- İbni Râvendî'nin Peygamberlik Hakkındaki Görüşleri

Adsense kodları


İbni Râvendî'nin Peygamberlik Hakkındaki Görüşleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 10 July 2011, 08:54 am GMT +0200
İbni Râvendî'nin[220] Peygamberlik Hakkındaki Görüşleri


Şeyh Ebu Mansur (r..a) diyor ki : îbni Râvendî, peygamberliği 'is­pat etmede geçen konulardaki gıda maddeleri ve öldürücü zehirler ile delil getirdi ve sonra şöyle dedi : haber hakkındaki iş, ya kesinlikle sabit olmamak veyahut da tevatürü ve tevatüre mecbur olan hususu ka­bul etmemizden hâli değildir. Eğer haberin kesinlikle sabit olmadığı ka­bul edilirse geçen günler ve o günlerde vukubulan hâdiseler ve uzak yer­ler hakkında malûmat sahibi olmayıp cahil olmak vacip olurdu. Mütevâtir haberi ve ona mecbur olan hususu kabul edersek onunla peygam­berlerin haberlerini kabul etmek vacip olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra biz onun Kur'an'la deliller getirmeleri yönünden yaptığı taan ve sistemin fasid olduğunu açıklayan hususların cümlesini zikredeceğiz. Çünkü o deliler bir çok yönden ele alınmıştır.

Birincisi : Kur'an'm nazmı ile ki, onda arabm Örfünün ve âdeti­nin dışına çıkacak hiç bir garabet ve sonradan uydurma yok. idi. Bilâ­kis Kur'an'in nazmı en güzel nazım ve en tatlı lâfızdır. Arap, bu hu­susta en güç olan kuvvetlerini harcamaya tahammül etti. Hatta o uğur­da helak oldular. Kendilerince şeylerin en sevimlisinin selâmeti, sitem ve tahaddi ile beraber kolay olan işin terkedilmesinin imkân ve ihtimali bulunmaz. Halbuki onlar hayattır, ruhun ve canın tebeddül etmesi ona olan benimsemeleri ile ve tutumlu olmalarına rağmen ancak onların ya­radılışı veyahut imtihan olunmaları bakımmdan kendilerinde zuhur eden acizlikten dolayı vukubulmuştur.

İkincisi: Bütün işlerin beyan edilmesi ki, onunla ehl-i kitabın âlim­lerinin bilgisi olduğu ifade edilir, Peygamber'e (s.a.v.) şâhid olan kim­senin ihni ile bilinir ki, Peygamber Aleyhisselâm, onlara muhalefette bulunmamıştır. Peygamber Aleyhisselâm, yazı yazmasını bilmiyordu ki, onun söylenenleri yazıp tekrarlaması ve hazırlanması muhtemel olsun. Öyle ise, kendisine verilenin AHah-u Teâlâ'nm O,na talim etmesiyle ol­duğu sabit olur.

Üçüncüsü : Kendisine müyesser olan fütuhat İle verilen haberler; insanların, dinine fevç fevç, bölük bölük girmeleri; dininin düşmanları­nın çok olduğu, yardımcılarının az, kendisinin kuvvet bakımından zayıf olduğu bir zamanda diğer dinlerin üstüne bulunması. Bunların hepsi Kur'an-i Kerîm'in haber verdiği hususlardandır. Tevfik Allah'tandır.

Dördüncüsü : Gerçekten Allah-u Teâlâ Kur'an-ı Kerîminde Kıya­mete kadar olacak ve zuhur edecek olanların hepsinin asıllarını ve esas­larını cem'etmiştir. Bu da delâlet eder ki, o, gaybı bilendir. Hatta[221] Al­lah, Peygamberine o asıl ve esasları bildirmiştir.

Ve yine Allah-u Teâlâ, Kur'an-ı Kerîm'in, diğer AHah kitaplarına muvafık olduğunu izhar etmesi ve aşağıdaki âyeti celilelerde  ifadesini bulduğu gibi onun ümmetinin ve Muhammed Aleyhisselâm'm sıfatları­nın Kur'an-ı Kerîm'de beyan edilmesi de ifade edilen delillerdendir. Bu husustaki âyetler : «Onlar ki yanlarında bulunan Tevrat ve İncil'de is­mini yazılı buldukları iimm-i peygamber O Resule tâbi' olurlar.[222] Mu­hammed (s.a.v.) Allah'ın peygamberidir.»[223] «Kendilerine kitap verdikle­rimi^ Hazreti Peygamberi, öz oğullarını tanır gibi tanırlar.»[224] Bunlar, onlardan hiç birinin inkâr etmeğe ve reddetmeğe cür'et ve cesaret ede­medikleri gerçekleri ifade eden âyetlerdir. Öyle ise bu kitapları gön­derenin ve indirenin Allah-u Teâlâ olduğu sabit olmuştur. Zamanların muhtelif, vakitlerin birbirinden uzak olmalarına rağmen hepsini yekdi­ğerine muvafık olarak göndermiştir ki, gerçekten Kur'an, kendisinden diğer kitapların gelmiş olduğu zât-ı subhânî tarafından gönderildiğini ve kendisinin kadîm olduğunu, onun delilinin ilk ve son gelenlerden her ferd hakkında devamlı olarak carî olduğunu bilsinler. Ve yine lânetleş-me hususunda zikri geçen ve peygamberler şundan sorulurdu ve bu hu­susta kendilerinden fetva istenirdi gibi verilen kaberlerden hepsi zikro-lunan hususlardandır. Kur'an'da zikrolunan cinlerin kıssası ve onların peygamberi tasdik etmeleri ve gerçek olduğuna dair şehadet etmeleri, diğer kitaplara olan[225] muvafakati ile olduğu zahirdir. İsmet, Allah'tan­dır.

Bu mevzuda asıl olan şudur ki, gerçekten Resulûllah Sallalahû aley­hi vesellem öyle bir asırda peygamber olarak gönderildi ki, o zaman tevhîd bilinmiyordu. Bilâkis, putlara, ateşlere ve heykellere ibadet eden­lerle dolu idi dünya. Binaenaleyh kendisine Kur'an'dan gönderilen husus en başarı sağlanmış hususlardan[226] idi ki, eğer insanlardan geçen kim­selerden teşkil eden âlemin muvahhidi toplanmış olsaydı ve delilinin üstünlüğü ebediyyen kendisine bahsedilen kimse olsaydı, bir mucid üze­re kadir olmayan o zaman da herşeyi ihata etmek şöyle dursun, onun, onda birine ulaşma ihtimali dahi bulunmazdı. Kuvvet ancak Allah'tan­dır.

Peygamberimiz   Muhammed   Mustafa   Sallallahualeyhisevesellem'in peygamberliğini ispat etme babında bizim yahudîler için delil getîrmig olduğumun ve açıkladığımız Allah-u Teâlâ'nm : «...Eğer Cennet (sizin iddianıza göre) diğer insanlara ait olmayıp Allah tarafından size hâs kılınmış ise ve bunda sâdiklarsamz ölümü temenni edin...»[227]ayet-i celî-lesi ile iki yönden delil getirmiştir.

Birincisi : Vaadetmek ki, eğer gerçekten onlar ölümü isteselerdi muhakkak ölürlerdi.

İkincisi : Gerçekten yahudiler ebediyyen ölümü istemezler. Onlara öiümü istemekten daha kolay gelen bir şey yoktur. Hiristiyanlarla lanet-leşmeyi istemek ve lanetin vukubulduğunu haber vermekle de delil ge­tirdi. Öyle ise bu sıfatın kendi kitaplarında bilinmiş olan bir husus ol­duğu sabit olur.

Verrâk, sözlerine şu hususu da katmıştır : Yahudiler eğer dilleri ile ölümü isteselerdi, muhakkak kendilerine ölümün kalben istenmesi mu-rad olundu denirdi. İkinci olarak gerçekten onlar, Mûsâ ve İsa Aleyhis-selâmlara imân etmişlerdir. Her ikisi de müneccimlerin haber vermeleri gibi bu hususları kendilerine haber vermişîredir. Birincisine şöyle ce­vap veriliyor : Hakikaten lânetleşme bu hususa muhtemel değildir. Ve yine onlar basiret ehlindendir. Öyle ise eğer reddedilmiş olsalardı muhak­kak o hususu kalbleri ile işlediklerini ifade etmek suretiyle mukabelede bulunurlardı.

İkincisinin cevabı ise şöyle ifade edilmektedir : Eğer öyle olmuş olsaydı onlar, Allah-u Teâlâ'nm ; «...And olsun ki, inşaallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarmm traş etmiş ve kısaltmış oldu­ğunuz halde korkmaksızın mutlaka Mescid~i Harâm'a gireceksiniz.,.»[228] Ve «O Allah'tır ki, Peygamberini her dinin üstüne çıkarmak için, onu hi­dayet ve hak din ile gönderdi.»[229] mealindeki âyetlerin gelişinde ona mu­kabele etmekten imtina' etmezlerdi. Ve yine o husus ile olmuş olsaydı, tasdik etme, can ve mallardan ibaret olan egyânın en şereflisi olan ile mukabelede bulunma ihtimali için olurdu.

Fakih Ebu Mansur (r.a.) diyor ki: Eğer zikrolunan hususun var olması Resulullah'm vermiş olduğu haberle olmamış olsaydı onlar,  elbetteki ölümü temennî etmezlerdi. Fakat bu verilen haber, onların bu hususu işlemiyeceklerini bilenin haberi ile vukubulmugtur. Kuvvet an­cak Allah'tandır.

Ve yine Verrâk, ta'n ederek der ki : Eğer müneccimlerin sözleri­nin hükmü üzere olup onların katında tekerrür etmemiş ve hatta cevap vermekten kaçınmış bir hâl almamış olsalardı, bunun dışında Resulul-lah'm getirmiş olduğu şeyde kendilerinde tekerrür etmezdi ve böylece onları korkutmuş olduğu şeyden çekinmezlerdi de müslüman olurlardı. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Ve yine Allah-u Teâlâ'nin «Sen bundan önce (Kur'an'ın gelmesinden evvel inen kitaplardan) hiç bir kitap okur değildin. Ve elinle de onu yazmazdın.»[230] mealindeki âyet-i celîleyi ta'n ederek der ki : Gerçekten ezberlemek, yazmanın yerini tutar. Çünkü ezberleme, okumakla olur. Üzerine ibkâ edilmek suretiyle olan ise o, okunan kitaptan olur.

Sonra o husus ancak onu bilen kimsenin nezdinde ihtilâfı zahir olan kimse ile olur. Malûmdur ki Peygamber onların arasında doğup bü­yümüştür. Bu hususlardan kendisinde bir şey vukubulduğu bilinmiyor. Eğer bir şey olmuş olsaydı, mukabelede bulunmakta şu kadarı kolay olurdu, ondan âciz kalmazlardı.

Kur'an haberleri hakkında da dil uzatarak der ki; Kur'an'ın haber­leri, haber-i âhâddır. Yani, kişilerin tek tek vermiş olduğu haberdir. Bu ise düpedüz yalandır. Çünkü Kur'an-ı Kerîm, bilâkis mütevetir; yani, cemaat olarak rivayet edilip gelmiştir. Bununla beraber onun bu kadar sözü ve ikrarı dahi bir delildir. Sonra cemaat olarak tevatürle olan ri­vayet hakkında da ta'nda bulunarak der ki; toplu halde bulunmak, işit­mekten, uzak kalmaktan veyahut işitmeğe yakın olmaktan hâli değil­dir. Eğer işitmeğe uzak olursa, hile girmesi ihtimali bulunur. Yakın olur­sa da işitme ancak az bir kimseye nasip ve müyesser olması muhtemel olur.

îbni Ravendi der ki : Bu cahiller mahfelierde bulunan kimselerdir. Yoksa onun hakkındaki iş öyle yayılmıştır ki, kendisinden.[231]önce ge­çenlerde bile sirayet etmiştir. Hatta ondan bir şey, yakın olanlardan şöyle dursun uzak kalanlara dahi gizli kalmamışür. Ve yine Yahudilerin ve hiristiyanların bu konuda icma' edip fikir birliğinde bulundukları ya­lanı ile dil uzatmıştır. îbni Ravendi, bu hususta şöyle diyor : O, ya ha­beri mutlaka ve kesinlikle inkâr etmiştir, böylece mani'yi taklid etmek­te ve bu sözünü ifade etmekteki tutum ve mezhebi bâtıl olur. Veyahut ta haberin vâki olduğunun caiz olduğunu ifade eder ki, bu takdirde aklî usuller hakkında hak ehlinin icma' ettiği noktaya rücû etmesi mutlaka gerekir ki, böylece onların icma' ve haberlerini kabul etmiş olur. Çün­kü onlar, bu hususa mütemessikdirler. Biz de Elhamdülillah, onlarız.

Şeyh Ebu Mansur (r.a.) diyor ki : Bu mevzuda asıl olan şudur ki; gerçekten haberlerin aklen kabul olunması lâzımdır. Çünkü onda işit­me ve konuşma hikmeti bâtıl olur ve kendisinde dünya ve ahiret ilim­leri zeval bulur ve bedenlerin hayatını temin eden besin maddeleri ve ilâçların asılları inkıtaa uğramış olur. Sonra haberlerin kendi büyüklük­lerini ifade edecek hususlar kadarmca yayılmaları güç olur. Meselâ; bir padişah, eğer öldürülmüş olursa onun bu hâdisesi zarurî olarak her ta­rafa kolaylıkla yayılır. Hattâ insanlar onun gibisinin gizli tutulmasını isteseler, ona kadir olamazlar. Mu'tâd olan marifetlerin dışında bulunan­lar da böyledir. Tehlikesi az veyahut da mu'tâd olduğu üzere cari olan şeyde ise onun meydana çıkması kolay ohnaz. Belki onun hatırlanma­mış olması da ihtimal dahilinde olur. Bu mahlûkatta ve yaradılışların­da bilinen bir husustur. Padişahların veya Sultanların hâkim olmaları, memleketlerin fethedilmesi hususundaki haberleri sür'atle yayılması da buna göre mütalâa edilir. îşte peygamberlerin getirdikleri iş de bunun gibidir. Çünkü onlar, insanlar katında mutad olan işlerin dışında bü­yük ve önemli işlerle gelmişlerdir.

Bunun için onların haberleri zahir olup dünyanın en uzak ve yakın yerlerine ulaşacak şekilde yayılır. Çünkü o haberler öyle bir vecihle olur ki, işitenlerin onu gizlemesine güçleri yetmez. Çünkü zikrettiğimiz gibi onun gibisini neşretmek insanların gözünden kaçmaz. Bununla be­raber zikrettiğim husus gibi kendisinde menfaat olmayan şey de yayı­lır. Öyle ise insanların ve mahlûkatm hepsine ilgili olarak gelenin ya­yılmasının anlamı daha haklı ve gerçek olarak görülmektedir. Bir kim­seden intişar eden ve yayılan her iş, habere avdet eder. O haber ya hak ve adalet üzere olur veyahut da zulüm üzere olur. Eğer zulüm üzere olursa, onda işlenen şey bilinir ve değiştirilir. Hak üzere olup tasdik edilen de ikrar olunmuş olur. îşte bunun için peygamberlerin haberle­rinin kendi hayatlarında intişar etmesi lâzım olur. Eğer onların habe­rinde bir şey işlendiği zahir olursa onun eseri, ve izi nehyedilmek ve değiştirilmek suretiyle imha edilir. Ve kendisinden gelen hak ve gerçek olarak baki kalır. Bunun delili de Resûlullah Sallallahualeyhivesellem'in emridir. Hattâ, uzak bir yer ve mekâna gelmez ki, orada kendisinin ese­ri açık seçik olarak bulmasın. Özellikle kendi asrı saadetlerinde. Çünkü uzak diyarlardan gelenler kendisine rücu' ederlerdi ve haberler kendi­sine ulaşırdı; ve böylece şah ve şerefi bütün ülkelerde zahir olurdu. Pey­gamberin haberi bir çok yönlerden böyle olduğuna göre onun peygam­berin haberleri âhâd haberlerindendir, demesinin bir mânâsı yoktur. Ve onun zikrettiği yönlerden de değildir. Bilâkis, mühim iş hakkındaki ve­yahut mu'tâd olan işin dışında vukubulan olay hakkındaki haberi vahid'in daha açık olarak[232] yayılması gerekir. Bu böyle olunca nasıl olur ki, ken­disinde bütün dinlerin sahibini çağırma haberi bulunan yayılmasın!' Bu­nun gibi etrafa mektuplar gönderilir, her taraftan kendisine kafileler gelir ve çeşitli delillerle peygamberlerin kendileri imtihana tabî tutulur. Melikler ve sultanlar onların getirdikleri Nûr'u söndürmek için peygam­berlere doğru yönelirler, onlara kastederler, kendi mülklerinin gitmesi, tahtlarının yıkılması acısı içinde kıvranırlar. Bu haller içinde olanın ha­berleri nasıl olur da yayılmaz? Onlar, vücudları bakımından zayıf, ken­di cevherlerinden yardımcılarının az olduğunu biliyorlardı. Bu korku on­larda ancak peygamberlerin Kadir ve Âlim olan Allah tarafından gel­diklerini bildikleri için vukubuluyordu. Buna göre tehlikeli işlerden mu­cizeler yerine çıkan şeyden onun eseri elbetteki kalmaz. Onların da tabî olanları[233] bakî kalmaz. Delilerle itiraz etmek de onun gibidir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Yahudilerin ve hıristiyaniarın toplanmaları ve fikir birliğinde bu­lunmalarından zikrolunan hususlar ise; onlar ancak öyle bir işlerdir ki kendi görüşlerinin ihtimali dahilinde[234] olduğu kadarınca o iğlerde ihti­lâf etmişlerdir ve onlardan her birerlerine tâbi olanlar arasında bu hu­sus yayılmıştır. Bunlar ise ne tehlikeli işler hakkında ve ne de âyet ve mucizeler hakkındadır.

Sonra gerçekten ne zaman haberler Şerîatı değiştirmeye ulaşır ve hatta eserini imha etmeğe ve haberi bozma derecesine yaklaşırsa Al­lah, fazlu nimetiyle onu ihya eden ve koruyan   kimseyi   gönderir. Ve peygamberleri bulundukları dini, akıllara hükmedecek âyet ve mucize­lerle meydana çıkarır ki, onlar tebdil ve değişikliği bilsinler. Haberin1 yayılması da buna göredir.

Sonra Allah-u Teâlâ'nm hükmündendir ki, Muhammed Aleyhisse-lâm ile peygamberliği kapatmıştır. Ve ondan sonra Muhammed Aley-hissalatuvesselâm'm ümmetine peygamber göndermemesi de onun hük­mü ve hikmetidir; ki, onun ümmetinin büyük işleri değiştirmeğe imkân ve ihtimalleri dahi bulunmaz. Onlara göndermiş olduğu kitabın ezber­lenmesini de ihsan etmiştir. O kitapla tağyir ve tebdil bilinir. Böylece kendi şeriatı âlemin yok olmasına dek bakî kalır. Tevfîk Allah'tandır.

Ebul Hüseyin Ravendi diyor ki : Verrâk, bîr yol veyahut iki yol­dan varid olmaları bakımından peygamberlerin delillerinin haberlerini ta'n etmiştir. Bu çok ağır ve büyük yalan ve iftiradır. Bilâkis bizim üm­metimiz bu haberler üzerine fikir birliği etmişlerdir. Sonra Allah-u Teâiâ'-nin nebisinin işi ta'n etme külfetinde bulunmak işi mülhidler birbirlerin­den tevarüs ettikleri hususlardandır. Muvahhidler ise hakkın korunması için Peygamber Aleyhiselâm'ın emirlerini birbirlerinden tevarüs etmiş­lerdir. Bununla beraber kâfirler, Peygamber Aleyhisselâm'ın ahlâkında veyahut şecaat ve cesaretinde veyahut dünya varlıklarından bir şeye rağbeti olması veyahut dünya menfatlerinîn fenlerinden bir şeye mey­letmesi gibi husularda bir şey bulmaya çalışmakta iş birliği yapmışlar­dır. Fakat Peygamber Aleyhisselâm'da bu hususlardan hiç bir şey bu­lamamışlardır, işte bu sayının çoğalmasında haberlerin doğru olması­nın şartı olursa nasıl olur ki bütün kalbleri istilâ etme ve ona sükûnet bulma ve zanlardan kendisine arız olan şeyin kaldırılması, mânâ ve mealinin anlaşılmasının meydana çıkması ile nefislerin mutmain olma­sının şartı nasıl olmasın? îgte adetleri ne kadar az olsa da gerçek sa­hibi olanların haberleri katında iş böylecedir.

Verrâk, Allah-u Teâlâ'nm «(Ey Resulüm) senden önce de, kendi­lerine vahiyde bulunduğumuz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız Tevrat ve încil âlimlerine so­run.»[235] kavl-i celîli hakkında ta'n edip dil uzatarak şöyle demiştir : On­ların hakkı gizlediklerine dair şehadet edilmekle beraber onlara bu hu­sus nasıl emrolunur? Bu soruya şöyle cevap veriliyor : Allah-u Teâlâ, Muhammed Aleyhisselâm'ı kesin ve kuvvetli delilerle teyîd etmiş olduğundan, onlar, kitaba meylettiler. Bunun için onlara böyle denmiştir. Hakikaten AUah-u Teâlâ, o iş hakkında onları musahhar kılıp muvafa­kat etmeğe mecbur kılar. Böylece o, Allah-u Teâlâ'nm en yüce ve en parlak âyetlerinden biri olur. Zira Allah, «İsrailoğulları âlimlerinin ki­taplarında Kur'an'ın vasfını bilmesi de, o, kâfirlere bir delil değil mi? (Bundan da Kur'an'ın sıhhatim anlamıyorlar mı?...)[236] kavl-i celîli ile dost ve düşmanlarını o husus üzerine toplamıştır. Yine o, kendisine de­lil ikame edildikten sonra dâvasında ısrar eden kişi hakkında ifade edi­len husus gibidir ki, ona kendisine güvenip sözü ile kalbi mutmain olan kimse kasdedilerek «onu felana sor» denir ve böylece o kimse ısrarın­dan vazgeçer. Üçüncü olarak bundan maksadın yahudilerden müslüman olan kimseye yöneldiğini ifade edilmesi olur. Tevfîk Allah'tandır.

Âyet-i kerîmedeki âlimlerden muradın, onların içinde bulunan şeref ve haysiyet sahibi kimselerin olması da cazidir ki, onların yanında hü­küm verilirken kendilerinde bulunan şeref ve haysiyetleri, onları yalan söylemekten meneder Allah-u a'lem.

Verrâk, Resûlullah Sallallahualeyhivessellenı'in, Bedir Savaşı günü meleklerin hazır bulunduğunu haber vermesini ta'n ederek der ki; me­lekler, Uhud Savağı günü nerede idiler? Birincisinin cevabı : Bedir sa­vağında başlar, (şahıslar) zuhur etmiştir. Onları savaşmazken gördü­ler. Sayılardan zikrolunanlarm açıklanması ise onlar, bilmedikleri suret ve şekilleri görmüşlerdir.

İkincisinin cevabı ise şöyle ifade edilir : Bedir savaşı nıüslümanla-nn yaptığı ilk savaştır. Bunun için Allah-u Teâlâ, hakkı üstün kılmak, bâtılı mahvedip yok etmek için müslümanlara yardım etmeyi murad bu­yurmuştur.

İbni Râvendî diyor ki : Verrâk çok acaip ve şaşılacak bir adamdır. Çünkü o, kesin deliller bulunmasına rağmen peygamberlerin haberini in­kâr ediyor! Bununla beraber menânılerin fikir ve sözlerini kabul edip in­sanları da onu kabullenmeğe davet ediyor. Onların aptallıklarım bir züm­re benimseyip kabul ederek göklerden şeytanların derilerinin yayıldığı­nı, yeryüzünün içinde bulunan yılan, çıyan, ve akreplerin deprenmesi ile deprendiğini kabul ediyor. Bunların hepsinin de ziya ile karanlığın işi olduğunu ve kendi akıllarında güzel olanları def  etmeği  de kabul ediyorlar. Tevfîk Allah'tandır.

Şeyh Ebu Mansur (r.a.) diyor ki : Bedir Savaşı işi hakkında bir çok vecihler vardır ki, onlardan en muteber olanı şu biridir : Onların hepsine isabet eden bir avuç toprak işidir. Onda zikrolun ani arın hepsi vardır. Yine o hususta, Ebu Cehil'in «Ey Allah'ım, bize işimizi göster; bizi akrablarımıza ulaştır.» demesindeki ifade, lânetleşmesindeki ifade­ye benzemektedir. Ebu Cehil, böyle dedi ve kâfirlerden, başkalarından liderleri bir araya topladı. Tevfîk edici Allah'tır.

Peygamberi inkâr eden kimse şu iddiada bulunuyor : Hüküm ve hikmet sahibi olan, aklın kötü ve çirkin gördüğünü emretmez. Çünkü eğer onun gibisiyle haberin gelmesi cazı olmuş olsaydı, aynı hususun yalan ve zulmün muhal olması hakkında gelmesi de caiz olurdu. Bu, iddia edip öne sürülen fikre şöyle cevap verilir : Hakikaten aklın güzel ve çirkin gördüğü şey, iki nev'idir : Birincisi; kendisine verilen nimete karşı edilen şükrün güzel olması ile sefih olanın kötü ve çirkin olması gibi olan ki, bunlar hiç değişikliğe uğramazlar. İkincisi de şöyle ifade edilir : Akim geçmişte yahut gelecekte veyahut bulunduğu hal içinde güzel gördüğü şey, aklın intikam alma cihetinden azan ve fesada dalan kimseyi...[237] güzel gördüğü gibi olur. Bunun için ger-i şerifin onun gibi vârid olması cazidir. Kendisinin mubah olması kadarının olsa büe kesme işi de buna göredir. Her diri olan ölür. Kesmek suretiyle olduğu zaman kesilen için daha rahat, kesen için de daha kolaydır. Öyle ise, bunlar mubah olan eşyalar mânâsına gelmiş olur. İkinci olarak ise, adalet, umu­miyetle güzeldir. Zulüm ise genellikle çirkindir. Fakat eşyadan bazıları vardır ki, nehyile çirkin, emir ile de güzel ve iyi olduğu zahir olur.

O da tıpkı kişinin hallerinin değişmesi, kendisinin intikal etmesi gibi. Hayvanı kesmek de buna göre mütalâa edilir. Çünkü peygamber­ler, hayvan kesmenin caiz ve mubah olduğunu bildirmişlerdir. Onlar, adaletten başka bir şeyi getirip tebliğ etmezler.

Seneviyeler, maslahat görüldüğü için, ziyanın, karanlığa zarar ver­mesini caiz görüler. Onun aynısını Verrâk zikretmiştir. Ve demiştir ki : Gerçekten peygamberler, eğer aklî delillere temessük ederek gelmişler­se, onlar bizdendir. Ve eğer aklî delillerin hilâfına olana temessük ederek gelmişlerse, onları delil kılan Allah'tır. Onun başkası olması ancak tağyir ile olur. Bunda kitabın yok olması vardır.

îbni Ravendi; ona, bir başı siyah görüp sonra onu beyaz görmesi ile itiraz etmiş ve demiştir ki : Onun gözü mü değişti; yoksa gözüne gelen şey mi? Çünkü gözün gördüğü şey, siyah değildir. Aklın bir iş için adaletli gördüğü şey de onun gibidir. Bu husus, ayakta durmakta, oturmakta ve bütün hallerde böyledir, içmek, yemek ve kan aldırmak da onun gibidir. Bazen bu halZer muhtelif şekilleriyle güzel olur. Bu­nunla aklın değişmesi vacip olmaz. Tâ ki, kendisinde güzel olan şey, başkasında da güzel olsun. Peygamberlerin işi de böyledir. Sonra bazen sonuçların iyi ve güzel olması için ağır yükler yüklenmenin ve güzel olma, selâmet bulma içinde zararlı şeyleri seçmenin caiz olduğu ifade edilir. Tıpkı ticaretlerde, icarlarda, ziraat, ilâçlar ve çeşitli ameliyatlar­da olduğu gibi. Bir menfaati, kendisinden daha üstün olan bir fayda için terketmenin ihtiyar edilmesi de böyledir. Şeriatların isi de buna göre carîdir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Verrâk, bizim beyan ettiğimizi teyîd ediyor. Şöyle ki : Gerçekten akıl, eziyet vermeyen kimseye yapılan kötülüğü zemeder. Her ne kadar kendi nefsi için sevdiğini başkası için sevmezse de. Hayvan kesmeler, bunun dışındadır. Bu böyledir. Çünkü bu, onun illetlerden tek olarak bulunduğunu düşünmesidir. O düşündüğü vakitte sonuçlar ve selâmet­te olmalar, menfaatlerin ardınca güzel olur. Rahat olmanın üstünlüğü de böyledir. Bu husus hayvan kesmelerde de mevcuttur.

Biz deriz ki : —Tevfîk Allah'tandır— : Gerçekten eşya iki nevidir. Birincisi; kendisi için güzel olan şey, zıddı olan ve her kendisine muha­lif olan için çirkin olur. İkincisi; sonuçların iyi olması ve kötü olmasına delâlet eden delilerin bulunması ve ihtiyaca binaen şey ve onun muhalifi olanın da güzel olması. Öyle ise bu hususta hallerin iyi ve kötü olduğu­nu bilen kimsenin bulunmasını söylemek lâzım gelir. Böylece iş şuna varır ki, kendi aklına itimat edilen kimsenin bulunması mutlaka lâzım­dır. Tenakuz teşkil eden ihtilâf ise onun sebebidir. Yahut iş aklın tara­fından tahsis edilen şeye rücu' eder. iste bunda da peygamberlerin gön­derilmesinin gerektiğini söylemek lâzımdır. Sonra hayvan kesme işinin, bizatihi çirkin olmasının ihtimali bulunmaz. Çünkü o, intikam yerinde helâl olur ve kendisinde eziyeti ve çirkin görüleni defetme düşünüldüğü zamanda da aklen güzel olur. Veyahut ta sonuçları böyle vukubulur. Öyle ise, kendi nefsi ile onun yani kesmenin, çirkin olması bâtıl olur. Böylece kendisinde terketmek ve izin vermekle mihnet ve musibetin bulun­masının caiz olduğu lâzım gelir, işte onda mubah olma durumu vardır.

Ve yine gerçekten her şey ki, onu akü güzel görür. O, her hangi bir halde çirkin olmaz. Ve böylece aklın her çrkin gördüğü şey, başka bir halde çirkin olmaz. Tabiatın[238] nefret etmesi ile çirkin olan her şey, düşünlen bir cevhere hulul etmesinin düşünülmesi ile olur ki, böylece onun vermiş olduğu eza ve elemden dolayı o cevherin tabiatı ondan ka­çınır. Sonra bu, bazan alışkanlıklarla o hususun gitmesi caiz olur. Tıpkı kasaplar ve savaşmayı itiyat edinmiş olanlar gibi. Öyle ise o husustan nehyin aklî değü, tabiî olduğu sabit olur. Onun âdetten değişikliğe uğ­raması zail oîur. O da hayvanın cevherleri gibi ki, onun tabiatı vahşi olmaktır. Ağır yük taşıyanlardan bütün insanların tabiatları da ona gö­redir. Sonra çabşmak, ekzersiz yapmak, başkasını alıştırmakla ona göre yaratılmış gibi olur. Hayvanın igi de buna göredir. Ve her diri, muhak­kak kendisi ölür. Sonra ona hiç bir kimse katılmaz ki onu zemmetsin. Bu husus, kendisi için olandan izin geldiği vakitte durum onun gibi olur.

Seneviyelerin görüşünü ve "sözünü kabul eden kimse, bir kaç yön­den daha haklı görülmektedir :

Birincisi; onların ziya ile karanlığın birbirine zıd ve uzak olmala­rını, sonra bağdaşmalarını ve sonra yine birbirine zıd ve uzak olma ha­line girmelerini caiz görmeleri ki, bunda her birine yakın olanların ara­sını ayırma ve her birbirine imtizaç edenin arasım seçme vardır. îşte hayvan kesmenin mânâsı da budur.

ikincisi; gerçekten elem, ya ziyanın cevherine girer; böylece ziya ezâ vermeye muhtemel olur ki, o de serdir. Eğer öyle olmasaydı kes­mekten nehyolunmazdı. Çünkü o, kesmekten ibarettir. Sonra elem, ziya­nın cevherine hulul etmekten veyahut karanlığın cevherine girmekten hâli kalmaz. Ziyanın cevherine hulul ettiğinde şer işlemiş olur. Karan­lığın cevherine girdiği vakitte de onu nehyetmenin ve inkâr etmenin hiç bir mânâsı yoktur, kendisi için. Çünkü o, tabiatinde nehyi ve inkârı kabul etmemeye muhtemel olan kişinin i§ini inkâr etmek olur. Tıpkı bu, kanadı olmayana uçma emrini vermek gibidir. Veyahut da elemin karanlık cevherine girmiş olması olur ki,   bu da onların   katında hak olandır. Sonra ya elem ona ziya cevheri ile girmiş olur ki, o da kendi­sine zem olunmayı icabettirecek hususu işlemiş olur. Veyahut da karan­lık cevheriyle girmiş olur ki, böylece karanlığa elem verme[239] bakımın­dan gok güzel ve iyi etmiş olur. Çünkü o, adalettir. Tevfîk Allah'tandır. Ve yine gerçekten kesmekte safî olan ruhun, pis olan karanlıktan çıkarılması vardır. Hak olan budur ve her şeyin âkibeti de böyledir. [240]


[220] O, Ebul Hüseyin Ahmet bin Yahya bin İshak Er-Râvendî'dir. Râvend, Isfahan do­laylarında bir köyün adıdır. Kendisi oraya nisbet edilmiştir. Bağdad'a yerleşmiş olup ilk günlerinde mu'tezile mezhebinden idi. Sonra onlardan ayrılıp mulhid ve zmdık oldu. Kendisi, 205 H. / 820 M- ile 215 H- / 830 M. yılları arasında doğmuş­tur. Vefatı ise 250 H. / 884 M. yılı içinde vukubulmuştur ve yine 298 H. / 910 M. ile 301 H. / 913 M- yılları arasında vefat ettiği de söylenir. Bak: Naybrıc'ın «Mu-kadime»sinden, Hayyât'ın,  «El-İntisar.  adlı eseri, s.  25-41.

[221] Kitabın aslında «hattâ» kelimesi «la hattâ» olarak yazılmıştır,

[222] El-Âraf,  âyet,  157.

[223] El-Feth, âyet, 29.

[224] EI-Bakara,  âyet,  146.

[225] Bak:  Cin sûresi, âyet, 72.

[226] Kitabın aslında •min. kelimesi metinin aslından olduğuna işaret edilmekle birlikte, dip not olarak gelmiştir.

[227] El-Bakara,  âyet,  94.

[228] El-Feth,   âyet,  27.

[229] Es-Saff, âyet, 9.

[230] El-Ankebut,  âyet,

[231] Kitabın aslında  .kelime   okımamamıştır.

[232] Kitabın asbnda  «ezhara»  kelimesi   «zahara.   olarak  yazılmıştır

[233] Kitabın aslında  «tübbeu»  kelimesi, ne noktalıdır ve ne de harekeli.

[234] Kitabın aslında «ihtemele» kelimesinin metine âit olduğuna işaret edilmekle bera­ber, dipnot olarak yazılmıştır.

[235] En-Nahl.  âyet,  48.  El-Enbiya,  âyet,  7.

[236] Eg-Şuarâ,  âyet,  197.

[237] Kitabın aslında -.. kelime okunamamıştır.

[238] Kitabın aslında «et'tab'u»  kelimesi  cet'tabhu»  olarak yazılmıştır.

[239] Kitabın aslında  .âleme»  kelimesi şekilsiz bir haldedir.

[240] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları:324-336.