde şöyle denilmektedir: Adamın biri, cihad ederken öldürülmüş ve ´merkeb maktulü´ olarak anılır olmuştu. Bunun sebebi, savaş meydanında kıymetli eşyasını ve merkebini gözüne kestirdiği birine saldırarak o kimse tarafından öldürülmüş olmasıydı. O, işte bu niyetinden dolayı böylesine aşağılayıcı bir isimle anılır olmuştu.
Ebu Ubade (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ganimetten başka bir maksadı olmaksızın savaşan mücahid için ancak niyet ettiği (ganimet) sözkonusu-dur". [18]Yine Ebu Ubade (ra) şöyle demiştir: Yanımda cihada çıkması için birinden ricada bulunmuştum. ´Bana bir bedel konulmadıkça çıkmam´ dedi. Bunu Allah Resuîü´ne (sav) anlattığım zaman şöyle buyurdu: "Onun için dünyalık ve ahiretlik kazanç olarak koyduğun bedelden başkası yoktur [19]
İsrailiyyat kaynaklı kıssalardan birinde şöyle bir hikaye anlatılmıştır: Adamı biri kuraklık yıllarından birinde yolda bir kum yığınının yanından geçerken kendi kendine ´Şu kum yığını yiyeceğe dönüşse de insanlara dağıtsam´ demişti. Bunun üzerine Allah Teala onun mensup olduğu kavmin peygamberine şöyle vahyetti: O kimseye söyle ki Allah Teala onun sadakasını kabul etmiş ve hüsnü niyetini şükrana layık bulmuştur. Düşündüğü gibi oranın yiyecek olup sadaka olarak dağıtılması kadar sevabı kendisine yazmıştır.
Niyet konusuyla ilgili olarak nakledilen hadislerden birinde Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir iyiliğe niyetlenirse, onu yapmasa da kendisine onun sevabı yazılır". [20] Abdullah b. Ömer´den (ra) rivayet edilen bir hadislerinde ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah Teala niyeti dünya olan kimsenin fakirliğini gözlerinin arasında kılar ve dünyadan onu arzular bir halde ayrılmasını sağlar. Niyeti ahiret olan kimsenin zenginliğini ise kalbinde kılar ve yitiğini onun üzerinde toplar ve dünyadan ona hiç değer vermeden ayrılmasını sağlar".
Ümmü Seleme´den (ra) şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Allah Resulü (sav) çölde onları hezimete uğratan bir ordudan sözetmişti. Kendisine ´Ey Allah Resulü! O askerlerin arasında zorla veya ücret karşılığı götürülenler var mıydı?´ diye sordum. Bana şöyle buyurdu: Onlar niyetlerine göre haşredileceklerdir". Ömer´den (ra) rivayet edilen hadiste de Allah Resulü´nün (sav) benzer bir buyruğu ye-ralmaktadır: "Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: Savaşanlar, ancak niyetleri üzere savaşırlar".
Fudale (ra) kanalıyla nakledilen bir diğer hadis-i şerif ise şöyledir: "Herkes vefat ettiği mertebe üzere hasredilir" [21] Başka bir rivayette ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "İnsanlardan iki saf karşılaştığında, saflarda bulunan kimselerin mertebelerini yazmak üzere melekler inerler ve ´filan kimseler haricicinde, kimi dünya için, kimi soyu için savaşıyor diye yazarlar. Ölenler için de, ´Filan Allah yolunda öldürüldü´ derler". Ancak Allah´ın kelimesini yüceltmek için savaşırken öldürülen kimse, Allah yolunda öldürülmüş kimsedir.
Cabir (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğu nakledilmiştir: "Her kul, öldüğü hal üzere hasredilir" [22] Ahnef b. Kays ise Ebu Bekir-i Sıddık´tan (ra) şöyle bir hadis nakletmiştir: "îki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiklerinde, öldüren de Öldürülen de ateştedir. Bunun üzerine, ´Ey Allah Resulü! Öldüren tamam da, öldürülen neden ateşte?´ diye soruldu. O da şu cevabı verdi: O da kardeşini öldürmeye kalkıştığı için" [23]
Alimlerden bir topluluğa göre niyet, ´ihlas´ın ta kendisidir. Başkalarına göre, sıdk ve doğruluktur. Genele göre niyet; Sıhhatli bir kararlılık ve güzel bir yöneliştir. Ehli Sünnet´e göre niyet; amellerin önünde bulunan kalbî amellerden biridir. O, her güzel amelin başıdır.
Allah Teala buyurdu ki: "Allah´ı çokça zikredin". (Ahzab/41) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Buradaki ´çokça zikir ile kasde-dilen, halis ve safîyâne zikirdir. Çünkü ´Halis´; <çok=kesîr´ olarak isimlendirilmiştir. Hakkındaki niyetin sırf Allah rızası için hulûs ve safiyet bulduğu şey "halis´tir.
Münafıklar ise, bunun tam aksine ´azlık=kıllet´ ile anılmışlardır. Allah Teala buyurdu ki: "Onlar insanlara riya yapar ve Allah´ı pek az anarlar". (Nisa/142) Bunun tefsirinde ise, ´pek az´ kelimesi ile kasdedilenin ´ihlassızlık/samimiyetsizlik´ olduğu bildirilmiştir.
"Kul hüvellahu ehad" suresinin, ´İhlas´ suresi olarak anılmasının sebebi de, Allah Teala´nın sıfatlarını saf ve katıksız olarak ihtiva etmesinden dolayıdır. Dikkat edilirse, İhlas suresinde, Allah Te-ala´mn sıfatları hiçbir şeyle karıştırılmaz. Orada ne cennete, ne cehenneme, ne azaba, ne sevaba, ne emire, ne de nehiye dair hiç bir ifade yer almamaktadır. Bu sureye, ´Tevhid´ suresi de denilmiştir. Çünkü onda Allah Teala´ya şirk koşulanlara ilişkin en ufak bir ima dahi mevcut değildir.
Şeytanın kulun kalbine hakim olma surecinin başı, niyetin bozulmasında kendini gösterir. Kulun niyeti bozulmaya meylettiği zaman, şeytan derhal onu elde etme hırsına kapılır ve nihayetinde de -Allah Teala´nm izni dışında- ona hakim olur.
Kulda, doğru yoldan sapmanın başlangıcı, niyette görülen zaaf ve bozulmadır. Niyet zaafa uğradığı zaman nefs güçlenir ve arzular insana hakim olmaya başlar. Niyet güçlendiğinde ise, sağlıklı bir kararlılık ortaya çıkar ve nefsani sıfatlar zayıflamaya başlar. Çünkü bu konumdaki kul, günahların büyüklerinden Tcaçınmaya başlar. Böylelikle günahların büyüklerini Allah rızası için terkeden kimse konumuna yükselmiş olur. Bu, kendisi için övgüye daha çok layık, akıbeti bakımından daha güzel ve kalbi için de daha uygun bir durumdur. Bu haldeki kulun tevbesi, arzu ve nevalarla karışık, bozuk niyetli yapmacık ibadet görünümlerinden daha değerlidir.
Niyeti bozuk, arzu ve heveslerinin esiri olan bir kul, bu halinin özelliklerinden dolayı günahlar içinde bocalayıp durur, kötü amelleri diğer kötü amellerle karıştırır. Kötü bir ameli, başka bir kötü amelle telafi etmeye çalışır.
Bunların durumu, Allah Teala´nm şu buyruklarında vasfedilen halin aksidir: "Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler, onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar". (Tevbe/102); "Kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gerek gizli, gerek açık bir tarzda infak ederler ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler". (Ra´d/22) Onların dununu, Allah Resulü´nün (sav) şu emrine de aykırıdır: "Kötülüğün ardından iyilik et ki onu silsin". [24]
Ebu Hüreyre (ra) kaynaklı bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet etmiştir: "Mihrini vermemek niyetiyle bir kadınla nikahlanan kimse, onunla zina eder. Ödememek niyetiyle borç alan kimse de hırsızdır".
İbni Mesud (ra) kaynaklı bir hadis de şöyledir: "Allah Resulü´nün (sav) yanında şehitlerden sözedilmişti. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Ümmetimin şehitlerinin çoğunluğu, yatağında ölenler gibidir. İki saf arasında öldürülen nice insan vardır ki, niyetlerini en iyi Allah bilir".
Sabit el-Benanî şöyle demiştir: Müminin niyeti, amelinden daha etkilidir. Mümin, ertesi gün oruç tutmaya niyetlenir ve gece kalkar. Ama evinden çıktığında kendini iyi hissetmeyerek oruç tutmaz. Buna rağmen niyeti, amelinden daha etkilidir.
Bu başlık altında niyetleri, yaşanan bütün hallerde niyetlerin güzelleştirilmesine ve fiillere bulaşabilecek kusur ve illetlerden sakı-nılmasma dair verilen emirleri açıklanacaktır.
Yüce Allah buyurdu ki: "Onlar ancak dini Allah´a halis kılarak O´na ibadet etmekle emrolundular". (Beyyine/5) Allah Resulü´nün de (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç şey vardır ki onlar üzere olduğu sürece müslüman kimsenin kalbi kin barındırmaz:... ve ameli Allah Teala´ya halis kılmak [12] Yine O, şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği vardır" [13]
Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu haber verilmektedir: "Allah Teala amel olmadıkça hiçbir sözü kabul etmez. Hiçbir ameli de niyetsiz kabul etmez".
Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir: Amellerin en faziletlisi, Allah Teala´nm farz kıldıklarını eda etmek, O´nun haram kıldıklarından da sakınmaktır. Allah Teala´nm katındaki için sadık bir niyet bulunmalıdır. Kul, hayatının her anında niyette bulunmalıdır. Yemesi, içmesi, giyinmesi, uyuması ve hanımıyla ilişkisinde dahi niyet etmelidir. Çünkü bütün bunlar, hesaba konu olacak işlerdendir.
Eğer onları Allah Teala´nm rızası için yapıyorsa, amellerinin tartılacağı terazinin hasenat kefesinde onları görecektir. Eğer bütün bunlarda hevasının çizdiği yoldan gidiyorsa, o zaman da günahlarının yeraldığı kefede görecektir. Zira her kul için niyet ettiği amelin karşılığı vardır.
Kulun niyette bulunmayışı, dalgınlık ve hata eseri ise, niyet ve irade bulunmayışı durumunda yaptığından dolayı herhangi bir karşılık alamaz. Yaptığı ameli ahirette de göremez. Ondan dolayı, lehinde veya aleyhinde bir durum olmaz. Böyle birinin dünyadaki misali, akıl ve sorumluluk olmaksızın içgüdü ve vahiyle hareket eden hayvanların durumuna benzer. Bu gibi kimselerin, Allah Te-ala´nın şu buyruğuna dahil edilmelerinden endişe ederim: "Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva ve hevesine tabi olan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme". (Kasas/28) Buradaki ´fa-rat=aşırılık´ kelimesi değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Birine göre gaflet ve dalgınlıktır. Bir başkasına göre aşırılık ve ziyan etmedir. Üçüncü birine göre ise helake yönelmedir.
Salih niyet, salih bir amelin başlangıç noktasıdır. Allah Te-ala´nın ilahi vergisinin başı da odur. O, mükafaatm konusudur. Kulun, amellerden dolayı kazanacağı sevap, ancak Allah Teala´nm kendisine nasip edeceği niyetlere göre değişir. Çünkü tek bir amelde dahi birden fazla niyet bulunabilir. Bu niyetlerin sayısı, kulun yüklenebileceği yüke ve onun ilmine göre şekillenir. Bu niyetlerden her biri için ayrı bir hasene verilir ve bunlar da on misli arttırılır. Çünkü onlar amelde ve şekilde toplanırlar.
Niyet iki esastan ibarettir:
1. Amele dönük kalpten yönelişi sağlıklı kılmak ve bunda uyanık bulunmak.
2. Amelde Allah Teala´ya karşı ihlaslı olmak ve O´nun katındaki sevabı ummak.
Niyeti bu şekilde bilinerek eda edilen her amel, Allah Teala´nın lütuf ve rahmetiyle salih ve makbul bir amel olur. Çünkü bu tür bir amelin sahibi, şirk, cehalet ve.hevadan sakınmıştır. Onun ameli de Allah Teala´nın eşsiz hazinelerine yükseltilmiş ve onun için iyi bir birikim olmuştur.
İhlasın hakikati, onun şu iki husustan beri olmasıyla mümkün olur:
1. Riya,
2. Heva.
Bu ikisinden uzak olan ihlas, Yüce Allah´ın da benzettiği gibi süt misali halis ve pak olur.
Allah Teala´nın üzerimizdeki nimetinin tamama ermesi de böyle gerçekleşir. O, sütün temizliğini haber verirken şöyle buyurmuştur: "Zira size onların karmlarındaki işkembe-ile kan arasından, halis bir süt içiliyoruz ki içenlerin boğazından afiyetle geçsin". (Nahl/66) Süt, o ikisinden herhangi birini ihtiva ettiği zaman halis ve pak olmaktan çıkar. O´nun nimeti de tamama ermemiş olur. Biz de öyle bir sütten tiksinti duyar ve onu içmeyiz. Allah Teala´ya karşı eda etmekle mükellef olduğumuz ameller ve O´nunla ilişkimiz de buna benzer. Amellerimize insanlar için riya veya nefsin şöhret tutkusu yönündeki arzu ve hevası bulaştığı zaman, halis olmaktan çıkarlar. Bu tür amellerde, olması gereken dürüstlük ve edeb sözkonusu olmaz. Allah Teala da, bizim sütten tiksinmemiz gibi, amellerimizden de tiksinir ve onları kabul etmez. İbret alanlar için bunda büyük ders vardır.
Said b. Ebi Bürde, Ömer b. Hattab´m (ra) Ebu Musa el-Eş´ari´ye (ra) gönderdiği bir mektubu nakletmiştir. Ömer (ra) şöyle demektedir: Niyeti halis olan kimseye, insanlarla ilişkisinde Allah Teala yeter. Allah Teala´nın bildiğinin aksine amellerle insanlara güzel görünmeye çalışan kimseler, O´nun tarafından kusurlu görülmüştür. Salim b. Abdullah da, Ömer b. Abdüîaziz´e (ra) gönderdiği bir mektupta şöyle demiştir: Ey Ömer! Şunu bil ki, Allah Teala niyeti mik-dannca kulun yardımında olur.
Niyeti tam olan kimseye, Allah Teala´nın yardımı da tam olur. Niyeti eksik olan kimse, O´nun yardımı da aynı miktarda eksik olur. Allah Teala bunu tasdik ederek şöyle buyurmuştur: "Eğer o ikisi aralarım düzeltmek isterlerse, Allah da onların aralarını bulur". (Nisa/35) Görüldüğü gibi Allah Teala, eşlerin arasım bulmayı, onların bu yöndeki irade ve isteklerine bağlamıştır. Allah Teala´nın bir şeye muvaffak kılmasının anahtarı da budur. O, salih amel sahibini de aynı şekilde hayra muvaffak kılar.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Bana göre hayrın tama-nu, ancak hüsnü niyetle toplanır. Hayır olarak size o yeter. Nice kü-Çük amel sahibi vardır ki niyet onu yüceltir. Nice büyük amel sahibi de vardır ki, niyeti onu küçültür. Ediblerden biri de kardeşine ^azdığı mektupta şöyle demiştir: Amellerinde niyetini halis kıl. «öyle yaptığında az bir amel dahi sana yetebilir.
Davud et-Ta´î´nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: En büyük tasası takva olan kimsenin bütün uzuvları dünyaya bağlansa dahi, bir gün sahip olduğu niyet onu salih niyete geri döndürecektir. Allah Teala´yı hakkıyla bilmeyen kimsenin hali de benzerdir.
Bütün kaygı ve tasası dünya olan kimse, uzuvlarının tamamıyla salih amellere bağlı olsa dahi, yine dünayı istemeye dönecektir. Bu, heva ve heveslere uygun düşmektir. Bunun sırrı da, kişinin bütün tasasının dünyevi menfaatlara karşı nefsi arzulara teslim olmasıdır.
Muhammed b. el-Hüseyin şöyle demiştir: Kişiye gereken, niyetinin ameli önünde olmasıdır. Eyyub es-Sihıstanî ve diğerleri ise şöyle demişlerdir: Amel sahiplerinin niyetlerini arındırıp halis kılmaları, onlar için bütün amellerden daha zordur. Süfyan-ı Sev-rfnin de (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Geçmişler, tıpkı ilim öğrendikleri gibi, amel için nasıl niyet etmeleri gerektiğini de öğrenirlerdi.
Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Amel etmeden önce amel için niyeti ara. Hayra niyet ettiğiniz sürece, hayırdasınız demektir. Zeyd b. Eşlem de şöyle demiştir: İki haslet vardır ki onlarla işiniz kemale erer: Allah Teala´ya isyanda bulunmaya kalkışmayarak sabahlamanız ve O´na isyana kalkışmayarak akşama ermeniz.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala´nın nimetleri sayamayacağınız kadar çoktur. Sizin günahlarınız ise bilemeyeceğiniz kadar gizlidir. Ama siz, tevbekar olarak sabahlayın, tevbe-kar olarak akşamlayın. O zaman bu ikisi arasındakiler! Allah Te-ala bağışlar.
Müridandan biri hakkında şu hadise rivayet edilmiştir: O, alimleri dolaşıyor ve şöyle bir soru soruyordu: Bana öyle bir amel gösterin ki, onu yaptığım müddetçe, gündüzün ve gecenin bütün saatlerinde O´nun için amel edenlerden biri olabileyim. Ona şöyle denildi: Gücün yettiği zaman amel et. Zira peygamber öyle yapardı. Yanından ayrıldığın anda hemen amele girişirdi. Sürekli amel için kaygılanan, her an amel eden gibidir.
İsa´nın (as) da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: İsyana niyetlenmeden uyuyan ve günah görmeyen göze ne mutlu!
Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Her kim bir haseneye niyetlenir ve onu yapamazsa, kendişine bir hasene yazılır. Her kim de bir günaha niyetlenir ve onu yapmazsa ona da bir hasene yazılır". [14]
Meşhur bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır".
Niyetle ilgili on esas mevcuttur: Niyet gizlidir. Gizli ameller (=a´mâlü´s-sır), karşılığı katlarca verilen amellerdir. Çünkü o, gay-bi bir ameldir ve ona Allah Teala dışında hiç kimse muttali olamaz.
Zahiri ameller, Allah Teala ve diğer insanlar taranndan bilinirler. Allah Teala, kuluna niyet bahşettiği zaman, onu halis ve herhangi bir kusur bulaşmamış olarak bahşeder. O´nun hibe ettiği amele hiçbir afet bulaşamaz. Niyet, hazır bir bağıştır.
Diğer ameller ise, kul için biriktirilirler. Bunun böyle olmasının bir nedeni de, niyetin amel için şart koşulmuş olmasıdır. Hiçbir amel, niyetsiz sahih olmaz. Niyet ise, hiçbir şeye gerek duymaksızın sahih olur.
Abdürrahim b. Yahya el-Esved, Allah Resulü´nün (sav) "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğu hakkında şöyle bir açıklama yapmıştır: Yani, amelde gösterdiği ihlas, amelin bizzat kendisinden daha hayırlıdır. Yine o şöyle demiştir: Amel olmaksızın gösterilen ihlas, ihlassız birinin amelinden daha hayırlıdır. Ona göre niyet, İhlasın ta kendisidir. Diğerlerine göre ise, kişinin içiyle dışının farkı olmaksızın sıdk sahibi olmasıdır.
Cüneyd el-Bağdadî (ra) ihlas ile sıdk arasındaki farkı öyle ince bir şekilde açıklamıştır ki, bunun da açıklamaya ihtiyacı vardır: Şeyhlerden biri ondan şunu nakletmiştir: Bir cemaat, bir şahıs aleyhinde şahitlikte bulunmuştu. Ama bu şahitlik ona zarar veremedi. Cemaati oluşturanlar, ihlaslı kimselerdi. Eğer sıdk sahibi olsalardı, o kimse bu şahitlikten dolayı cezalandırılırdı.
Bunun açıklaması şöyledir: Eğer bu cemaati oluşturan ferdler, sıdk sahibi olsalardı, suçlunun yaptığını veya onun yaptığının benzerini yapmazlardı. Bu, kişinin halinde görülen sıdk yani dürüstlüktür ki tahkik ehline göre niyetin ve niyette gösterilen İhlasın özü de budur.
Allah Resulü´nün (sav) "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğunun bir açıklaması da şöyle yapılmıştır: Müminin niyeti devamlı ve kesintisizdir. Ameller ise kesintilidir. Niyetteki devamlılıktan dolayı tevhid ehli cennette ebedi kılınmıştır. Şirk ehli de aynı şekilde kötü niyetlerinin devamlılığından dolayı cehennemde ebedi kalmaya mahkum edilmişlerdir. Bütün bunlar, "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğunun manasıyla ilgili izahatlardı.
Bu hadisin bir diğer izahı da şu şekilde yapılmıştır: Hadisteki ifadede, takdîm/te´hîr yani öne arkaya doğru yer değiştirme sözko-nusudur. Müminin niyeti de, bir anlamda onun amelidir. Buna göre mana şu şekilde olmaktadır: Müminin niyeti, hayırlı amellerinden biridir.
Benzer bir anlam şu ayet-i kerimede görülmektedir: "Biz hiçbir ayet neshetmez veya (hükmünü) unutturmayız ki ondan daha hayırlısını getirmeyelim". (Bakara/106) Bu ayetin bir anlamı da, ´ondan da bir hayır getirmişizdir1 biçimindedir. Bunun bir başka örneği şu ayet-i kerimedir: "Sanki onu biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar". (A´raf/187) Bu ayetin anlamı da şöyle verilmektedir: Sanki biliyormuşsun gibi onu (kıyametin vaktini) sana soruyorlar.
"Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" hadisiyle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalara ilaveten bir de şöyle bir açıklama yapılmıştır: Niyet, kalbî amellerdendir. Kalbî ameller, kulun amelleri arasında en hayırlı olanlarıdır. Dolayısıyla hadis bu şekilde de anlaşılabilir.
Allah Resulü´nün (sav) bu meşhur hadisiyle ilgili olarak naklettiğimiz görüşlerin hepsi,de sahihtir. Çünkü bunların hepsi de niyet hakkında geçerli hususlardır. Niyet, amelden üstün tutulmuştur, çünkü anlatılanlar niyetin bilinen sıfatlarındandır.
Tabiundan bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İyi kimselerin kalpleri iyilikle kaynar. Günahkârların kalpleri ise fücur ve günah ile kaynar. Allah Teala onların niyetlerini iyi bilir. Amellerini de niyetlerine göre sabit kılar. Siz de kalbinizin tasasını ve niyetini sürekli takip edin.
Semavi kitaplardan birinde şöyle buyrulmuştur: Hikmet sahibi her kimsenin sözünü kabul etmem. Ama Ben onun kaygısına ve arzusuna bakarım. Kaygı ve arzusu Benim rızam için olan kimsenin suskunluğunu zikir, bakışını ibret kılarım. Bu da, Allah Resu-lü´nden (sav) rivayet edilen şu hadis-i şerifin muhtevasına dahildir: "Allah Teala sizin bedenlerinize ve mallarınıza bakmaz. O, sadece kalplerinize ve amellerinize bakar" [15]
Süfyan-ı Sevri´ye (ra), kulun niyetten dolayı hesaba çekilip çekilmeyeceği sorulmuştu. O da, ´Evet, kararlılık olduğu zaman ondan dolayı yargılanır dedi. Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyr-muştur: "Kul, salih ameller işlediğinde melekler, mühürlü defterlerle onları semaya çıkartır ve Allah Teala´nın huzuruna sunarlar.
O da, ´Bunları atın, çünkü onlarla Benim rızamı murad etmedi´ buyurur. Ardından da meleklere şöyle nida eder: Falana şunları yazın, falana şunları yazın. Melekler , ´Ey Rabbimiz, o kimse, bunlardan hiçbirini yapmadı´ derler. Bunun üzerine kendilerine şöyle buyrulur: Ama o amellere niyet ettiler".
Ebu Kebşe el-Enmarî´ninnin (ra) rivayet ettiği hadiste Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar dört sınıftır: Biri, Allah Teala´nın ilim ve mal verdiği ve malı üzerinde ilmiyle amel eden kimsedir. Biri, ´Allah Teala, ona verdiğini bana verse, ben de onun gibi amel ederdim´ diyendir. Bu ikisi hayırda eşittirler. Bir diğeri, Allah Teala´nın mal verip ilim vermediği kimsedir. O, cehaletinden dolayı malıyla olur olmaz işler yapar. Diğer biri de, ´Eğer Allah Teala, ona verdiğini bana verseydi, ben de onun gibi yapardım´ der. Bu ikisi de günahta eşittirler" [16] Görüldüğü gibi Allah Teala, diğer ikisini hayırda ve günahta öncekilerle aynı kefeye koymuş ve bunu, sırf niyetlerinden dolayı yapmıştır.
Enes b. Malik´ten (ra) rivayet edilen hadis-i şerif de benzer mana ihtiva etmektedir: "Allah Resulü (sav), Tebük gazvesine çıktığı zaman şöyle buyurmuştu: Şu anda Medine öyle kimseler var ki atığımız hiçbir vadi, bastığımız hiçbir toprak yoktur ki kafirleri kızdırmasın, harcadığımız hiçbir para, kurduğumuz hiçbir çadır, düştüğümüz hiçbir çukur yoktur ki Medine´de olmalarına rağmen sevabında bize ortak olmasınlar. Sahabe, ´Yanımızda olmadıkları halde bu nasıl olur?´ diye sordular. O da şöyle buyurdu: Özürleri onların katılmasına engel oldu, ama hüsnü niyetleriyle bize ortak oldular".
Selef-i Salih´ten bir zatın şöyle dediği bildirilmiştir: Amellerin düzgünlük ve bozukluğu, niyetlerin düzgünlük ve bozukluğuna göredir. Mutarraf da şöyle derdi: Amelin düzgünlüğü, kalbin düzgünlüğü iledir. Kalbin düzgünlüğü ise niyetin düzgünlüğüne bağlıdır. Kim duru olursa, kalbi de durultulur. Kim karışık olursa kalbi de karıştırılır.
Konuyla ilgili çok bilinen hadislerden biri de Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğudur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği vardır. Kimin hicreti, Allah ve Resulü´ne ise, onun hicreti Allah ve Resulü´nedir. Kimin hicreti dünyaya ise, ona ulaşır. Bir kadına ise onunla evlenir".[17]
Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav), amellerin niyetsiz olamayacağını haber vermiş, her kul için niyetinin asıl olduğunu bildirmiştir. Dünyalık ve eşlere talip olanlar da kendi niyetlerine döndürülür ve haklarında bunlara göre hüküm verilir. Bunlar, Allah Te-ala´nın onlar için ayırdığı nasiptir. O, bu insanları o amellere muvaffak kılsa da, kılmasa da sonuç değişmez. Niyetlerinin bozukluğundan ötürü yaptıkları hicretin sevabı boşa gider.
Allah Teala´ya ihlasla amel edenleri bekleyen sevaptan mahrum edilişin temel sebebi, niyetlerindeki bozukluktur. Oysa ihlas ehli, niyetlerini saflaştırıp ahiret talebinden öte gitmeyen kimselerdir. Amelleri boşa gidenler için bu çok büyük bir kayıp ve dünya hayatları bakımından ahirette büyük bir pişmanlıktır.
İbni Mesud (ra) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir şeyi umarak hicret ederse kendisine o verilir. Bir adam hicret etti ve bizden bir hanımla evlendi. Bu adam, ´Muhacir Ümmü Kays´ adıyla anılırdı".*
Ebu Davud, yukarıdaki niyetle ilgili hadis-i şerifin ilmin dörtte biri olduğunu söylemiştir. O, bunu anlatırken şöyle demiştir: Allah Resulü´nden (sav) nakledilen sahih hadisleri topladığımda bunların dört bin hadisten ibaret olduğunu gördüm. Bilahare bunları dört temel hadise indirdim. Bunlardan her biri ilmin dörtte birini oluşturmaktaydı. Bu dört hadisten ilki de bu hadis-i şerifti. Ebu Davud´un bu sözlerinin arkasında yatan hakikat, sözkonusu hadis-i şerif ile teyid edilen ´niyet´in, dinimizde diğer farzların da ancak kendisi ile tamamlandığı temel farz olarak görülmüş olmasıdır.
Niyetin önemiyle ilgili nakledilen rivayetlerden birinde şöyle denilmektedir: Adamın biri, cihad ederken öldürülmüş ve ´merkeb maktulü´ olarak anılır olmuştu. Bunun sebebi, savaş meydanında kıymetli eşyasını ve merkebini gözüne kestirdiği birine saldırarak o kimse tarafından öldürülmüş olmasıydı. O, işte bu niyetinden dolayı böylesine aşağılayıcı bir isimle anılır olmuştu.
Ebu Ubade (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ganimetten başka bir maksadı olmaksızın savaşan mücahid için ancak niyet ettiği (ganimet) sözkonusu-dur". [18]Yine Ebu Ubade (ra) şöyle demiştir: Yanımda cihada çıkması için birinden ricada bulunmuştum. ´Bana bir bedel konulmadıkça çıkmam´ dedi. Bunu Allah Resuîü´ne (sav) anlattığım zaman şöyle buyurdu: "Onun için dünyalık ve ahiretlik kazanç olarak koyduğun bedelden başkası yoktur [19]
İsrailiyyat kaynaklı kıssalardan birinde şöyle bir hikaye anlatılmıştır: Adamı biri kuraklık yıllarından birinde yolda bir kum yığınının yanından geçerken kendi kendine ´Şu kum yığını yiyeceğe dönüşse de insanlara dağıtsam´ demişti. Bunun üzerine Allah Teala onun mensup olduğu kavmin peygamberine şöyle vahyetti: O kimseye söyle ki Allah Teala onun sadakasını kabul etmiş ve hüsnü niyetini şükrana layık bulmuştur. Düşündüğü gibi oranın yiyecek olup sadaka olarak dağıtılması kadar sevabı kendisine yazmıştır.
Niyet konusuyla ilgili olarak nakledilen hadislerden birinde Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir iyiliğe niyetlenirse, onu yapmasa da kendisine onun sevabı yazılır". [20] Abdullah b. Ömer´den (ra) rivayet edilen bir hadislerinde ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah Teala niyeti dünya olan kimsenin fakirliğini gözlerinin arasında kılar ve dünyadan onu arzular bir halde ayrılmasını sağlar. Niyeti ahiret olan kimsenin zenginliğini ise kalbinde kılar ve yitiğini onun üzerinde toplar ve dünyadan ona hiç değer vermeden ayrılmasını sağlar".
Ümmü Seleme´den (ra) şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Allah Resulü (sav) çölde onları hezimete uğratan bir ordudan sözetmişti. Kendisine ´Ey Allah Resulü! O askerlerin arasında zorla veya ücret karşılığı götürülenler var mıydı?´ diye sordum. Bana şöyle buyurdu: Onlar niyetlerine göre haşredileceklerdir". Ömer´den (ra) rivayet edilen hadiste de Allah Resulü´nün (sav) benzer bir buyruğu ye-ralmaktadır: "Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: Savaşanlar, ancak niyetleri üzere savaşırlar".
Fudale (ra) kanalıyla nakledilen bir diğer hadis-i şerif ise şöyledir: "Herkes vefat ettiği mertebe üzere hasredilir" [21] Başka bir rivayette ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "İnsanlardan iki saf karşılaştığında, saflarda bulunan kimselerin mertebelerini yazmak üzere melekler inerler ve ´filan kimseler haricicinde, kimi dünya için, kimi soyu için savaşıyor diye yazarlar. Ölenler için de, ´Filan Allah yolunda öldürüldü´ derler". Ancak Allah´ın kelimesini yüceltmek için savaşırken öldürülen kimse, Allah yolunda öldürülmüş kimsedir.
Cabir (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğu nakledilmiştir: "Her kul, öldüğü hal üzere hasredilir" [22] Ahnef b. Kays ise Ebu Bekir-i Sıddık´tan (ra) şöyle bir hadis nakletmiştir: "îki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiklerinde, öldüren de Öldürülen de ateştedir. Bunun üzerine, ´Ey Allah Resulü! Öldüren tamam da, öldürülen neden ateşte?´ diye soruldu. O da şu cevabı verdi: O da kardeşini öldürmeye kalkıştığı için" [23]
Alimlerden bir topluluğa göre niyet, ´ihlas´ın ta kendisidir. Başkalarına göre, sıdk ve doğruluktur. Genele göre niyet; Sıhhatli bir kararlılık ve güzel bir yöneliştir. Ehli Sünnet´e göre niyet; amellerin önünde bulunan kalbî amellerden biridir. O, her güzel amelin başıdır.
Allah Teala buyurdu ki: "Allah´ı çokça zikredin". (Ahzab/41) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Buradaki ´çokça zikir ile kasde-dilen, halis ve safîyâne zikirdir. Çünkü ´Halis´; <çok=kesîr´ olarak isimlendirilmiştir. Hakkındaki niyetin sırf Allah rızası için hulûs ve safiyet bulduğu şey "halis´tir.
Münafıklar ise, bunun tam aksine ´azlık=kıllet´ ile anılmışlardır. Allah Teala buyurdu ki: "Onlar insanlara riya yapar ve Allah´ı pek az anarlar". (Nisa/142) Bunun tefsirinde ise, ´pek az´ kelimesi ile kasdedilenin ´ihlassızlık/samimiyetsizlik´ olduğu bildirilmiştir.
"Kul hüvellahu ehad" suresinin, ´İhlas´ suresi olarak anılmasının sebebi de, Allah Teala´nın sıfatlarını saf ve katıksız olarak ihtiva etmesinden dolayıdır. Dikkat edilirse, İhlas suresinde, Allah Te-ala´mn sıfatları hiçbir şeyle karıştırılmaz. Orada ne cennete, ne cehenneme, ne azaba, ne sevaba, ne emire, ne de nehiye dair hiç bir ifade yer almamaktadır. Bu sureye, ´Tevhid´ suresi de denilmiştir. Çünkü onda Allah Teala´ya şirk koşulanlara ilişkin en ufak bir ima dahi mevcut değildir.
Şeytanın kulun kalbine hakim olma surecinin başı, niyetin bozulmasında kendini gösterir. Kulun niyeti bozulmaya meylettiği zaman, şeytan derhal onu elde etme hırsına kapılır ve nihayetinde de -Allah Teala´nm izni dışında- ona hakim olur.
Kulda, doğru yoldan sapmanın başlangıcı, niyette görülen zaaf ve bozulmadır. Niyet zaafa uğradığı zaman nefs güçlenir ve arzular insana hakim olmaya başlar. Niyet güçlendiğinde ise, sağlıklı bir kararlılık ortaya çıkar ve nefsani sıfatlar zayıflamaya başlar. Çünkü bu konumdaki kul, günahların büyüklerinden Tcaçınmaya başlar. Böylelikle günahların büyüklerini Allah rızası için terkeden kimse konumuna yükselmiş olur. Bu, kendisi için övgüye daha çok layık, akıbeti bakımından daha güzel ve kalbi için de daha uygun bir durumdur. Bu haldeki kulun tevbesi, arzu ve nevalarla karışık, bozuk niyetli yapmacık ibadet görünümlerinden daha değerlidir.
Niyeti bozuk, arzu ve heveslerinin esiri olan bir kul, bu halinin özelliklerinden dolayı günahlar içinde bocalayıp durur, kötü amelleri diğer kötü amellerle karıştırır. Kötü bir ameli, başka bir kötü amelle telafi etmeye çalışır.
Bunların durumu, Allah Teala´nm şu buyruklarında vasfedilen halin aksidir: "Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler, onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar". (Tevbe/102); "Kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gerek gizli, gerek açık bir tarzda infak ederler ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler". (Ra´d/22) Onların dununu, Allah Resulü´nün (sav) şu emrine de aykırıdır: "Kötülüğün ardından iyilik et ki onu silsin". [24]
Ebu Hüreyre (ra) kaynaklı bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet etmiştir: "Mihrini vermemek niyetiyle bir kadınla nikahlanan kimse, onunla zina eder. Ödememek niyetiyle borç alan kimse de hırsızdır".
İbni Mesud (ra) kaynaklı bir hadis de şöyledir: "Allah Resulü´nün (sav) yanında şehitlerden sözedilmişti. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Ümmetimin şehitlerinin çoğunluğu, yatağında ölenler gibidir. İki saf arasında öldürülen nice insan vardır ki, niyetlerini en iyi Allah bilir".
Sabit el-Benanî şöyle demiştir: Müminin niyeti, amelinden daha etkilidir. Mümin, ertesi gün oruç tutmaya niyetlenir ve gece kalkar. Ama evinden çıktığında kendini iyi hissetmeyerek oruç tutmaz. Buna rağmen niyeti, amelinden daha etkilidir.