- İftira olayı

Adsense kodları


İftira olayı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Wed 20 April 2011, 03:28 pm GMT +0200
İftira Olayı


 

Süleyman anlatıyor: Bize Hammâd b. Zeyd ile Nu'man b. Raşid, Zühri aracılığıyla Urve'den Hz. Aişe (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:

- Nebî (s.a.v.) bir yolculuğa çıkacağında hanımları arasında (kendi ile gelecek olanı belirlemek için) kur'a atardı. Müreysî1 gazvesine çı­karken de aramızda kur'a çekmiş ve benim hisseme çıkmış idi. işte bu yolculukta hakkımda dedikodu edenlerin bir kısmı mahvolmuş idi.

Nitekim İbni İshâk Vakidî ve diğerleri de iftira olayının Mureysî1 gazvesinde olduğu görüşündedirler.[459]

Abbad b. Abdillah'tan da "Anneciğim! Bana Müreysî' gazvesinde başından geçen olayı bana anlatsan" dediği rivayet edilir.

(Zehebî derki): Ben Balebek şehrinde, Ebû Muhammed abdü'l-Halik b. Abdisselam'a kıraat yolu ile okudum ki, o şöyle nakletti: Bize Abdürrahman b. İbrahim, ona Ebû'l Hüseyin Abdü'l hak el-Yûsufî, Ebû Sa'd b. Hureyşten, onlara Ebû Ali Hasen b. Ahmed, Meymun b. ishâk'tan, onlarada Ahmed b. Abdü'l Cebbar, Yunus b. Bükeyr'den, oda Hişam b. Urve'nin babası Urve aracılığıyla Hz. Aişe (r.a.)'nin bu hadise hakkında şöyle anlattığını söyledi:

-  Hakkımda yapılan iftira,  olabildiğince konuşulmuş, yapılmış da benim hiç haberim olmamış. Allah Rasûlü beraberinde ashabından birkaç kişi ile gelip benim zenci cariyeme durumu sormuşlar. Bu kadıncağız bana hizmet ederdi. Ona, "sen Âişe hakkında bildiğin ne var ise bize haber ver?" dediler. O da, "Vallahi ben onun şu anlata-

cağımdan başka hiç bir ayıbını bilmiyorum. Hz. Âişe kuşluk vakti uyuya kalırda, evin koyunu keçisi onun yoğurduğu hamuru yerdi. Ev halkı da dolaşır Hz. Âişe'ye sorarlardı da ancak durumu o zaman an­lardı."

İşte bu cariyeye gelip durumu sorduklarında bu kızcağız, "Sübhanallah, nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Hz. Aişe hakkında kuyumcunun has (som) altın hakkında bildiğinden baş­ka birşey bilmiyorum" dedi. Hz. Aişe derki: Bütün bunlar oluyorken ben hiç bir şeyin farkına varmamışım.

Allah Rasûlü (bu sorgulama ve araştırmadan) sonra hitab etmek üzere ayağa kalkmış, Allah'a hamd ve senasını ona layık şekilde yap­mış ve sonrada şunları söylemiş idi.

- "İmdi. Sizler ailem hususunda bir takım ithamda bulunan kimse­leri bana gösterin. Allah'a yemin olsun ki, ben ailem hakkında şimdiye kadar asla kötü bir husus bilmiyorum. Onlara kim ile itham ediyorlar. Vallahi ben o şahıs hakkında da asla bir günah yaptığını bilmiyorum. Ailemin yanına ben yanında olmadan asîa girmemiştir. Herhangi yol­culuk için Medine'den kaybolduğum her seferde, o da benimle bera­berdi."

Bunları duyan Sa'd b. Muâz, "Yâ Rasûlellah! bana göre bu iftirayı yapanların boyunlarını vur" dedi. Bir başka hazreçli adam, (Ümmü Hassan ile Hassan onun kervanından idi) "vallahi yâ Sa'd sen doğru söylemedin. Eğer o itham eden adam Evs kabilesinden olaydı (yani Sa'dm kabilesinden olaydı) o zaman sen böyle demiyecektin" dedi. Bunun üzerine orada bulunan Evs ve Hazreç'liler arasında Mescidde neredeyse bir kavga çıkayazmış. Ben yine bımdanda hiç bir şey bilmemişim, hiç kimsede bunu bana anlatmamış idi. Nihayet o gün böyle geçmiş gece olmuştu.

Ben bir kaç kadın ile def-i hacet için dışarı çıkmış idim. Ebu Bekrin (babamın) teyze kızı Ümmü Mistahta bizimle beraber çıkmıştı. İhtiya­cımızı göreceğimiz yere doğru gidiyorduk ki; birde Ümmü Mistah tökezleyince birden bire, "kahrolasıca Mistah" dedi. Ben de ona "ey ana!, sen kendi oğluna mı soğuyorsun" dedim de, bana cevap vermedi. Geri döndü tekrar tökezledi ve yine "kahrol ya Mistah!" dedi. Ben yine "ey ana! Sen Allah Rasûlünün arkadaşı olan oğlunamı kötü söy­lüyorsun?" dedimsede yine bana cevap vermedi. Üçüncü sefer tökez­lediğinde yine "kahrol yâ Mistah!" dedi. Bende, "Ey ana! Sen Pey­gamberin arkadaşı olan kendi oğlunamı soğuyorsun?" dedim. Ümmü Mistah bunun üzerine, "Vallahi ben ona sadece senin için, sana dediği şeyler yüzünden ona sövüyorum" dedi. "Ben de, "hangi durumum için?" dedim, o da, "sen olanları duyup bilmedinmi?" dedi. "Hayır!" neler oldu?" dedim. Bunun üzerine şöyle dedî:

- Ben, hakkında yapılan dedikodudan berî' olduğuna ben şahit olu­rum, diyerek olan olayları anlattı. Ben artık eve geri dönmeye başla­dım. Evden çıkarkenki olan su dökme ihtiyacımdan az ya da çok hiç birşey kalmamış idi. Beni bir titreme aldı ve sıtma hastalığına tutul­dum. Rasûlüllah yanıma girip vaziyetimi sordu. Bende, kendimi çok kötü hissediyorum, bana izin versende ana babamın yanma gitsem" dedim. O da bana izin verdi. Benimle beraber bir köle salarak, ona, "Âişe ile birlikte yürü!" dedi. Böylece çıkıp onlara vardığımda annemi aşağı evde buldum. Babamı da yukarı evde, namaz kılıyor buldum.

Anneme, "Anneciğim benim hakkımda ne duydun?" diye sordum. Meğer annem onu benden gizler imiş. Bana, "kızcağızım! Senin aley­hine bir durum yok. Kendisinin bir kaç tane kuması bulunup kocası tarafından savilen her güzel kadın hakkında böyle dedikodu edilir. Ben de, "peki bunları babamda duydumu?" dedim, "Evet" dedi. Ben, Yâ Allah Rasûlü (s.a.v.)'de duydumu?" dedim. O da, "Evet, Rasûlüllah da duydu" deyince ben ağlamaya başladım.

Babam ağıtı duydu da, "onun nesi var?" dedi. Annem de, "hakkında söylenenleri duymuş dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'in gözleri dalarak ağlamaya başladı ve bana, "Kızcağızım, haydi, evine geri dön" dedi. Ben evime döndüm ama anam ve babam da yanımda idiler. Nihayet ikindiyi kılmıştım ki, Rasûlüllah eve geldi. Ben ana babamın arasında idim. Biri sağımda diğeri solumda idi. Rasûlüllah layık olduğu şekilde hamd ve sena ederek dedi ki:

"Yâ Âişe! Eğer sen bir zulüm işledin veya hata ettin, yada bir gü­nah işledin ise tevbe et; Allah'ın emrine müracaat et ve istiğfar et". Sonra bana nasihatta bulundu. Kapıda ensardan bir kadın vardı, gelip selam vermiş ve oda kapısının önüne oturmuştu. Ben; "sen, bana bun­ları söylerken haya etmiyormusun" derken o kadında duyuyordu. Pey­gamber sözünü bitirince ben babama elimle dürterek "sen Peygambe­re, beni savunmak için birşey söylemeyecek misin?" dedim. Babam da, "Ben Râsülüllah'a ne diyeyim ki?" dedi. Bunun üzerine anneme dönerek "ya sen, ona birşeyler konuşmayacak mısın?" deyince o da; "ben ona ne diyebilirim ki?" dedi. Ben de layıkı üzere Allah'a hamd ve sena ettikten sonra;

- "İmdi!, Vallahi eğer ben, "bana isnat edilen şeyleri yaptım" diye­cek olsam, Allah kesinlikle böyle birşey yapmadığıma şahittir ki, ben böyle birşey işlemedim. Fakat o zaman siz, kendi nefsine dönüp dü­şündü ve kendi diliyle ikrar etti diyeceksiniz.

Eğer ben size, "böyle bir günah yapmadım", diyecek olsam Allah kesinlikle benim doğru söylediğimi bilmekte ama siz beni tasdik et­meyeceksiniz. Zîra bu iftira içinize girip, aranızda yayılmış durumda.

Artık ben kendim için salih kul Yûsuf (a.s.)'ın babası (Ya'kub (a.s.)'un ki ben o zaman babasının adım bilmiyordum) nın "söylediği:

"Sabır  ne  güzeldir!   Sizin vasfettiğiniz şeylere karşı Allah ne güzel yardımcıdır" (Yûsuf; 18) sözünden başka söyleyecek söz bulamıyorum" dedim.

İşte ben sözümü tamamladığım o saatte, Peygambere vahiy geldi. Vallahi ben Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yüzündeki müjde alametlerini gör­düm ki, henüz Rasûlüllaha bir şey kavuşmamıştı. Efendimiz alnını ve yanlarım silerek; "Müjde ya Âişe, Allah senin suçsuzluk beraatini göklerden indirdi" buyurup gelen âyetleri okudu.

Ben alabildiğine bir öfke içindeydim. Annemle babam bana, "Kalkta Rasûlüllah'a teşekkür et!" dedilersede ben, "vallahi, ben onun ayağına ne kalkarım, ne de ona teşekkür ederim, nede size teşekkür ederim. Ben sadece beni temize çıkaran Allah'a hamd ederim. Siz hakkımdaki bu iftirayı duyduğunuz halde onu ne red ettiniz, ne onlara karşı hasimane davrandınız, ne de müdafaa ettiniz" dedim.

Hakkında dedikodu edilmiş olan kişi (safvan) de bu benim suç­suzluğumu bildiren âyetin indiği haberini duyunca; "Nefsim elinde olan zat'a yemin ederimki, bu güne kadar hiç bir kadının gizli yerine bakmadım" demiş.

İftirayı atan Mistah, babası olmadığı için, Ebû Bekir'in bakımı ve beslemesi altında büyümüş bir yetim idi. Ebû Bekir vaziyet anlaşı­lınca, "bir daha Mistah'a yardım etmeyeceğine" yemin etti. Allah da "(arapça) sizden fazilet ve mal sahibi olanlar cimrilik etmesinler" âyetini "Allah'ın sîzi bağışlamasını istemezmisiniz" kısmına kadar indirdi. (Nur; 22)Ebû Bekir'de: Tabii Yârabbî Vallahi Allah'ın beni bağışlamasını iste­rim, diye gözleri dolup ağladı. Allah razı olsun.

İşte bu âli, hasen isnadh bir hadis olup Buharî bunu "Muallak" ha­dis olarak rivayet edip, "Ebû Üsame yolu ile Hişâm b. Urve'den yukardaki gibî, Hz. Âişe olmadan nakleder.[460]

Leys ve İbnü'l Mübarek ikilisi -İfade Leys'indir- Yunus b. Yezîd -İbnü Şihâb ez-Zührî isnadıyla -Urve- Said b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkas, Ubeydullah b. Abdillah'tan bu Hz. Âişe ile ilgili olarak.

- Hz. Âişe'ye bu iftiracılar, atacağı iftirayı attığı zamana, Allah Hz. Âişe'yi bu iftiradan temizlediğinde, bu adı geçenlerden herbiri bu uzun hadisin bir bölümünü anlattılar. Birinin hadisi diğerininkini tasdik et­mektedir. Gerçi onların kimisi, bu hadisi kiminden daha iyi ezberle­miştir.

Âişe devamla derki:

- Rasûlüllah (s.a.v.) bir sefere çıkmak isteyince hanımları arasında kur'a çekerdi. Hissesine hangisi çıkarsa yola onu birlikte götürürdü. Bir seferinde aramızda kur'a çekmiş ve bana isabet etmişti. Bende onunla yola çıkmıştım. Bu yolculuk Hicab (örtü) âyetleri indikten son­ra idi. Ben bir devenin mahfel'ine bindirilip indirilerek gidiyordum. Allah Rasûlü bu gazvesini bitirene kadar yola devam ettik. Sonra yola koyulup Medine'ye yaklaştık.

Allah Rasûlü bir gece kafileye istirahat verdi. Konaklama izni ve­rildiğinde bende kaza-i hacet için kalkıp, askerleri ileri geçinceye ka­dar yürüdüm. İhtiyacımı giderince deveme doğru yöneldim. Birde far­kına vardım ki, Yemen'in Zifar şehri ma'mulu olan gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp ona aramaya başladım. Lakin onu aramak beni yolumdan epey alakoymuş idi.

Bu sıra, benim hevdecimi deveye indirip bindiren işçiler vanp hevdecimi -farkına varmayarak- benim bindiğim deveye yüklemişler. Beni hevdecin içinde samyorlarmış, O zaman kadınlar, etli olmadık­ları için pek hafif olurlardı. Zîra ancak doyacak yiyecek bulabiliyor­lardı. İşte bu yüzden hevdeci kaldırırlarken onun hafifliğini hiç his­setmemişlerdi. O zaman ben yaşı pek küçük bir kadıncağızdım.

Kafile develeri sürüp yola çıkmışlar. Nihayet ben gerdanlığımı as­ker hareket ettikten sonra bulabilmiştim. Ordunun konak yerine gel­dim ki ne ses var nede cevap veren. Hemen ilk bulunduğum yere gelip oturdum ve ümid ettimki, onlar benim yokluğumu farkedip geri bana gelecekler. Ben oturup beklerken gözlerim ağırlaştı ve uyuya kaldım. Önce Benî Selemli, sonra Zekvanlı olan Safvan b. el-Muattal meğer ordunun (geriyi takib ederek, ordunun yiten eşyasını toplama görevlisi olarak) arkası sıra gelir imiş. Geceleyin yürüyüp sabah olunca benim olduğum yere gelmiş. Orada uyuyan bir insan karaltısı görüp yanıma gelince bakar bakmaz beni tanımış.

Hicab âyeti inmeden evvel beni görür ve bilirdi. Ben onun beni gö­rünce söylediği "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn" sözüyle uyandım. Hemen yüzümü cilbabımla örttüm. Vallahi Safvan bana tek kelime dahi söylemedi, ben onun "İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn" deyişin­den başka sözünü de duymadım. SafVân hemen devesine "ıh ıh" dedi. Deve ön ayaklan üzerine çöktü, ben de deveye bindim. Safvan da de­veyi çekerek yola koyuldu.

Nihayet biz orduyu yetiştiğimizde öğle vakti olmuş ve onlar yorgun düşüp konaklamışlardı. O vakte kadar olan olmuş ve iftira edenlerden helak olanlar helak olmuştu. İşte orada bu iftira işini üstlenen Abdul­lah b. Übey b. Selûl olmuştu.[461]

Böylece Medine'ye geldik. Medineye gelir gelmez ben bir ay hasta­landım. Meğer insanlar bu iftiracıların hakkımda ortaya attığı dediko­duları yayıyorlarmış. Benimse bu olanlardan hiç haberim yoktu. An­cak bu hastalığım esnasındaki, Rasûlüllah'ın bana karşı davranışı beni şüpheye düşürüyordu. Zîra bu defa, daha önceki hastalandığım za­manlarda ondan gördüğüm iltifatı göremiyordum. Bu kere ise sadece bundan bir şübhe seziyordum, ama bir şer olduğunu hiç sezmiyordum. Hastalığım'ın iyileşmeye yüz tuttuğu bir gün çıktım. Mistah'ın anası da benimle çıkarak o vakit umumî tuvaletimiz sayılan etraftan bizim görünmemize engeli bulunan yere doğru yürüdük.

Bizler o zaman sadece geceleri tuvalete çıkardık. Henüz evleri­mizin bitişiğine tuvalet yapma adetimiz yoktu. Bizde bu konuda -dini yeni bir tavır almayıp- daha arapların eski adeti üzere tuvalet yapar idik. Evlerin bitişiğindeki tuvaletlerin kokusundan nefret ederdik. Tu­valet ihtiyacımızı gidermiş, sonra da Mistah'ın anası ile evime doğru yürümeye başlamıştık ki, Mistah'ın anası eteğinin ucuna basarak tö­kezleyince "kahrolasica Mistah!" deyiverdi. Ben ona, "ne kötü söyle­din, sen Bedir harbine katılan biri hakkında böyle küfurmü savuruyor-sun?" dedim. Oda bana:

- Bire kız! Sen Mistah'ın ne dediğini duymadın mı?" deyince, "ne söylemiş?" dedim. Bunun üzerine anası iftiracıların sözlerini aktardı. Artık hastalığıma bir hastalık daha katmış oldum. Evime girdiğimde Allah Rasûlü yanıma girdi, selam verip "nasılsınız?" buyurdu. Ben de:

- Anne ve babamın yanına gitmeye bana izin verimlisin? diye sor­dum. Duyduklarımın onlar tarafından doğrulanmasını istiyordum. Rasûlüllah (s.a.v.) bana izin verdi. Bende Ebeveyn'imin yanma gidip anneme; "anneciğim!. İnsanlar neyin dedikodusunu yapıyorlar?" de­dim. Annem de, "kızcağızım! Sen kendine merhametli davran. Vallahi kocası tarafından sevilipte, eşleri olan bir kadının, aleyhine dedikodu edilmeyeni pek az olur" dedi. Bende, "sübhanallah! İnsanlar demek bunları konuşuyor öylemi?" diyerek ağlamaya başladım. O gece gö­züme bir sürme çekimlik uyku girmeden ağlaya ağlaya sabahı ettim ki, nerdeyse kanım kuruyayazdı.

Bu arada vahiy konusuda kapalı kaldığından, ailesinden ayrılma konusuna görüşüp istişare etmek üzere Rasûlüllah (s.a.v.), Ali b. Ebî Tâlib ile Üsâme b. Zeyd'i çağırmış idi. Üsame, Allah Rasûlüne ailesi­nin bu tür kötülüklerden kesinlikle uzak olduğunu bildiğini ve kanaa­tine göre onlara olan sevgiden başka birşey bilmediğine işaret ederek: "Yâ Rasûîeİlah o senin eşindir, biz onun hakkında sadece hayır biliriz" dedi. Aîi ise:

-  Yâ Rasûlellah! Allah sana dünyanı daraltacak değildir. Aişe'den başka çok kadın vardır. Eğer sen bu durumu onun cariyesi Berîre'ye soracak olursan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) Berireyi çağırıp "Yâ Berîreî Sen kendine   şübhe   veren   bir   durum   gördün   mü?"   diye   sordu. Berîre'de:

-  Seni Hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, hayır! Benim on­da kusur olarak görebildiğim şey şudur; o ufak yaşta bir kadıncağız olup ailesinin hamurunu yoğururken uyuyakalır, koyun keçi gibi ev hayvanlanda gelip hamuru yerdi, dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah

- (s.a.v.) ashabı arasında kalkıp, minbere çıktı, Abdullah b. Übey b. Selûl'ün iftirasından kendini savunmak arzusuyla:

"Ey Müslümanlar! Ailem hakkındaki eziyeti bana ulaşan bir adam'ın dilinden beni kim kurtaracak. Vallahi ben ailem hak­kında ancak hayır biliyorum. Yine bir adam'ın adımda bu işe ka­rıştırıyorlar ki, ben onun üzerine sadece hayırlı biri olarak tanıyo­rum, hem o zat benim ailemin yanma, ben yanında birlikte olma­dıkça girmezdi" buyurdu. Bunu dinleyen Sa'd b. Muâz (r.a.) ayağa kalkıp;

-  Yâ Rasûlellah! Seni onun dilinden ben kurtaracağım, eğer o ifti­racı (benim mensubu olduğum) Evs kabilesinden ise onun boynunu vuracağım, eğer bizim Hazrec kabilesine mensub kardeşlerimizden birisi ise, sen emret senin emrini yerine getirelim, dedi. Bu söz üzerine Hazreçlilerin lideri durumunda olan Sa'd b. Ubâde -ki bundan önce çok salih bir zat idi- ayağa fırladı; bu kere milliyetçilik damarı kabar­mış idi:

-  Allah'a yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun sen onu ne öl­dürebileceksin nede onun katline gücün yeter, dedi. Sa'd b. Muâz'ın amca oğlu olan Üseyd b. Hudayr kalkarak:

-  Vallahi sen yalan söylüyorsun, kesinlikle onu Öldüreceğiz, sende münafıkları savunan bir başka münafıksın, deyince iki kabile, Evs ve Hazreç yerlerinden fırladılar. Rasûlüllah minberde olmasına rağmen birbirlerini öldürmeye kalktılar. Rasûlüllah onları yatıştırmaya uğraşıp sonunda onların bağırmalarını susturdu ve kendiside konuşmayı kesti.

Hz. Âişe devamla derki: Ben o gün ve o geceyi ağlayarak geçirmiş olduğumdan, ne bir sürmeiik uyku uyudum ne kanun hareket etti. Ar­tık annem ve babamda benimle idiler. Ben iki gece bir gündüz bir an uyumadan, hiç istirahat etmeden ağlamakla geçirmiş olduğumdan, bu ağıtın ciğerimi parçalayacağını sandım.

Ebeveynim yanımda, bende ağlamama devam ederken, Ensar ha­nımlarından biri yanıma gelmek için izin alıp girdi ve oturup benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Allah Rasûlü yanımıza girdi selam verip oturdu. Peygamber (s.a.v.), hakkımda dedikodu çıka-rılahdan beri hiç yanımda oturmamış idi. Bir ay geçmiş olmasına rağ­men benim vaziyetim hakkında ona hiçbir vahiy gelmemiş idi.

Peygamber (s.a.v.) yanımıza gelip oturduğunda şahadet kelimele­rini telaffuz etti, sonra da; "İmdi Yâ Âişe! Senin hakkında bana şöyle şöyle laflar ulaştı. Eğer suçsuz isen, Allah seni temize çıkara­caktır. Eğer bir günaha teşebbüs etmiş isen, Allah'a istiğfar edip, ona tevbe et. Zîra kul günahını itiraf edipte sonra da tevbe ettim i Allah tevbesini kabul eder" buyurdu. Rasûlü Ekrem sözünü tamam­ladığı zaman adeta kanım kaskatı kesildi, hatta vücudumda bir damla kan kalmadı hissine kapıldım. Babama dönüp, "Allah Rasûlüne, Öne sürdüğü şeylere karşı cevap ver" dedim. Babam ise, "Vallahi ben Al­lah Rasûlüne ne söyleyeceğimi büemiyorum" dedi. Ben anneme, "Al­lah Rasûlüne sen cevap ver" dedimse de, o da, "Ona ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Ben o vakit yaşça çok küçük, Kur'andan fazla okuma adeti olmayan biriydim. Onlara dedim ki;

- Vallahi şimdi kesinlikle anladım ki, siz bu uydurma lafı duydu­nuz. Onu dinleye dinleye kalbinize yer etti ve bu iftiranın doğru ol­duğunu sandınız. Şimdi ben size, "Ben suçsuzum" desem -ki Allah, kesinlikle böyle bir suç işlemediğimi biliyor- siz bana inanmayacaksımz. Allah'ın suçsuz olduğumu bildiği böyle bir suçu yaptım de­sem beni doğrulayacaksınız. Vallahi ben hem kendim hem de sizin için, Yûsufun babasının söylediği oy od "Sabır ne güzeldir! Sizin vasfettiğiniz şeylere karşı -yegane- yardım dilenecek zat Allah'tır" âyetinden başka söyleyecek söz bulamıyorum, dedim. Sonra dönüp yatağıma yaslandım.

Kesinlikle biliyordum ki, "ben suçsuzum, Allah benim suçsuzluk beraatimi verecektir." Lakin Vallahi, Allah'ın benim hakkımda tilavet olunacak bir vahiy indireceğini hiç tahmin etmiyordum. Bana göre, benim hakkımdaki bu durum, Allah tarafından Kur'an'da âyet olarak okunacak olan bir vahiy şeklinde söylenecek kadar büyük olamazdı. Ama ben, Rasûl-ü Ekrem'in rüyasında, Allah'ın beni berat ettirdiğini göreceğini umuyordum.

Vallahi daha ne Rasûlüllah yerinden kalktı, ne de evde bulunan­lardan biri dışarı çıkmıştı, hemen o saat ona vahiy geliverdi. Derhal Rasûlüllah'ı vahiy hali bürüyüverdi. Öyleki kendisinden gümüş tane­cikleri gibi terler boşanmaya başladı. Kendine indirilen sözün ağırlı­ğından çok ızdırabda kaldığı bir gün olmuş idi. Vahiy hali geçerken Allah Rasûlü gülümseyerek konuştuğu ilk söz "Yâ Âişe! Vallahi Allah seni beraat ettirdi" demek oldu.

Annem bana, "Kalk da Rasûlüllah'a teşekkür et!" dediyse de ben, "Vallahi ona teşekkür için yerimden kalkmayacağım. Ben Allah'tan başkasına hamd etmeyeceğim" dedim. Allah(cc) beraatım hususunda:

"O iftirayı yayanlar, içinizden bir topluluktur" diye başlayıp devam eden on âyetin hepsini indirdi.[462]

Allah(cc) beraatım hakkında bunları indirince babam Ebû Bekir, hem akrabası hemde fakir olması sebebiyle nafakasını karşıladığı Mistah hakkında: "Vallahi Âişe'ye bu iftirayı yaptıktan sonra ebe-diyyen Mistah'a bir daha yardım etmeyeceğim" demişti. Bunun üzeri­ne de:

"içinizden fazilet ve zenginlik sahibi olanlar, sakın akrabalara, miskinlere ve muhacirlere Allah yolunda birşey vermekten sakın­masın! Af edin ve iyi davranın Allah'ın sizi affetmesi hoşunuza gitmez mi" (Nur sûresi âyet; 22) âyeti indirildi. Bunu duyan Ebû Be­kir, "tabi, tabî, Vallahi Allah'ın beni affetmesi çok hoşuma gider" di­yerek hemen Mistah'a verdiği eski nafakasını tekrar vermeye başladığı gibi, "Vallahi bu yardımı ondan hiç bir zaman esirgemeyeceğim" dedi.

Hz. Âişe devamla şöyle anlattı:

- Meğer Rasûl-ü Ekrem benim başıma gelen bu işi Zeyneb binti Cahş'a sormuş. O da; "Gözümü ve kulağımı bu tür şeylerden sakı­nırım. Ben Aişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem" demiş. Hal­buki Rasûlüllah'ın hanımları arasında benimle üstünlük yarışına giren sadece o vardı. Allah onu takvası sebebiyle iftiraya düşmekten koru­muştu. Onun bacısı Hamne binti Cahş ise kendisi ile bu konuda "sen neye Aişe'ye iyi diyorsun" diye çekişmeye tutuşup, iftiracı gurupla birlikte kendi mahvını hazırlamıştı.

Bu haberi Buharî ve Müslim, Yûnus el-Eylî hadisi olarak rivayet etmişlerdir.[463]

Ebû Ma'şar anlatıyor:

- Bana Eflah b. Abdillah b. Muğîre, Zührî'nin şöyle dediğini anlattı: "Ben Velîd b. Abdü'lmelik'in yanında idim... diyerek Zührî bu hadisi, Urve,  Said  b.  Müseyyeb,  Alkame b.  Vakkas ve Ubeydullah b. Abdillah dörtlüsü aracılığıyla Hz. Âişe (r.a.)'den baştan sona nakletti. Bunu duyan Velîd, "bu hangi seferde oldu?" diye sorunca, "Rasûlüllah (s.a.v.) Benî Mustalık seferine çıkarken hanımları arasında kur'a çek­miş (Hz. Âişe derdiki o zaman bu kur'a) benim ve Ümmü Selemenin sehmine çıkmıştı.[464]

Abdürrezzak, Ma'mer aracılığıyla Zührî'den naklediyor:

-  Ben -Emevî Halifesi Velîd b. Abdü'lmelik'in yanında idim. Bana Kur'an'da "Onların arasından biri kibrini omuzladı" diye bahsi geçen kişi  Ali  b.  Ebî  Talib'dir,  dedi.  Ben de,  "hayır!,  bana,  Saîd b. Müseyyeb, Urve, Alkame ve Ubeydullah dörtlüsünün hepsi Hz. Âişe (r.a.)'nin "Kibrini omuzlayan kişi AbduIİah b. Übey idi" diye söyledi­ğini duyduklarını haber verdi" dedim. Bunu işitince bana; "Peki onun suçu ne imiş?" diye sordu. Bende, "Sübhanallahü Bana, bizzat senin kavminden iki kişi, Ebû Seleme b. Abdürrahman ve Ebû Bekir b. Abdürrahman b. el-Haris b. Hişâm, Hz. Âişe (r.a.)'nin "benim duru­mum hakkında müseîlim idi" dediğini duyduklarını haber vermişlerdi. Bu hadisi Buharî haber vermiş idi.

Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk -Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm- Urve isnadıyla nakleder ki, Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatmış:

-  Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) benim suçsuzluğumu belirten hükümlerin indiği kıssayı insanlara tilavet ettiğinde hutbeden inip, Âişe hakkında dedikodu yayan iki kişi ile bir kadının yakalanıp had vurulmasını em-

retmiş idi. Hz. Âişe'ye bu iftirayı atanlar, Abdullah b. Übey, Mistah, Hassan ve Hamne bin. Cahş idi.[465]

Şu'be, Süleyman (b. Mu'temir) -Ebû'd-Duhâ isnadıyla Mesrûk'un, "Hassan b. Sabit bir gün Hz. Âişe (r.a.)'nin yanına gelmiş ve kendisine ait olan şu beyitleri terennüm etmişti:

Bunu duyan Hz. Âişe, "sen bu sözü söyleyecek biri değilsin11 dedi. Bende Hz. Âişe'ye, "sen bunun gibi kimselere yanına gelmelerine na­sıl müsâde ediyorsun, halbuki Allah onun hakkında,

"Onlardan kibrini omuzlayan kimse varya, işte ona büyük bir azab vardır" (Nar; 11) âyetini indirmişti," dedim. Hz. Âişe (r.a.)'da:

- Körlükten daha beter hangi azab vardır, dedikten sonrada, "ama, Hassan Nebî (s.a.v.)'yi müdafa ederdi, dedi.

Bu haber muttefekun aleyh'tir.[466]

Yine Yûnus b. Bükeyr, İbni îshâk yolu ile Muhammed b. İbrahim Et-Teymînin şöyle dediğini anlatır: "Hassan, Hz. Âişe'nin başına gelen bu olay hakkında Saffan'a pek çok hücumda bulunup, hatta dolaylı yoldan:

"Garibler izzet buldu ve pek çoğaldılar. Füraya'nın oğlu bile memleketin bir tanesi (efesi) kesildi" diye ona tacizde bulunurdu.

Bir gece Hassan, Benî Sâide kabilesindeki dayılarının yanından dö­nerken, SafVan yolunu kesip kafasına kılıçla vurdu. Durumu gören

Sabit b. Kays, hemen üzerine saldırıp onun ellerini boynuna siyah bir iple bağlayıp, Harise oğulları yurduna kadar getirdi. Orada Abdullah b. Ravaha Sabit'e rastladı ve "bu da ne?" diye sordu. Sabit b. Kays da:

- Ne hayret edeceğin şey! Bu, Hassan b. Sabite kılıçla saldırdı. Val­lahi eğer bunun saldırdığını görmeseydim onu öldürecekti, dedi.

Sabah olunca hepsi Peygamber (s.a.v.)'in yanma gidip olan hadi­seyi ona anlattılar. Peygamber Efendimiz:

- Muattal'ın oğlu nerde? deyince SafVan ayağa kalkıp "İşte burada­yım, yâ Rasûlellah!" dedi. Efendimiz ona:

- Seni böyle bir cürm yapmaya hangi âmil sebeb oldu? buyurdu. O:

-  O bana işkence ediyor ve aleyhimde çok konuşuyordu. Susmaya bir türlü razı olmayıp, hicivlerinde dolaylı yoldan beni zina ithamına bile vardırdı da, öfkemi yenemez hale geldim. İşte huzurundayım. Benim üzerime geçmiş bir hak varsa onu al! Yâ Rasûlelîah! dedi.

Rasûlü Ekrem (s.a.v.) bunun üzerine, "bana Hassân'ı çağırın!" bu­yurdu. Hassan'ı getirdiler. Efendimiz:

- Yâ Hassan! Allah'ın kendilerine İslâm dinini hidayet olarak ver­diği kavmimi sen, "gariban takımı" diye alayamı alıyorsun!. Yâ Has­san sen onların hayrını kıskandın. Sana isabet eden mal ve mülk ile ihsanda bulun" buyurdu. O da, "Onlar senindir yâ Rasûlellah!" dedi. Rasûlüllah onu Mısırlı Kıptî Sîrin'i verdi. Ondan oğlu Abdürrahman'ı dünyaya getirdi. Yine eskiden Ebû Talhaya ait bulunan ve Allah Rasûlüne hediye ettiği bir araziyi de ona verdi.[467]

Yine İbni İshak derki: Bana Ya'kub b. Utbe'nin haber verdiğine gö­re, SafVan ona kılıç salladığında, o şu şiiri söylemiş:

Benim şu kılıç darbesinden kendini koru. Çünkü ben hicvedildiğim zaman, şair değil bir köle sayılırım.[468]

Hassan, Hz, Aişe'ye şu şiiri söyledi:

(Şiiri kitaptan çek)

1- Ben, seni asla gizli günah işlememiş, hür namuslu kadınlardan biri olarak tamdım, Allah sana mağfiret etsin.

2- Sen, asla şüphe edilemeyecek derecede namuslu ve vakarlısın. Sen günahsızların etini yemez (gıybet etmez) aç kalırsın,

3- Senin hakkında söylenen dedikoduya sen zaman boyunca asla layık değilsin. Aksine bu söylenen,

4- Size ulaştığı şekilde, sizi hicvetti isem sopam benim parmak uç­larımdan inmesin (ellerim kötürüm olsun)

5- Nasıl böyle sözleri sarfederim. Yaşadığım sürece muhabbet ve desteğim, mahfellerin süsü olan Rasûlüllah ailesine olacaktır.

6- Zîra onların öyle bir şerefi varki, insanlar onun yanında bu hu­susta pek kısa görünür. Onların izzeti her yüceliğe erişmiştir.

Yine şu beyitlerde bu anlamda söylediklerindendir.

7- O Allah'ın çadırlarım güzelleştirdiği Mühezzebe'dir. Onu Allah her batıl ve günahdan tertemiz kılmıştır.

8- Lüey b. Galib kabilesinde bir oymağın Akîlesidir, Mesaisi mü-kerrem şerefleri daimdir.[469]

Hz. SafVan, İbni İshak'm izahına göre, hicri ondokuzuncu yılda, Er­menilerle yapılan savaşta şehit olmuştur.[470] Onun hakkında Hz. Âişe şöyle söylerdi: "Safvan hakkında araştırma yapıldı. Onun kadınlara asla yaklaşmayan, ebedî bir bekar olduğu ortaya çıktı. Sonra Safvan şehîd olarak öldürüldü.[471]




[459] İbni Hişâm 4/10.

[460] Bu rivayet Zehebî'nin Âli bir isnadıdır. 10 ravi İle hadis Hz. Âişe'ye ulaşıyor ki 7 asırda bu kadar âli İsnad az görülür. Buharî ise aynı hadiseyi Urve'den verir ve Hz. Âişe'yi anmaz. Bak.

[461] İfk âyetinde ifade edilenler, "Abdullah b. Übey b. Selûl, Hamme bin. Cahş, Abdullah b. Cahş, Mistah, Yezîd b. RifSa ve onlara lafı yaymada yardımcı olan Hassan b. Sabit" idiler.

[462] Âyet ve Mealleri şudur (Nur; 11-21):

[463] Buharî Tefsîr-i Sürat in-Nûr Müslim 2770.

[464] Buharı Megazî 64/     

[465] İbni Hişaâm 4/12

[466] Buharî Meğazî 64/  Hassaân b. Sabit, Divan sayfa 324. İbni Hişâm 4/13.

[467] İbni Hişam 4/13; Taberî 2/618.

[468] îbni Hişâm 4/13; Taberî 2/618. 

[469] İbniHİşâm4/I4

[470] İbni Hişâm 4/14

[471] İbni Hişâm 4/14; Taberî

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/372-389


HALACAHAN
Thu 21 April 2016, 03:58 pm GMT +0200
Selamun aleykum .. Irtiraya ğrayan birine Allah Teala yardim eder.. Cunku onun rahmeti sonsuzdur.. Iftira atılan kişi savunmasizdir .. Hatta biranda neye uğradığını bile şaşırdigi ı için nasil davranacagink bile kestiremez.. Işte Rabbimiz masum kulunu böyle çaresiz bırakır mi ? Asla..Hemde bence ahirete kalmadan burda ortaya çıkar kişinin suçsuz olduğu.. Ve iftira atan kişide taktiğiyle hem bu dünya da hem ahirette rezilnolur. Eğer iftira ettiği kişi hakkını helal etmez ise Rabbimizde affetmez.. Allahim sen bizi iftiraya uğramaktan ve iftira atmaya meyil etmekten koru..Amin.

Sevgi.
Tue 19 October 2021, 03:33 am GMT +0200
Aleyküm Selâm. Rabb'im bizleri her türlü kötülüklerden esirgesin inşaAllah

Bilal2009
Sat 23 October 2021, 11:57 am GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri fitnecilerden ve fitnelerden muhafaza buyursun Rabbim paylaşım için razı olsun