seymanur K
Sat 15 October 2011, 10:04 am GMT +0200
İçtimaî Durum :
Toplumsal yaşayış bakımından bedevî Arablarla medenî Arablar arasında çok büyük farklar vardı. Son derecede sade bir yaşayışa sahip olan bedeviler sanat, tarım, ticaret ve denizcilik gibi şeylerden uzak idiler. Hayatlarına çölün tabiî kanunları hâkimdi. Mevsimlere uyarak hayvan ve develeriyle otlak yerleri ve vahaları dolaşmakta idiler. Önemli maişet sebeblerinden biri de, düşman kabîleler üzerine baskın yapıp ne ele geçirirlerse yağma ve talan etmekti. Bu yüzden zayıf düşen kabileler, güçlü olanlara sığınmak zorunda kalırlardı; fakat çok geçmeden dostlukları sona erer, kurulan birlikleri dağılırdı. [35]
Her kabilenin kendisine mahsus olan ve bütün bedevîlerce tanınan bir damgası vardı ki, bununla kendi develerini damgalarlardı. Hattâ kabîle topraklarını belli etmek için boya kullanarak bu damga ile kayalara işaret yaparlardı. [36] Kabîle fertleri birbirine) çok bağlı idi. Her kabîle kendi mensubuna, ister suçlu olsun ister suçsuz olsun, yardıma koşardı. Birisi bir cinayet işlerse, bütün kabile mensublari onun savunmasını üzerine alırdı. Ferdin elde ettiği ganimet de kabileye ait olurdu. Kabîle birisini himaye etmek istemezse, o başka kabileye sığınırdı ve bu sığındığı kabilenin ferdi sayılırdı. Kendisine veya çadırına sığınan kimseyi korumak ve komşuluk haklarına saygı, cömertlik, yiğitlik ve şeref duygusu, bedevilerde en yüksek ahlâkî meziyetlerdi. Bedeviler konuksever, İçkiye düşkün ve avcılıktan hoşlanırlardı. Başlıca besinleri, süt, et ve temin edebilirlerse hurma idi. Kadınları günlük işlerinde kocalarına yardımcı olurlardı. Söz gelimi odun toplar, su taşır, süt sağar, çadır ve elbiselik dokurlardı; fakat Bedevîler'in yaşayışları savaşa dayandığı 'için, yapısı itibariyle buna elverişli olmayan kadının yeri erkekten aşağı görülürdü. Bazı kabile mensupları arasında kız çocuklarını diri diri gömenler bile vardı. [37]
Bedevilerde fazlaca vatan ve din bağı yoktu. Aralarındaki en kuvvetli rabıta, soy (kan) ve dil bağı idi. Babalık, kardeşlik ve amcalık, soyu teşkil eden unsurlardı. Ailede annenin de önemi büyüktü. Dayı da, yeğenleriyle eniştesinin aşiretine yardımcı olurdu. [38] Hılf yoluyla da akrabalık bağları kurarlardı. Hılf, antlaşma demek olup bu türlü akrabaya “halîf” derlerdi. Aslen esir (köle) olan halîfler, bağlı oldukları kabileye dahil olup onun asıl ferdi gibi miras alırdı; fakat öldürülürlerse diyetleri, asıl kabîle ferdinin diyetinin yarısı kadar olurdu. İstilhak (katma )yoluyla da aileye yabancılar katılırdı. Bu şekilde aileye katılan kimse köle ise, ailenin mevlâ'sı (Ç. mevâlî) olurdu, hür ise “daiy” adım alır ve “mevlâ” gibi bu da soyuna katıldığı kimseye mirasçı olurdu. Hoşlanılmayan bir şahıs, kabileden çıkarılır (hal edilir) ve onunla hukukî bağlar kesilirdi. Bu arada kadının durumu çok kötü idi. Özellikle evlenme ve boşanma işleri düzensiz ve kadının aleyhine idi. Köle ve cariyelerin durumu da çok fena olup eşya gibi alınıp satılırlardı. Bir köle kendisini âzâd eden şahsın mevlâsı olurdu ki, buna “itk mevlâsı” denilirdi. Köle, kendi kıymetini kazanıp sahibine öder ve böylece de hürriyetine kavuşabilirdi. Köle ile sahibi arasındaki bu türlü anlaşmaya mükatebe akdi denilirdi. Bu hukukî işlem, İslâmiyet tarafından da kabul edilmiştir. Akde dayanan mevlâlık (velâ'), hürler arasında da olurdu. Aslen köle olan mevlâlar, hürlerden aşağı, kölelerden yukarı bir sınıf teşkil ederlerdi. Kısas ve ceza bakımından hürlerin sahip oldukları hakların yarısına eşit olup hür kızlarla evlenemezlerdi. Câhiliye çağında içki, kumar ve fuhuş da son derecede yaygındı. [39]
Medenî Arablarda tarım ve ticaret hayli ilerlemişti. Medîne ve çevresinde hurmacılık ve ticaret, buradaki yahîdilerin de etkisiyle, gelişmiş ve hayatın esasını teşkil ediyordu. Mekke'de Kureyşliler'in tertip ettikleri büyük ticaret kervanları yazın Suriye'ye, kışın Yemen'e gidip gelirdi. Kur'ân'da [40] buna işaret edilmektedir. Köle alım satımı da Kureyşliler'in önemli gelir kaynaklarından biri idi. Kuzey Arabistan'da Roma ve İranlılar'la temas halinde bulunan Arablar ticaret, sanat ve tarım bakımından oldukça ileri idiler. [41]
Kuzey ve Güney Arabistan'ın hilâfına merkezî Arabistan'da okur yazar kimseler pek azdı. Meselâ, İslâm'ın zuhuru sırasında Mekke'de onbeş yirmi kişinin okuyup yazma bildiği rivayet edilmektedir. [42] Arabların dil birliğini sağlayan ve kabilelerin bir millet halinde birbiriyle manevî temaslarını devam ettiren en kuvvetli unsur şiir idi. Câhiliye devrinin ünlü şâirleri, şiirlerinde kendi aşk ve duygularının yanında, şahısları, koruyucuları ve kabilelerinin övgüsünü, düşman kabilelerin yergisini, tabîat tasvirlerini, acı ve tatlı hatıraları dile getiriyorlardı. Her kabile, şâiri ile övünmekte ve üstünlüğünü onun vasıtasıyla ebedileştirmekteydi. Bu devirde âdeta silâh tesirini hâiz olan şiirler ezber edilerek, çölün bir başından öbür başına kadar ulaşıyordu. İslâm'dan önce Ukaz panayırında okunup birinciliği kazanarak Ka'be'nin duvarına asılan ve “Muaîlakât” adını alan ünlü şiirler günümüze kadar gelmiştir. [43]
[35] C. Ali, a.g.e,, c, IV, s. 212 vd.; A. Emin, a.g.e.' s. 9,10.
[36] M.J. de Goeje, “Arabistan” (Etnografya), İslam Ansiklopedisi c I a. 486.
[37] A, Emin, a.g.e., s. 10,11.
[38] C . Ali, a.g.e., o. IV, s. 212 vd.; a Zeydan, a.g.e.( c. IV, s. 16, 24, vd,
[39] H. İ. Hasan - Ali. Hasan, en-Nüzumü'1-İslâmiyye, Kahire, 1939, s. 360; C. Zeydan a.g.e., e. IV, s. 2843.
[40] Kureyş: 106/1, 2
[41] A. Emin, a.g.e., s. 11,12 vd.; C. Zeydan, a.g.e.,, c. I, s. 19,20; H. İ Hasan a.g.e., s 360.
[42] C. Zeydan,, a.g.e., c. III, s. 100.
[43] Brockelmann, “Arabistan” (Edebiyat), İslâm Ansiklopedisi, c I, s. 523 dv.; Brockelmann, İslâm Milletleri ve Devletleri Târihii s. 10, 11; A. Emin, a.g.e., s. 57 vd.
Dr. Abdulkadir Şener, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, Istıhsan Ve Istıslah, Diyanet İsleri Başkanliği Yayınları: 12-14.