- İctihad

Adsense kodları


İctihad

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 03:46 pm GMT +0200
İCTİHAD


429- İçtihadın lügat manası, herhangi bir amaca ulaşma noktasında bütün gayreti sarfetmektir. Usul alimleri, içtihadın terim anlamını şöyle tanımlarlar: İçtihad, fakihin, ameli hükümleri tafsili delillerinden istinbat ederken bütün gücünü harcamasıdir.

Bu tanım, usulcülerin cumhuruna göredir. Onlar fıkıh alanındaki içtihadı, sadece ameli hükümlerle ve o hükümleri tafsili delillerinden çıkarmakla sınırlandırırlar. Sözge­lişi, faizin azmin da çoğunun da haram olduğu konusunda Allah Tealanın:

"... Eğer tevbe edip vazgeçerseniz sermayeniz sizindir. Ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz." (Bakara 279) ayetini delil getirmeleri gibi.

Zeydiyye alimleri ise içtihadın terim anlamını, "delil getirme açısından hükmü ya­kından tanıma yönünde olanca gayreti harcamak" şeklinde tarif etmişlerdir.[1]

Buna göre, ister akli isterse şer´i olsun, herhangi bir şer´i meseleyi delil getirme yön­temiyle yakından tanımaya uğraşmak, içtihaddır. Böylece içtihad kavramı, delil getirme yönünden hükmü tanıma anlamını taşıdığı için, mücerred aklı da kapsamına alır. Zeydİ-lere göre tanımdaki "hüküm" kelimesi, hem ameli, hem de ahkam-t ilmiyye adını ver­dikleri itikadı hükümleri kapsar. Buna göre müçtehid itikadın temel ilkeleri hakkında iç­tihad yapabileceği gibi, aynca hükümlerin hem usulü hem de füruu konusunda beraber­ce içtihadda bulunabilir.

Bazı fakihler de içtihadı terim anlamında, "gerek şer´i hükümlerde, gerekse o hü­kümlerin uygulama alanına konulmasında olsun, gayretin tamamını kullanmak ve bütün kapasiteyi sarfetmek" şeklinde tanımlarlar. Onu uygulama alanına koymaktan maksat, bütüncül kaideleri fer´i hükümlere tatbik etmektir. Daha nazik ifadeyle, müçtehidlerin istınbat ettiği, üzerine uygulanan ve hükümlerini açıklayan cüz´i meselelerle tekdüzelik arzeden illetler olarak gördükleri ahkamın illetlerini uygulamak alanına koymaktır.

Buna göre, içtihad iki bölüme ayrılır:

1- İstidlalin metodlannı düzenleyerek nasslardan hükümleri çekip çıkarmak, aynca fıkhın kurallan sayılan illetler anlamında olan ve hükümlerin kendisi üzerine bina edil­diği şer´i manalara açıklık getirmektir.

2- İstinbat edilen bu kuralları, çeşitli asırlardaki cüzi meselelere uygulamak. Şüphe yok ki, birinci kısmı teşkil eden içtihad kamil içtihad, ikincisi ise, yargıçların kanunlan uygularken yaptıklan içtihada benzeyen nakıs bir içtihaddır.

430- Bu iki tür içtihadın mertebelerini açıklayabilmemiz için, kıyasın illetinin çıka­rılması konusuna dönelim. Bunun nedeni, illetin üç ictihad türünün bulunmasıdır:

a) İlleti, nassm getirdiği konunun nitelikleri arasından ortaya çıkarmak. Kur´an´m şarap yasağı konusundaki nassı ve Nebi (s.a.v.) in ahşverişlerdeki faizi yasaklaması hakkında buyurduğu nass buna örnektir. Fakihlerin literatüründe buna, tahricu´l-menat denilir.

b) İllete yönelik bu ictihad türü, Şari´in, hükmü, sebebi sayılan olayla birlikte belirt­mesi ve olayla yakınlığı bulunan vasıflar üzerinde düşünmesidir. Buna misal olarak, Ne­bi (s.ajv.)in ramazanda hanımıyla cinsi ilişkide bulunan kimseye, ya bir köle azad etme­yi, yahut aitmiş gün oruç tutmayı, yahut da altmış yoksulu doyurmayı kefaret olarak zo­runlu görmesini verebiliriz. Bu durumda fakih, ilgili vasfı veya olaya sebep teşkil eden durumu iyiden-iyiye araştırır; acaba burada illet bizzat cinsel ilişkinin kendisi midir, yoksa orucu bozmak suretiyle ramazanın saygınlığını zedelemek midir? İşte her ikisi de illet olmaya elverişli bulunduğu halde iki vasıftan birisini istihraç etme olayına ten me-nat -kih´ul denilir. Nitekim bazı fakihler illetin cinsel ilişkinin teşkil ettiğini; dolayısıyle diğer orucu bozan hususlarda kefaretin gerekli olmadığını söylerlerken, bazısı da illeti, orucu bozmak suretiyle ramazanın saygınlığını zedelemenin oluşturduğunu, bundan do­layı özürsüz olarak kasten bozulan oruç için kefaretin gerekliliğini öngörürler.

c) Aynı illetin gerçekleştiği ve kesinlik kazandığı her yerde aynı hükmün uygulan­masıdır. Böylece asıl meselenin, hükmü, bu hüküm için de geçerli sayılır. Bu tür uygu­lamaya "tahkiku´l-menat" adı verilir. Müctehidin burada yapacağı çalışma, fetvanın ko­nusunu etüt etmek ve herhangi kuralın kendisine uygulanıp-uygulanamayacağını anla­mak için ortak Özelliklerini araştırmak şeklindedir.

Kamil ictihad, tahricu´I-menat ve tenkihu´l menat yoluyla, aynca hükümleri nasslar-dan elde etmek suretiyle meydana gelir. Nakıs ictihad ise, sadece yukarıdaki son bölüm­le oluşur. Buna göre nakıs ictihad, mezhebe dayalı ictihad olur. Çünkü bu tür ictihad, mezhebin ilk müctehidinin çizdiği daire içerisinde cereyan eder. Bu müctehidin ortaya çıkardığı illetlerin uygulaması da, tahricu´I-menat yahut tenkihu´l-menat yoluyladır.

Şüphesiz kıyasın bu üç bölümü bütün cumhur fakihlerinin usullerinde bulunduğu gi­bi, Zeydiyye´nin fıkıh anlayışında da mevcuttur.

431- İslam alimleri, hiçbir asrın üçüncü tür kıyastan yoksun olamayacağı üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu üçüncü türü uygulayan alimler tahric alimleridir. Onların yaptık­ları çalışmalar istinbat edilen illetleri cüz´i konulara uygulamaktır. Sözkonusu alimlerin bu husustaki ilimleri, önceki alimlerin istinbat ettikleri hususları, önceki dönemlerde meydana gelmeyen olaylara tatbik etmekten ibarettir. Bu uygulamayla, ictihad mertebe­sinin ilk sırasında bulunan önceki alimlerin hakkında herhangi bir görüşüne rastlanıl­mayan meselelerin hükümleri açıklık kazanır. Bu durum, İslam´ın her döneminde ve bü-

tün fikhi mezheplerde buiunagelm iştir.

Dolayısıyle her mezhep içerisinde tahric alimleri bulunduğu gibi, aynca mezhebin genel kaidelerini, hakkında o mezhebin otoriteleri tarafından ortaya konulmuş hiçbir gö~ niş bulunmayan olaylara uygulamak amacıyla o kaideleri yoruma tabi tutan kişiler var­dır. Böylece tahric ehlinin elde ettiği bilgiler mezhebe ilave edilir ve bu sayede gelişim potansiyeli artış gösterir. Netice olarak, mezhebin cüz´i fıkıh konularını disipline eden kuralların toplamı oranında mezhep içerisindeki verimlilik oluşur. [2]



Müctehidde Aranan Şartlar


432- Usul alimleri, mükemmel bir müctehidde bulunması gereken ve ayrıntılarında ihtilaf etseler bile ana çizgileri yönüyle hiçbir mezhebin ayrılığa düşmediği şartlar üze-rinde oybirliği sağlamışlardır. Şimdi, açıklık getirici ibarelere işaret ederek, bu şartlan tek tek sunalım:

a) Birinci şart, arapçayı bilmektir. Nitekim bütün fakihler, bu ilmin bilinmesinin gerekliliğinde oybirliği yapmışlardır. Çünkü bu şeriat´ı getiren Kur´an arapça olduğu gi­bi, onu açıklamak için gelen sünnetin dili de arapçadır. Nitekim Gazzali müctehidin bil­mek zorunda olduğu arapça ölçüsüne sınır getirmiş ve şöyle demiştir: Şüphesiz arapçayı bilmenin bu ölçüsü, sözün sarihini, zahirini ve mücmelini, hakikatini-mecazmı, amm-has olanını, muhkem-m üteşabihini, mu tlak-mukay yedini, nass-fehvasını, şivesini-mef-humunu ayırdedecek kadar araplann konuşmasını, dilde kullandıklan örf-adetlerini an­layacak kadar olanıdır. Bu da, ancak dil konusunda ictihad derecesine ulaşan kişi için sözkonusu olabilir.

Şüphesiz bu açıklamalar haddizatında akla yatkın açıklamalardır. Çünkü müctehid olan, olmayanın hüccetidir. Bu duruma ancak, Nebi (s.a.v.)´e ilk indiği şekliyle Kur´an-ı Kerim´i kavrayanların mertebesine ulaşan kişiler kavuşabilir. Kur´anı ilk kavrayanlar da araplardır.

Al-i Beyt imamlarının tamamı, arapça ilmini bu seviyede elde etmişlerdi. Başlannda da Zeyd b. Ali, kardeşi Muhammed Bakır, kardeşinin oğlu Cafer Sadık ve onlardan son­ra gelerek ictihad için kollan sıvayan çocuklarıyla torunlan vardı.

433- b) İkinci şart, Kur´an´ın nasih ve mensuh olan ayetlerini bilmektir. Çünkü Kur´an bu şeriatin temelidir. Nitekim Abdullah b. Ömer´in dediği gibi, "kim ki Kur´an´ı kalbinde toplarsa, Peygamber (varisliğini) avucunun içine almış olur."

Şüphesiz alimler, ictihadda bulunacak kimsenin, Kur´an ahkamına ait incelikleri iyi bilen bir kişi olması gerektiğini, aynca yaklaşık beşyüz civarında bulunan ahkam ayetle­rini de en ince yönleriyle bilen bir şahsiyet olmasının icabettiğini söylemişlerdir. Aynca bu kimsenin, eğer Kur´an´da nesh olayı cereyan etmişse, ahkam ayetlerinin tahsis edilen-

lerini ve neshedilenlerini bilmesi gerekir.

Bu anlayış, bütün Kur´an´ın İcmali olarak bilinmesi sonucuna götürür. Çünkü bütün Kur´an arasından ahkam ayetlerini ayırdetmek, icmali bir bilgiye ihtiyaç gösterir. Nite­kim İmam Şafii, müctehidin bütün Kur´an´ın hafızı olmasını şart koşar. Şüphe yok ki böyle bir şartın yerine getirilmesi, Kur´an´ı bilmenin en üst derecesidir. Tabii ki, sırf ez­berlemekle birlikte anlamak da icabeder. Çünkü sadece Kur´an´ı ezbere bilmek, ictihad esnasında hiçbir yarar sağlamaz.

Şüphesiz İmam Zeyd, halk arasında Kur´an´i en iyi bilen kişi olduğu gibi, Kur´an´in kıraat şekillerinin de ravisiydi. Nitekim o, "Kur´an´ın Dostu" şeklinde nitelendirildi. Yi­ne o, kendi asrında Kur´an´ı en iyi bilen Örnek şahsiyetti.

Fakat İmam Zeyd´e nisbetle tarihçilerin üzerinde ittifak ettikleri noktalar bulunması­na rağmen, Zeydiyye´nin usul alimleri, Mi´yar el-Ukul´an şerhi Minhac el-VusuFda be­lirtildiği gibi, şöyle derler:

"Bir müctehidin bütün Kur´an ve sünnet ahkamını bütün sınırlarıyla bilmesi şart de­ğildir." Belki de bunun nedeni, onlara göre içtihadın bölünebilir oluşudur. Buna dayana­rak deriz ki, içtihad kamil olduğu takdirde içtihadı yapan kişinin Kur´an ve sünnete ait hükümleri bütün sınırlarıyla bilmesi şart koşulur. Onlara göre Ali Beyt´ten masum sayı­lan şahsiyetlerin söylediği hükümlerin de bu bilgilere eklenmesi doğru olur. Masum sa­yılan bu kişiler, Hz. Ali, Hz. Fatimatu´z-Zehra, Hz. Hasan ile Hüseyn-i´dir. Allah hep­sinden razı olsun.

434- c) Üçüncü şart, sünneti bilmektir. Bu şart, en temel espirisi üzerinde alimlerin ittifak sağladığı bir şarttır. Şüphe yok ki, yükümlülük getiren hükümleri içeren sünnetin tamamını bilen bir kişi olması şart koşulur. Şüphesiz sünnetin tamamı sistemli sahih bir kitap halinde toplandıktan sonra teklifi hükümleri kapsayan sünneti ezberlemesi şart de­ğildir. Ancak şart olan, o sünnetin yerlerini ve kaynaklarından istihraç etme yollarını bümesidir.

Bu konuda zeydiler, cumhurla aynı düşünceyi paylaşırlar. Çünkü zeydiler, ellerinde Al-i Beyt tarikından gelen bir rivayet bulunmadığı takdirde, fukaha cumhurunca maruf olan sünneti kabule şayan bulmakta ve onunla amel etmektedirler. Nitekim sünnet konu­sunu açıklarken, zeydilerin rivayet konusunda Al-i Beyt imamlarına diğerlerinden önce­lik tanıdıklarını açıklamıştık.

Kur´an konusunda söylediğimiz bu noktada, onlara göre bazı konularda ictihadda bulunan kişiye nisbetle ahkamı kapsayan sünneti bütün yönleriyle bilmenin şart olmadı­ğı hususu gündeme gelir. Çünkü onlara göre ictihad bölünebilir.

435- d) Dördüncü şart, icma´ı ve ihtilaf edilen konulan bilmektir. İcma edilen konulan bilmek, hakkında hiç kimsenin ihtilaf etmediği bir husustur. Çünkü müctehide

düşen ilk görev, geçmiş otorite kişilerin üzerinde icma´ sağladığı ve çeşitli mertebelerine göre hakkında icma´a varılan konulan bilmeye yönelmektir. Şüphesiz haberdar olduğu bu icma´, bir mesele hakkında hüküm çıkarırken müctehidi başıboş davranmaktan kurta­rır. Zira yapılan icma´ ile hüküm verip, herhangi bir meselede yapılan icma´m ardından ictihad etmemek, müctehidin görevleri arasındadır.

Bazı fakihler, fıkhın ölçütlerini iyi anlamak, aralarındaki dengeyi sağlamak, en muhkemini ve en sağlamını bilmeye erişmek, böylece değişik kaynak haberleri tanımak için, sahabeden ve tabiinden olan fakihlerin ihtilaf ettikleri noktaları bilmeyi şart koş­muşlardır. Nitekim bazan herhangi bir fakihin nezdinde diğerlerinin vakıf olamadığı kaynak haberler bulunabilir. Ayrıca Nebi (s.a.v.) in hadisleri de bazı bilginlerin gözün­den kaçabilir, fakat hepsinin gözünden kaçmaz.

Nitekim Ebu Hanife, halkın en bilgininin, onların ihtilaf ettikleri noktalan en iyi bi­len kimse olduğunu söylüyordu. Ayrıca İmam Muhammed Bakır, İmam Zeyd ve İmam Sadık, çağdaşlan içerisinde, halkın ihtilaf ettikleri noktaları en iyi bilen şahsiyetlerdi. Öte yandan İmam Zeyd (r.a.), halkın arasında dolaşan bilgilerin tamamını bilmek, onlan ayıklayıp temizlemek ve kalbinde tertemiz, gelişme gösteren bir ilim olarak canlanan hususları seçip-almak noktasında aşın hırslıydı. Nihayet hayatını anlatırken bu konuya işaret etmiştik.

436- e) Beşinci şart, kıyasın bütün şekillerini ve tariklerini bilmektir. İçtihadın bu türünü bilmek, aşağıdaki üç durumu göz önünde bulundurmayı gerektirir:

1- Hükümlerin üzerine bina edildiği nassların usûllerini ve nassların hükümlerinin üzerine kurulduğu, ayrıca fer´in hükmünün, asıl üzerine ilhak edilmesi imkanını veren illetleri bilmek.

2- "Sadece geçiş sağlamadığı kesinlik kazanan husus üzerine kıyas yapılabilir" ku­ralı gibi, kıyasın kanunlanm ve genel kaidelerini bilmek. Aynca kıyasın, üzerine kurul­duğu illetlerin vasıflarını bilmek.

3- Selef-i salihinin, hükümlerin bina edilişine esas saydıkları ve birçok fikhi kuralı onlara göre istihraç ettikleri hükümlere ait illetleri iyice kavrama konusunda, edindikleri metodlan bilmek. Zeydiyye buna, AI-i Beyt imamlarının kıyas konusunda edindikleri ve fıkhî görüşlerini dayandırdıkları metodlan da bilmeyi eklerler.

437-f) Altıncı şart, şer´i hükümlerin genel amaçlarım bilmektir. Böylece müçtehid, islam´ın geçerli saydığı, zaruriyat, hâciyât ve tahsiniyat olarak üçe ayrılan maslahatları bilmiş olur.

Ayrıca Şeriat´ın yükümlülükleri konusunda kabul gören veya arzu edilen meşakkat-ferle, uygun olmayan ve arzulanmayan zorluklan, öte yandan Allah Sübhanehu ve Teala yolunda cihad etmek gibi sürekli olmayan zamanlarda taleb edilen meşakkat türlerini ta-

mmış olur.

İşte kıyasın şekillerini, hükümlerin odak noktasını ve münasib vasıfları bilmeye muktedir olabilmesi için, müçtehidin yukarıdaki hususları bilmesi gerekir.

Bunun gayesi, Zeydiyye kitaplarının da belirttiği gibi müçtehidin kıyas vecihlerini, ayrıca mürsel istidlal ile mürsel münasibin üzerine kurulduğu mesalih cinslerini bilmesi­ne imkan sağlamaktır.

Şüphesiz, İslam´ın muteber saymadığı hayal mahsulü maslahatlardan müçtehidin uzak kalması için, İslam´ın benimsediği insani maslahatları ve vehmi maslahatları tanı­mak, iki zorunlu görevdir. Ayrıca müçtehidin zararlı ve yararlı şeylerin Ölçüsünde den­geyi sağlaması, böylece zararlı olanları defedip yararlılarını celbetmeye öncelik sağla-ması,topluma yarar sağlayanları fertlerin yararına olanlardan Öne alabilmesi için, olay­lardaki yarar-zarar ölçüsünü bilmesi gerektiği gibi.

438- g) Yedinci şart, sağlıklı bir anlayış ve güzeî bir takdir gücüne sahip olmakür. Getirilen bu prensip, şart ve yönlendirmeleri daha önce geçen bütün malumatı, görüşle-.rin çürüğünü sağlamından, cılızını dolgunundan ayırdetme noklasında kullanmayı sağla­yan araçtan ibarettir. Bazı fakihler, tanımların ve delillerin şartlarını onları sıralamanın yollarını bilmek demek oian mantik´ı bilmeyi de şart koşmuşlardır.

Diğerleri ise, fakihlerin numune-i timsali durumunda olan sahabe fakihlerinin böyle bir ilmi bilmedikleri esasına dayanarak bu prensibe karşı çıkarlar. Şüphesiz Zeydiyye imamlarının büyük çoğunluğu, istinbat yönünden insanların en güçlüsü idiler. Bununla birlikte hiçbirisinin mantık ilmine vakıf oldukları biJİnmemiştir. Bilakis mantık ilmi araplara, bu değerli mezhebin imamı İmam Zeyd´in şehid edilmesinden sonra intikal et­miştir.

439- h) Sekizinci şart, niyetinin sağlıklı olması ve itikadının da sağlamlığıdır. Şüp­hesiz güzel niyet, kalbi Allah Teala´nin nuruyla aydınlanmış duruma getirir. Böylece ki­şi bu eşsiz dinin özüne nüfuz eder. Kuşkusuz Allah Teala, ihlaslı olan kimsenin kalbine hikmeti atar ve böylece onu hidayete erdirerek sapıklıktan uzaklaştırır. Yine kuşkusuz gerçeği arama yolunda ihlaslı davranmak, onu arayanı gördüğü her yerde o gerçeğe tu­tunur duruma sokar. Böylece kişi bağnaz olmaz ve sapıklığa düşmez.

Şatıbi´nin de dediği gibi ictihad, Rasulün yerine geçerek Allah´ın şeriatını açıklamak için müçtehidin yücelmesi olayıdır. Bu makama da ihlas sahibi olmayanlarla bid´at pe­şinde koşanlar ulaşamaz. [3]



A- ZEYDİLERE VE DİĞERLERİNE GÖRE İÇTİHADIN MERTEBELERİ


440- Bir Önceki bölümde içtihadın şartlan üzerinde durduk. Onlar, asıl oluşlarında

ve derli-toplu bulunmalarında ittifak sağlanan şartlardır. Her ne kadar bazı ihtilaflar bu­lunsa da bunlar teferruat ve ayrıntılar üzerindedir. Ayrıca onlar, kamil bir içtihadın şart­larım oluştururlar. Zeydiyye´ye göre ictihad, kamil ve nakıs olmak üzere iki tabakadan müteşekkildir. Öte yandan zeydiler, imamlarının yaşadığı dönemden sonra da ictihad kapısını açık bulundururlar. Bu konuda ileri görüşlü bir yol izlerler. Fakat acaba zeydi-lerin yaptığı ictihad hangi tür ictihaddır; müçtehidin müstakil davrandığı mutfak ictihad mı, bünyesinde bağımsız hareket etmeksizin belli bir mezhebe intisabı taşıyan ictihad mı, yoksa Ali Beyt´ten Zeydiyye imamlarının fıkıh usulü olarak benimsediği usullerin, metodlann, ayrıca Zeydiyye mezhebiyle uyum sağlayan fıkhi illetlerden elde edilmiş kaidelerin dışma çıkmadan mezhep içerisinde gerçekleşen mücerred tahric olayı mıdır?

441- Şimdi bizim, usul alimlerinin ortak karara vardığı, ayrıca İslam´ın karar kılmış ve kesinlik kazanmış her mezhebinde mevcut olan, içtihadın genel mertebeleri konusu­nun ayrıntılarına girmemiz gerekmektedir.

Bu hususun açıklamasına girerken, her asırda insanların "fetva veren" ve "fetva iste­yen" şeklinde ikiye ayrıldığını söyleyebiliriz. Nitekim insanlar sahabe, tabiin ve mücte-hid imamlar dönemlerinde "müctehid" ve "müîtebi=îabi olan" olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. Bu durum, büyük İslam beldelerinde mezheplerin oluşmasından sonra da asırlarca devam etmiştir.

Nihayet müctehidler, büyük beldelerdeki mezheplerin ve Şia mezhebinin oluşumun­dan sonra aynı tabaka halinde kalmadı. Bilakis en güzel sıralamaya göre dört tabakadan oluştular:

1) Müstakil hareket eden müctehidler,

2) Bir mezhebe bağımlı olan müctehidler,

3) Tahric ehli olan müctehidler,

4) Tercih ehli olan müctehidler.
Taklid ehli olanlar da üç bölüme ayrılır:

1- Herhangi bir mezhep içerisinde daha önceki otoritelerin tercih ettiği hususları bi­len alimler,

2- İlgili kitapları anlama gücü olan alimler,

3- Halk tabakası.


Şimdi bu kısımların herbirisine açıklık getirelim: [4]



1- Müstakil Hareket Eden Müctehidler


442- Bunlara "Şeriat müctehidleri" denilir. Yine bu kimseler yukarıda bahsedilen şartların tamamını eksiksiz bir

şekilde üzerinde bulunduran kişilerdir. Ayrıca bunlar, hü­kümleri kitap, sünnet ve çeşitli görüş beyan etme yöntemlerinden istihraç eden kimse-

lerdir. Yine bu şahsiyetler, ictihadda bulunma metodlannı ve müctehidlerin çalışmaları-m dayandırdıkları temci ilkeleri planlarlar. Nihayet bu kimseler, Kitap ve sünnetin koy­duğu sınırlamalar, aynca dinde zorunlu oiarak bilinmesi kesinlik kazanan hususlar veya sahabenin üzerinde icma´ sağladığı şeyler dışında kendilerini hiçbir sınırlamayla bağımlı görmezler. Demek oluyor ki bu kişiler, yukarıda sayılanlar dışında bağımsız hareket ederler. Zeyd b. Ali ve atalarıyla, hicri ikinci ve üçüncü yüzyılda ortaya çıkan diğer imamlar yanında İmam Hadi gibi Zeydiyye imamları, bunlar arasındadır. Nitekim bu şahsiyetler arasında Ebu Hanife, Malik, Evzai, Şafii, Ahmet ve Süfyanes-Sevri bulundu­ğu gibi, Ebu Yusuf, Muhammed, Ziifer ve İbn Huzeyl´den oluşan Ebu Hanife´nin arka­daşları da bunlardandır. Şüphesiz bu kişiler, Ebu Hanife´ye arkadaş olmaları, görüşlerini canlı tutmaları, onun adına rivayette bulunmaları kendi görüşlerinin toplamını onun gö­rüşleriyle birleştirerek başlı başına ayakta duran bağımsız bir mezhep saymaları yanında kendileri de gerek usulde, gerekse furu´da söz sahibi idiler. Fakat durumun Ebu Hani­fe´nin görüşleri dışında fetva vermeyi zorunlu kılması hariç, uygulama noktasında onun görüşlerine öncelik hakkı tanınmıştır. Bu hususa birçok meselelerde rastlanılmıştır.

Şüphesiz bazı Hanefi mezhebi fakihleri, yukarıda ismi geçen Ebu Hanife arkadaşla­rının bağımsız birer müctehid olmayıp, ikinci kategoriye dahil olduklarını, çünkü her ne kadar fer´i konularda Ebu Hanife´ye muhalefet etseler de, usul ve metod bakımından İmam Ebu Hanife´ye bağımlı olduklarını ileri sürerler. Fakat kaynak usul kitapları, bu şahsiyetlerin bazı durumlarda usul konularında da Ebu Hanife´ye muhalefette bulunduk­larını tesbit eder. Nitekim Ebu Yusuf ahad haberlerin Kur´an-ı Kerim´in umumi lafızları­nı tahsisi konusunda üstadı Ebu Hanife´ye muhalefet eder. Şüphesiz bu mesele birçok fer´i konuların üzerine bina edildiği önemli bir ilkedir.

443- Kuşkusuz bazı alimler, herhangi bir asrın bu tür bağımsız ictihad olayından yoksun bulunabileceğini ileri sürerler. Hatta bazı Şafiilerle Hanefiler ve Malikiler, böyle bir kapıyı kapatmışlardır.

Hanbelilere gelince, onlar hiçbir asnn bu tür ictihad olayından yoksunluğunun caiz olamıyacağı şeklindeki açıklamalarım sık sık tekrarlarlar. Nitekim bu konuda, İmam Ahmet´in Mümed´inde Nebi (s.a.v.) den şöyle buyurduğunu rivayet ettiği haberle hü­küm verirler:

"Şüphesiz Allah, her yüzyıl başında bu ümmet için, dininin fonksiyonlarını yenüeş-tirecek kimseyi gönderir."

Şüphesiz usul konusunda kitap yazanlar, mutlak ictihad kapısının açık olduğunu, hatta vacib olduğunu açıklarken sözü çok ileri noktalara vardirmıslardır. Nitekim Şev-kani deîrşad el-Fuhul adlı kitabında bu tür içtihadın alimler nazarında, mezheplerin tedvin edildiği çağda yapılan ictihaddan daha kolay olduğunu iddia etmiştir. Bu hususta şöyle demiştir: "Anlayışı en kıt olan kişi dahi Allah Teala´nın içtihadı sonradan gelenle-

re, öncekilere nasib olmayan biçimde kolaylaştırdığını hemen anlar. Çünkü yüce kitabın tefsirleri fedvin edilmiş, bu tefsirler sayılamayacak düzeyde çoğalmıştır. Ayrıca tertemiz sünnet de aynı şekilde kaleme alınmış, öte yandan bu ümmetin alimleri, tefsir, cerh ve ta´dil, tercih ve tashih üzerinde, müctehidin ihtiyaç duyacağından daha fazla açıklama­larda bulunmuşlardır."[5]

Kuşkusuz îmamiyye ve Zeydiyye´nin açıklamaları, ictihad kapısının açık bulunduğu noktasında ittifak sağlamıştır. Fakat ittifak edilen bu ictihad acaba mutlak ictihad mı, yoksa bağımlı ictihad mıdır?

Şüphe yok ki, Hadi, Nasır ve Kasım gibi İmamların metodlar konusundaki açıkla­malarının, diğerlerinin ötesinde bir saygınlığı vardır. Dolayısıyle, diğerlerinin yaptığı içtihadın müstakil olması mümkün değildir; ancak ikinci kısımda açıklayacağımız gibi bağımlı olabilirler. [6]



2- Bağımlı Müctehidler


444- Bu kısım müctehidler, fer´i konularda ictihad yaparlar. Hükümlerini usullerden istihraç ederler. Fer´i konularda bazan imamlarına karşı çıkmakla birlikte, mezhep ima­mının çizdiği metodlara sıkı sıkıya bağımlı kalırlar. Dolayisıyle Müzeni gibi Şafii mez-hebi´ne bağımlı kalanlar, İmam Şafi´nin er-Rİsale de çizdiği metodlara karşı çıkamazlar. Lakin bazan fer´i konularda ona karşı çıkabilir, böylece fer´İ konuların tamamında veya bir kısmında İmam Şafii´nin görüşleriyle paralellik arzetmeyen bir hususu istinbat edebi­lirler. Aynı durum, Abdurrahman b. Kasım, İbn Vehb ve İbn Abdil-Hakem için de söz konusudur. Bu şahsiyetler, intisab ettikleri mezhebi taklidi olarak değil de içtihadı ola­rak benimsemişlerdir.

Bu noktada biz, imamların dışındaki Zeydiyye içtihadının, bu iki ictihad türünün hangisine mensub olduğunu anlamak istiyoruz; acaba bu ictihad mutlak ictihad mı, yok­sa mezhebe bağımlı ictihad mıdır; yani bu müctehidler bir mezhebe bağlı müctehidler midir?

Şüphe yok ki İmam Zeyd ve Nebi´nin soylu sülalesinin oluşturduğu imamlar tabaka­sı, asla şüphe götürmeyen ve mutlak anlamda ictihad yapıyorlardı. Fakat biz, daha sonra Zeydiyye ismini sistemli hale getirenleri iki kısma ayırıyoruz:

a) Nefs-i Zekiyye, kardeşi İbrahim ve daha sonra gelen Mansur, Müebbid, Yahya üe´l-Hakk gibi bu mezhebi yenileştiren ve Al-i Beyt´ten olan imamlar bölümüdür ki, bu şahsiyetler mutlak ictihadda bulunma kariyerini taşıyan müctehidlerdir. Bunların arasın­da İmam Zeyd´in yaptığı içtihada muhalefet edenler vardır. Nitekim onların usuller ko­nusunda ters düştüklerini gördük. Aynca bunlar arasında bir temel ilkeyi destekleyenler olduğu gibi, başka bir gurup da ona muhalefet ediyodu. Şüphesiz bu usulleri ve o kaideleri İmam Zeyd kaleme almadı; bilakis kendisinden sonra yazıldı.

b) Al-i Beyt dışından gelen ve bu mezhebe göre ictihad yapıp fetva vermekle meş­hur olan müctehidler arasından sözkonusu mezhebe intisab edenler. Bu müctehidlerin ictihad konusundaki mertebelerini mutlak ictihadda bulunan müctehidlerin mertebesine yükseltmemiz imkanı yoktur. Çünkü her ne kadar bunlara seçimde bulunma hakkı veril­mişse de, imamların koyduğu usullerle bağımlıdırlar. [7]



3-Tahric Ehli Olan Müctehidler


445- Bu tür müctehidlerin iki fonksiyonu vardır:

a) İmamların Ölçütlerini ve fıkhi metodlanni üzerine bina ettikleri fıkhi illetleri elek­ten geçirmek ve o illetleri, mezhebin, hükümlere uygulanan, ayrıca cüz´i meselelerin hü­kümlerinin de onların ışığında tanındığı kaideler şeklinde görmek. Böylece mezhebin külli prensiplerini bağımsız hale getirirler. Onların bu konuda yaptıkları ictihad, mezhep imamının hükümleri üzerine bina ettiği hususları tanıtmak ve netleştirmekten ibarettir,

b) Yüklendikleri fonksiyonların bir diğeri, bu illetleri, imamın döneminde meydana gelen, o konuda da imamın görüşüne rastlanmayan fakat kendi asırlarında ortaya çıkan olaylara uygulamaktır. Şüphesiz bu kategoriye giren müctehidler, mezhep imamlarının yaptıkları kıyası dayandırdıkları vasıf olarak bilinen illetleri uygulamak suretiyle, olay­lara ait hükümleri elemeye tabi tutan kişilerdir. Dolayısıyle bu eylem, mezhebin dışına Çıkma sayılamaz. Zira imamın ictihad yaparken gözettiği illeti uygulama alanına koy­manın, imamın görüşünden ayrılmış değil de, aksine o imamın görüşüyle hüküm verme anlamı taşıyacağı, gelenekleşmiş olaylar arasındadır. Bu gerçeğe tahkiku´I- menat adı verilir. Yani illeti bilinen hükmü bu illetin gerçekleştiği her olay üzerinde uygulamak demektir. Nitekim maiikiler ve diğerleri daha önce işaret ettiğimiz gibi, hiçbir asnn bu tür ictihaddan uzak kalamayacağı kanaatine varmışlardır.

Bu kategoriye giren müctehidler, herhangi fer´i bir meselede kendi´imamlarına karşı olamazlar. Ancak bu tabakaya mensup müctehidler, halkın toplumsal çıkarlarıyla daha çok bağlantılı olduğunu, ayrıca fıkıh kurallarının daha net bir şekilde gerçekleştiğini gördükleri hususlarda aynı mezhep imamlarının görüşleri arasından seçme yapabilirler.

Çeşitli mezhepler İçerisinde bu tür müctehidler çokça bulunduğu gibi, Zeydiyye mezhebi içinde de aynı sınıftan müctehidlere çokça rastlanmaktadır. Biz de hiçbir asnn bu tür m ücteh idlerden uzak kalamiyacağı görüşündeyiz,[8]



4- Tercih Ehli Olan Müctehidler

446- Bunlann çahşma alanı, herhangi bir fer´i veya asli meselede ya da kaideleri elemeye tabi tutma noktasında ictihadda bulunmayı kapsamaz. Aksine bu kişilerin çalış-

ma alanları en fazla tercihe şayan görüş ve rivayetleri açıklığa kavuşturmakla sınırlıdır. Ayrıca mezhebe ait çeşitli görüşleri sistematik hale getirmek, delillerini açıklığa kavuş­turmak, aralarında tercihe daha layık olanını ortaya çıkarmak, daha sonra da rivayetlerin mertebelerini tanınır hale getirerek onlar arasından bir rivayeti diğer rivayet üzerine üs­tün saymak, bu müctehidlerin çalışma sahaları arasındadır. Bütün bu çalışmalar, mezhep kitaplarında kaleme alınmıştır. Bu kişiler mukallidlerle müctehidler arasındaki mertebe­de bulundukları gibi, ictihadları da yeniden yapılanma dairesi içerisinde değil tercih dai­resi içerisindedir. Bu uygulama da kolay bir iş değlidir. Serahsi ve genel yapısı itibariyle Kemaleddin İbn Humam bunlar arasındadır. Her ne kadar böyle bir müctehidin bazan başka mezheplerden seçme yapma ve bazı meselelerde ictihadda bulunma yetkisi varsa da, bu açıdan cüz´i anlamda serbest hareket eden bir müctehid olduğu düşünülebilir. [9]


5- Mukallidler


447- Avam tabakası bu mukallidler arasında sayıldığı gibi, kendilerini belli bir dü-Şünce sistemine teslim eden yahut belirli bir mezhebin aktarıcılığı mertebesini aşmaya güçleri yetmeyen alimler de bu gurubun arasındadır. Bu kimseler, rivayet yahut delille­riyle tercihe şayan görüşleri aktarırlar. Sadece tercih konumlarını tanınır hale getirmek, aynca tercih ve zayıflık derecelerini sıralama noktasında çaba sarfederler. Dolayısıyla bunlann tahric ehli veya tercih ehli olma haklan yoktur. Lakin onlara düşen görev, sa­dece rivayet yahut delil olma açısından benimsenebileceğine dair açık delil bulunan ter­cihe şayan görüşle amel etmektir. Her ne kadar bu kimseler mutlak taklidci anlamında mukallid iseler de, mezhep sınırlan içerisinde fetva verme hakları vardır. Nitekim bunlar hakkında İbn Abidin şöyle diyor:

"Şüphe yok ki, belirli bir mezhebin, ihtilaf konusu olan tercihe layık görüşünü daha az tercih edilenden ayırdetmek, bir de kuvvet ve zayıflık açısından mertebelerini tanı­mak, ilim tahsili yolunda kollannı sıvayanlann ulaşmak istedikleri son noktadır. O hal­de müfti ve yargıca düşen görev, cevap verirken kararlılık göstermek, ayrıca helal olanı haram kılmak veya bunun zıddını yapmak suretiyle Allah´a iftira etmekten korkarak ce­vaplamalarında ölçüsüz davranmamaktır."[10]

Şüphesiz bu merhale, islami ilim konusunda kollannı sıvayanlann amaçladıkları son nokta değildir..Lakin o, hangi türden olursa olsun, ictihad kapılarını kapayan mutlak taklitçilik dairesi içerisinde aşın çaba harcayanların ulaşacaklan son noktadır.

Nihayet bu tür mukallidler, mezhebin bünyesinde oluşmayan hususları anlama kud-retleriyle birlikte, o mezhebin temel ilkelerini, genel kaidelerini ve fer´i meselelerinin çoğunluğunu çepeçevre kuşatma özellikleriyle sivrilirler.

448- Yukarıda bahsettiğimiz tabakayı, avamla alimler arasındaki bir tabaka izler Onlar da, mezhebi çepeçevre kavramaksızın, sadece o mezhebin kitaplarını algıiayabil-me yeteneği bulunanlardır. Dolayasıyîe bunlara tercih ehlinin tercih yapma yeteneği ve tercih tabakalının temyiz etme ilmi verilmemiştir. Nasslan algılama yetenekleri olmadı­ğı, ayrıca olayın fıkhım, olaya uygun düşen hükmü, öte yandan olaya uygulanabilecek yargıyı kavramaya izin veren ilim kendilerine bahsedilmediği için, bu kimselerin fetva verme hakkı yoktur.

Bu kişilerle ilgili olarak İbn Abidin şöyle der:

"Onlar, rivayetlerin zayıf ve güçlü olanını tanıyamazlar. Ayrıca sağı-solu ayirdede-mezler. Geceleyin odun toplayan kimse gibi hazır bulduklarını toplarlar. Onlan taklid edenlere yazıkların yazıklan olsun."

Bu tür insanlar asrımızda pek çoktur. Bunlar arasında, şeriat´m kaynaklarını ve çıkış noktalarını bilmeden, bilakis o şeriatın herhangi bir mezhebini bile kavramadan; daha doğrusu görüşleri arasında tercih edilebilen yönleri, hatta o mezhebin görüşlerinden en fazla tercih edilebileni öğrenmeden boy gösterisinde bulunan, böylece kendisinde mut­lak ictihad hakkı var olduğunu iddia eden kimseler vardır. Öyle ki, düşünce sınırlamala­rından sıyrılanlara göre tüm bu bilgiler birer fikir anarşisinden ibarettir.

Mukallidlerin oluşturduğu bu tabakayı, avam tabakası izler. [11]



B- İÇTİHADIN BÖLÜNEBİLİRLİĞİ


449- Zeydilerin çoğunluğu, içtihadın bölünebileceği görüşündedir. Buna göre, bir müctehidin diğer konularda değil de, sadece tek bir konuda ictihadda bulunması caizdir. Böylece, müctehidin, alış-veriş konularında değil de, yalnız ibadet konularında; yahut hem alış-veriş, hem de ailevi konular arasından sadece biri hakkındaki istınbat usul ve metodlannı bilmesi normaldir. Bu durumda ictihad yapabildiği konuda müctehid, diğer konularda mukallid olur.

Hanbelilerin çoğunluğu da bu görüştedir. Nitekim îbn Kudame bu konuda der ki: "Her ne kadar diğer konuların hükmünü bilmese de, sadece bir meselenin delillerini ve düşünüş biçimlerini bildiği zaman (yani müctehid) o konuda müctehiddir. Sözgelimi müşrike meselesi üzerinde araştırma yapan kişiye, feraiz ilminin usul ve kavramlarını bilerek sadece o konuda fakih olması yeterlidir. İsterse sarhoşluk veren şeylerin yasak­lanması konusunda ve hatta bundan da önce, nikahla ilgili olarak gelen haberleri bilme-miş olsun. Zira bu meseleyi ele almak İçin, adı geçen konulardan yardım umulmaz ve o konulan bilmemek de zarar vermez."[12]

Fakat usul alimleri cumhuru, içtihadın bölünemeyeceği görüşündedirler.

450- Şüphesiz Zeydiyye´nin çoğunluğu nezdinde, içtihadın bölünebilirliğinin benim­senmesine göre, mutlak veya bağımsız içtihadın iki mertebesi vardır:

a) Kamil icühad mertebesi. Şer´i meselelerin tamamında yapılan bu içtihadın yetkisi, müstakil müctehid konusunda belirttiğimiz şartların tümünü taşıyan kimseye aittir.

b) Nakıs ictihad mertebesi. Bütün fıkıh alanında değil de, sadece belirli bölüm ve meselelerinde yapılan ictihaddır.

451- Bu açıklamayı Zeydiyye nazarmdaki mutlak müstakil ictihad imamlarına uyguladığımız zaman bu konuda kendilerini Kitap ve-sünnet ve Ali (k.v.)nin görüşlerin­den başka hiçbir şeyle bağımlı görmeyen ve mutlak müctehidlikleriyle şöhret bulan soy­lu Peygamber sülalesinden gelen imamlar dışında, müstakil müctehid vasıfına layık hiç­bir müctehid bulamayız. Bu imamlardan, ictihadlannın bazı meseleleri kapsayıp, bazıla­rını kapsamadığı hususu bilinmemektedir. Dolayısıyle İmam Zeyd b.Ali´nin ictihadları-nın, fıkhın tamamıyla değil de bir bölümüyle sınırlı olduğunu söylemekten Allah´a sığı­nırız. Aynı şekilde İmam Hadi´ye yönelik içtihadın da belirli bir taifeyle sınırlı olması mümkün değildir.

Mutlak müctehidlik makamı sadece yukarıdaki imamlar nezdinde söz konusu oldu­ğu takdirde, yukarıdaki taksimi onlara uygulamak mümkün olmadığı gibi, ayrıca bu tür içtihada nisbetle böyle bir taksimin tasavvur edilmesi imkam da yoktur. Belki de bu tak­sim olayı Zeydiyye´nin usul kitaplarında, fıkıhlarında uygulanan olaylara rastlanılmayan teorik mesele şeklinde zikredilmiştir.

Lakin içtihadın bölünebilirliği, meydana geliş açısından mutlak içtihadın dışında oluşur. Zira bu olay, müctehidin müntesib durumunda bulunduğu ictihadlarda düşünüle­bilir. Oysa içtihadın bölünebilmesi hadisesi, Zeydiyye alimlerinin müctehid Ali Beyt İmamları (Allah hepsinden razı olsun) dışındaki alimler hakkında caiz gördükleri bir du­rumdur. [13]




[1] Mi´yar el- Ukul Varak: 125

[2] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 421-423.

[3] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 423-426.

[4] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 426-427.

[5] İrşad eI-FuhuI,s. 22

[6] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 427-429.

[7] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 429-430.

[8] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 430.

[9] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 430-431.

[10] Fetavay-i Hayriye, 2/231.

[11] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 431-432.

[12] Ravdatu´n-Nadir ve Cennetu´I-Menazır, 2/407.

Müşrike meselesi, öz çocukların mirastan pay almaları yalnız asabelikle muteber sayıldı­ğı tekdirde, öz çocukların değil de anne bir çocukların mirastan pay almaları olayıdır.

[13] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 432-433.