- I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in başı kesildi mi

Adsense kodları


I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in başı kesildi mi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 3 July 2012, 04:53 pm GMT +0200
I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in başı kesildi mi?
Önder KAYA • 88. Sayı / TARİH


I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Türkiye Selçukluları’nın yükseliş devrini imar eden hükümdar olarak kabul ediliyor. Nitekim kendisinden sonra tahta çıkan iki oğlu I. İzzeddin Keykavus ve I. Alaaddin Keykubad, devlete altın bir çağ yaşattılar. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, son derece maceralı bir hayat sürmüştü. Bu hayat, alışılagelmedik bir sonla da nihayetlenmişti.


Miryokefalon fatihi II. Kılıçarslan ve oğulları
Keyhüsrev’in babası olan ve Miryokefalon fatihi olarak bilinen II. Kılıçarslan, ölümünden kısa bir süre önce topraklarını on bir oğlu arasında bölüştürmüştü. 1188’de gerçekleşen bu paylaşımda büyük oğlu Melikşah’a Sivas’ı, Süleymanşah’a Tokat’ı verdiği gibi, en küçük oğlu Keyhüsrev’e de Uluborlu ve çevresini bırakmıştı. Kendisi de Konya’da “Ulu Sultan” olarak ömrünün son günlerini geçirmeyi ummuştu. Ancak böyle olmamış, büyük oğlu Sivas hâkimi Kutbeddin Melikşah 1189’da Konya’ya girerek babasını yanında kalmaya mecbur etmişti. Bu suretle diğer kardeşler karşısında bir meşruluk kazanmayı umuyordu. Fakat II. Kılıçarslan bir müddet sonra Melikşah’ın elinden kurtulmayı başardı. Anadolu’daki çocuklarını dolaşarak en büyük oğluna karşı destek aradıysa da, Uluborlu hâkimi Gıyaseddin Keyhüsrev dışında kimse kendisine destek olmadı. Babası ile güçlerini birleştiren Keyhüsrev, ağabeyini Konya’yı terk etmeye ve Sivas’a çekilmeye zorladı. Kısa bir süre sonra evvela Sultan II. Kılıçarslan, ardından da asi evlat Melikşah’ın ölümüyle meydan Gıyaseddin Keyhüsrev’e kalmış görünüyordu. O vakte kadar iktidar mücadelelerinden uzak durmayı başaran ve yaşanan süreçte gücünü arttırma yoluna giden Tokat hâkimi Rükneddin Süleymanşah, Konya üzerine yürüyerek kardeşini muhasara altına aldı. Sonuçta Gıyaseddin Keyhüsrev’in kısa süren birinci saltanat evresi böylece sona erdi. Süleymanşah, kardeşi ve iki yeğeninin batıya gitme isteklerini kabul ederek, Selçuklu başkentinin yeni sahibi oldu.

I. Gıyaseddin Keyhüsrev Konstantinopolis’te
I. Gıyaseddin Keyhüsrev, tıpkı babası II. Kılıçarslan’ın da vakt-i zamanında yaptığı üzere Konstantinopolis’in yolunu tuttu. Amacı, muhtemelen dönemin imparatoru III. Aleksios’tan yardım istemekti. Aleksios, sabık Selçuklu hükümdarını misafirliğine kabul etmekle yetindi. Belki de ilerleyen günlerde kendisini yeni Selçuklu hükümdarına karşı bir koz olarak kullanmayı düşünüyordu. Keyhüsrev’in, Doğu Roma başkentindeki misafirliği batıdan gelen başka davetsiz konuklar nedeniyle uzun sürmedi. Haçlılar 1203’te şehir önlerine yaklaşınca, Keyhüsrev de İstanbul günlerinde kızı ile evlendiği Mavrozomes adlı bir Bizans soylusu olan kayınpederinin, Marmara denizinde bir adada bulunan melikanesine çekildi. Bir müddet sonra da kardeşi Rükneddin Süleymanşah’ın ölüm haberini aldı. Küçük yaştaki yeğeni III. Kılıçarslan’ı tahttan indirmekte zorlanmadı. 1205 yılı başlarında yeniden Konya’daki tahtın sahibi I. Gıyaseddin Keyhüsrev’di. Bu arada tahtını geri almak için harekete geçtiğinde ilk kez Teodoros Laskaris ile de siyasi anlamda karşı karşıya gelmiş oldular. Keyhüsrev’in Konya’ya varabilmesi için, İznik Rum devletinin topraklarından geçmesi gerekiyordu. Lakin bu devletin başında olan Laskaris, Sultan’dan Denizli ve Honaz’ı kendisine iade etmesini ve şehzadelerini rehin bırakmasını şart koşmuştu. Bu istekleri çaresiz kabul eden Sultan, tahtı geri aldıktan bir süre sonra oğullarına da kavuşmuştu.

Bizans İmparatoru III. Aleksios faktörü
Öte yandan Bizans İmparatoru III. Aleksios’la, Keyhüsrev arasındaki roller yaşanan Haçlı felaketinden sonra ters yüz olacaktı. III. Aleksios, şehrin Haçlıların eline geçmesi üzerine Konstantinopolis’ten kaçmış, ancak Haçlılarca yakalanmıştı. Sonrasında yüksek bir bedel karşılığı Yunanistan’ın Epir bölgesinde hüküm süren Mikael’e satıldı. Aleksios, Mikael’i kendisini serbest bırakma konusunda ikna etti. Zira Aleksios’un damadı Teodoros Laskaris, İznik’te ayrı bir devlet kurmuştu. Hem Epir despotluğu hem de İznik krallığı Konstantinopolis’i Haçlılardan alma konusunda rekabet içindeydiler. Belki de bu durumun etkisiyle Mikael, rakibi olan İznik Rum Devleti’ni bir iç mücadele içine düşürmek amacıyla sabık imparatoru salıvermeyi çıkarına uygun bulmuştu.

III. Aleksios serbest kaldıktan sonra, bir zamanlar misafir ettiği Konya Sultanı’na sığınmak üzere Antalya’nın yolunu tutmuştu. Gıyaseddin Keyhüsrev, Aleksios’u Antalya’da kabul etmiş ve onu dinledikten sonra, kendi çıkarlarını da gözeterek davasına destek olmaya karar vermişti. Esasen bu desteğin başkaca nedenleri de bulunmaktaydı. Her şeyden önce İznik’te, Teodoros Laskaris’in kurduğu devlet, başlangıçta Haçlılarla mücadele eden ve kendi ayakları üzerinde dahi zor duran bir yapıdaydı. Ancak Laskaris, zamanla toparlanmış ve 1208’de kendisi gibi sürgünde bulunan patrik eliyle imparatorluk tacını takmıştı. Sultan gelişmeleri hiç de hoş karşılamıyordu. Ayrıca Laskaris devletini kurduktan sonra Türkiye Selçukluları ile iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiş ve bunun göstergesi olarak da Konya’ya yıllık haraç gönderir olmuştu. Ancak yakın bir zaman önce haracı ödememeye başlamıştı. Bazı kaynaklarda da İmparator’un bizzat İznik’te bulunan patrik tarafından Selçuklu Sultanı ile çatışmaya teşvik edildiği kayıtlı. Tüm bunlar III. Aleksios’un ziyareti ile birleşince, savaş için uygun ortam doğmuş oldu.

Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’ye göre Sultan’ın ölümü
1211 yazında Konya’nın Ruzbe ovasında kuvvetlerini toplayan Sultan, Alaşehir savaşında Teodoros Laskaris’in karşısına çıktı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Keyhüsrev’in ordusu ağırlıklı olarak süvarilerden kuruluydu. Laskaris ise İslam kaynaklarına göre kuvvetlerini Macar, Bulgar, Alman ve Frank kuvvetleri ile takviye etme yoluna gitmişti. Savaşın hemen başında Laskaris, Frank kuvvetlerini önden göndermişti. Bu kuvvetler kısa bir süre sonra Selçuklularca imha edildiler. Sonraki Selçuklu saldırısı pek şiddetli olmuş ve İznik kuvvetleri neredeyse yok edilmenin eşiğine gelmişti. Savaş sürerken nadir rastlanan durumlardan biri yaşanmış ve Sultan ile İmparator savaş alanında karşı karşıya gelmişti. İşte bundan sonra İslam ve Bizans kaynakları farklı şeyler anlatıyorlar.

Dönemin en önemli İslam kaynaklarından olan Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’ye göre Sultan, Laskaris’i görünce atını ona doğru sürmüş, kılıcını dahi kullanmaya gerek görmeyerek mızrağı ile İmparator’u atından devirmişti. Sultan’ın muhafızları, atından devrilen İmparator’u yakalamış ve ölüm darbesini indirmeye hazırlanmışlarsa da, Sultan civanmertlik göstererek hükümdarın serbest bırakılmasını emretmişti. Böylelikle İmparator, tekrardan kendi safları arasına dönebilmişti. Hemen belirtelim ki, bu anlatı pek de inandırıcı gelmiyor. Zira Laskaris’in yakalanması ya da başının kesilerek adamlarına gösterilmesi savaşı sonlandıracakken, böylesi bir yola başvurulmasının mantıken izahı bulunmuyor. Üstelik boşu boşuna dökülmeye devam eden onca gazinin kanı da cabası. Nitekim İbn Bibi, İmparator’un atından düşmesi ve ordusunun gerilemesi karşısında İznik kuvvetlerinin dağıldığından dem vuruyor. Sultan’ın yakın adamları da ganimet hevesiyle hükümdarlarını yalnız bırakarak bu hengâmede düşman saflarına dalmışlardı. İşte tam da bu anda kendisini fark ettirmeden Sultan’a yaklaşan bir Frank askeri, Keyhüsrev’in savaş sırasında kendisini engelleyen zırhını çıkarmasından istifade ederek, Sultan’a ölümcül bir hançer darbesi indirmişti. Asker, Sultan’ın silah ve elbiselerini alarak bunları Laskaris’e götürdü. İbn Bibi’deki anlamlandıramadığımız olaylar silsilesi bununla da bitmiyor. Laskaris, söz konusu Frank askerinden, öldürdüğü adamın cesedini de kendisine getirmesini istedi. Frank askeri, yanına İmparator’un kattığı adamlarla birlikte, o vakte kadar Sultan’ın ölümünden her nasılsa haberi olmayan Selçuklu askerlerinin arasından geçerek Sultan’ın cesedini İznik hükümdarının karargâhına taşıdı. Sultan’ı tanıyan ve böylesi yiğit bir hükümdarın ölümünden üzüntü duyan Laskaris, feryadu figan ederek ağladı ve sonrasında Frank askerinin derisini yüzdürdü.

İbn Bibi, Laskaris’in esir aldığı bazı Selçuklu komutanlarının da Sultan’ı teşhis ettiğini beyan ediyor. Bunlardan biri olan Seyfeddin Ayaba, kendisini Sultan’ın cesedi üzerine atarak ağlamıştı. Akabinde I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in cesedi, bölgedeki Müslüman mezarlığında toprağa verilmişti. İslam kaynaklarından Cenabi ve Müneccimbaşı da Sultan’ın öldürülüş şekli ile ilgili İbn Bibi ile aynı bilgileri veriyor. Yalnız İslamî kaynaklardan Anonim Selçukname’de ilginç bir kayıt var. Buna göre Sultan’ın cesedi, savaş alanında başsız bir biçimde bulunmuş ve ayağındaki altı parmaktan teşhis edilmişti. Baş kesilme hadisesi ise, Bizans kaynaklarında geçiyor.

Bizans kaynaklarının anlatıları
Bizans tarihçisi Georgios Akropolitas’ın anlatımına göre, iki hükümdar karşı karşıya geldiklerinde Sultan atını büyük bir hışımla İmparator’a sürmüş ve elindeki gürzle başına vurarak atından devirmişti. Ancak sonrasında İmparator, mucizevî biçimde ayağa kalkarak kılıcını çekmiş ve Sultan’ın atının arka ayaklarına bir kılıç darbesi indirmişti. Keyhüsrev, böylelikle atından düşmüş ve sonrasında da başı kesilmişti. Akropolites, yaşanan kargaşada Sultan’a ölümcül darbeyi kimin indirdiğinin meçhul kaldığını söylüyor. Oysa bir diğer Bizans tarihçisi olan Niketas, açık biçimde öldürücü darbeyi İmparator’un indirerek, Sultan’ın başını gövdesinden ayırdığını belirtiyor. Bazı Bizans kaynakları daha da ileri giderek Sultan’ın kesilen başının bir mızrak ucuna takılarak savaş alanında dolaştırıldığını iddia ediyor. Eğer bu doğruysa, zaferi kazanmanın eşiğinde olan Selçuklu ordusunun, sonrasında yaşadığı hezimeti izaha da yardımcı olur. Zira Selçuklular, Sultan’ın ölümünden hemen sonra büyük bir bozguna kapılmış, Seyfeddin Ayaba başta olmak üzere pek çok değerli devlet adamı İznik Rum İmparatoru’na esir düşmüştü. Dolayısıyla Gıyaseddin Keyhüsrev’in cesedi meselesi, kaynaklar referans alındığında muamma olma durumunu koruyor. Bilinen şu ki Sultan’ın cesedi önce savaş alanına yakın bir bölgedeki Müslüman mezarlığına defnedildi, sonra da Konya Alaaddin Camii avlusunda yer alan II. Kılıçarslan kümbetinde, babasının yanına gömüldü.

Tüm yaşananlara sebep olan III. Aleksios’a gelince; kendisi savaş alanında Laskaris tarafından esir alındı ve İznik’e getirildi. Kendisine hükümdarlara yakışır bir muamele yapılmakla birlikte, Müslümanlarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle üzerindeki imparatorluk alametleri alındı ve İznik yakınlarındaki Hyakintos manastırında keşiş olarak yaşamak durumunda bırakıldı. O da hayata gözlerini burada yumdu.

KAYNAKÇA
-     Georgios Akropolites; Vekayinâme (çev: Bilge Umar), İstanbul 2008.
-     Zeki Atçeken; I. Gıyase’d-Din Keyhüsrev’in Bizans Serüveni ve Bizans ile Mücadeleleri, Selçuk Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2006.
-     İbn Bibi, el Evamirü’l Ala’iye fi’l Umuri’l Alaiye (Selçukname) (çev: Mürsel Öztürk), I. Cilt, Ankara 1996.
-     Mustafa Daş; “Laskaris Hanedanı Döneminde İznik ve çevresinde Türk varlığı”, Uluslararası İznik Sempozyumu, İznik, 2005, s. 81-89.
-     Mihin Eren; “Theodor I. Laskaris 1204-1222 ve I. Gıyaseddin Keyhüsrev”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, sayı: 3, Ankara 1971, s. 593-610.
-     Önder Kaya; Konstantin’in Kutsanmış Şehri, İstanbul 2008.
- Selim Kaya; I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), Ankara 2006.
- M. Zeki Oral; “Konya’da Alâ-üd-din Camii ve Türbeleri- 1”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yıllık Araştırmalar Dergisi, sayı: 1, Ankara 1956, s. 45-62.
- M. Zeki Oral; “Konya’da Alâ-üd-din Camii ve Türbeleri- 4”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 5, sayı: 1-4, Ankara 1958, s. 144-164.
- Ali Sevim; “Keyhüsrev I” mad., DİA, Ankara 2002, s. 347-349.
- Osman Turan; Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971.
- Kerim Türkmen; “Konya’daki Sultanlar Türbesi İçerisindeki Sandukalar Üzerinde Yer Alan Kitabeler”, Konya Kitabı, cilt: 10, Aralık 2007, s. 665-672.