- İctihad 3

Adsense kodları


İctihad 3

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 03:57 pm GMT +0200
İctihad 3

B- İZLENEN MÜCTEHİDLERİN ÇOKLUĞU


471- Bu mezhep çeşitli iklimlerde yayıldığına göre, çeşitli iklimlerin her birinin hal­kı için gereken ictihadla doğru orantılı olarak, tabi olunan müetehid imamlar da bulunu­yordu. Nitekim fetva ve ietihad için seçilen bu imamlar silsilesi h.8. yüzyıla kadar ke­sintisiz devam etti. Bunların her birinin, yoluna sülük eden, görüşlerini model edinen ve mezhebin bütün yanlılarının kaynak gösterdiği taraftarları vardı.

Kuşkusuz İmam Zeyd´in şehid edilmesinden itibaren kendisinden sonra imamlığı çocukları üstlenmiştir. Bunlar arasında hemen şehadet şerbetini içenler bulunduğu gibi, ietihad ve fetva göreviyle geriye kalanlar da mevcuttu. Onlar, Önder babalarının metod-lannı, tıpkı birçok görüşlerini aynen alarak değil de ietihadda bulunarak ihya ettikleri gibi canlı tutmuşlardır. Bu uğurda beraberlerinde, başlarında Hicaz´da ayaklanıp şehid düşen Hz. Hasan´ın zürriyetinden olan Muhammed b. Abdullah İbn. Hasan en-Nefs ez-Zekiyye´nin bulunduğu amca oğulları vardı. Ayrıca Mansur zamanında Irak´ta kıyam edip aynı şekilde şehid düşen Nefs ez-Zekİyye´nin kardeşi bulunmaktaydı. Her ikisinin de şehadeti h. 45. yılmdaydı.

Şüphesiz İmam Malik, zorla alınan biatin alındığı kişiyi bağlamayacağı tarzında fet­va vermek suretiyle olumsuz sonuç veren bir yardımlaşmayla en-Nefs ez-Zekiyye´yi desteklemiştir. İmam Malik konuşmalarında, zalim hükümdarlara karşı ayaklanma yapı­labileceğine işaret eden hususları arzediyordu. İfadelerinden birisi şöyledir: (İmamlara karşı ayaklanmanın cevazı soruldu):

"Eğer Ömer b. Abdülaziz gibilere karşı kıyamda bulunurlarsa onlarla savaş. Aksi halde onları bırak ki, Allah bir zalim sayesinde diğer zalimden intikam alsın. Sonra da her ikisinden intikam alsın." Eşsiz imam bu konuşması nedeniyle elim bir darb olayıyla, şiddetli eziyete maruz bırakılmıştır.

Ebu Hanife ise Irak´ta İbrahim´e hem olumlu hem de olumsuz sonuç veren yardımda bulunmuştur. Şöyle ki, Ebu Hanife Ebu Cafer el-Mansur´un seçtiği komutanı, Ebu Hani­fe adlı kitapta belirttiğimiz gibi onunla savaşmaktan vazgeçmeye zorlamıştı. İbrahim´le birlikte ayaklanmanın Allah yolunda cihad sayılacağı, hatta hac faziletine eşdeğer oldu­ğu şeklinde fetva veriyordu. Nihayet bunun üzerine hayatının son bölümünde hapisle cezalandırıldı ve Rabbi kendisinden, kendisi de Rabbinden razı bir şekiide h.150 yılında şehid olarak ölünceye kadar hapis hayatı devam etti.

Şüphesiz Muhammed Nefs ez-Zekiyye´nin, Zeydiyye mezhebi içerisinde kaleme alı­nan ve kendisiyle hüküm verilen apaçık fıkhi görüşleri mevcuttur. O görüşlerin, bu mez­hebin ilk yıllarındaki taraftarlarında olduğu gibi, araştırmalarda, fetva vermede ve apa­çık delillere tabi olmada önemli bir yeri vardır. [23]



a) Ahmed b. İsa b. Zeyd


472- Bundan sonra, İmam Zeyd´e çağdaş olan bu tabaka geliverdi. Bunlar arasında, kendisinden ders alan çocukları, torunları, torunlarının torunları, Hz. Hasan´ın torunları bulunmaktadır. Bu şahsiyetler, Zeydiyye mezhebini kendilerinden devralan imamların çoğunluğunu teşkil ediyordu.

Ahmet b. İsa, İmam Zeyd´in torunudur. Irak´ta büyümüş ve yaşantısını sürdürmüş­tür. Ebu Abdullah künyesiyle anılır. Kendisini fıkhi ictihad ve fetvalara yöneltmişti. O zamanda Irak, Ebu Hanife, Öğrencileri ve çağdaşlarının geride bıraktığı Irak fıkhını etüd etme alanıydı.

Onun Irak´ta oturması, takdiri fıkıhla hüküm vermesine ve bu yolla meseleleri geniş­letmesine neden oluşturmuştur. Bu durum, Irak fıkhı olarak ün salan ve her ne kadar bu konuda onların ulaştığı, dolayısıyle sık sık kullanarak dozunu kaçırmakla itham edildik­leri boyuta ilerleyememiş ise de İmam Şafii´nin ve diğerlerinin Örnek edindiği özel bir durumdur.

Şüphesiz Ahmed b. İsa bu tür fıkıh anlayışını, dedesinden ve Al-i Beytinden miras olarak devraldığı güçlü fıkıh anlayışına eklemiştir. Sünnet ilmiyle Al-i Beyt´in kaynak haberleri yanında fıkhi kıyas Ölçütleri ve içtihadda bulunmakla fazla meşgul olduğu için, kendisine "Al-i Beyt´in fakihi" demişlerdir.

Nitekim fıkıh dalında bir kitap tasnif etmiş ve bu kifabı kendisinden nakledenler, ki­taba el-Amâlf âdmı vermişler. Ayrıca bu kitabı kendisinden, Zeydiyye´ye aşırı sevgi besleyen Al-i Beyt taraftarlarının oluşturduğu adaletli ve sika raviler rivayette bulun­muştur. İçinde fer´i fıkıh meselelerinin delillerle ve delillerinin nasslardan istmbat yön­temleriyle bağlantı kurması nedeniyle bu kuşak içerisinde yazılan kitaplar arasında özgün bir yeri vardır. Şüphe yok ki eğer bu kitaba vakıf olabilseydik, bu delillerden istın­bat metodlarını yakından tanıyabilirdik. Belki de bu kitaba, Arap kütüphaneleri içerisin­de vakıf olabiliriz.

473- Söz konusu Ahmed, fıkıh ve hadis ilminde ve genel niteliğiyle İslami ilimlerde-ki görüş ufkunun genişliği yanında zahid, ibadete düşkün, mücahid bir savaşçıydı. Onun kalbinde, aydınlık saçan bir ilmin nuruyla engin bir algılama gücü, takva ve zahidlik önderliği, ayrıca kahramanlık ve atılganlık özelliği birleşmiştir. Bu karakteriyle, dedesi Zeyd b. Ali ile benzerlik arzeder. Atalarına bu denli benzeyen kişiye zulmedilemez. Ni­tekim onun, ibadetteki zorluğun tadına varmak için otuz kez yürüyerek hacca gittiği bi­linmektedir.

İnandığı dava uğrunda, aşın taraftarlarıyla birlikte Harun Reşid´e karşı kıyam edişi, onun cihadları arasındadır. Fakat Reşid daha baskın çıktı ve onu yakalayarak hapsetti. Daha sonra hapisten kurtarılarak Basra´da gizlendi. Derler ki, ölünceye kadar orada giz­lenmiştir (Allah ondan razı olsun). Seksen yaşını geçmişken hayatının son dönemlerinde görme duyusunu kaybetmiştir. Vefatı, h. 247 senesindeydi. 240 yılında vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Belki de vefatındaki yaşı konusunda ihtilaf edilişinin nedeni, giz­lendiği sırada ölmesi, dolayısıyle vefatının aşikar ve aleni olmayışıdır.

Bundan da anlaşılıyor ki, gizlenişi uzun sürmüştür. Çünkü Harun Reşid´in vefatı ikinci asnn son on yılı içerisindeydi. Öyle anlaşıhyorki bu İmam ömrünün elli yılını ve­ya daha fazlasını gizlenmiş olarak yaşamıştır. Fakat biz, yirmi yıl kadar hükümdarlık yapan Me´mûn´un, imamın ikamet ettiği yeri bildiğini, kaldığı yerin kendi bilgisi dışında olmadığını, lakin Me´mûn´un kendisi biraz Şia taraftan olduğu için ona kötülük yapma­dığı, Hz. Ali taraftarlarının kanlarını akıtma eğilimi göstermediği görüşünü tercih edeniz.

Hatta şunu da söyleyebiliriz: Şüphesiz o, Me´mün, Mu´tasırn ve Vasık devrinde orta­ya çıkmıştır. Ancak Mütevekkil yönetime geçince, Mütevekkil´in Al-i Beyt´e kötü dav­ranması nedeniyle kendisini gizlemiş ve kamufle etmiştir. Bundan dolayı da Mütevek-kil´den Nasibi, yani Ali Beyt´e saldırganlığı abideleştiren kişi olarak bahsedilmiştir. Ni­tekim Al-i Beyt´i eziyet ve işkence yapmak suretiyle adım adım takib ederdi.

Bu anlattudanmizın, İslam tarihinin seyriyle uyum sağladığını görüyoruz.

Her ne olursa olsun, onun gençliğinin ilk yıllarından seksen yılını aşmcaya kadar si­yasetten el çekmesi, kendisini ilim ve ibadete yöneltmiştir. Bu fıkhi ürünler ve görüşleri, Zeydiyye fıkhının fer´i meseleleri kapsamı içerisinde dağınık bir tarzda kaleme alınmış­tır.

Onun, Irak´taki zeydi imamlar arasında olduğu gayet açıktır. Zira her ne kadar fıkıh alanında büyük basan sağlamışsa da, ikamet açısından Irak´ın dışına taşmamıştır. [24]



b) Kasım b. İbrahim er-Ressi


474- Bu şahsiyet, Hicaz beldelerinde doğup gelişen ve Kasımiyye adıyla anılan bir taifenin lideridir. Künyesi, Kasım b. İbrahim b. İsmail b. İbrahim Tabataba el-Hasan b. el-Hasan b. Ali´dir. Allah hepsinden razı olsun.

Hz. Hüseyin´in değil, Hz. Hasan´ın soyundandırl Bu özelliğiyle o, İmamiyye mezhe­bi Ölçülerine göre imam olmayıp, İmam Zeyd´in mezhebi ölçülerine göre imamdır. Çünkü İmam Zeyd, imam olacak kişinin Hz. Hüseyin zürriyetinden gelmesi şartım koy­mamış, aksine sadece Fatımatu´z-Zehra (R. Anha) soyundan olması şartını getirmiştir. Salat ve selamın en yücesi, onun babası üzerine olsun.

Bu taifenin görüşleri, zeydilik çerçevesi içerisinde karmış ve onun dışına çıkmamış ti.

Bu zatın seçkin ve sağlam bir fıkıh anlayışı vardır. O dönemde İslam diyarında Ha­nefi mezhebi egemendi ve tek söz sahibiydi. Zira o, Abbasi Devleti´nin resmi mezhebiy­di. Çünkü Kadı Ebu Yusuf ve kendisinden sonra gelen öğrencisi Muhammed, Irak fıkıh ekolünden olanlar dışında hiçbir kadıya yardımcı olmamaya aşın istekli idiler. Kendile­rinden sonra gelen kadılar, hep Irak kökenli bu ictihad üzere peşpeşe gelmişlerdir. Ka­sım, Hicaz fıkhıyla birlikle Hanefi mezhebini de en ince noktalarına kadar biliyordu.

Bu İmam, o diyarda benzerine rastlanmayan bir kişi, hatta hatırı sayılır İslam alim­leri arasındaydı. Bir şair onun tanıtımı konusunda şöyle der:

Şayet bir münadi seslense Mekke´de; Mina tepesinde, karakterleri toplayan hakkında: Kimdir yanşan efendi her alanda der ki bütün insanlar; şüphesiz Kasım´dır o.

475- H.170 senesinde doğmuştur. Doğumunun, Medine yakınlarında bir diyar olan Ress´de meydana geldiği anlaşılıyor. Çünkü babası İbrahim, Ressî olarak tanıtılır. Ve h. 242 yılında Ress şehrinde vefat etmiştir.

Burada üzerinde durmaya değer yeni bir durum ortaya çıkıyor ki, o da bu İmamın İmam Hadi diye bilinen Yahya b. Hüseyin b. Kasım er-Ressî´nin dedesi olduğudur.

Zeydiyye mezhebinin dağınıklıklarını toparlayan bir kimse sayılan bu İmam. kesin olarak Medinc-i Münevvere´de doğmuştur. Burdan hareket ederek Kasım´ın çocukları­nın kendisinden sonra Ress´den Medine´ye taşındıkları veya en azından oğlu Hüseyin´in kendisinden sonra Medine´ye taşındığı yargısına varabiliriz. Her halükarda da iki yerle­şim alanı birbirine yakındır.

Bu zatın birçok kereler Hanefi mezhebinden alıntılar yaptığı, İmam Hadi´den naklen gelen haberlerdendir. Hatta herhangi bir konuda görüş belirlemediği zaman onun görüşünün, Ebu Hanife´ye nisbet edilerek gelen görüşler olduğu söylenir. Çünkü delilinin sağlamlığı ve istinbatının da tutarlılığı nedeniyle bu mezhebin birçok görüşlerini alıntı-îamıştır. Belki de bu eğilim kendilerine, Ebu Hanife´nin İmam Zeyd´e olan aşırı meylin­den dolayı sirayet etmiştir. Ayrıca yukarıda işaret ettiğimiz gibi Hanefi mezhebinin, devletin resmi mezhebi oluşu nedeniyle bir ağırlığı da mevcuttu.

Her ne olursa olsun, bu zengin bahçenin bir parçasını oluşturan Kasım´ın görüşleri, Zeydiyye´nin fer´i konulan içeren kitaplarında kaleme alınmıştır. Şüphesiz Kasım takib ettiği yolun, tahric usullerinin ve diğer mezheplerden yaptığı seçmelerin, her ne kadar Ress şehrinde büyüyüp hayatını orada geçirmiş olsa bile gene de Yemen yöresinde özel bir yeri vardır.

Bunun nedeni, torununun Zeydiyye mezhebini Yemen´de yayması, Kasım´ın ilmini yüklenmiş olması, daha sonra birçok alıntılar yapması, böylece Hicaz ve Yemen Zey-diyye´sinin tamamen kendi ve dedesinin anlayışına göre şekülenmesidir.

Böylece Zeydiyye´nin asıl şubesinin Yemen´de bulunduğu, ayrıca istınbat, tahric ve ihtiyar konularında Zeydiyye´nin odaklaştırdiğı kutbun da İmam Hadi olduğu açıklık ka­zanıyor. [25]



c) En-Nasır


476- Bu zat, Ebu Muhammed Hasan b. Ali b. Hasan.b. Ali b Ömer b. Ali b. Hüse­yin´dir. Zeydiyye tarihinde "Büyük Nasır" diye lakap verilir. Çünkü kendisinden sonra gelen Zeydiyye imamları hep bu şekilde isimlendirilir. Ayrıca kulaklarına ağır işitme hastalığı isabet etmesi nedeniyle kendisine "Utruş" da denilir. H. 230. yılında doğmuş ve 304. yılında vefat etmiştir. Öyleyse 75 yıl civarında ömür sürmüştür. Dolayısryle el-Hadi Yahya´dan daha yaşlıdır ve ondan sonra da yaşamıştır. Zira Hadi 245 yılında doğ­muş, 298 senesinde vefat etmişti. Kuşkusuz aynı çağda yaşamışlar ve her biri kendi ala­nında çaba sarfetmiştir.

Nasır, Deylem ve Cil beldelerine göç etmiştir. Bu beldelerin halkı müşrikti. Dolayı-sıyle İslam´ın propaganda esaslarına göre onları İslam´a davet etmeye ve halkı müslü-manlığa çağırmaya başladı. İslam dinine girenlere, Zeydiyye mezhebinin öğretilerine göre dinin esaslarım açıkladı ve fer´i konularını öğretti. Dolayısıyla İslam ile birlikte Zeydiyye fıkhını da yayıyordu. Bu esnada güzel sonuç veren olaylara duçar oldu.

Hicretinin nedeni, Abbasilerin, özellikle de Hz. Ali taraftarlarına saldırganlığı abi-deleştiren anlamında "nasibi" sayılan Mütevekkil´in işbaşına geçmesinden sonra, Al-i Beyt´i adım adım takib etmesidir.

Öte yandan Nasır, peşpeşe gelen yıldırma hareketlerinden ve ayrıca birçok Al-i Beyt taraftarlarının (Allah Tebareke ve Teala´nın hoşnutluğu üzerlerine olsun) şehid düşme­sinden sonra oluşan durgunluk içerisinden, Zeydiyye´nin imamet makamını canlandıran

kişi sayılmaktadır. Nitekim Şehristanı el-Milel ve´n-Nihaladlı eserinde bu hususta şöyle der:

"Horasan´da Utruş Nasır ortaya çıkıncaya kadar Zeydiyye´nin problemleri düzene girmedi. Bundan dolayı öldürülmek amacıyla, kaldığı yer araştırıldı. Ancak kendisi giz­lendi ve henüz halkı İslam´a girmeyen Dcylem ve Cil beldelerinde uzlete çekildi. Büyük bir hırsla halkı Zeyd b. Ali´nin mezhebine davet etti. Böylece onlar da dine girdiler, aynı tarz üzere yaşadılar ve Zeydiyye bu beldelerde açıkça varlığını ortaya koydu. Ardarda imamları ortaya çıkıyor ve işlerini yönetiyordu."[26]

477- Gerçekten Nasır ve el-Hadi´nin her birisinin çalışma alanları değişik olsa bile, yardımcı ve taraftar bularak aktif bir şekilde mezhebi canlandırmaya büyük gayret sar-fetmişlerdir. Böylece Nasır mezheb ağacını ekerek bir müddet sonra ürününü yiyebile­cek bakir bir toprağın araştırmasını yaptı. Hadi ve ardından gelenler ise, Karamita´nın bir kısım İslam diyarını istila etmesi suretiyle ortaya çıkan ıztıraptan yararlanıverdiler. Karamita´yı oradan kovarak Yemen beldelerine mezhebi soktular. Mezhep orada gelişti vepanldadı.

Her iki imam da kahramanlıkları, ileri görüşlülükleri, siyasi alandaki maharetleri, organize yetenekleri yanında fakih ve alim idiler de. Sadece siyasi bir imamlık ve dini propagandacılık makamına sahib olmayıp, bilakis fıkıh sahasında görüşü, içtihadı ve is-tınbatı bulunan fakihlerdi. Her ikisine de çağdaş olan. sohbetlerine katılan ve aynı za­manda Zeydiyye mezhebine aşın düşkün, uzun süre yaşayan bir şeyh şöyle diyor:

"Ben, el-Hadi´yi ucu bucağı görünmeyen bir vadi, Nasır Li´l-Hakkı da taşkın, dibi görünmeyen bir deniz gibi buldum."[27]

Ali b. Abbas´a iki imam;Nasır ve el-Hadi´den soruldu. Dedi ki: "el-Hadi AI-î Mu-hammed´in fakihi, Nasır da Ali- Muhammed´in alimi idi."

Şüphesiz bu açıklama, büyük bir kara parçasında herbirine ayrı ayrı biat edilen bu iki imam sayesinde Allah´ın Zeydiyye mezhebini canlandırdığına, mezhebin siyaset ve ilim alanında onlardan kuvvet bulduğuna, birisinin istinbat ve tahrici güzel uygulayan, ayrıca re´y üzerine kurulan fıkıh alanında ucu bucağı görünmeyen geniş fıkıh gücü bulu­nan bir fakih olduğuna, ikinci fakih Nasır´m ise sünnetle selef-i salihinin ilmi ile birlikte Al-i Beyt´in ilmini kuşatan bir zat olduğuna, fıkhının da kaynak haberlere ve nasslara dayandığına, bir araya gelmeleriyle birbirini tamamlayan mükemmel bir sentezin mey­dana geldiğine delalet etmektedir. Nitekim daha sonra gelenler fıkhın, Al-i Beyt ve sün­net ilminin oluşturduğu çok zengin bir terekeyi miras almışlardır. Zeydiyye mezhebi, büyük belde halkı mezhepleri sayesinde bu mertebeye ulaşmıştır.

Öte yandan Nasir´ın, Nasınyye adını alan müstakil bir fırkası bulunduğu gibi el-Ha­ de Hadiviyye diye anılan başhbaşına bir fırkası vardı.

Bu eşsiz iki imamdan sonra gelenlerin birçoğu, onların fıkıh anlayışlarını ve ilimle­rini. İmam Zeyd´in fıkıh anlayışı ve onun tarikinden rivayet edilen kaynak haberlerle birlikte canlı tutmaya aşın istekliydiler. Bu nedenle bu ikisi kadar yıldızı parlayan hiçbir jcimse bulunmuyordu.

Çünkü bu iki imamın Zeydiyye mezhebini diriltmek, monotonluktan hayata döndür­mek, aynca ona siyaset ve ilim alanındaki aktiviteyi kazandırmak üstünlükleri vardır. Bu iki imamdan sonra gelenler, yolu kullanılmaya hazır şekilde buldular. [28]



d) el-Hadi´nin Çocukları Olan İki Kardeş


478- Biyografisini ileride açıklayacağımız el-Hadi´nin çocuklarından ikisi ün sal­mıştır. Büyüğü Muhammed olup, babasından sonra imamet makamına oturduğu için İmam Murtaza adını alır. İkincisi ise Ahmet olup İmam Nasır diye isimlendirilir. Her ikisi de babalarının ilmini nakletmiş bununla birlikte Kasım er-Ressi´nin ilmini bir araya toplamışlardır. İmamet hakkı birincisine aitti ve o, babasından sonra seçilerek kendisin­den razı olunan bir imamdı. Lakin o, velayet makamına gelişinden altı ay sonra maka­mını küçük kardeşi Nasır´a terketti ve kendisini tam anlamıya ilme verdi. Bundan dolayı kendisine "dünya ehlinin Cibrili" denilirdi. Öte yandan hem fıkhın, hem de dinin temel ilkelerini çok iyi biliyordu. Nitekim fıkıh alanında birçok kitaplar yazmıştır. Başhcalan:

a) Kitabul´İzah. Bu kitapta Zeydiyye mezhebini, babası el-Hadi´nin görüşlerini, yaptığı alıntılan ve ictihadlanm açıklamıştır.

b) Kitabıı´n-Nevazil. Bu kitap, isminden de anlaşılacağı üzere bir fetva kitabı ve olayların hükümlerini ortaya koyan kitaptır.

Ayrıca onun kelam ilmine ait çeşitli kitapları mevcuttur.

Gerçekten o, kelam ilmi konusunda Mu´.tezile´nin metoduyla yaklaşım sağlamış ve­ya Mu´tezile´nin bir bölümüyle birlik oluşturmuştur. Zaten daha önce belirttiğimiz gibi Mu´tezile hareketi tek bir mezhep veya tek bir fırka olmayıp, aksine çeşitli fırkalar şek­lindedir.

Öte yandan o, bu engin ilmi yanında ayrıca zahirî ve dünyevi şeylerden çok tiksinen bir kimseydi. Belki de "dünya ehlinin Cibrili" diye vasıflandırılın asının tek nedeni bu­dur.

Hatta imametin ağır yüklerini taşımaya daha yetenekli olan kardeşi Ahmed´i bu ma­kama getirmek için imamlıktan ayrılmasını sağlayan etken de belki yine bu zahidlik duygusudur. Hicri 310. senesinde vefat etmiştir.

Kardeşi Ahmed ise kendisine "dinin tercümanı" denilecek kadar alim, fakih ve dinin kavramlarının idrakinde bulunan bir şahsiyetti. Zira dinin maksat ve meramlarım çok iyi kavrıyor, halkla içice olmalarını temin ediyordu. Aynı zamanda alim, zahid ve abid bir kimseydi. Bunlarla birlikte siyaset adamı, komutan ve savaşçıydı. Babasından sonra, bir kısım İslam beldelerine musallat olan Karamitalarla savaşma yükünü sırtlamıştı. Böyle­ce Allah yolunda cihadın hakkım tam olarak yerine getirmiş ve karargahını da Ye-men´de kurmuştur. Sa´de şehrinde h. 325. senesinde vefat edinceye kadar Karamita ile yaptığı cihadın üssünü Yemen teşkil etmişti. Orada el-Hadİ diye bilinen türbede babası­nın yanına defnedilmiştir.

479- Her iki kardeş de babalarının kitaplarını ve ilmini rivayet etmişler, kendi gö­rüşleriyle birlikte onları da yaymışlardır. Nitekim kendilerinden sonra gelen çocukları da bu iki kardeşin babalarına ait ilmi yaymıştır. Dolayısıyle Yahya b. Muhammed, de­desinin ilmini yaymış oluyor. Böylece el-Hadi´nin ilmi onun dilinden Deylem, Cil, Ho­rasan ve diğer Acemistan´ın Irak kesimine intikal etmiştir.

Şüphesiz Ravd en-Nadir´de, İmam Zeyd´e halef olan, daha sonra da çocuklarının ar­kada bıraktığı tabaka zikredildikten sonra Zeydiyye ilminin taşınması ve yayılma alanla­rı konusunda aşağıdaki husus geçer:

"Bunlardan da Rasulullah Muhammed´in aile ocağına ait ilimleri toplayan Muham­med b. Mansur el-Muradi rivayette bulunmuştur. Bundan da rivayette bulunanların en ileri gelenleri arasında, Kasım b. İbrahim, Ahmet b. İsa b. Zeyd ve Hasan b. Yahya b. Hüseyin b. Zeyd vardır. Hadi ve Müeyyed Billah ekolü son zamanlarda yani beşyüz kü­sur sene sonra yayılıncaya kadar Kufeliler bu kişilerin mezhebi üzere bulunmuşlardır. el-Hadi Yahya b. Hüseyin b. Kasım b. İbrahim, ilmini dedesi Kasım b. İbrahim´den aldı. Sonra da başka mezheplerden seçmeler yaptı. Böylece Hicaz Zeydiyyesi oluştu. Yemen de onun ve dedesinin ekolü üzereydi. Sonraları bu ilmi oğlu Murtaza Muhammed b. Yahya aldı. Böylece mezhep, Acem beldelerine. Cilan ve Deyleman´a girmiş oldu."[29]

Bu değerli kitapta geçen husus bu şekildedir. Yukarıdaki açıklama üç noktaya dela­let eder:

a) Hicaz ve Yemen, el-Hadi´nin, dedesi Kasım er-Ressi´den devraldığı ekolü kendi­lerine özgü bir yapıya kavuşturmuşlardır. Ayrıca el-Hadi buna yeni bilgiler, alıntılar ve ictihadlar eklemiştir. Öte yandan dedesi de Zeydiyye´ye ait ilmi Rasulullah (s.a.v.)´in ilimlerini toparlayan Muhammed b. Mansur el-Muradi´den almıştır. Bu açıklamalardan, Zeyd (r.a.)´m AI-i Beyt dışından birçok taraftarlarının bulunduğu anlamı çıkarılır.

Bu kişiler, Zeyd´in bıraktığı emanetlerin tümünü Hz. Fatıma (R. Anha) ´dan gelen Ali Beyt imamları taşıyıncaya kadar, onun ilmini ilk taşıyan kimselerdir.

b) Hicaz ve Yemen, ilk olarak Hadivi mezhebinin özünü aldılar. Daha sonra Zey­diyye fıkhı bütün unsurlarıyla bir araya geldiği sırada diğer Zeydiyye ekolleri de ona ka­rışmış oldu ve Zeydiyye içerisindeki kitap yazarları, örneğini Bahru´z-Zıhar kitabında, ayrıca Zeydiyye´nin usul kitaplarında gördüğümüz gibi büyük belde fıkıhlarını da ekle­yerek müctehid imamların görüşleri arasını tek bir çerçevede toparlamaya uğraştılar.

c) el-Hadi´nin görüşleriyle büyük Nasır´ın görüşlerinin kaynaşması tamamlanmış ol­du. Cilan beldelerindeki ekolüne, görüş ve alıntılarına ekleme yapmak suretiyle bu kay­naşmayı sağlama eyleminde bulunan ilk kişi, Muhammed Murtaza b. el-Hadi´dir. Fakat oerçekte ise güvenilir tarihçilerin de belirttiği gibi bu kaynaşmayı sağlayan kişi baba Muhammed el-Murtaza olmayıp, Hadi´nin oğlu İmam Yahya b. Muhammed´dir.

Durum ne olursa olsun, kaynağın tekliği hususu kesindir. O kaynak da raviler yoluyla, özellikle de Muhammed b. Mansur el-Muradi tarikiyle elde edilen, İmam Zeyd´e ait ilim ve fıkıh anlayışından ibarettir. Bundan sonra meydana geien ayrılıklar Özde değil, kişisel görüşler üzerindedir. Hatta bu ayrılıklar sadece ictihadda ve başka mezheplerden alıntı yapma noktasındadır. Bu duruma göre ayrılıklar özle ilgili olmayıp, sadece fer´i konulardaki görüşlerdedir. Bu ihtilaflar, mezhebin genişlemesine ve ufukla­rının gelişmesine neden olmuştu.

Hanefi ve Şafii mezheplerine mansup Maveraünnehir alimlerinin görüşleriyle Irak alimleri arasındaki ihtilaflarda gördüğümüz gibi, bazan ictihad yaparken meydana gelen ihtilaflarda, bulunulan vatanın büyük rolü vardır. Bunlar, önemsiz ve mezhebe noksan­lık getirmeyen, ancak Kitap ve sünnetle çelişmedikleri sürece mezhebi geliştirip geniş­leten fikir ayrılıklarıdır. [30]


e) Harun Olan İki Kardeş


480 -Bunlar, İmanı Müeyyed Billah Ahmed b. Hüseyin b. Harun el-Haseni ile kar­deşi Ebu Talib Natik bi´I-Hak diye anılan Yahya b. el-Hüseyin´dir. Her ikisi de imam olup, Taberistan´da Zeydiyye!nin imamlık makamına gelmişlerdir. Birincisi h.333. sene­sinde doğmuş ve kendisine h.38O. senesinde halife olarak biat edilmiş, h.411. yılında arefe gününde vefat etmiştir. h.41i. yılında vefat etmesinden sonra kardeşi Natık bil-Hakk´a biat edilmiştir. O da h.424. senesinde Taberistan´ın Amul kentinde vefat etmiştir.

Büyük kardeş Müeyyed, Nahiv ve lügat alanında ilim sahibi olduğu gibi ayrıca bir hadis toplayıcısı ve kritiğini yapan kimseydi. Allah Teala onda hadisin hem dirayetini, hem de rivayetini biraraya toplamıştır. Aynı zamanda da fakih bir kişiydi. Böylece ken­disinde Ali Beyt (Allah hepsinden razı olsun) ilminin yanında fıkıh ve hadis ilmi mez-colmuştu..

Natık bil-Hakk´a gelince, kendisi lügat ilmine sahib olmakla birlikte İmam Hadi´nin mezhebi içerisinde tahric, ihtiyar ve tercihleri bulunan bir fakih idi de. O, istınbat şekil­lerini açıklamaya ve bunlar üzerine yapı kurmaya çok istekliydi.

Onun el-Hadi ekolünde üzerinde tahric yapılabilen bir mesele hakkında nass bulun­madığı zamanlarda takib ettiği yolun, Ebu Hanife´nin benzer konularda izlediği yöntemi

benimsemek şeklinde olduğu kendisinden rivayet edilir. Belki de bu durum, Zeydiyye ile Hanefi mezhepleri arasında bulunan sıkı ilişki nedenlerinden birisidir. Nitekim bu­nun bazı görüntülerini şufa konusunda, hibe konusunun ekserisinde ve müzaraa mevzu­unda görmüştür.

Natık bil-Hakk´ın istinbatîannm Taberİstan toprağında meydâna geldiği gözöniine alınmalıdır. Zaten Hanefi mezhebi de kendisine bu beldelerde komşuluk yapıyordu. Çıkmazlar aynı olduğuna göre, çözüm de aynı olmalıydı.

Fetva sadece hastalıkların tedavisi içindir. Eğer hastalık birlik arzediyorsa, ilaç da aynı olur. Burada şu karara varmalıyız ki, Natık bil-Hakk, el-Hadi´nin ekolüne göre tah-ric yapmakla kastettiği amacı ne olduğunu içeren bu görüşü, sadece iki mezhep arasında mantık açısından uyum sağladığını gördüğü için uygun bulmaktadır.

Şüphesiz burada Natık bil-Hafck´m Zeydiyye mezhebi yanında Hanefi mezhebini de öğrenmesine vesile olan başka bir sebep daha vardır. O sebep, Natık bil-Hakk´ın Zey­diyye fikhmdaki eUMecmu´ul-Kebir´i, çağında Hanefi otoritesi sayılan ve h. 324. yılın­da vefat eden Ali b. Muhammed b. Hasan en-Nehai´nin öğrencilerinden telakki edişidir. Bu zatın onların tabakatmdan sayıldığı, Zehebi Tarihînde belirtilmektedir.[31]

481- Bu iki kardeş, Hadi, Nasır, Ressi ve diğerlerinin fıkıh anlayışlarını, gerek Zey­diyye ve gerekse diğer mezhepleri toparlayan birisi olan Ebu´l-Abbas´tan telakki etmiş­lerdir. Nitekim Ravd en-Nadir Mukaddimesfnâe şöyle geçmektedir: "İmam Müeyyed Billah olan Ahmed b. Hüseyin b. Harun ile kardeşi Seyyid Ebu Talib, el-Vafifi Mezhe-bil Hadi ve´l-Kasım adlı kitabın sahibi Seyyid Ebul-Abbas´tan ve Ali Rasul´den (s.a.v.) rivayet ettikleri şeylerden bu fıkıh anlayışını elde etmişlerdir. Sonra da Müeyyed Billah. o ikisine ters düşen alıntılarda bulunmuştur. Acem, Küfe, Hicaz ve Yemen beldelerinde­ki birçok Zeydiler, bu alıntılara meyletmiştir."[32]

Şüphesiz bu iki kardeş, hadislerden ve kendilerinden önce gelen imamların fıkıh an­layışından, bu imamların daha Önce belirttiğimiz çocukları eşliğinde yaptıkları rivayet tarikiyle, ayrıca bu imamlar haricinde Al-i Beyt´e aşın sevgi duyanların oluşturduğu şahsiyetler tarikiyle, İmam Zeyd´in, hiçbir sapmaya ve aşırılığa yer vermeyen ılımlı me­toduna göre mezhebi toparlamışlardır.

Bu iki kardeş, kendilerinden sonra gelen Zeydiyye fıkhının ravilerine ve nakilcileri-ne sened tariki oluşturmuşlardı. Nitekim Zeydiyye Tabakan adlı kitapta aşağıdaki ifade geçer:

"El-Muntahab maa´l-Ahkam (yani Kitahul Hadî) ile Ahmet b. İsa´nın Emali´si, ayn-ca Nasır ve diğerlerinden nakledilen öteki hadis kitapları, Eimmetu´1-Huda Ebu´l-Abbas el-Haseni, Ebul-Hüseyin Ahmed b. Hüseyin el-Haruni ile kardeşi Natık bil-Hak Yahya b. el-Hüseyin´den rivayetler yaprmştır."

Bu iki kardeş, el-Mecmu´ul-Kebir´ın rivayet ettiği, ayrıca eLHadi, Nasır ve el-Ha­di´nin dedesi Kasım er-Ressi´nin fıkıhlarının rivayette bulunduğu ara zincir durumunda­dırlar. Bu fıkıh sahipleri, fıkıhlarını kendilerinden sonra gelenlere nakletmişlerdir.

Yine bu iki kardeş ve daha Öncekiler, Zeyd´in ilmini ve fıkıhtaki ideallerini kavra­yan Ahmed b. İsa b. Zeyd´in öğrencisi Muhammed b. Mansur el-Muradi´nin el-Vafi adil kitabında geçenleri iyice kavramışlardır.

İki kardeş de aynı zamanda yukarıdaki iki şahsiyetin ilimlerini de aldılar. Böylece senedleri, künyesi Ebu´l-Abbas Ahmed b. İbrahim b. Hasan b. Ali b. İbrahim el-Haşimi el-Haseni olan Ebu´l-Abbas el-Haseni tarikiyle bitirmiştir. Ebu´l-Abbas el-Haseni her ne kadar imamet makamına ulaşmamışsa da, tanınan bir fakihdi. Şia fıkhının tümünü bili­yordu.

Önce îsna Aşeriyye İmamiyyesİne mensup bir kişi olarak İşe başladı ve onların fıkıh anlayışlarını öğrendi. Daha sonra Zeydiyye şiasına intikal ederek saflarına katıldı ve on­ların fıkıhlarını etüd etmeye koyuldu. Değişik rivayet tarzlarını naklederek her ne kadar aralarındaki ayrılık büyük değilse de el-Hadi´ye ait ilmi algılayan yemenlilerle Nasır el-Utruş´un ilmini miras alan Deylem ve Cil halkının senedlerini bir araya toparladı. Nite­kim iki Hanini Kardeşler´in çeşitli fer´i konularıyla Zeydiyye fıkhını bu zattan aldıklarını daha önce belirtmiştik, h. 353 senesinde vefat etmiştir.

482- Zeydiyye fakihleri, etüd edilmesine, üzerine bina kılınmasına, ona göre tahric-de bulunulmasına materyal oluşturması için Zeydiyye imamlarına ait görüşlerin tama­mını toparlayıp daha sonrakilere nakletmeye, kıyas Ölçütlerinin üzerine bina edildiği il­letleri istinbat etmeye, ayrıca çeşitli olayların hükümlerini istihraç etmek amacıyla uy­gulama imkanı sağlayan fıkhi kaideleri yapılandrrmaya yöneldiler. Bu araştırmalar, ken­dilerinin mezheb dairesi içerisinde ietihadda bulunmalarını engellememiş, hatta Zeydiy­ye usullerinin dışına çıkmadıkları sürece dört mezhep ve diğerlerinden alıntı yapmaları­na mani olmamıştır.

Lakin Zeydiler, Ali Beyt imamlarına ait görüşler yanında dört mezhep imamlarının görüşlerini de Zeydiyye fıkhı içerisinde belirtme prensibi üzere yürüyorlardı. Özellikle de kendi adlarına davette bulunmak amacıyla ortaya çıkan Zeydiyye imamları bu pren­sip üzereydiler. Ne yazık ki h. 5. yüzyılın sonlanyla 6. yüzyılın başlangıcında bu gibile­rin ortaya çıkışı hayli azalmıştır.

483- Bu dönemden sonra kendi adlarına davette bulunan iki imam gelmiş ve görüş­leri Zeydiyye fıkhı içerisinde tedvin edilmiştir. Bu iki imam, Ebu Muhammed lakabıyla anılan Mansur Billah Abdullah b. Hamza b. Ebu Haşim el-Kasımi ile İmam Yahya b. Hamza ei-Hüsevni´dir.

Birincisi, Buhara beldelerinde ortaya çıkmıştır. Zira oradaki İşan´da H. 561. yılında doğmuş, zühd ve takva yönüyle büyük bir gelişim göstermiştir. Birçok kitaplar kaleme almıştır. Bu kitapların en büyüğü eş-Şafi adlı kitaptır. Bu kitapta, elli bin hadis ezberle­diğini belirtir. Bu da, cumhur nezdindeki Ehl-i Sünnet kitaplarının içerdiği rivayetlerle Al-i Beyt eserlerinin içerdiği rivayetler arasını birleştirdiğini gösterir. Çünkü AI-i Beyt´ten gelen rivayetlerin toplamı bu sayıya ulaşmaz. Bu zat kendi adına davette bulun­muş ve h. 594. yılında halife olarak kendisine biat edilmiştir. Lakin kuşatma altına alın­mış ve h. 614. yılında Kevkeban´da muhasara altındayken vefat etmiştir. Kuşatma ya-nlmca, cesedi Yemen´in San´a yakınındaki Zufar şehrine nakledilmiştir.

İkinci imam, yedinci yüzyılda davette bulunmuştur, h. 667 senesinde doğmuş ve 729. yılında kendi adına davette bulunmuştur, h. 749 senesinde Yemen´in Heran Kale-si´nde vefat etmiştir.

Fıkıhta, usulde, arapça iJimleri konusunda, özellikle de belagatta alim bir kişiydi. Fıkıh ve fıkıh usulü dalında Kitabul-İntisar adlı bir eseri, aynca belagat dalında da Ki-tabu´î-Tıraz isimli te´lifi mevcuttur. Bu kitabı Mısır kütüphanesi bu yüzyılın ikinci yan­sında basmıştır.

Belagatla ilgili bu çalışmasında, Abdulkahir Cürcani. beyan ilmine ait nassların araştırmasına dayalı tariki ve bu nasslardaki belagat metodlarının istihracıyla Sekkaki ve diğerlerinin tarikinin arasım birleştirmiştir.

484- Bu tarihi işaretlerden, aşağıdaki üç durumun karara bağlanması sonucuna varı­yoruz:

1- Zeydiyye mezhebi´nin imamları îslam beldelerinde çeşitli fırkalara ayrılmışlardır. Böylece mezhep, sızdığı ve yaşadığı her memlekette o memleketin sosyal yaralarına çö­züm getirmekle bağlantılı ictihad ve istinbatlarla gün ıştğma çıkmıştır. Bütün görüşler h. 4. yüzyılda toparlanmaya ve araştırılmaya başlanmıştır. Bir gurup insan gelmiş Deylem, Cil Azerbaycan ve Horasan imamlarının görüşleriyle, Küfe, Hicaz ve Yemenlilerin gö­rüşlerini toparlamış. Öte yandan iki kardeşler Müeyyed ve Natık bü-Hakk bu görüşlerin rivayetine yönelmişler, ayrıca Kasım ve torunu Hadi´den rivayet edilenlerle İslam´ın Deylem ve Cilan´da yayımcısı olmakla birlikte Zeydiyye mezhebi´nin de naşiri olan Ut-ruş Nasır´dan rivayette bulunulan hususları bir araya getirmişlerdir.

2- Müctehidierin ekserisi Al-i Beyt imamlanndandı. Bunların da çoğunluğu Hz. Ha­san oğullarından gelmekteydi. Allah ondan ve babasından razı olsun. Pek azı da Hz. Hü­seyin (r.a.)´ın zürriyetinden gelmişti. Çünkü Isna Aşeriyye mezhebi imameti sadece Hz. Fatima´nm Hz. Hüseyin (r.a.) kolundan züriyetiyle sınırlandırırlarken, Hz. Hasan´ın sü­lalesi Zeydiyye mezhebi içerisinde gerek kendileri, gerekse ilim ve imamet noktasındaki etkinlikleri açısından geniş bir alan buluyorlardı. Nitekim Zeydiyye imamları arasında, Ebu Hanife (r.a.) ve diğerlerinin üstadı durumunda olan Abdullah b. Hasan b. Hasan´ın çocukları bulunmaktaydı.

3- Biz, Hanefi mezhebiyle Zeydiyye mezhebi arasında tarihi iki buluşmanın meyda­na geldiğini biliyoruz.

Birincisi: İmam Ebu Hanife´nin İmam Zeyd´le (Allah her ikisinden de razı olsun) buluşması, ondan bilgi alması ve üstün niteliklerinden sürekli bahsetmesidir.

İkincisi: de, her iki mezhebin Maveraünnehr beldelerinde, daha doğrusu Zeydiyye mezhebi propagandasının h. 3. yüzyılda etkin olduğu yerde içice bulundukları sıradadır. Bu yakınlaşmanın kıyaslar konusunda o denli ileri düzeye vardığı ortaya çıkıyor ki, Na­tık bü-Hakk, el-Hadi´nin hakkında hüküm verirken nass gösteremediği meselenin ben­zerlerinde, Ebu Hanife mezhebi içerisinde nass getirilen meseleyi esas alarak muteber kabul etmiştir. Nitekim bu hususa daha önce işarette bulunmuştuk.

485- Gerçekten Zeydiyye mezhebi muamelat konularında Ebu Hanife´nin mezhebiy­le yakınlık arzeder. Fakat bu yaklaşımın anlamı tamamen aynı olmak değildir. Bilakis bu yaklaşımın görüntüleri, şufa ve müzaraa konularında gördüğümüz gibi birçok cüz´i meselelerin çözümündedir.

Zeydiyye mezhebinin, metod seçme noktasında Hanefi mezhebi´nin hüküm verirken kullandığı metodlann tümünü benimsediğini görmekteyiz. Dolayısıyîe Hanefiyye´ye gö­re esas alınan kıyas kuralları aynen benimsenmiştir. İstihsan kuralları da aynıdır. Hatta her iki mezhebin tanımlamaları aynı şekildedir.

Fakat Zeydiyye mezhebi temel ilkelerinin, üç açıdan daha geniş kapsamlı olduğunu müşahede ediyoruz:

a) Zeydiyye´nin çoğu imamları münasib mürsel ile hüküm verip onu kıyasın türle­rinden saydıkları yerde Hanefiler sadece mesalih-i mürsele ile hüküm vermişlerdir. Böylece Zeydiler temel ilkeler konusunda ilaveler yapmışlar, yahut kıyas kavramım Ha-nefilerin genişletmelerinden daha geniş bir tabana yaymışlardır. Bu şekilde açıyı Hanefi mezhebinden daha geniş tuttukları oranda zeydiler Maliki mezhebi´ne yaklaşım arzeder-ler.

b) İstıshab konusunda istinbatta bulunmayı, Hanefiyye´den daha kapsamlı tutarlar. Böylelikle onu hukuka kesinlik kazandıran bir öğe sayarlar. Nitekim Hanefi mezhebi, yeni bir hukuk getirmeyip sadece mevcut hukuku muhafaza ettiği oranda istıshabla hü­küm verirlerken Zeydilerin onu mevcut hukukun garantisi saymaları gibi.

c) Zeydiyye, delil bulunmayan yerlerde akla dayanarak hüküm verme kapısını açık bulundurur. Nitekim bu ilkenin boyutlarını açıklamıştık.

486-Kuşkusuz Zeydiyye´nin benimsediği usuller göz önüne alınacak olursa, usûl ve metodları en geniş boyutlarıyla ele aldıkları açığa çıkar. Usuller bu denli çoğalınca, mezhebin gelişme hızı çok fazla ve düşünce ufku da o derece geniş olmuştur. Aynca

buna, kapısını dört mezhebin ve diğerlerinin görüşlerine açık bulundurması yanında, ic-tihad ve tahric kapısını her asırda açık tutması, öte yandan kıyam eden, ictihad yapan ve diğer mezheplerden seçmelerde bulunanların çokluğu eklendiğinde, bu mezhebin diğer İslam mezhepleri yanında gerek gelişim gerekse asırlara uyum sağlama kudreti açısın­dan daha ileri düzeyde olduğu anlaşılır. [33]



İmam el-Hadi


487- İmam el-Hadi´nin, h. 3. yüzyılda egemen olan düşünce yapısının kutbunu teşkil ettiğini gördük. Öte yandan onun görüşlerinin dedesi Kasım er-Ressi´nin görüşleriyle, ayrıca Utruş Nasır´ın h. 4. yüzyıldaki çalışmaların odak noktası durumundaki görüşleriy­le bütünleştirilmesi, bu düşüncelerin rivayet edilerek te´lif eserler içerisinde kaynaştırıl­ması, onlara göre ictihad ve seçmeler yoluyla tahric ve eklemelerde bulunulması kendi­sinden sonra gelerek imamlık makamına oturan çocuklarının, bir de Haruniler´le diğerle­rinin çalışmalarıydı.

Dolayısıyle onun bu derece tarihi ve mu´ciz düzenleme içerisinde yalnız başına özel bir araştırmayla ele alınması gerekiyordu.

Öte yandan el-Hadi, Yemen´de büyük belde fıkıh mezhepleri düzeyinde hayatiyetini sürdüren bu toparlayıcı mezhebin o yöredeki imamıdır.

İmam el-Hadi, el-Hadi ilal-Hakk olan Yahya b. Hüseyin b. Kasım er-Ressi´dir. Daha önce işaret ettiğimiz gibi er-Ressi´nin torunudur, h. 245. yılında Medine´de doğmuştur. Fıkhı her yönüyle ve bütün kaynaklarından araştırmaya koyulmuştur. Bir hidayet reh­beri ve mürşid olarak Aîlah Sübhanehu´ya ve dosdoğru yola davet etme görevini yüklen­miştir. Ayrıca her İslam taifesinin ve çeşitli belde halkının sorup fetvasına başvurdukları dini bir danışmandı. Onlara, kaynağı kendisine ait değerli risalelerle cevap veriyor, bu risalelerde Kur´an ve sünneti müdafaa ediyor, böylece sapık kişilerin sapıklıklarını geri püskürten hakkı açıklığa kavuşturuyordu.

488- Sünnetin kapsadığı hükümlerin Allah katından olduğunu isbatlayan risale, bu risaleler arasındadır. Nitekim bu risalede şöyle der:

"Rasulullah (s.a.v.)´m Allah Sübhanehu ve Teala´mn bilgisi olmadan hiçbir şeyi icad etmesi mümkün değildir. Çünkü Kur´an Rasuİullah (s.a.v.)´den şöyle hikaye eder:

"Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam." (Yunus 15) Ayrıca Allah Teala şöyle buyurur:

"Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık..." (Şura 52)[34]

Bu, Nebi (s.a.v.)´in ictihadda bulunduğu görüşüne ters düşmez. Lakin o, hata edecek olursa (Bedir esirleri olayında cerayan ettiği gibi) Aîlah Teala hatasından dolayı onu uyarır; yok eğer onaylarsa, işte sözkonusu görüş Allah Teala´mn hidayeti ve şeriatının ta kendisidir. Şüphesiz Allah Teala´mn ilmi her nerede olursa olsun bütün ilimleri kuşatır. Sanki o (r.a.) sünnetin bir bölümünün ictihaddan ibaret olduğunu bizim de Nebi (s.a.v.)in ictihad yaptığı konularda ictihad yapma hakkımız bulunduğu iddiasını ileri sü­renlerin görüşlerini reddediyor. Hatta bu kişiler taşkınluçlarını daha ileri boyutlara götü­rüyor ve asrımızın ihtiyaçlarına göre Nebi (s.a.v.)in içtihadına muhalefet etme hakkımız olduğunu söylüyorlar.

"Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar." (Kehf5)

Demek bu sapkınlardan bir gurup el-Hadi döneminde ortaya çıkmış ki bu değerli ri-salesiyle onlara cevap vermişti.

489- H. 280 yılında Yemen´e gitti ve orada görüşleri için bol verimli bir zemin bul­du. Böylece derin fıkhi görüşlerinin, bir de her türlü sapkınlıkla kuruntudan arınmış güçlü dini akidesinin oluşturduğu bu tertemiz ve hoş tohumlarını oraya ekti. Nihayet bu mübarek yolculuk sayesinde Yemen topraklarında kendisine ait bir taraftarlar topluluğu oluşturdu. Ayrıca o, bu yolculukta beraberinde Ali b. Abbas b. Ethem el-Haseni´yi de götürdü. Bu zat Al-i Beyt´in ilmini en iyi bilen şahsiyetler arasındaydı. Yine o, Al-i Beyt´in yaptığı icma´lan rivayet eden bir kimseydi. AI-Beyt´in yaptığı İcma´larda hiçbir Zeydiyye fukahasmın karşı çıkamıyacağı hükümler mevcuttur. Bu icma´lar, usuller bö­lümünde açıkladığımız gibi Allah´ın Kitabı ve Rasulullah (s.a.v.)in sünnetinden sonra Zeydiyye fıkhının kaynaklarından birisi addedilir. Nitekim bu bölümü, taraftarlarının serdettiği delillerle açıklığa kavuşturduk.

Nihayet bundan sonra Hicaz´a döndü. Bu yolculuğunda henüz kendi imametine da­vette bulunmamış ve biat olayı meydana gelmemişti. Birçok nedenleri kendisini Hicaz´a dönmeye zorlamış, neticede tekrar oraya geri dönmüştü.[35]



İmameti


490- Fakat o, kalpler kendisine bağlandıktan, ayrıca Yemenlilerin iki yakasını bir­leştirebilecek, aralarında çok yaygın bulunan bidatlarla, bir de üzerlerine atılıp duran Karamita mezhebiyle saflarında savaşabilecek bir imam olduğunu Yemen halkı arasında yayacak Yemen´li mürşidleri bulduktan sonra Hicaz´a döndü.

Bu nedenle kendisini tekrar geri dönmeye çağıran Yemenlilerden bir heyet yanma gitti. Esasen daha önceden onu davet eden mektupları kendisine varmıştı. Nihayet Ye­menlilerin davetçilerini olumlu karşıladı ve h. 284. senesi Safer ayının altıncı gününde Sa´de´ye ulaştı.[36]

Kendisine biat edilmeye davet ederken aşağıdaki ahidnameyi okudu ve şöyle dedi: "Ey insanlar, nefsime karşı sizin hakkınızda dört şeyi şart koyuyorum; Allah´ın kita­bına ve Rasulünün (s.a.v.) sünnetine göre hüküm vermek, benimle sizin aranızda koydu­ğu esaslarda sizi nefsime tercih etmek... Evet ben sizi kendime tercih ediyor ve size kar­şı üstünlük taslamıyorum. Maddi menfaat karşısında benden önce sizi öne alıyorum. Be­nim ve sizin düşmanınızla karşılaşma esnasında kendimi sizden daha önceye geçiriyo­rum. Size karşı nefsime iki şart koşuyorum: Allah Sübhanehu ve Teala hakkı için gerek gizli, gerekse aşikar olarak nasihatta bulunmak,

Allah´a itaat ettiğim sürece bütün hallerde benim emrime itaat etmek. Dolayisıyle ben muhalefet edecek olursam bana itaat eüneniz sözkonusu olamaz. Eğer ben döneklik yapar da Allah´ın Kitabından ve Nebisinin sünnetinden vazgeçersem beni dayanak kabul etmeniz gerekmez. İşte benim yolum bundan ibarettir. Allah´ın, bana ve bana tabi olan­lara basiret ihsan etmesini dilerim."

Kendisine yapılacak biati takdim ettiği bu beyandan, aynca aynı metod üzere sun­duğu diğer birçok beyanattan, en büyük idealinin İslami otoriteyi egemen kılmak ve bü­tün müslümanları Allah Teala´nm kitabıyla Nebisi (s.a.v.)´in sünneti üzere toparlamak olduğu anlaşılıyor. Nitekim o, bütün gayretini müslümanlann dağınık durumlarını orga­nize etmek, birbirleriyle olan münasebetlerini düzeltmek amacına yöneltiyordu.

Bu konuda şöyle söylediği rivayet edilir:

"Allah bu ümmeti ıslah etseydi de, tek ben bir gün aç. bir gün tok kalsaydım."

Böylece onun devlet başkanı olmayı değil, sadece müslümanlann işlerini düzene koymayı, şeriatı-ihya ederek egemenliğine uyulmasını zorunlu hale getirmeyi arzuladığı açığa çıkıyor.

491- Sa´de´de yerleşmeye karar verdikten sonra iki hususa yöneldi: Birincisi: Yemen´i ve komşularını tek bir otorite altında toplamak ve bu sayede bü­tün tefrikaların Üstesinden gelmek. Nitekim bu uğurda çetin mücadeleler verdi ve büyük çoğunluğu kendi otoritesi altına alıncaya kadar bid´atçılarla, başına buyruk kişilerle sa­vaştı.

İkinci husus: huzur ve güven ortamı oluşması için Yemen´in en ücra köşesine kadar gerçek adaleti yaymak. Böylece, halk sadece adaletli olduğunu hissettikleri adil bir oto­riteye güven duysun. Nitekim o, en başta sosyal adalet olmak üzere bütün çeşitleriyle adaleti yaymaya çabaladı. Bu amaçla bir yandan beytülmalı, öte yandan da zekat ve ciz­yelerin toplanmasını düzene koydu, almaya hak kazananlar arasında dağıtımını sağladı. ,

Bir köyde toplanan zekatın dörtte birinin, o köy halkı arasında sarfedümesini zorun­lu hale getirdi. Böylece beytülmalı düzenleme işinde en son noktaya vardı.

492- El-Hadi´den anlatılanlarda iki hüküm mevcuttur:

a) el-Hadi zımmilerin, islami fetihler esnasında ilk atalarından kendilerine intikal et­meyen arazileri satın almalarının caiz olmadığı görüşündedir.

Nitekim bu konuda zekat ve haraç işlerini yöneten kişiye şöyle demiştir: "Yahudi ve hıristiyanlardan mülk sahibi olanlara gelince, herhangi birisinin elinde veraset yoluyla dedelerinden kalan müslümanlann mallarından satın almadığı eski bir mülk varsa hiçbir yolla ona müdahele edemeyiz. Ancak onlardan birisi mü si umanlardan herhangi bir mal satın almışsa bu konuda verilecek karar, onu tekrar müslümanlara iade etmesi, parasını da geri alması şeklindedir. Çünkü eğer müslümanlann mallarını satın alma işini serbest bırakacak olursanız müslümanlar onlarla anlaşma yaparlar ve müslümanlann öşürleri ve mallan düzensiz bir hale gelir."[37]

el-Hadi´yi bu karara götüren etken, savaş ve ekonomik gücün müslümanlara ait ol­ması için müslümanların elindeki en büyük gelir kaynağı demek olan topraklann, zım­milerin kazanılmış haklanna dokunmamak şartıyla kendi ellerinde kalması hususundaki aşın kararlılığıdır. Şüphesiz bu eğilim o asrın ruhuna uygundu. Çünkü o asırda devletle­rin tümü din esası üzerine oturuyordu. Böylece dinin ilkeleri devleti meydana getiren il-, kelerin bir parçasını oluşturuyordu. Ayrıca hicri ikinci ve üçüncü yüzyıldaki savaşlar, müslümanlarla, Romalı ve diğerlerinin oluşturduğu hıristiyanlar arasında meydana ge­len herhangi bir meseleden kaynaklanıyordu. Doîayisıyle İslam iktisadını oluşturan kay­nakları müslümanlann elinde bulundurmak suretiyle devletin güvenliği için ihtiyatlı davranma zorunluluğu vardı.

b) el-Hadi, hrristiyanlann mülkiyeti altındayken müslüman olan köleleri satın alma işini beytülmalın zorunlu görevi kılmıştır. Bu durum, azad edilmeleri için gayri müslim, değerlerini ödeyememeleri halinde sözkonusudur. Şüphesiz bu anlayış, zekatın ilkele­rinden birinin çok ustaca bir uygulamasıdır. Zira zekatın harcama alanlarından birisi, müslüman köleleri satın alıp azad etmek suretiyle hürriyetleri kısıtlananlann özgürlüğe kavuşturulması ameliyesidir. Ayrıca efendileriyle mükatebe yapan kölelere yardımcı olunması ve değerleri nisetinde efendinin alacağı karşılığında çalışmaları şartıyla azad edileceklere destek sağlamak da bu kapsama dahildir.

el-Hadi, sadece gayr-i müslimin elinde olduğu halde müslümanhğı seçen köleye yö­nelik olarak bu yargıya varmıştır.

493-Nitekim el-Hadi Yemen beldelerine ait hükmü ortaya koyarken yetkili kişileri İslam hükmünün görüntüsünü içerdiğine ve daha önceki raşid halifelerin zamanındaki uygulamayı kavramaya kaynaklık teşkil ettiği hususlann oluşturduğu adalet geleneği üzere yürümüştür.

Şüphesiz onun risaleleri, hitabeleri ve ahidnameleri okuyucuya, hakim kişiyi küçük- büyük emir-nefer herkesin anhyacağı şekilde Allah Teala´in hükümlerini etkin uygula­yıcısı olarak gören Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali´nin dönemlerine ya­ni İslam´ı ilk dönemine döndürdüğü hissini verir.

Adaletli yöneticiye bu derece güven duydukları için Yemen ordusu onun arkasından kerhen değil, seve seve yürüyordu. Böylece Yemen´in büyük bir ekseriyetini kendisine severek boyun eğdirdi. Necran´ı da kendi yönetimi allına aldı. Necran hıristiyanlarına, Nebi (s.a.v.)´in tanıdığı hakların aynısını tanıdı.

494- öte yandan işlemez duruma getirilen had cezalarına işlerlik kazandırmak için çaba sarfetti. Böylece içki cezasına seksen değnek, zina cezasına da yüz değnek cezası verdi. Diğer cezaları da bu şekilde takdir etti. Nüfuzlu kişiyi, nüfuzundan dolayı had ce­zasından muaf tutmadı. Aksine hiçbir müsamaha yapmaksızın uygulamaya gitti ve adam kayırmak için kendisine imtiyaz tanımadı. Yemen´in tamamında rejimin hakimi­yetini sağlamak için sürekli cihadda bulundu, h. 293. yılına varıncaya kadar hiçbir çaba­yı elde bırakmadı. Bu senede Karamita olayı güç yeiirilemiyecek bir baskın durumunu aldı ve Yemen sınırına gelip dayandılar. Nihayet Yemen sınırlarını her taraftan ihlal et­meye başladılar. Bu nedenle onlarla cihad etmeye koyuldu. Onlarla bilfiil savaş yapma­sı, H. 293 yıh muharrem ayı başlarındaydı. Şüphesiz Karamita bir kısım aşırı Şiilerin gö­rüşlerini mezhep haline getirmişler ve İslam diyarında yıkıcı faaliyetlere başlamışlardı. Böylece İslam doğuda bir Karamita sayesinde, baüda ise İsmailiyye devletinin kurulma­sıyla aşırı şia akımlarına maruz kalmıştı.

el-Hadi´nin, doğu cephesinde hızlarım kesmek ve üstünlüklerini kırmak için Önlerin­de durması zorunluydu. Nitekim bu uğurda tatlı bir belayla imtihan edildi. Zira beş yıla yakın bir süre onlarla savaşa koyuldu. Nihayet bu cihad esnasında birçok yaralar aldı ve 298. yılı sonunda Rabbi kendisinden, kendisi de Rabbinden razı olarak vefaat etti. Böy­lece denemediği hiçbir cihad yöntemini ardında bırakmadı. Hak ve hakikati öğrenme uğrunda cihad etti; bu şekilde Zeydiyye mezhebini geliştirdi, ietihad ve başka mezhep- . lerden alıntı yapma kapısını genişletti. Kendisini mezhep sahibi diğer imamların merte­besine çıkaran mutlak ictihadlarda bulundu. Rejimin hakimiyetini sağlama uğrunda mü­cadele etti. Bununda ötesinde bid´atlarla savaşma konusunda mücadele verdi. Karami-ta´nın önünde bir gözetleme yeri olarak durdu.

Başladığı şeyleri, tamamlamak üzere oğlu Ahmed b. Yahya´ya terkeîti. Oğlu da, h. 325. yılında Sa´de´de vefat edinceye kadar yirmiyedi yıldan daha çok bir süre onlarla ci­had yaptı. O da babasının yanına defnedildi.

495- Burada, Zeydiler´in h. 3. yüzyılda iki devlet kurduklarını ve her iki devlet içeri­sinde .de hakimiyetlerinin son aşamaya ulaştığını görüyoruz.

Birincisi, Utruş Nasır´m Deylem ve Cil beldelerinde kurduğu, kendisinden sonra da

halifelerinin devam ettirdiği devletdir.

İkincisi, el-Hadi´nin Yemen beldelerinde kurduğu ve kendisinden sonra da halifele­rinin aynı tarz üzere sürdürdüğü devlettir.

Böylece bu iki devletin kuruluşu da Zeydiyye´nin anlayışına göre tamamlanmış ol­du. Her devlette imamlığı tanınan bir imam başa getirildi. Bu olay, biribirinden uzak iki ülkede iki imamın aynı anda başa getirilmesini caiz gören Zeydiyye mezhebine ait bir uygulamadır. Şüphesiz bu iki devletin ayakta durması noktasında birçok etkenler ortada bulunuyordu. Nitekim Nasır, islam´ın propagandasını yapmak suretiyle islami bir at­mosfer oluştururken, ikincisi de tefrika ve başıbozukluğun orta yerinde adalet, cihad ve ittihad bayrağını açtı. Yemen beldeleri ona hazır vaziyetteydi. Beldeler el-Hadi´yi Ye-men´e mahsus katıksız bir davetle oraya çağrıda bulunmuşlardı. Bu davet, Hz. Hüseyin (r.a.) hakkında işlenen ayrıca kendisinden sonraki zulüm ve zalimlere karşı kükreyen to­runu Zeyd hakkında uygulanan Irak´a mahsus bir davet türü değildi.

496- İmam el-Hadi´nin şöhreti sadece adil devlef adamlığıyla değildir. Bilakis onun ünü, sahib olduğu ilim ve fıkıh anlayışıyladır da. Gerçekten onun devlet adamlığının bi­çimi, ilmi görüşlerini devlet yönetiminde çok ince bir uygulamayla tatbik alanına koyan ilim adamının devlet adamlığı vasfını ortaya çıkarır. Şüphesiz beldelerin sosyal yapısı, bu görüşlerin uygulanmasında kendisine kolaylık sağlamıştır.

Nihayet el-Hadi, ardında fıkıh ve hadis alanında birçok kitaplar bırakmıştır. Kitab el-Ahkam isimli eser bunlar arasındadır. Bu eserde İmam Malik´in el-Muvatta´âa izledi­ği stili izler; önce hadis ve kaynak haberleri zikreder, sonra da onlara ait tahricleri ile o haberler çevresindeki ictihadlarmı belirtir. Meselelerin çoğunu dayandığı delillerle bağ­lar. O meseleleri çoğunlukla İmam Zeyd´İn (Allah her ikisinden de razı olsun) isnadryla buluşturur. Nitekim İmam Zeyd´in isnadlan el-Mecmu´öa tedvin edilmiştir. Bu çoğun­lukla uyum sağlama olayı, el-Mccmu´un doğruluğunun açık belgesini oluşturuyordu. Bununla birlikte birçok meselede İmam Zeyd´e uyum sağlarken bir çoğunda da ona mu­halefet ediyordu.

Şüphesiz Yemen halkının büyük ekseriyeti onun ictihadlarını taklid etmişlerdi ve çocuklarıyla çağdaşları olan Zeydiyye mezhebi alimleri onun mezhebine karşı hizmetle­rini tam olarak yerine getirmişlerdir. Ayrıca onun ortaya koyduğu belgelerden hükümle­rin illetleriyle kaidelerini istihraç etmişler, bu illet ve kaidelere göre onun mezheb anla­yışının tahric yöntemlerini ortaya çıkarmışlardır.

497- Deylem ve Cilan ile Yemen arasındaki uzaklığa rağmen bilimsel bağlantılar, mektuplaşma, kitaplar ve karşılıklı etüdle sağlanmaktaydı. Şüphesiz Nasır´m eserleri Ci­lan ve Deylem beldelerinde zuhur etti. O kitapların etüdünü ve onlarla Utruş Nasir´ın görüşleri arasını birleştirme işini de mezheb müctehidlerinden bir gurup yerine getirdi.

Nitekim biz, daha Önce Zeyd´in mezhebi içerisindeki görüşlerin toparlanmasına, bu işi iki kardeş olan Müeyyed Billah Ahmed b. Hüseyin ile Ebu Talib Natık bi´l-Hakk´ın yerine getirdiğine işaret etmiştik. İşte sözkonusu taife bu mezheb içerisindeki birçok tahric yöntemlerini ortaya çıkarmıştır. [38]




[23] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 445-446.

[24] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 446-447.

[25] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 448-449.

[26] el-Milel ve´n-Nihal, 1/211. Ayrıca îbn Hazm´ın el-Milel ve´n-Nihai adlı eserin dip­notu.

[27] Ravd en-Nadir Mukaddimesi

[28] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 449-451.

[29] er-Ravd en-Nadir, 1/64

[30] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 451-453.

[31] Ravd en-Nadir Mukaddimesi, 1/64

[32] Bkz. kitabın 225-226. no´lı paragrafları

[33] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 453-458.

[34] Bu risale Dar´ül-Kutûb´de 39 no.lu mahfuz yazma risalelerinin kapsamı İçeri sindedir.

[35] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 458-459.

[36] Tarih el-Hadi. Varak: 32

[37] Tarih el-Hadi, Vark: 3

[38] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 459-464.