- İctihad kapısının kapandığını söyleyenlere cevap

Adsense kodları


İctihad kapısının kapandığını söyleyenlere cevap

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 20 December 2010, 03:14 pm GMT +0200
İçtihad Kapısının Kapandığını Ve Bu Hususta İcma Bulunduğunu Söyleyenlere Bir Cevap


Şüphesiz insan için ilim kadar faydalı ve üstün bir vasıf yoktur. Çünkü Allah (c.c.) Resulüne "De ki, ey Rabbim! ilmimi artır" [95] emretmiştir ve seleften birisinin şöyle dediği rivayet edilmektedir. "ilmimi arttırmadığım bir günün sabahında Allah be­nim için o günü bereketli kılmasın". Ve insan için cehalet kadar zararlı ve alçaltıcı bir vasıf da yoktur. "Dirilerle ölüler bir olamaz" [96] Cahillerin cesetleri daha mezara girmeden mezardadır.

Bazı tutucu taklitçileri, dört mezhep imamlarından sonra içti­hadın olmadığı üzere icmaın hasıl olduğu ve bunun dinen zarurî olarak bilinmesi gerektiği tekellüfünde bulunarak hak üzere olan çoğu insanları tekfir etme saçmalığına götüren işte bu cehalettir.

Halbuki araştırmacı alimlerin kitaplarını biraz inceleyen ve din imamlarının konuyla ilgili birkaç sözünü bilen, ba iddianın gerçek dışı bir tekellüf olduğu ve aksini isbat etmeye gerek olmadı­ğı kanaatine kolayca varır. Çünkü meşhur dört imamın dışında ni­ce müctehid imamlar çıkmıştır ve taraftarları dört mezhep ima­mından sonra değişik İslâm bölgelerinde uzun zamanlara kadar kalmıştır.

İşte fazileti üzere ittifak edilen ve üstün bir konuma sahip olan İmam el-Cüneyd, dört mezhep imamlardan sonra olduğu halde Sevrî idi. Yani İmam Sevrî'nin mezhebini taklit ediyordu. Ondan başka Sevri'nin daha nice taraftarları vardır ve dört mez­hepten başka mezheplere uyan çok insanlar vardır. Örneğin Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Salim el-Basrî, hocası Sehl b. Abdullah et-Tusterî'nin usûlünü alarak ictihad ederdi ve Basra'da çok sayıda taraftan vardı.

Endülüs halkı hicrî dördüncü yüzyıllara veya Emevîlerin ora­daki yönetimlerinin sonlarına kadar Evzaî mezhebine uyardı. Hat­ta es-Selam şehri ve bağlı kasabalarda onaltı imamın taraftarları bir arada bulunuyorlardı. Mezheplerine ait eserler vardı ve onlarla amel edilirdi. Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkma­yan ve hakkı söylemekten kaçınmayan nice dindar, faziletli ve ol­gun alimler bulunmaktaydı.

Lanetlik Tatarların Abbasî devletinin sonlarına doğru, hicrî 656 senesinde İslâm halkına saldırıp kitaplarını yaktıkları ve nehir­lere attıkları zamana kadar, durum böyleydi.

Bu faziletli asırlarda dört mezhep imamından sonra yaşayan nice imamlar ile onların etbaının, dört mezhep imamının taraftar­ları onlardan ilim aldıkları ve istifade ettikleri halde, şaşkınlıkta ol­duklarına ve hak üzere olmadıklarına nasıl hükmedilir? Bu, ne ka­dar hak ve insaftan uzak!

Allame el-Menavî, Zammu'd-Dirâye kitabında dört mezhep imamı, Süfyan, Evzaî, Hanzalî, Zeyd b. Ali, İbn Main, İbn Ali el-İsfahânî, İbn Cerir et-Taberî ve başkalarını zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Bütün bu imamlar, Rabbleri katında akaid ve diğer me­selelerde hak üzereler. Her kim bunlardan birisine özel bir mesele­de olsa bile uyarsa, dinini ve namusunu korumuş olur."

Allame Şabramellisî Haşiyetu'l-Mevâhibu'l-Ledünniye kitabında şöyle demiştir. "İnsanların uydukları mezhepler çoktur." Celaleddin es-Suyutî el-İ'lam bi İsa Aleyhisselam kitabında şöyle der: "Bu ümmetin müctehidleri sayılmayacak kadar çoktur. Sahabeden tut da günümüze kadar devam ediyorlar. Geçmiş senelerde kitap­ları yazılmış, taklit edilen on mezhebe kadar vardı. Bunlar meşhur dört mezhep, Süfyan-ı Sevrî, Leys b. Sa'd, İbn Uyeyne, İshak b. Raheveyhî, Muhammed b. Cerir ve Davud mezhepleridir. Her birinin mezhebiyle fetva ve hüküm veren tarafları vardı. Ancak hicrî beşyüzüncü yıldan sonra alimlerin ölümü ve talebelerin gevşekliğiyle mezhepleri yok oldu." Cem'u’l-Cevami’de bu on mezhep arasında Leys ve İbn Cerir'in mezhepleri yerine Süfyan b. Uyeyne ve el-Evzâî'nin mezhebi zikredilmiştir. Böylece uzun süre taklit edilen, meşhur mezheplerin sayısı onbire yükseliyor.

İbn Ferhun Tabakâtu'l-Malikiyye kitabında şöyle demiştir: "Her mezhep belli bir bölgede yaygınlaştı. Medine'de Malik b. Enes, Kûfe'de Ebu Hanife ve Sevrî, Basra'da Hasan el-Basrî, , Şam'da, Evzâî, Mısır'da Şafiî, Bağdat'ta Ahmed b. Hanbel'in mez­hebi yaygın idiler. Ebu Sevr'in Bağdat'ta da taraftarları bulunuyor­du. Sonra Bağdat'ta Ebu Cafer et-Taberî ve Davud İsfehanî yetişti­ler. Eserler yazdırarak hadîs ekolünün metodunu savundular. Da­vud bu metodu aşarak kıyası reddetti ve bu her iki mezhebin nice taraftarı oldu. Bütün bu mezhepler İslâm âleminin değişik bölgele­rine yayıldı. Yalnız Taberî ve Ebu Sevr'in taraftarları fazla çoğalmadıkları gibi, mezhepleri de uzun süre devam etmedi. Ebu Sevr'in taraftarları hicrî dördüncü yüzyılda, Taberî'nin ise beşinci yüzyılda yok oldular.

Davud'un mezhebi ise Bağdat, Fars bölgesinde, Endülüs ve Afrika'da yayıldı ve taraftarları çoğaldı. Yalnız günümüzde dumu­ra uğradı.

İşte usûllerinden fer'î meseleler çıkartılmış, kaidelerine göre hükümler bina edilmiş, fıkıhları alınmış, kitapları okutulmuş, mezheplerine uyulmuş, alimlerce mezheplerini taklit etmenin ce­vazı üzere icma edilmiş müctehidler bunlardır. Yalnız günümüzde İslâm âleminde insanlar sadece şu beş mezhebe uymaktalar: Malikî, Hanefî, Şâfii, Hanbelî ve Zahirî diye bilinen Davudî mezhepler. Şaranî el-Mizan kitabında şöyle demiştir: "Şayet, zamanımızda müctehid imamlardan birisinin derecesine kavuşmak mümkün müdür diye sorarsan, evet mümkündür, derim. Çünkü Allah herşeye kadirdir ve bunu reddeden zayıf bir delil bile yoktur. Allah'ın dini budur ve biz bu inançtayız."

Herhangi bir asrın müctehidlerden hali olup olmamasında alimler iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Nihayetti Resûli'l-îbad kitabının yazan "Tercih edilen görüşe göre, 'alimlerin ölmesiyle ilmin alındığı' hadîsine dayanarak, bir asrın mutlak müctehid ve müntesip mutlak müctehidden hali kalması mümkündür. Yalnız Hanbelîler "Ümmetimden bir grup kıyamete kadar hak üzere ola­caktır" hadîsine dayanarak hiçbir asrın mukayyed müctehidden bile hali kalması mümkün olamaz, demişler.

Şeyh Takiyuddin b. Dakiku'l-İd Şerhu'l-ünvan ve Şerhu'l-Îlmam kitaplarında, İmamu'l-Harameyn el-Burhan ve Evsat kita­bında Hanbelî mezhebinin görüşünü tercih etmişlerdir.

İmam Suyutî şöyle demiştir: Hanbelîler hiçbir asrın müctehidlerden hali kalması mümkün olamaz, demişlerdir."

Zerkeşî el-Bahr kitabında şöyle diyor: "Hanbelîlerin dışında ashabımızdan üstad Ebu İshak ve Zübeyrî de bu görüşü savun­muşlardır."

Üstad Ebu İshak şöyle demiştir: "Fukahanın 'Allah hiçbir asrı müctehidlerden hali bırakmaz' sözlerinin altında büyük bir sır var­dır. Sanki bu Allah'ın onlara ettiği bir ilhamdır. Yani şayet Allah bir asrı hüccet olan müctehidlerden hali kılarsa, insanlardan mü­kellefiyet kalkacaktır. Çünkü 'teklif ancak açık hüccetle insanlara sabit olur. İnsanlardan 'teklif kalkarsa 'şeriat' ibtal olur.” Zübeyrî ise şöyle demiştir: "Dünya hiçbir zaman ve asırda Allah'ın dinini açık hüccetlerle kaim ve hakim kılacak müctehidlerden hali kal­maz. Çünkü hasmın dediği gibi bir asır müctehidlerden hali kalır­sa, bütün dini farizeler ibtal olur. Dinî farizeler ibtal olursa Resulullah (s.a.v,)'in 'Kıyamet ancak şerli insanların başına kopar' dedi­ği gibi, insanlara azab iner. Biz şerlilerle beraber ölmekten Allah'a sığınırız." Zerkeşî el-Bahr kitabında Zübeyrî'nin bu sözlerini nak­lettikten sonra şöyle demiştir: "Zamanımızda bazı insanlar çok es­kiden beri mutlak müctehidin olmadığını, çoktan beri ancak mu­kayyed müctehidîn olduğunu söylemekteler. Şüphesiz bu bir hata­dır. Onlar, alimlerin görüşlerinden habersiz oldukları gibi, mutlak müctehid ile müntesib müctehid arasındaki farkı ve de mukayyed müctehid ile müntesib müctehid arasındaki farkı bilmemişler. Halbuki aralarında zikrettiğimiz fark vardır. Bu nedenle onlar çok­tan müstakil müctehidin olmadığını söyledikleri halde, başka bir yerde mutlak müctehidin var olduğunu savunuyorlar. Bazı araştır­macı alimler, Nasiru's-Sünne İmam Ahmed hakkında şöyle demiş­ler: "İmam Ahmed, sahih hadîse hiçbir görüşü, kıyası ve çok in­sanların sahih hadîse takdim ettikleri icmayı takdim etmezdi, imam Ahmed icmanın olduğunu söyleyenleri yalanlıyordu. Ve sa­hih hadîse takdim edilmesini doğru görmezdi, İmam Şafiî de "Hakkında hilaf olmayan meselede icma var denilmez" demiştir.

Abdullah bin Ahmed bin Hanbel şöyle demiştir: "Babamdan şöyle dediğini işittim 'İcma diye iddia edilen, bir yalandan ibaret­tir. İcmayı iddia eden yalancıdır. Nereden biliyor, belki de insanlar ihtilaf etmişlerdir, kendisi bilmiyor veya kendisine ulaşmamış; ic­ma diyeceğine insanların ihtilaf ettiklerini bilmiyoruz desin. Bu, Bişr, el-Mürisî ve el-Asamm'ın iddiasıdır. Biz ise diyoruz ki, insan­ların bu meselede ihtilaf ettiklerini bilmiyoruz veya ihtilaf ettikleri­ne dair hiçbir haber bana ulaşmış değildir, desin.

İmam Ahmed'e göre: Muhalif kimseyi bilmemekten ibaret olan icma sabit olan hiçbir hadîse takdim edilmez. Çünkü takdim edildiği takdirde sahih nassların hükmü iptal olunur ve bir mesele hakkında görüşüne, muhalif kimseyi bilmeyenin bu cehaletini sa­hih hadîse takdim etmesi serbest olur.

Meselede muhalif kimseyi bilmediği takdirde durum böyle ise, meselede hilafın herkesçe açık olduğu ve araştırmacı alimlerce icma karşısındaki görüşün daha doğru olduğu takdirde durum ne olur?

Alimlerin icma hakkındaki görüşlerini dinledikten ve icma ile hilaf arasında sadece iki farkın olduğunu öğrendikten sonra, din­den bilinmesi gereken zarurî bir meseleden öte, icma dâvasını daha nasıl doğru bulursun? Hanbeliler hiçbir asrın müctehidlerden hali kalmasına cevaz vermedikleri halde, onlar ve nice araştırmacı alimlerin dinle hiçbir alâkaları yoktur iddiasına sahip kişi icmanın sıhhatine itibar eder mi?

Ölüyü taklit etme meselesindeki ihtilaf da icmanın sahih ol­madığını destekliyor. Şüphesiz dâvalarını kendileri reddediyorlar. Çünkü icmayı tarif ederken "her asrın müctehidlerinin ittifakı" dedikleri durumda -ki kendilerince herhangi bir asır müctehid­lerden hali olabilir- icmayı reddetmiş olurlar. Çünkü icma ede­cek müctehid yoktur. [97]


[95] Tâhâ: 20/114.

[96] Fatır: 35/22.

[97] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 97-102.