saniyenur
Thu 2 June 2011, 06:08 pm GMT +0200
YEDİNCİ DELİL: İCMA
Râşid halifelerin ilk döneminden bugüne kadar, selefin eserlerini, halefin haberlerini incelediğimizde, kalbinde zerre kadar iman, birazcık samimiyet ve ihlâs bulunan hiçbir müçtehid imamın, bizatihi sünnete yapışmayı, onunla delil getirmeyi ve gereğince amel etmeyi inkâr ettiğini görenleyiz. Bilakis, onların, sünnete sımsıkı sarıldıklarım, onun çizdiği istikâmette hareket ettiklerini, başkalarım sünnetle amele teşvik ve ona muhalefetten menettiklerini, kendileri ve başkaları için hükümlerinde ona dayandıklarını, sünnete muhalefet eden veya onu hafife alalıa şiddetle karşı çıktıklarını, onu, Rur'ân'm tamamlayıcısı ve bir açıklayıcısı gördüklerini, kendileri, önlerine sahih ve aksi hüküm bildiren bir hadis geldiğinde, Kitab veya diğer delillerden birine dayanarak elde ettikleri içtihâdî görüşlerinden hemen ona döndüklerini ve onu nazar-ı dikkate aldıklarını görmekteyiz.
Bu konuda seleften, şu meşhur söz nakledilmiştir: "Sahih bir hadis bulunduğunda, benim mezhebim odur. Ona ters düşen sözümü, kaldırıp duvara çarpınız."[263] İmam Şafiî'nin, bu mânâda bir sözü meşhur olmuştur. Müçtehidlerin çoğundan, bu mânâya yakın sözler nakledilmiştir.
ALLAH kendilerinden razı olsun, onlar, hadisin mevkiini çok yüksek tutuyor, hadis meclisinde edeble oturuyor, hadis âlimlerine hürmet ve ta'zim ediyor, onları övüp kendilerine rıfk ile muamele ediyorlardı. Hadis ehli için düşünce ve itikadları şu idi: Ehl-i hadis, din için en büyük yardımcı, saldırganların hücumuna ve dinsizlerin şüphelerine karşı en kuvvetli koruyucudur. Onlara, ancak bid'at ehli, fâcir ve kâfir düşman olur.
Selef, ayrıca hadis rivayetine büyük önem veriyor, bu yolla uzak-yakın, dünyanın dört bir yanma yol tepiyor, ömürlerini vererek işlerini, zevk ve şehvetlerini, vatan, mal ve evlâtlarını terk ederek hadis almaya ve yaymaya çalışıyorlardı. Bütün bunları, hadisi rivayet, dağınık rivayetleri toplama, onları zapt ve hıfz altına alma> zamanını tesbit, sahih, zayıf ve mevzu olanını birbirinden ayırma konularındaki gayret ve hassasiyetlerinden dolayı yapıyorlardı. Bunca çalışma, ancak şeref ve kıymeti büyük, netice ve faydası pek çok olan bir şey için yapılabilir. Dikkat! Bu şey, İslâm'ın asıl kaynaklarından biridir. Kur'ân'm ve ekseri hükümlerin anlaşılması ona bağlıdır. O da sünnettir. İşte bu sebeple sünnetin delil oluşunda İslâm âlimleri arasında icmâ hâsıl olmuş, bu konuda söz birliği sağlanıp kesin hükme varılmıştır.
Hadislerde ulemâ arasında meydana gelen ihtilâf iki konuda olmuştur:
1- Bu hadisin, Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait oluşu sahih midir, değil midir?
2- Bu hadis, bu hükme delâlet eder mi, etmez mi?
İmam Şafiî (r.h), demiştir ki: "Ümmet, Önüne Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti gelen bir kimseye, herhangi bir insanın sözü için sünneti terk etmesinin caiz olmadığı hususunda icmâ etmiştir."
Yine İmam Şafiî, şöyle demiştir: "İnsanların âlim dediği yahut kendisini ehl-i ilim gösteren hiç-bir kimsenin, ALLAH Teâlâ'nın, Rasülullah (s.a.v)'ın emrine uymayı ve hükmüne teslim olmayı farz kılmasında muhalefet ettiğini işitmedim. Sahabe ve Tabiîn içinde, kendisine Hz. Peygamber (s.a.v)'in bir sünneti haber verildiğinde onu:
kabul etmeyen, hükmüne dönmeyen ve onu sünnet olarak görmeyen bir kimse bilmiyorum."
"Bizim, Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen bir hadise (sened veya başka şeyinden dolayı amel etmeyip) muhalif bir görüş ileri sürmemize gelince, bundan dolayı inşaallahâALLAH hesaba çekilmeyeceğimizi ümid ediyorum. Başkası için böyle değildir. Fakat bazen birisi, sünneti bilmeden, ona ters düşen bir söz söyler; bununla sünnete muhalefeti kasdetmez. İnsan, bazen de yorumunda hata ve gaflete düşer. Bu durumlarda, yandan mazur görülebilir,"[264]
Şeyhü'l-İslâm İbn Teymiyye (728/1327) (r.h), demiştir ki: "Bilinsin ki; umûmen ümmet yanında kabul görmüş imamlardan hiçbiri, küçük-büyük hiçbir hususta, Hz. Peygamber (s.a.v)'e muhalefeti kasdetmemiştir. Çünkü onlar, Rasülullah (s.a.v)'a uymanın vâcib olduğunda, kesin olarak ittifak halindedirler. Ve yine Rasülullah (s.a.v) hariç, diğer bütün insanların sözlerinin bazılarının alınıp, bazılarının terk edilebileceğinde de görüş birliği içindedirler. Fakat bununla birlikte imamlardan birinin, sahih hadisin hilâfına bir görüşüne rastlandığında, bu hadisi terk etmesinde mutlaka bir özrü vardır. Bütün bu özürler de üç çeşittir:
1- Hz. Peygamber (s.a.v)'in onu söylediğine yakînen inanmaması.
2- Bu sözle, bu meselenin kasdedildiğini kabul etmemesi.
3- Hadisle bildirilen hükmün mensuh olduğuna inanması."[265]
Evet, bütün bunlarla birlikte, kendini ilim ehli gösteren ve bizatihi sünnetin delil oluşunu inkâr edenler vardır. Fakat biz, bu kimsenin durumunu araştırdığımızda ve içinde gizlediğini dışa vurduğumuzda, onun, şu üç kimseden biri olduğunu görürüz:
1- Dine girmiş görünür; fakat mü'min değildir. Bilakis, kendisi ve taraftarları lehine yürütülen bir plan adına, dinin asıllarında şüpheler ortaya çıkarmak ve onu kökünden yıkıp temelinden sarsmak için müslüman görüntüsü veren, küfrünü gizleyen bir zındıktır.
O, açıkça müslümanların dinine ve bütün delillerin kaynağı olan Kur'ân'a saldırmaktan çekinir ve onlara başka bir taraftan yanaşır. O da kendisi olmaksızın Kitab'ın anlaşılamayacağı, bütün hüküm ve kanunlarının hükümsüz kalacağı sünnete saldırmaktır. Bu hücumlarıyla, bütün hükümleri yok hükmüne getirecekler, Kur'ân ellerinde bir oyuncak olacak, onu anlamaya güçleri yettiğini zannederek, âyetleri kendi hevâ ve hesaplarına göre yorumlayıp tefsir edecekler, bunları yaparken de: "Biz, ALLAH Teâlâ'nın, 'Kur'ân'da hiçbir şeyi bırakmadık, açıkladık.'[266] 'Biz sana her şeyin bir açıklaması olarak Kitab'ı indirdik,'[267] âyetleriyle amel ediyoruz," diyeceklerdir.
Evet, bu âyetler haktır; fakat onlar, bunlarla, bâtıl bir mânâ kasdetmektedirler. Şüphesiz Kur'ân, bütün şeriatı (hükmen) ihtiva etmektedir. Bütün kanun ve hükümlerin temeli Kur'ân'dır. Fakat inşaallahâALLAH, ileride açıklayacağımız gibi bu, onların düşündüğü bâtıl mânâyı isbat ve sünnetin delil oluşunu iptal neticesini vermez.
2- Hadisi inkâr ve iptal eden ikinci tip, açıkça küfrünü ortaya koyan ve yüzündeki perdeyi kaldıran bir kimsedir. Meselâ: "Cebrail hata etti, asıl peygamber Hz. Ali iken yanlışlıkla peygamberliği Hz. Muhammed (s.a.v)'e götürdü." diyen kimse, bu gruba örnektir.
3- Bu gruptaki, hakka ulaşmak, Rabbine güzel ve doğru bir şekilde ibâdet yapmak isteyen bir adamdır; ancak o, aklı şaşkın, gafleti taşkındır. Çeşitli fikirler kendisini sağa-sola, öne-arkaya çekip durur. Zahiren dine bağh, onu savunmaya hırslı, korumaya hevesli görünen zındıkların ileri gelenleri ve dinsizlerin şeytanları, tatlı dilleri ve sahte ahlâkî güzellikleriyle ona bozuk fikirlerini ve bâtıl mezhebleri-ni güzel gösterir, kendilerince kabul görmüş birtakım delil ve hüccetleri öne sürer ve hak ile bâtılı birbirine karıştırırlar; bununla da dini muhafaza ettiklerini ve onu bid'atçılarm görüşlerinden temizleyip asıl safiyetine kavuşturduklarım zannederler. Bunları dinleyen o kimse de duyduğu sözlerdeki hata ve dinsizliği, şer ve fesadı araştırıp anlamaksızm, güzel bir niyet ve şaibesiz bir kalb ile onların doğruluğuna ve sağlamlığına inanarak hatta savunmaya çalışarak onlardan bu görüşleri alır. Heyhat! Ne sinsice bir veriş ve ne ahmakça bir alış! Bunun için; "Akıllı düşman, câhil dosttan daha hayırlıdır/' denmiştir.
Hiç şüphesiz bu kimselerin muhalefetleri, müçtehidlerin, sünnetin delil ve onunla amelin vâcib olduğu konusunda oluşturdukları icmâya herhangi bir olumsuz tesir yapmaz. Sünnetin bu durumu, dinin kesin olarak bilinen meselelerinden olmuştur ve pek çok mesele, onun üzerine kurulmuştur. Nitekim bunların hepsini açıkladık.
Yukarıda, bizden evvelki büyüklerimizin sünnete nasıl sımsıkı rıldıklarını gösteren haberlerden bir miktar zikretmiştik. Bu konuda sayısız diyebileceğimiz haber ve nakil mevcuttur. Kalbinin yatışması nefsinin güvenle dolması ve fıkıh, ilim, edeb ve hikmet yönüyle 'stifadenin olması için bu haberlerin bir kısmını zikretmeyi uygun buldum. İyi dinle, güzel anla!
[263] Bu sözün geniş bir açıklaması için bkz. Sübkî, Mecmûatu'r-Res&ili'l-Müniriyye, II, 98.
[264] Bu rivayetler için bkz. Şâfıî, Risale, 73, 219; Suyûtî, Miftâhu'l-Cenne, 24; İbnu'l-Kayyım, İ'lâmu'l-Muvakkün, II, 361, 374.
[265] İbn Teymiyye, Refu'l-Melâm ani'l-Eimmeti'l-A'lâm, 22-24.
[266] En'am, 38.
[267] Nahl,89.