- İctimaî ve kürtürel hayat

Adsense kodları


İctimaî ve kürtürel hayat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Mon 4 October 2010, 05:45 pm GMT +0200
III. İÇTİMAÎ VE KÜLTÜREL HAYAT


1. Sosyal Yapı
 

Cahiliye döneminde toplumda üç sınıf halk vardır. Hürler Esirler ve Mevâli'dir. Hürler cemiyetin birinci sımf vatandaşıdır Kâhinler, şairler ve savaşta ün yapmış insanlarla Kusay haneda nından olan insanlar ve Onlar Meclisi üyelerinin de toplumda ayr bir yeri ve değeri vardı. Köle ve cariyelerden teşekkül eden Esirler ise, pazarlarda alınıp satılan kimselerdir. Bazan hediye, bazan mehir olarak değerlendirilen köleler sanat ve ticaretle meşgul olurlar ve harplere iştirak ederlerdi. Köleler hürlerden aşağı ka­bul edildiğinden ona hürlerin cezasının yansı kadar ceza verilir. Cariyelerden doğan çocuklar da esir olarak kabul edilir. Köle ve cariyeler efendisi elinde her türlü muameleye duçar olurlar. So­nunda sahiplerine hiç bir sorumluluk yüklenmezdi.[98]

Mevâli ise, azad edilmiş kölelere verilen, hür ve köleler ara­sında bulunan bir sınıftır. Efendisinin hürriyete kavuşturduğu köle sahibinin mevlâsı olur. O aileye mensup olur ve o ailenin ak­rabası sayılır. Bunlar köleler gibi alınıp satılmazlar, ancak hür kadınla veya kızla da evlenemezdi. Mevlâ da hürün cezasının yarı­sı kadar cezalandırılırdı.[99]

islâm öncesi dönemde kadının durumu son derece vahim idi. Cemiyette horlanan, fikirlerine başvurulmayan, adet günlerinde bile eve sokulmayan kadınlar miras hakkından da mahrum idi­ler.[100] Cariyeler Kur'an'da da beyan edildiği üzere [101]fuhşa zorlanır­dı. Abdullah b. Übey gibileri cariyelerini fuhşa zorlayarak para kazananlar arasındaydı.[102]

Mekke, Medine ve Taif gibi şehir kadınları ile eşrafın kızları ve kadınları daha imtiyazlı idiler. Bu dönemde bazı bölgelerdeki kız çocuklarının durumu enşide verici durumundaydı. Erkek ço­cuğuna sevinen baba, kız çocuğu olunca ondan utanır, Yaşamasını istemiyorsa toprağa gömerek hayatlarına son verirlerdi.[103]

 

2. Örf, Adet Ve Önemli Kurumlar
 

islâm öncesi dönemde evlilik, kızı babasından veya yakınla­rından istemekle başlar. Kızı almak için başlık veya mehir kızın babası veya yakınlarına verilirdi. Babası kızını verirken hiçbir za­man kızının görüşünü almazdı.

islâm Öncesi dönemde iki kız kardeş ile aynı anda nikah edil­mesi, üvey anne ile evlilik, para karşılığı cariyeleri fuhşa zorla­mak örften idi. Erkek birkaç kadınla evlendiği gibi, kadın da bir­kaç erkekle evlenebilirdi.[104]

Cahiliye döneminde talak üç idi.[105] Kocası ölen veya boşanan kadın bir yıl iddet beklerdi. Bu müddeti beklemeyenler de vardır. Bu dönemde ana, kız, hala ve teyzelerle evlenilmez, kadın da usul ve furûu' amca ve dayılar ile evİenmezdi. tslâmiyette de evlatlık dışında diğer akrabalarla evlilik yasaklanmıştır.[106]

Düğünlerde kadınlar def çalarlar ve eğlenirlerdi. Çocuğun do­ğuşu esnasında damağına çiğnem koyması adettendi. Rasûlullah Abdullah b. Zübeyr'in doğumunda damağına çiğnem koymuş­tu.[107] Çocuğun başının traş edilmesi, doğum sebebiyle kesilen kur­ban kanı ile başının yağlanması adettendi. Çocuğun sünnet etti rilmesi ve süt anneye verilmesi adettendi. Yeni doğan çocuklar badiyeye götürülürdü. Ancak badiyeye gidinceye kadar çocuklar ailedeki cariyeler tarafından emzirilirdi. Rasûlullah'ı da Ebû Le-heb'in cariyesi Süveybe emzirmiştir.[108]

Bu dönemde ırzlarına geçileceği endişesiyle kız çocukların ya nısıra erkek çocuklarının da diri diri gömüldüğü görülmektedir.[109] Kız çocuklarına mirastan hisse verilmeyen cahiliye toplumunda pekçok uygulama alam bulmamakla beraber bu dönemde Zulme sacid el-Yeşkûr'un kıza bir, erkeğe iki hisse verdiği rivayet edil­mektedir.[110]

Kan davası bu dönemin örf ve adetlerindendir. Bütün kabile diyete iştirak ederdi. Az da olsa hırsızın eli kesilmiş, eşkıyalar idam edilmiştir.[111] Kişi künyesi ile çağrılırdı. Araplar cünüplük-ten dolayı guslederler, Ölüleri yıkanıp kefenlerler ve defhederler-di. Bütün bu iyi hasletler Hz. ibrahim dini bakiyeleridir.[112]

Bu dönemde ölü yıkandıktan sonra bir tabuta konur, velisi veya ailenin büyüğü tarafından ölenin iyilikleri sayılırdı. Ölenin dünyada iken kullandığı devesi de kabri başında aç ve susuz bek­letilirdi. Yine bu dönemde harpte veya başka sebeplerle öldürü­lenler için intikam alınıncaya kadar arlanmazdı. Mekke müşrik­leri Bedir gazvesinde öldürülenleri için Uhud harbine çıkıncaya kadar ağlamamaya ahdetmişler, hatta bu savaşa kadınlar dahi iş­tirak etmişlerdi.

îçki içmek, kumar oynamak ve fal oklarıyla istişarede bulun­mak bu dönemin belli başlı örf ve adetlerindendi. Saçların ikiye ayrılması, bıyıkların uzatılması[113] da adettendi. Bu dönemde ge­celeri kayan yıldızlar büyük bir kimsenin doğum veya ölümüne işaret olarak değerlendirilirdi.[114]

Rasûlullah cahiliye dönemindeki örf ve adetlerin faziletli olanlarının ve islâm'a tezat teşkil etmeyenleri ibka etmiştir. Nite­kim Sidane ve Sikaye görevleri tasvip gören örf, adet ve görevler arasındadır.[115]

Bu dönemdeki belli başlı kurumlar şunlardır: [116]

 

a. Aile:
 

Cahiliye döneminde iki tip aile vardır. Birincisi, soy birliğine dayanan klan ailesidir. ikinci si ise, tabii ailedir ki, bu evlilik yo­luyla olur. Bir kişi evlenmek istediği kadını ailesinden ister. Hıtbe usule evliliğin cari olduğu bu evlilikte karşılıklı nesep, soy ve sos­yal seviye (denklik) dikkate alınırdı.[117]

islâm'ın da kabul ettiği Hıtbe usulü evliliğin yanısıra bu dönemde bazı nikah şekilleri de vardır ki, Hz. Aişe bu konuda şu bilgiyi verir: Cahiliye döneminde dört çeşit nikah vardır. Birincisi, kızın ailesinden istenerek, nikah neticesinde erkeğin kadına sahip olmasıdır, ikincisi, soylu bir evlâd sahibi olmak için karısı­nın uygun göreceği bir erkekle beraber olmasıdır. Hamile kalınca­ya kadar o kadın kocasıyla birleşmezdi.[118] Üçüncüsü, kadının ona yakın erkekle beraber olması ve bundan bir çocuk doğurmasıdır. Bu durumda kadın beraber olduğu erkekleri çağırır ve içlerinden birisine nisbet ederdi. Erkek de onu kabullenmek zorunda kalırdı. Dördüncüsü ise, fahişe bir kadının birçok erkekle beraber olması­dır. Bunun sonunda doğan çocuk bir Kaifm çağırılması ve onun yapacağı nisbet ile çocuğun babasının tayin edilmesidir. Rasûlullah, birincisi olan hıtbe usulü evliliğin dışında diğer evli­likleri yasaklamıştır.[119]

Bu dönemde bunlardan başka nikah sekileri de vardır, iki er­keğin karşılıklı olarak karılarını değişmeleri demek olan Bedel ni­kahı, hür bir kadının başka bir erkekle metres hayatı yaşaması olan Haden nikahı, iki erkeğin mehirsiz olarak kızlarını karşılıklı değişerek evlenmeleri[120] ise, Şiğar nikahıdır. Makt nikahı, bir kimsenin öldükten sonra en büyük oğlunun üvey annesi ile mehir­siz olarak evlenmesidir. Mut'a nikahı da kadın ve erkeğin belli bir süre için evlenmeleridir. Doğan çocuk kadına aittir. Ancak islâm bunu yasaklamıştır.[121]

Bu devrede kadının talakı üç olarak kabul edilirdi. "Sen boş­sun" demek suretiyle kadının boşandığı gibi, erkek Hul adı verilen ve mal karşılığında da karısını boşayabilirdi.[122] Ayrıca erkeğin "Karısına yaklaşmaması" demek olan "ilâ" yoluyla ve yine erkeğin karısına "sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek zıhar talakı ile[123] karısından boşanması devrin belli başlı talak yollarıdır. [124]

 

b. Kavmiyetçilik (Asabiyet)
 

Kabile fertlerini birbirine bağlayan bir müessesedir. Fakat bu kabile içerisindeki bu müesseseyi ancak reis sağlayabilir. Bu yüzden reis seçiminde çoğu kez ihtilafın artması sebebiyle reis sa­yısının artmasına sebep olurdu. Bu sebeple bir kabile ferdinin bir başka kabilede esir olması zül sayılırdı. Bir an önce bu esirin kur­tarılması için reis büyük çaba sarfederdi.[125]

Kavmiyetçiliğin bir gereği olarak aile ve kabile fertleri arasın­da ciddi bir yardımlaşma dikkat çeker. Yardımına koştuğu kişi, haklı veya haksız oluşuna bakılmaksızın yerine getirilir. "Karde­şin zâlim de olsa mazlum da olsa mutlaka yardım et" sözü darb-ı mesel haline gelmiştir:[126] Nitekim Buas ve Ficar harpleri bu kav­miyetçiliğin en bariz örneklerindendir.

Kavmiyetçiliğin izleri islâmiyet'in gelişinden sonra da devam etmiştir. Nübüvvetin 7. yılında müslümanlarm muhasarasında müşrik olan Hâşim oğulları da Rasûlullah'ın yanında yer aldılar. Ebû Talib'in ölümünden sonra Ebû Leheb'in düşmanlığına rağ­men Rasûlullah'ı koruması da yine kavmiyetçilik sebebiyledir.

Bu dönemde mübareze ve evlilikte de kavmiyetçilik dikkate alınır, başka bir aileye gidecek olan gelinlik kıza baba veya veli ta­rafından yapılan nasihatte; yapacağı davranışlarla kabile ve aile­lerinin itibarlarını yükseltmesini söylerlerdi. [127]

 

c. Emân:
 

Cahiliye dönemi kurumlarından birisi de Emândır. Emân is­teyen düşman kabilenin ferdi bile olsa kendisine emân verilir. Bu müessese islâm'ın gelişinden sonra devam etmiş, Ebû Talib Rasûlullah'ı emânına alarak müşriklerin eza cefasına göğüs ger­mişti. Rasûlullah emân talep edenlere sözlü veya yazılı emân ver­miştir. Rasûlullahın hicret esnasında Sürâkâ'ya,[128] Mekke fethi günü de Ebû Süfyan, Safvan b. Ümeyye, Ikrime b. Ebî Cehil'e enıan vermiştir.[129]

Cahiliye döneminde emân verecek kişi daha çok kavmi içeri­sinde itibar sahibi olması gerekirken, islâmiyet bir kölenin emânını bile diğerlerinden farklı görmemiştir.[130]

 

d. Haram Aylar
 

Hac görevinin yerine getirilmesi ve geçimlerinin temin edil­mesi için Hz. ibrahim ve oğlu ismail zamanından beri devam eden haram aylar islâm tarafından da değerini bulmuş bir müessese­dir. 1., 7., 11. ve 12. aylar olan Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce aylarında Araplar, silaha sarılmazlar, yağmacılık yapmazlar, her türlü kötülüğe ve kan dökmeye son vererek sükun içerisinde yaşamaya devam ederler.[131]

Cahiliye döneminde bu aylarda panayırlar kurulurdu.Ukaz, Mecenne, Zülmecaz vd. panayırlarla Mekke ve çevresi hac ayları Öncesinde büyük bir ticari faaliyete sahne olmaktadır. Kur'an'da da bu konuya işaret edilmektedir.[132]

Cahiliye döneminde zaman zaman bu haram ayların ihlal edildiğini görmekteyiz ki, bu aylarda meydana gelen harplere ha­ram ayların kudsiyetine tecavüz edildiğinden "Harbü'l-Ficâr" adı verilmiştir. [133]

 

3. Eğitim Ve Öğretim
 

islâm'dan önceki dönemlerde güney bölgesindeki Himyeriler Müsned, kuzeydeki Nabatlılar ise Nabat harfleriyle yazı yazardı. Hicazlılar hem Müsned hem Nabat yazısını öğrenmişlerdi. Ku-reyşliler ve Taifliler bu yazıyı Irak halkından öğrenmişlerdir.[134] Burada ilk yazı yazmayı öğrenen Safvan b. Ümeyye'dir.

îslâmın tebliğ edildiği ilk yıllarda Mekke'de okuma yazma bi­lenlerin sayısı yirmiye varmamıştı. Varaka b. Nevfel, Ömer b. Hattab, Ebû Bekir, Ebû Süfyan gibi erkekler, Şifâ bint Abdillah, Hafsa bint Ömer, Fatıma bint Hattab okuma yazma bilenler arasındaydı. Resûlullah bundan dolayıdır ki, Bedir harbi sonunda müslümanlar arasında okuma yazma oranını artırmak için Mekkeli esir müşriklerden her birinin 10 müslüman çocuğa oku­ma yazma öğretmeleri mukabilinde serbest bırakılacağını bildir­mişti.[135]

Bu dönemde yazı malzemesi olarak deri, hurma yaprağı, deve kemiği, çanak çömlek parçaları, yumuşak beyaz taş, tahta levha­lar, parşömen ve papirüs kullanılırdı.[136] Cahiliye dönemi için çö­lün büyük değeri vardır. Nitekim çocuklar güzel konuşmalarını sağlamak için çöle gönderilirdi.

Araplar şecaat ve misafirperverlik ve ahde vefahkları yanın­da beden temizliğine riayet ederlerdi. Ağız ve burun temizliğine dişlerin bakımına, saçların taranıp koltuk altının temizliğine, tır­nakların kesilip büyük abdest sonrası taharete dikkat ederler­di.[137]

Konuştukları dilin Arapça olmasına rağmen lehçe farklılıkla­rı vardı. Ancak Sami ırklar oluşları, putperest olmaları ve tek dil olarak Arapça'yı konuşmaları Arab'ın üç önemli hasletini teşkil eder.[138]

Bu dönemde belli başlı ilim dalları edebiyat, neseb ilmi, ilmi nücûm, tıb, meteoroloji, mitoloji, kehanet, kıyafettir. Edebiyat, cahiliye Arabınm en çok değer verdiği ilim dalıdır. Şair ve Edibler "Ehlü'l-Ma'rife" diye isimlendirilirler. Asker toplamak ve askerle­ri harbe teşvik etmek kabilenin şeref ve haysiyetini korumak bun­ların görevi idi.[139]

Nesep ilmi cahiliye döneminde Arapların büyük değer verdik­leri ilim dallarmdandır. Evlilik, mubareze[140] ve diğer konulardaki denklik bu ilim dalım bilen kişilerce tesbit edilirdi. Ebû Bekir ve Abbas b. Abdilmuttalib bu dönemde nesep ilmine vakıf olanlar­dandır. Davaların hallinde, hastaların tedavisinde önemli vazife gören Arâfet ve bu ilmi bilen Araflarm cemiyetteki değerleri bü­yüktü. Gaibten haber veren Kahin ve kehanet ilmi cahiliye döne­minde en çok değer verilen ilim dallarmdandır. Şakk, Hunafir, Turayfe, Secah gibileri bu dönemin belli başlı kahinlerinderdir.

Kıyafet ilmini bilen Kaifîer ayak izlerinden kim olduklarını ve hangi kabileye ait olduklarını bilirlerdi. Babası olmayan çocuk­ların neseplerinin tayini konusunda da hakemliklerine başvuru­lurdu. Bunlar çocukların yüz hatlarına bakarak babalarını tayin ederlerdi.[141]

Tıp ilminin temeli Keldaniler tarafından atılmış, diğer milet-ler bu ilmi kendilerine göre geliştirilmişlerdir. Keldaniler hasta­larını herkesin gelip geçtiği yerlere koyarlar, oradan gelip geçen­lerin tavsiyesi ile hastalarını tedavi ederlerdi. Genellikle bu dö­nemde hastalar, kahinlerin okuyup üflemesi ile muska yazmak suretiyle veya tıbben mevcut ilaçların kullanılmasıyla tedavi edi­lirdi. Bal, karın ağrıları için ve hacamat, demir ile dağlamak ilti­haplı hastalıklar için kullanılan tedavi yollarıdır. Göz şaşılığı de­ğirmen taşma baktırmak, korkan kimseyi su içirme [142] suretiyle tedavi ederlerdi. Bu dönemin meşhur tabipleri arasında Lokman hekim, îbn Kuzeyine, Haris b. Kelede ve Nadr b. Harisin isimleri­ni sayabiliriz.

Bu dönemde baytarlık mesleği de son derece önem kazanmak­taydı. Çünkü en büyük varlıkları deve ve atların bakımı bu ilim dalının gelişmesini zorunlu kılıyordu. As b. Vail bu dönemin meş­hur baytarlanndandır.[143]

Bu dönemin ilim anlayışı içerisinde "Eyyâmü'1-Arab" diye isimlendirilen kabileler arası harplerin hikaye ve kıssaları önemli yer tutar.[144]

Hayvancılığın tabii bir sonucu olarak çölde yaşayanların de­ve, koyun ve keçi yönünden ihtiyaçları olan giyim eşyası, çadır ve çuval örerlerdi. Şehirlerde bilezik, yüzük, küpe, halhal ve diğer süs eşyaları yapılırdı. Harp aletleri daha çok Yemen bölgesinde yapılırdı. Bahreyn taraflarında inci, mercan, akik ve fildişi işle­meciliği, Taif te deri işlemeciliği ileri safhada idi. Deriden ayakka­bı, at eğerleri ve deve semerleri, çadır, su kovası, tulum ve hurç ya­parlardı. Papirüs yazı malzemesi olarak kullanılırdı. Cahiliye dö­neminde Araplar arasında şu meslekler daha çok rağbette idi. Ebûbekir konfeksiyoncu, Ebû Tâlib itriyatçı, Sa'd b. Ebî Vakkas ok yapımcısı, As b. Hişâm kasap, Osman b. Talha terzi, Ebû Süf-yan zetinyağı ve deri satıcısı, Utbe b. Ebî Vakkas marangoz idi. Ayrıca bağ ve bahçe işleriyle meşgul olurlardı.[145] Dışarıdan da sa­natkar gelmiş, nitekim Kabe tamirinde Kıptî marangoz, Taif is­tihkamlarının yapımında da iranlı mühendis görev almıştır.[146]

 

IV. ÎKTÎSADI HAYAT


1. Panayırlar
 

Tüccarlar için Önemli bir müessese olan Panayırlar, adli ve kültürel faaliyetlerin de yürütüldüğü ticaret merkezleridir. Ukaz ve Zülmecaz, Mina ve Mecenne panayırları Mekke civarında Hac Öncesinde kurulan Önemli panayırlardandır.[147]

Hac'tan sonra Hayber'de Netât, Yemen'de Hecer panayırının yanısıra Dûmetülcendel, Muşakkar panayırları kurulurdu.

Cahiliye dönemindeki panayırlar haram aylarda kurulur ve yol boyunca muhafız alırlardı.[148] Kurulan panayırlarda bu bölge­nin reisleri tarafından öşür alınırdı. Ediplerin ve hatiplerin yarış­tığı panayırlarda kahin ve tabiplerin yanısıra halledüemeyen da­valara bakan hakimler de bulunmakta idi.[149]

 

2. Önemli Ticaret Merkezleri, Ticaret Andlaşmalan Ve Kervanlar
 

Bu bölgede ticareti ayakta tutan kervanlar şu yollan takip et­mektedirler; güneyde Yemen'deki Sana şehrinden başlar, kuzeye doğru çıkarak Taife, oradan da Mekke'ye gelirdi. Medine'ye uğra­yan kervan Hıcr'dan, Tebük, Maan, Mute ve Busra'dan geçerek Şam'a ulaşırdı.

Bir başka yol da Mekke'den çıkar, Kızıldeniz'den geçerek Be­dir ve Akabe körfezinden geçerek Eyle, Maan ve Mute yoluyla Şam'a ulaşırdı. Diğer bir yolla da Mısır'a ulaşırdı. Basra körfezini takip eden bir başka yol da Iran topraklarına girerdi.

Abdümenaf oğullarının işbaşında oldukları zamanda komşu­larıyla yaptıkları ticari andlaşmalar neticesinde Şam, Rum, Gas-san, Irak, Iran, Yemen ve Habeşistan'ın Araplar için ticaret mer­kezi haline gelmesine sebep olmuştur.

Mekke ticaret kervanları Şam'a giderek kumaş ve yiyecek, iran'dan ise şeker, mum vs. alarak geri dönerlerdi. Yemen kıymetli taşlar ve baharat, Bahreyn ise incisi ile meşhur ticaret merkez­leri arasında idi.[150]

Bu dönemde kervanlar şarap, deri, kuru üzüm, zeytinyağı, el-hise altın, gümüş ve silah gibi maddeler taşırlarda Bu donemde sadece SeHer değil kadınlar da ticari faaliyete katılırlardı.[151]

 

İkinci Bölüm


HZ. MUHAMMED'İN MÜŞRİKLERLE DİNİ MÜNASEBETLERİ


Cenâb-ı Hak her topluluğa bir peygamber göndermiş, bu pey­gamberler gönderildikleri topluluklara Allah'ın emir ve yasakla­rını bildirerek onları delaletten kurtarmışlardır. Çünkü insanlar Hz. İsa'dan sonra uzun bir zaman geçmesi sebebiyle hidayetten ayrılmışlar, sapıklığı savunmuşlardır. Hristiyanlar teslis akide­sini benimsemişler, yahudiler Yahova'yı ilah kabul etmişler, mecusîler ateşe tapmışlar, sabiiler ay ve güneşten medet ummuş­lar, bunlar da yetmiyormuş gibi taştan, ağaçtan ve madenden kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan müşrikler insanların inanç itibariyle düştüğü dalaleti gösteriyordu.

Arabistan'da Hz. Muhammed'in peygamberliğinin ilk yılla­rında bu dinlerin hepsi yaşanmakta, ancak insanın kendi benliği­ni unutturan ve zihnini putlaştıran putperestlik hakim durumda idi. Tevhid inancının merkezi olan Kabe putlarla doldurulmuş, hiçbir devirde ilah telakkisi bu kadar zedelenmemiş, ilah adedi bu kadar çoğalmamış, ilah ile bu kadar alay edilmemiştir. Bu duru­mu Kur'ân-ı Kerim şöyle tasvir eder; "İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada, denizde fesad belirdi ki, (Al­lah) yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Olur ki, rücû eder­ler."[152]

Bu devreyi dini ve içtimai hayatın düzensizliğinden dolayı Kur'ân-ı Kerim, Cahiliye diye isimlendirmiştir.[153]

Bu dönemde yahudiler ve hristiyanlar ellerindeki tahrif edil­miş de olsa Tevrat ve İncil'e göre bir nebinin çıkacağını bilmektey­diler. Hatta Medine'de yahudiler ile müşrikler arasında meydana gelen anlaşmazlıklarda yahudiler, "Bir nebi geleceği zamanın yaklaştığını, ona tabi olarak Âd ve İrem gibi onunla birleşip onları öldüreceklerini" bildirerek tehdit ediyorlardı.

Yahudiler, hristiyanlar ve mecûsiler Hz. Peygamber'in gele­ceğini, ondan başka bir peygamberin gelmeyeceğini biliyorlardı. Kur'ân-ı Kerim'de bu hadise şöyle anlatılmaktadır: Meryem oğlu İsa da bir zaman şöyle demişti; "Ey İsrail oğulları! Ben size Allah'ın Peygamberiyim. Benden evelki Tevrat'ı tasdik edici, ben­den sonra gelecek bir Peygamberi de -ki adı Ahmed'dir- müjdeleyi-ci olarak geldim."[154] Nitekim seyahat için yola çıkan Selman el-Fa-risi'nin karşılaştığı bir papaz, Hz. Peygamber'in geleceğini haber vermiş, onun zamanının yaklaştığım ve alametlerini söylemiştir.[155]

 

I. KAVMİNİ İSLAM'A DAVET
 

Rasûlullah, Peygamber olarak görevlendirildiği ilk günden itibaren da'vet görevine başlamış, yıllarca cahiliye Arabının bey­nine taht kurmuş olduğu putperestliğin yerine İslâm'ın ve vahdet inancının hakim olması için gayret etmiştir. [156]

 

1. Gizli Da'vet
 

Hz. Peygambere vahyin geldiği ve Alak suresinin ilk beş aye­tinin inzal buyurulduğu günden itibaren gizli da'vet dönemindeki ilk muhatabı eşi Hz. Hatice olmuş ve hemen kendisine iman etmişti.[157]

Hz. Peygamber'in üç yıl boyunca devam eden gizli da'vet döne­minde son derece dikkatli olması gerekliydi. Çünkü aile fertleri ve akrabaları hep müşrik idiler. Bütün bunlara dikkatle İslâm'ı an­latması gerekliydi.

Rasûlullah'm ailesinin müslümanlığı, eşi Hz. Hatice'nin müs-lüman olmasıyla başlamış, diğer aile bireyleri de aynı zamanda müslüman olup Rasûlullah'a biat etmişlerdir. Hatta geçimini üze­rine aldığı yeğeni Hz. Ali ile[158] azadlılan Zeyd b. Harise de İslâm'ı kabul ederek ilk müslümanlar arasında yerlerini almışlardır.[159]

Bu gizli da'vet döneminde en çok güvendiği Ebûbekir Onu ilk tasdik edenlerdendir.[160] Ebûbekir'in gayretiyle Osman b. Affan, Zübeyir b. Avvam, AbduiTahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas, Talha b. Ubeydullah İslâm'ı kabul etmişlerdir.[161] Hz. Peygamber üç yıllık da'vet döneminde müşrikleri korkutmak ve onlardan yüz çevir­mekle emrolunmadığı için zaman zaman Kabe'nin yanında inzal buyurulan ayetleri alenen okuyor, ancak müşriklerin putlarını alenen kötülemiyordu. Ancak bu devrede müşrikler Rasûlullah'a sataşmadan da duramıyorlardı. Hatta İslâm'ı yeni kabul eden Sa'd b.Ebî Vakkas, Ammar b. Yâsir, Abdullah b. Mesud ve diğerle­rinden oluşan bir grupla Rasûlullah Mekke dışında gizlice namaz kılarlarken Ebû Süfyan ve arkadaşları tarafından görülmüş, hat­ta aralarında çıkan tartışmada Sa'd b. Ebî Vakkas eline geçirdiği deve kemiği ile karşılık vermek zorunda kalmıştı.[162]

Rasûlullah da'vetin ilk yıllarından başlayarak üç yıllık süre içerisinde sayıları az olmakla beraber birbirini seven ve Hz. Mu-hammed'e gönülden bağlanan bir toplum meydana gelmiştir. [163]

 

2. Aleni Da'vet
 

Aleni da'vet, yakın arkabalarmm inzar edilmesini emreden ayetle [164]başlamış, "Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan kafalarını çatlatırcasma apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir" ayeti ile de aleni da'vet teyid edilmiştir.

Bu ayetlerin bildirilişinden sonra bir ara uzlete çekilen Rasûlullah daha sonra bazı akrabaları ve yeğeni Hz. Ali'nin deste­ği ile yakınlarım yemeğe da'vet etti. Onlara peygamberliğim ve getirdiği mesajı bildirdi. Ancak akrabalarından müsbet bir cevap çıkmadı.[165] Hz. Peygamber Hıcr suresinin 94. ayeti nazil olunca Sa­fa tepesine çıkmış, bütün akraba ve Kureyş'i oraya çağırarak: "Ey Ka'b b. Lüey oğulları! Nefislerinizi ateşten koruyun. Ey Haşim oğulları, nefislerinizi ateşten kurtarın.."[166] diye hitap ederek; "Size şu dağın aşağısından bir takım süvarilerin gelmekte olduğunu haber vermiş olsam beni tasdik eder misiniz?" diye sorunca onla­rın "evet" cevabı üzerine, "öyleyse ben, sizler için şiddetli bir aza­bın önünde, azabı açıkça bildiren bir peygamberim" deyince amca­sı Ebû Leneb; "Yazıklar olsun. Bizi bunun için mi buraya topla-din?" diyerek oradaki topluluk üzerinde de menfi bir etki yapmış­tır.[167] Ebû Leheb'in ve karısı Ümmü Cemil'in İslâm'a karşı aldığı tavır sebebiyle Tebbet suresi inzal buyurularak onların ahiretteki makamı bildirilmiştir.[168]

Ai'tık bu aleni da'vetle müşrik, münafık ve Ehl-i Kitab'm küçüğü, büyüğü, köle ve hürü, kadın ve erkeği, kırmızı ve siyah, bütün mahlûkat da'vete muhatab olmuştur.[169]

Bundan sonraki dönemde RasûluUah bütün insanlara her fır­satta İslâm'ı anlatmaya başlamış ve yılmadan bu görevine devam etmiştir. [170]

 

3. Çevre Kabileleri İslâm'a Da'vet
 

Mekke bu dönemde içinde Kabe'yi barındıran dini ve siyasi bir şehir idi. Araplar dini görevleri olan Hac ibadetini ifa etmek için Mekke'ye gelirlerdi. İşte Rasûlullah hac sebebiyle Mekke'ye gelen putperest Arapları aleni da'vetten sonra İslâm'a çağırmaya başla­dı ve Mekke'den Medine'ye hicret edinceye kadar devam etti. Rasûlulah'ın çevre kabileleri da'veti Taife gidişle başlamıştır. [171]

 

A) Taife Gidip Ve İslâm'a Da'vet
 

Taif, dericilikle meşgul olan ve buradaki Sakif kabilesi fertle­rinin bağları ve bahçeleriyle münbit topraklara sahip bir yerdir.

Rasûlulah amcası Ebû Talib'in ölümünden sonra Mekke'de kendisini koruyacak bir hami bulunmayınca O da Taife gitmeye ve orada hami aramaya çalıştı. Ancak Sakif in ileri gelenlerinden üç kardeş Abdü Ya'lil, Mesûd b. Amr ve Hubeyb b. Amr, Taif in ida­recisi idiler. RasûluUah Taife gidince bunlarla görüşüp onları İslâm'a daVet etti. Fakat onlar Rasûlullah'm da'vetini kabul etmedikleri gibi ayak takımını kışkırtarak O'nu Taif ten kovdu­lar.[172] Allah'ın Rasûlü buna üzülmemiş ve sığındığı bağm kölesi Addas'ın müslüman olmasına sevinmiş ve teselli bulmuştur.[173]

 

b) Hac İçin Gelen Kabileleri Da'vet
 

Mekke'de Kabe'nin bulunuşu ve Hac Öncesi Mekke civarında panayırların kurulması nedeniyle Araplar, hem dini hem ticarî faaliyetlere katılmak için Mekke'ye gelirlerdi. Mekke'ye Hac ve ti­caret için gelen Araplara RasûluUah her fırsatta İslâm'ı anlatmış, yanında Ebûbekir ve Hz. Ali veya amcası Abbas olduğu halde Mekke civarında kurulan Ukaz, Mecenne ve Mina panayırlarında kabileleri da'vet imkanı bulmuş, ancak hiç birisinden müsbet ne­tice alamamış, hepsinin tavrı inkar olmuştur.[174]

Rasûlullah'm bir günde onbeş ayrı kabileyi İslâm'a da'vet et­tiği ancak bunların hiç birinin Allah'ın Rasûlünü kabule yanaş­madığı görülmüştür. Bunların yanında Rasûhıllah ile görüşmek üzere gelen ve sonunda müslüman olarlar da vardı. [175]

 

II. DAVETE GÖSTERİLEN TEPKİLER
 

Allah'ın Rasûlü Mekke'de bulunduğu ve daVetine devam etti­ği süre içerisinde pek çok tepkiler almış ve eza ve cefalar reva gö­rülmüştür. [176]

 

1. Sebepleri
 

Rasûlullah'ı gösterilen tepkilerin pek çok sebepleri vardır: [177]

 

A) Dini İnanç
 

Hz. Peygamberin,getirdiği İslâm'ı din olarak bildirince ve put­ların güçsüzlüğü ortaya çıkınca [178]ona cephe almaya başladılar. [179]

 

B) Benû Haşim'e Karşı Rekabet
 

Haşimoğulları Kureyş içerisinde yaptığı hizmetlerle dikkati çekip, herkesin takdirini kazanmıştı. Abdülmuttalib'in ölümün­den sonra idareye hakim olan Ümeyye oğulları ile Haşim oğulları arasında bir rekabet başladı. Bu rekabet islâm'ın gelişi ile düş­manlığa dönüştü. Bu düşmanlık diğer kabilelere de yayıldı. Nite­kim Rasûlullah'a eza ve cefa yapanlardan Ebû Süfyan, Ukbe b. Ebî Muayt, Utbe b. Rebîa ve Şeybe Ümeyye ailesinden, Ebû Cehil, Velid b. Muğire gibileri Mahzum oğullarından, Ebu'l-Bahteri ve Zem'a b. el-Esved Benû Esed'den idiler. Bu rekabet Haşim oğulla­rına olan düşmanlıklarından dolayıdır. [180]

 

C) Liderlik Düşüncesi
 

Cahiliye döneminde liderlerde "zengin olmak ve erkek çocuk sahibi olmak" gibi şartlar arıyorlardı. Halbuki Hz. Peygamber zengin değildi ve sadece hayatta kız çocukları vardı. Velid b. Muği-re, Umeyye b. Halef, Ürve b. Mesud gibileri bu özelliklere sahipti. Ümeyye b. Ebi's-Salt da kendini peygamber olarak görmek isti­yordu.[181] Rasûlullah'ın İslâm adına getirdiği prensiplere karşı çıkıyorlardı. Çünkü Rasûlullah insanları Allah'a da'vet etmekle beraber, kötülüklerden sakınmayı, akraba, komşu hukukuna say­gısızlık etmemeyi, zayıfların haklarını korumayı, akraba, komşu hukukuna saygısızlık etmemeyi, zayıfların haklarını korumayı, fuhuş ve her türlü kötülüklerden uzak durmayı emrediyordu. Halbuki bu davranışlar cahiliye Arabının belli başlı özelliklerin-dendi. İndirilen ayetler bu davranışları kınıyor ve bu Özelliklere sahip insanların değerinden (!) bahsediyordu.[182]

 

D) Ekonomik Kaygı
 

Mekke'de Kabe'nin bulunuşu dini açıdan ve çevresinde Hac Öncesinde kurulan panayırlar sebebiyle de ticari bir merkez idi. Bu panayırlar sebebiyle Kureyş hem ticari açıdan, hem de siyasi açıdan değer kapanmasını putperest olm.alan.na bağlıyorlardı. İslâm'ın gelişi ile bu ekonomik üstünlüklerinden mahrum olacak­larına inandıkları için İslâm'a ve müslümanlara karşı çıkıyorlar­dı. Çünkü Rasûlullah'a en çok eza cefa yapanların başında gelen Ebû Süfyan, Ebû Cehil, Amr b. Hadramî, Ümeyye b. Halef birer tüccar idiler. Elbette Kureyş'in en büyük gelir kaynağı olan tica­retten mahrum olmaları onlar için fevkalade önem taşıyordu. [183]

 

2. Tepkiler Ve Sonuçları
 

A) Da'veti Engellemek:
 

Hz. Peygamberin getirdiği İslâm dinine müşriklerin tepkileri çok değişik şekillerde olmuştur. Da'veti engellemek, Allah Rasûîünün hedefe ulaşamaması için alacakları en önemli tedbir idi. Müşrikler aleyhte faaliyette bulunmak suretiyle Rasûlullah'ın ve müslümanların faaliyetlerine engel oluyorlardı. Hatta Hz. Ömer'in müslüman olmasına kadar müslümanların Ka^be'de ale­nen namaz kılmamaları, da'vet mahallini evinde ve Mescid'de yü­rütemeyen Rasûlullah'ın Dâru'l-Erkam'a tanıması bunun en ba­riz Örneklerindendi, Ayrıca Rasûlullah Mekke'ye gelenleri ve pa­nayırlarda insanları İslâm'a daVet ederken amcası Ebû Leheb; "O'na itaat etmeyiniz, O'nu dinlemeyiniz" diyerek O'nu takip et­miş ve da'vetine engel olmuştur.[184]

 

B) Münazara Yapmak Ve Tartışmak
 

Rasûlullah'ın da'vetine karşı olan müşriklerin tepkileri mü­nazara ve tartışma yoluyla da kendisini göstermektedir. Ancak Rasûlullah tartışmaya imkan nisbetinde girmemekte ve onlara Kur'an okumak suretiyle cevap vermekteydi. Nitekim yine bir de­fasında müşriklerin ileri gelenleri; "Ey Muhammedi Gel biz senin taptığına tapalım, sen de bizim taptıklarımıza tap. Böylece biz se­ninle bu konuda ortaklık yapmış oluruz..." deyince Kâfirûn suresi inzal buyurularak "Habibim şöyle de: Ey Kafirler! Ben sizin tap­makta olduklarınıza tapmam. Benim ibadet edeceğime de siz kul­luk ediciler değilsiniz. Ben zaten sizin taptıklarınıza hiçbir zaman tapmış değilim. Siz de benim ibadet etmekte olduğuma kulluk edi­ciler değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana."[185]

Hatta müşrikler, Hz. Muhammed'e soracakları soru için Me-dineli yahudilei'den bilgi alıyorlar ve onunla çeşitli konularda tar­tışıyorlardı.[186]

 

C) Alay Etmek
 

Rasûlullah'm da'vetine çeşitli yollarla karşı çıkmayı prensip edinen müşrikler, sövüp saymak,[187] üzerine taş ve toprak atmak, bir takım incitici ve yakışıksız sözler sarfetmek [188]suretiyle O'nu arkadaşları arasında mahcup ediyorlar ve O'nu alaya alıyorlardı.

Bir ara vahyin kesilmesi üzerine "Rabbin seni unuttu" diye­rek alaya almışlar, bir defasında da Rasûlullah'ı Habbab b. Eret ve Ammar b. Yâsir vb. ile otururken görmüşler ve onları hafife ala­rak Rasûlullah ile alay etmişlerdir.[189]

Yine bir gün Zem'a b. Esved ile birlikte bir grup müşrik, Rasûlullaha gelerek; "Keşke seninle beraber bir melek indirilsey-di de daima seninle beraber bulunup senden haber verseydi"[190] de­meleri üzerine Cenâb-ı Hak En'am suresinin 9. ayetiyle cevap ver­miştir.

Müşriklerin alay etmeleri sadece Rasûlullah için değil, diğer müslümanlarla da alay etmişlerdir. As b. Vâil, kendisinden alaca­ğı olan Habbab b. Eret'e: "Muhammed'e küfretmedikçe bu alacağı­nı asla sana vermeyeceğim" diyerek alay etmiştir.[191]

 

D) Eza Ve Cefa Yapmak, Tehdit Etmek
 

Bilhassa aleni da'vetten sonra Rasûlullah'm komşuları ara­sında bulunan Ebû Leheb ve Ukbe b. Ebî Muayt onun geçtiği yolla­ra dikenler atmışlar ve işkembeler boşaltarak eza ve cefada bulunmuşlardır. Secdede iken üzerine saldırmak, O'nu çiğnemek, yeni kesilmiş deve işkembeleri koymak suretiyle eza ve cefaya de­vam etmişlerdir.[192]

Hz. Ömer, Rasûlullah'ı Kabe'de namaz kılıncaya kadar bekle­mek zorunda kalırdı.[193]

Rasûlullah bütün bunlara karşı sabır göstermiş ve ashabına da örnek olmuştur. Bu eza ve cefa sadece Rasûlullah'a değil aynı ölçüde bazan daha fazlası ashabına da yapılmaktaydı. Nitekim Ebû Bekir, Sa'd b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf gibi itibarlı kimseler dahi bu eza ve cefadan nasiplerini almış­lardır. Ama kimse bu yaptıklarından dolayı ceza görmemiştir.

Ayrıca Mekke'de köle ve cariye durumundaki Hz. Bilal, Ammar b. Yâsir, Amir b. Fühey [194]gibilerine yapılan eza ve cefalar ise, had safhaya ulaşmıştı. Bunlar, müşriklerinlerin muameleleri karşısında her an ölümle burun buruna gelmekteydiler. Öldür­mek, çıplak kızgın kumlar üzerine veya ateşe yatırarak işkence yapmak, demir zırhlar giydirilerek yakıcı sıcakta bırakarak, so­kaklarda boynunda iplerle dolaştırmak, aç ve susuz bırakmak on­lara reva görülen eza ve cefa şekilleridir.

Hatta müslümanlarm Rasûlullah'm izni ileTrlabeşistan'a hic­ret etme[195] istemeleri Kureyş'in müslümanlara yaptıkları eza ve cefamn bir neticesidir. [196]


[98] Belâzurî, Ensâb, 1/158,184,196.

[99] M. Şemseddin, Kablel'îslâm Araplarda İcAile, DÎFM, I-IV/84-85.

[100] Ibn Habib, Muhabber, s. 324.

[101] Nur, 24/33.

[102] İbn Kesir, Tefsir, V/98.

[103] Nahl, 16/58-59.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/325-326.

[104] Nevâvi,Atâfca£, s. 178.

[105] Ibn Habib, Muhabber, s. 309.

[106] Nisa, 4/23.

[107] Müslim, Adâb, 25.

[108] Ibn Kuteybe, el-Meârif, s. 58.

[109] Mahmud Es'ad, Târih-i Dinî îslâm, s. 255.

[110] İbn Habib, Muhammed, s. 324.

[111] İbn Habib, age., s. 327-328.

[112] Süheyli, Ravd, Iİİ/142.

[113] Maide, 5/90; Buhari, Menâkıb, 23; Müslim, Taharet, 54.

[114] Müslim, Selam, 124.

[115] İbn Hanbel, III/425-426.

[116] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/326-328.

[117] Ibn Habib, Muhabber, s. 30.

[118] Buharı, Nikâh, 33.

[119] Buharı, Nikah, 36.

[120] Nisa, 4/25; Maide, 5/5.

[121] Müslim, Nikâh, 11.

[122] Buharı, Talâk, 12.

[123] Buharı, Talak 23.

[124] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/328-329.

[125] Belâzurî, Ensâb, 1/66, 72-74.

[126] Buharî, Mezâlim, 4, îkrâh, 7.

[127] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/329-330.

[128] İbn Hişâm, 11/133-134.

[129] Müslim, Cihâd, 84; Kettânî, Terâtib, 1/195-196.

[130] Ebû Yûsuf, Kitâbü'l-Harac, s. 205.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/330.

[131] İbn Hişâm, 1/46.

[132] Bakara, 2/198.

[133] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/330-331.

[134] îbn Haldun, Mukaddime, s. 376.

[135] îbn Hanbel, 1/247, İbn Sa'd 11/22.

[136] îbn Hişâm, 1/375-376.

[137] İbn Habib, Mukabber, s. 329.

[138] Hasan İbrahim age., 1/64.

[139] İbn Hişâm, 111/64-65.

[140] ibn Hişâm, 1/164-165.

[141] İbn Hişâm, 11/34.

[142] C. Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, 111/34-37.

[143] İbn Kuteybe, Meârif, 1/250

[144] C. Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, 111/67-68.

[145] Kettâni, Terâtib, 1/198.

[146] îbn Hişâm, 1/205.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/331-333.

[147] Yakut el-Hamevî, Mu'cem, IV/142, V/58-59.

[148] Ya'kûbi, Tarih, 1/270.

[149] îbn Habİb, Muhabber, s. 135, 265.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/334.

[150] Mevlâna Muhammed, Peygamberimiz, s. 10-11.

[151] îbn Hişâm, 1/198-201.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/334-335.

[152] Rum, 30/41.

[153] Ali-îmrân, 3/154.

[154] Saf, 61/6.

[155] İbnü'l-Cevzi, el-Vefa, 1/55-56.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/337-338.

[156] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/338.

[157] İbn Hişâm, 1/255.

[158] İbn Hişam, 1/262-264.

[159] İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, 11/48.

[160] M. Hudarî, Nuru'l-Yakîn, s.41.

[161] Taberi, Tarih, 11/316-317.

[162] İbnHanbel, VI/349.

[163] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/338-339.

[164] Şuarâ, 26/214.

[165] Belâzurî, Ensab, 1/118; lbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/61,11/62-63.

[166] Müslim, îman, 348.

[167] Buharı, Tefsîrıı Sureti't-Tebbet, 2.

[168] Tebbet, 111/1-5.

[169] İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 11/45.

[170] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/339-340.

[171] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/340.

[172] İbnHişâm, 1/60-61.

[173] İbn Sa'd, 1/62-63.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/340-341.

[174] M. Hamidullab, İslâm Peygamberi, 1/98.

[175] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.

[176] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.

[177] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.

[178] İbn Hişâm, 1/208-210.

[179] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.

[180] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/342.

[181] İbn Kesir, Tefsir, III/250-251.

[182] Kalem, 68/10-14; İbn Kesir, Tefsir, III/250-251.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/342.

[183] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/342-343.

[184] îbn Hişâm, 1/208.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/343.

[185] Kâfirûn, 109/1-5.

[186] Müslim, Kader, 19.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/343-344.

[187] İbnHişâm, 1/311-312.

[188] İbnü'l-Cevzi, el-Vefa 11/655.

[189] İbnHişâm, 11/33.

[190] İbn Hişâm, 11/36.

[191] Buharî, İcâre, 15.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/344.

[192] Müslim, Cihad, 107-108.

[193] İbn Hanbel, 1/403-404.

[194] ibn Hişâm, 1/340-341.

[195] M. Hamidullah, islâm Peygamberi, H/110.

[196] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/344-345.