- Hz.Peygamber devri İslâm

Adsense kodları


Hz.Peygamber devri İslâm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Wed 6 October 2010, 02:57 pm GMT +0200
İkinci Bölüm


HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) DEVRİ İSLÂM
 

Hz. Peygamber (s.a.v.) devri İslâm toplum hayatı esasları, Kur'ân-ı Kerim ile Sünnette belirlenmiş bir hayattır. Ancak böyle olmakla birlikte ötedenberi devam eden köklü telakkilerini, bir­den değiştirmiş sayılamaz. Bunun en açık görüntüsünü toplum içinde kimi sosyal sınıfların bulunuşu verir. Bir başka ifadeyle Hz. Peygamber (s.a.v.), tebliğ ettiği Kur'ân-ı Kerim hükümleri ve bun­ları hayata aksettiren sünnetle çevresini oluşturan mü'minlerin ferdî ve ictima'î hayatlarını önemli Ölçüde değiştirdiği halde, top­luma hakim durumdaki sosyal sınıfları arzu ettiğince kaldırama­mıştı. Bunda, kuşkusuz Kur'âni direktiflerin de önemli ölçüde ro­lü olmuştu. Eklemek gerekirse Yüce Allah'ın tamamen kaldırdığı toplum telakkilerini kaldırmış, hafiflettiklerini ise zamana bırak­mıştı. Sözgelimi kardeşliği ideal ölçüde gerçekleştirirken köleliği tam anlamıyla ortadan kaldırmamış, ancak kölelerin hürriyetle­rine kavuşmaları doğrultusunda esaslar belirlemişti. [57]

 
I. Müslümanlar
 

Asr-ı Saadeti bütünüyle ele alacak olursak, toplumsal açıdan en önemli yönünün müslümanlar arasında Kur'ân-ı Kerim para­lelinde oluşan kardeşlik ruhu olduğunu görürüz. Bu ruhu oluştur­mak üzere önce muhacirleri kardeş yaptığı, daha sonra Medine'ye hicretin ardından Mekkeli muhacirlerle Ensar arasında kardeş­lik ilan ettiği yukarıda geçti. O, müslümanlar arasında kardeşlik bağlarının ne kadar kuvvetli olmasını istese de, toplumda sınıfla­ma tam anlamıyla durdurulamadı. Söz gelişi, Medine islâm toplu­mu şu gruplardan oluşuyordu:

a) Muhacirler:

Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Mekke'den kalkıp, Medine'ye göç eden Mekkeli müslümanlar.

b) Ensâr:

Medine'nin yerli halkından oluşan nıüslumanlar. Gerek muhacirler, gerekse Ensâr arasında da sosyal gruplaş­malar söz konusudur. Bunlar da çeşitli tabakalara ayrılmıştır:

a. Zenginler: Mal varlığı yönünden zengin sayılabilen mü'min-ler. Genelde geçerli olan uygulamaya göre toplum meselelerinde daha çok bunlar söz sahibi olurdu. Ancak, Hz. Peygamber'in uygu­lamaları eşitlik ilkesine dayandığından, diğer sınıflardan da söz sahibi olanlar çoğaldı.

b. Orta sınıf: Ne zengin, ne fakir sayılan orta tabaka. Bunlar orta halli mü'minlerdir.

c. Yoksullar: Mal varlığı yönünden fakir ve zayıf durumda olanlar. Bunlar daha çok, müslüman olarak Medine'ye gelenler arasında görülürdü. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in emriyle kendilerine Suffe denilen bir barınak yapılmıştı. Mescidu'n-Nebî'nin avlu ta­rafında bir köşedeki SufFe barınağında, daha çok fakir sahabîler kalırlardı. Genelde Kur'ân ve hadis öğrenmekle meşgul olurlar, içlerinden bazıları hurmalık sulama, odun toplama, su taşıma gibi işlerdle karınlarını doyurmaya çalışırlardı.

d. Köleler ve Cariyeler: Azad edilmiş bile olsalar kölelerle cari­yeler ayrı bir alt sınıf oluşturuyorlardı.

Bu vesile ile işaret etmek yerinde olacaktır: islâm, toplum fert­lerini birbirlerinden ayırmaz. Hepsini eşit sayar. Toplumun her kesimine onurlu bir hayat nizamı öngörür. Özellikle kardeşlik ve eşitlik ilkeleri, toplumun her kesimini aynı düzeyde kabul eder. Herbirine söz hakkı tanır. Böyle olmakla birlikte alınan bütün tedbirler, toplumdaki sınıflaşmaya tam anlamıyla engel olama­mıştır. [58]

 

II. İslâm -Yahudi Anlaşması
 

Mekke'den Medine'ye göçü takibeden günlerde yapılan iki iş vardır ki, sosyal hayat yönünden son derece önemlidir. Bunlardan birincisi, Mekke'de başlayan müslümanlar arasındaki kardeşli­ğin devamı olan Muhacir-Ensar kardeşliği, ikincisi ise Medine ya-hudileriyle yapılan anlaşma.

Mekke'de başlayan kardeşlik eşitlik ve hakta birleşme esası­na dayanır. Tamamen aynı ideal etrafında birleşme görünümündedir. Medine'de devam eden Muhacir-Ensâr kardeşliği de aynı esasa dayanmıştır. Sosyolojik açıdan bakıldığında, her iki kardeş­lik son derece anlamlıdır. Ayrıca toplum hayatı bakımından ol­dukça önemli sonuçlar vermiştir.

Cahiliye arapları arasında kan bağından başka hiçbir birleşti­rici ve toplum fertlerinin birlik ve beraberliğini sağlayıcı hiçbir müeyyide yoktur. Bu bakımdan bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından gerçekleştirilen Muhacir-Ensar kardeşliği, kan bağı yerine birleştirici başka müeyyideler koyma ve böylece toplum fertleri arasında birlik ve beraberliği sağlama gayesinin görüntü­sü olmuştur

islâm'ın mü'minleri kardeş sayma özelliğinin bir anlamda tat­biki demek olan sözkonusu kardeşlik, her şeyden önce Mekkeli muhacirlerin Medine'ye ısınmalarını sağlamıştır. Evlerinden barklarından, çoluk-çocuklarmdan, hısım-akrabalarmdan, do­ğup büyüdükleri çevreden, nihayet işlerinden ayrı düşen muha­cirlerin ruhlarındaki gariplik duygusunu gidermeye de yaramış­tır. Sırf islâm ideali yolunda karşılaştıkları eza ve cefayı unuttur­muştur. Ayrıca Kureyş'in düşman bildiği Hz. Peygamber (s.a.v.) ve çevresini oluşturan mü'minleri bağırlarına bastıkları için şim­şekleri üzerlerine çeken Ensâr'a da destek vermiştir.

Peygamberimiz, Muhacirlerle Ensâr arasındaki kardeşliği kurarken, her iki taraftan adam öldürenlerin gerektiğinde diyet­lerini vermeyi, esir düşenlerin fidyelerini ödemeyi, bir de anlaş­mazlıklarda aralarını bulup düzeltmeyi yazılı metinle tesbit et­miştir. Yalnızca bu bile, Asr-ı Saadet'teki sosyal hayatın parlak bir sayfasıdır, insan hakları yönünden getirdiği huzur ve güven ortamı, miladî yedinci asrın ilk çeyreği içinde gerçekten ileri bir atılımdır.

Muhacir-Ensâr kardeşliğinin toplum hayatı açısından bir önemli yararı daha olmuştur. Toplum fertlerinin maddî manevî yardımlaşmasını sağlamıştır. Uygulamada, verasete kadar var­mıştır. Açıklamak gerekirse, ölen bir Ensârî'nin terikesine muha­cir kardeşi mirasçı olmuştur. Ancak zaman içinde veraset hükmü kaldırılmıştır.

ikinci, Ensâr ile Medine yahudileri arasında yapılan anlaşma­ya gelince, bir anlamda vatandaşlık anlaşmasıdır, ilk bakışta siyasîdir. Medine'ye herhangi bir saldırı olduğu takdirde, savunmasına yahudilerin de katkılarını sağlamak; hiç değilse Kureyş'le bir olup herhangi bir zarar vermelerine mani olmak gayesiyle ya­pılmıştır. Allah Resulü (s.a.v.), Medine'ye göçetmekle işin bitme­yeceğini yakından biliyordu. Kureyş'in peşlerini bırakmayıp er-geç kendilerine saldıracaklarından emindi. Ayrıca Medine yahu-dilerinin, Mekkeli müşriklerle ticari münasebetlerin doğurduğu yakınlık nedeniyle, Medine'ye herhangi bir saldırı olduğu zaman yahudilerin düşmana yardımcı olacaklarının da bilincindeydi. O nedenle bu başarılı anlaşmayı yapmakla, bir taraftan aynı şehir­de yaşayanlar arasında yakınlık bağları kurmaya çalışmış, öte yandan ise yahudilerin düşmanla birlik olup mü'minlere zarar vermelerini, veya savaş anında arkadan vurmalarım engellemiş­tir.

Her iki uygulamanın, ilk îslâm toplumunun sosyal açıdan güç­lenmesine önemli katkılar sağladığı kuşkusuzdur. Medine'de ilk iş olarak yapılan Mescidu'n-Nebî'nin de aynı gayeye hizmet etti­ğinde şüphe yoktur.

işte, Hz. Peygamber çevresinde hâlelenen mü'minleri kardeş yapıp, o müzminlerden bir grupla aynı şehirde oturan komşuları arasında bir gaye etrafında birleşmelerim sağlamak üzere anlaş­ma yaparken, toplumda birlik ve beraberliği sağlamada önemli bir adım atmıştır. [59]

 

III. Evlenmeye Teşvik
 

İnsanlık tarihi boyunca aile, her toplumun nüvesini oluştur­muştur. Hz. Peygamber zamanında da öyle olmuştur. Ailenin-meşru yoldan kurulması esastır. Öyle olunca fuhuş, zina ve nikâh dışı ilişkiler haram kılınmıştır, islâm'ın getirdiği toplum nizamı içinde anarşiye yer olmadığından, aile müessesesinin meşru biçimde kurulması üzerinde ısrarla durulmuştur, insan neslinin meşru esaslar dahilinde evlenmekle devamı istenmiştir. Kur'ân-ı Kerim, konuyu toplumsal bir vazife olarak görür: "İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zengin kılar. Allah, lütfü bol olandır; (herşeyi hakkıyla bilendir)"[60] âyeti bunu gösterir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) her konuda olduğu gibi evlenme konu­sunda da son derece titiz bir tutum izlemiştir. O'nun, evlenmenin toplum hayatı açısından taşıdığı önemi gözönüne alarak ailenin meşru yolla kurulmasını bir kaide olarak yerleştirdiği dikkat çekecek kadar açıktır. Özellikle kimsesizleri, yoksulları, köle ve cariyeleri evlendirmek için kolaylıklar getirmiştir. Mehrin hafif tutulmasını emretmesi, mehir olarak verecek bir şeyi olmayanla­ra yardım edişi bu önemli toplumsal konuya teşvikinin misalleri­dir. Uygulamada ezberlenen birkaç Kur'ân sûresi, bir çift pabuç, bir demir yüzük gibi basit mehirler karşılığı nikâha izin vermesi ailenin meşru yollarla kurulması sonucu toplum hayatının sağ­lam temellere oturtulmasından başka bir şey değildir.

Öte yandan "fey" ganimetinden evlilere iki, bekârlara birhisse verdiği meşhurdur. Bu da» evlenmeye teşvikten başka bir şey sayı­lamaz.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in üstün liderlik vasıflarından, yukarı­da değindiğimiz kolaylığı tercih anlaşıldığına göre, toplum haya­tının nüvesini oluşturan ailenin teşkilinde teşvik edici bir rol oy­namıştır. O'nun bir tek mehrin hafif tutulmasını emrederek ev­lenmeye teşviki, toplum hayatının huzur ve güven içinde, daha da önemlisi meşru ortamda devam etmesi için, kimi katı kuralları yumuşatması anlamınadır. [61]                         

 

IV. Kan Davalarının Kaldırılması
 

Cahiliye devri arapları arasında, en fazla görülen problemler­den başta geleni kan davasıydı. Yerine göre kabileler arasındaki çarpışmalara kadar varan kan davası, toplum düzenini bozan teh­likelerin başında geliyordu.

Hz. Peygamber (s.a.v.), ideal islâm toplumu modeli çizer ve tatbikatta gerçekleştirirken islâm Öncesi dönemlerin sosyal haya­tına ağır darbeler indiren kan davalarını da kaldırdı. Tarihî veda haca hutbesinde yer alan konular arasında, kan davalarının kal­dırıldığı da vardır. Bu konuda şöyle diyordu: "Kanlarınız, malları­nız, ırzlarınız bu ayımzdaki bu gününüzün bu beldede haram olu­şu gibi birbirinize haramdır... Cahiliye devrinin bütün kan dava­ları kaldırılmıştdır."[62]

Allah Resûlü'nün sözkonusu hutbesinde, kan davalarını kal­dırmaya önce akrabası Hişam'm kan davasını kaldırmakla başla­dığı bilinmektedir. Bunun anlamı, O'nun sosyal hayatı etkileye­cek ve toplumu anarşiye sürükleyip fertler arasındaki birlik bera­berliği sarsacak kimi hususları, önce kendi akrabalarından başla­yarak kaldırması dır. [63]

 

V. Teşkilatlanma
 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, Kur'ân-ı Kerim ve sünnet doğrultu­sunda şekillenen Islâmî bir sosyal hayat için gerekli düzenlemele­ri yaparken, sosyal kuruluşları da ihmal etmemiştir. Bu cümleden olarak, hicretin hemen ardından ilk iş olarak Medine'de bir mes-cid inşa edilmiştir. Bu mescid îslâm sosyal hayatının merkezi ol­muştur. Daha sonra bu mescid, etrafında basit hücreler şeklinde Allah Resûlü'nün aileleriyle birlikte kalacağı barınağı kurulmuş­tur. Zamanla Mescit avlusunun bir köşesine, ilk kimsesizler yur­du denilebilecek Suffe bina edilmiştir. Medine'ye gelen kimsesiz ve fakir sahabîler buraya yerleşmişlerdir.

Medine'de kurulan ilk teşkilatlar arasında, misafirhaneleri de anmak gerekir. Çeşitli vesilelerle Medine'ye gelen heyetlerin kal­dığı bu kuruluşlarda, yerine göre misafirlere yemek de verilmiş­tir. Sosyal dayanışmanın çağın anlayışını bir hayli geride bırakan bu benzersiz Örneği, sonraları çoğalan vakıf kuruluşlarına da ön­celik etmiştir.

Toplum ihtiyaçlarının başında gelen eğitim hizmetlerine ay­rılmış kuruluşlar da vardır. Söz gelişi Kur'ân öğretmek üzere belli yerler ayrılmış; buralarda öğretmenler görevlendirilmiştir. Geti­rilen sadakalar önceleri anında ihtiyaç sahiplerine dağıtıldığı için herhangi bir kuruluşa ihtiyaç göstermemiştir. Ancak zaman için­de, özellikle de yapılan savaşlarda elde edilen ganimetlerin muha­faza altına alınıp dağıtımının yapılacağı yerler ayrılmıştır, ilk devlet hazinesi uygulaması denilebilecek söz konusu yerlerde top­lanan ganimet, fey, sadaka gibi malların mücahidlerin hisselerin­den artanları bir araya toplanıp ihtiyaca göre oradan harcanmış­tır.

Bütün bunların yanısıra, zamanla Medine'de idari teşkilat­lanmaya da gidilmiştir. Bugün anladığımız manada olmasa bile

vali, zabıta, tahsildar, pazar yeri denetçisi, müezzin, beytu'1-mal emini resmî denilebilecek hizmetler gören vazifelilerden birkaçı­dır. Haliyle bu görevlerde herhangi bir ücret ödenmesi sözkonusu olmamıştır. [64]

 

VI. Cami'nin Sosyal Fonksiyonları
 

Yukarıda, Medine'ye hicreti takibeden günlerde ilk olarak bir-mescit bina edildiğini, bu mescidin islâm sosyal hayatının merke­zi olduğunu söylemiştik. Gerçekten Mescidu'n-Nebî (Peygamber Mescidi) adı verilen bu kuruluş, yalnızca ibadet yeri olarak kulla­nılmamıştır. Aksine çok yönlü toplum hizmetlerinin verildiği yer olmuştur.

Kaynaklarımızın verdikleri bilgilere bakılırsa Mescidu'n-Nebî, önce bir eğitim merkezi olmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v.) genelde namazı kıldırdıktan sonra yü­zünü sahabilere döner otururdu. Bazen kendisi bir bahis açar; bir-soru sorar; sahabiîerinin bilgi derecesini ölçerdi. Daha sonra onla­ra çok kere Kur'ân ayetlerini açıklardı. Bu arada soru soran olursa cevaplardı. Böylece sahabenin eğitilmesini sağlardı. Başta Kur'ân olmak üzere, öğrettikleri daha çok bu yolla olmuştur.

Bunun yanında mescid, işi gücü olmayan kimsesiz ve yoksul sahabilerin dinlenme yeri görevini de yapmıştır. Özellikle çevre­den Medine'ye gelen ve orada kalacak yeri olmayan sahabiler, kendileri için Suffe denilen bir yer ayrılıncaya kadarMescit'te kal­mışlardır. Burada kalanlar arasında Abdullah b. Ömer gibi duru­mu iyi olanlar da bulunmuştur. Anılan sahabi bekarken uzun süre Mescidin bir köşesinde kalmıştır.[65]

Medine'ye gelen müslümanlarm ilk indikleri yer Mescidu'n-Nebî'dir. Bunun dışında şûra salonu gibidir. Namaz sonrası topla­nılır; Hz. Peygamberin emirleri dinlenir, toplum hayatım ilgilen­diren konularda önemli kararlar alınırdı.

Müslümanlar arasında herhangi bir anlaşma olursa, duruş­maları Mescit'te yapılırdı. Bu bakımdan Mescid, adeta bir mahke­me salonu görevi yapardı. Hz. Peygamber'in verdiği hükümler de burada uygulanırdı.

Öte yandan Mescid, harp zamanı hastahane olarak da kulla­nılmıştır. Nitekim Bedir Savaşından sonra Mescit avlusunda ça­dırlar kurulmuş; gazilerin yaraları tımar edilmiştir. Ayrıca başta bayram günleri olmak üzere çeşitli zamanlarda Mescit avlusunda gösteriler yapıldığı, oyunlar oynandığı da olmuştur. Bu cümleden olarak Habeşli kölelerin kargılarla oyun oynadıkları; Hz. Aişe ile Peygamberimizin seyrettikleri bilinmektedir.

Bütün bunların yanısıra Mescidu'n-Nebî'de, isteyenin kalkıp hutbe irad ettiği veya şiir söylediği, kimi zaman yitik ilan ettiği de görülmüştür.

Şu hale göre, îslâm Toplum hayatının gerektirdiği ilk kuruluş olan Medine Mescidi yalnızca ibadet yeri olarak kalmamış, çok yönlü hizmetlerin verildiği yer olarak islâm Sosyal hayatının merkezi niteliği kazanmıştır. [66]

 

Üçüncü Bölüm


TOPLUMU MEYDANA GETİREN FAKTÖRLER


Özellikle Peygamberlik devrinin Medine döneminde, Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'in bir toplumu meydana getiren esasları sahabe arasında yerleştirip düzenli ve teşkilatlı bir toplum haline getirdi­ği inkâr edilemez bir gerçektir. Kısacası O, dağınık, göçebe hayatı yaşayan araplan düzenli bir toplum haline getirerek, cemaatten cemiyet hayatın geçmelerini sağlamıştır.

Sosyolojik açıdan bir toplumu meydana getiren faktörler din, dil, ideal, kültür, aile, içtimai ahlak, hukuk ve adalet gibi müeyyi­delerdir. Ayrıca bir grup müeyyide daha vardır ki toplum hayatı­na yön verirler. Eğitim, idare, siyaset, iktisad, kaza bu konuda ilk akla gelenlerdir.

Allah Resulünün düzenli, teşkilatlı ve gerçekten saadet asrı dedirten zaman içindeki toplumun oluşmasında, üzerinde ısrarla durduğu faktörlerin bellibaşlıları şunlardır: [67]

 

I. Din
 

islâm öncesi Araplar arasında dinî hayat düzenli olmaktan zi­yade karışık, putperestliğin hakim olduğu bir hayattır, inanç esasları, daha önceki semavî dinlerden arta kalan bazı tevhid inancı kırıntıları taşımakla birlikte tahrif edilerek hurafe şekline girmiş şekildedir. Bir kısmı tahrif edilmiş şekliyle toplum hayatı­na girmiş âdet ve anane şeklini almıştır.

Hz. Peygamber (s.a.vjin tebliğ ettiği dinî hayatın esasını, tev­hid akidesi oluşturur. Kur'ân-ı Kerim kaynaklı bu kaide, kendi­sinden başka ilah olmayan bir tek Allah'a inanmak, O'na kulluk etmek esasında özetlenir. Allah Resulü, bu akideyle birlikte O'na bağlı inanç esaslarını da getirmiştir. Sözkonusu inanç sisteminin Özünü teşkil eden risalet", nübüvvet, âhiret, melek, öldükten sonra dirilme, kader itikadı gibi konular tevhid akidesinin tabii bir so­nucu olarak konulmuş esaslardır, islâm öncesi topluluklarda ge­nelde görülmeyen veya değişik şekiller almış bu esasları getiren Allah Resulü (s.a.v.), cahiliyenin dağınık inançlarını tevhid esa-s .nda derli toplu bir biçimde vaz etmiş olmaktadır.

Diğer taraftan, cahiliye devri araplan arasında Allah'ı insan şeklinde tasavvur etmek, tenasüh yani ruhun başkasına geçmesi, melekleri Allah'ın kızları saymak gibi sapık inançlar da vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunları kaldırmıştır.

Dinî hayatın tabii bir neticesi olan ibadet, cahiliye araplarm-da putlara tapınmak şeklindedir. îslâm, önce ibadeti tevhid kalı­bına sokmuş ve yalnızca Allah için ibadet esasım getirmiştir. Ha­liyle putlarla ilgili bütün âdetler ilga edilmiştir. Kurban, bu konu­da önemli bir misal oluşturur. Önceleri putlara kurban kesilmek­teyken, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tebliğ ettiği ibadet sistemi içinde yalnızca Allah için kurban kesilir olmuştur.

Cahiliye devrinde aşura orucundan başka bir oruç yoktur, islâm ibadet esasları arasında bu ibadet, Ramazan ayına münha­sır bir ibadet haline gelmiştir. Ayrıca cahiliye devrinde daha çok putlar adına yapılan Kabe ziyareti islâm döneminde tevhid esası etrafındaki bir ibadet şekline gelmiştir.

islâm öncesi araplar arasında malî ibadet yoktur. Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'in tebliğ ettiği esaslar arasında, zekât ve sadaka önemli bir yer tutar.

Sonuç olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tebliğ ettiği dinî esas­lar »tevhid potasında erimiştir. Tebliğ edilen akâid sistemi Önce iti-kad ve ibadet esaslarına, bir de Allah inancına açıklık getirmiştir. Bu esasların önemli bir özelliği, birleştirici oluşlarının yanında sosyal hayatı düzenleyici karakterdedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ebedî âleme göç edişinin ardından, fetihler sonucu yeni kültürlerle karşılaşma islâm akaidinde kimi meselelerin tartışma kapısını açmış, bazı meselelerde sapmalar meydana gelmiştir. Konuya değinen hocamız Prof.Dr.Talât Koçyiğit bu konuda şunları söylemektedir:

"İslâmî fetihlerin artmasından sonra müslüman topluluk, muhtelif din ve mezheplerde birçok kavimlerle karşılaşmıştır. Bu kavimlerden birçoğu ve belki de hepsi islâm'a girmiş olmakla beraber, daha evvelki dinî duygu ve düşüncelerinden sıyrılama­mış, bunları islâm akaidi ile birleştirerek yeni ve tabiatıyla islâm dışı akideler vücuda getirmişlerdir. Bu durum İslâm'a kasdeden taifenin faaliyetini fazlasıyla kolaylaştırmış, bir taraftan ihtilal ateşi körüklenirken, diğer taraftan eski din ve mezhep akideleri yeniden canlandırılarak, bunlara îslâmî bir renk vermeye çalışıl­mıştır. Eski itikadlarimn tesirinden henüz kurtulamayan bazı müslümanlar ise, daha evvelki akidelerinin îslâmî bir renge bürünmüş olarak karşılarına çıkması halinde, onları kabullen­mekte tereddüt göstermemişlerdir. Şia, böyle bir gelişmenin en güzel örneğini teşkil eder."[68]

Verilen bu bilgi göstermektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tebliğ ederek yerleştirdiği tevhid asıllı islâm akaid sistemi, ebedî aleme göçetmesi üzerine ve kültür çatışması sonucu iyiden iyiye sarsılmıştır. Böyle bir sonuç, herşeyden önce toplum birliğini de sarsmıştır. Mezhepler ve gruplar arası çatışmalar hep bu sarsıntı­nın sonucudur. [69]

 

II. İdeal
 

Hz. Peygamber (s.a.v.), Peygamberlik görevini yerine getirir­ken, kendisine belli bir hedef tayin etmişmiydi; öteki deyişiyle hangi ideali gerçekleştirmek peşindeydi?

Sosyoloji ilminin, bir toplumun oluşması için şart gördüğü ide­alin, îlk islâm toplumu için ne olabileceğim tayin etmek cidden zordur. Öteki deyişiyle yukarıdaki sorulara açık ve net cevaplar vermek pek kolay değildir. Ne var "ki Allah Resûlü'nün ilk müslü-manları cemaat hayatından cemiyet hayatına getirirken, bazı noktaları hedef aldığını söylemek mümkündür.

Kur'ân-ı Kerim, çeşitli âyetlerinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in risalet vazifesiyle gönderilişindeki hikmeti açıklamıştır. Nitekim bir ayette şöyle Duyurulmuştur: "(islâm Dini'ni) bütün dinlerden üstün kılmak için Peygamberini doğruluk rehberi ve hak dini ile gönderen O (Allah) tır."[70]

Bir başka ayette, mü'minlere savaşmaları emrolunurken açıklanan hedef oldukça ilginçtir: "Onlarla savaşın. Ta ki fitneye sebep olmasınlar. Din de Allah'ın olsun."[71]

îlk İslâm toplumunu oluşturan sahabîlerden bahseden ayet­lerin bir kısmında, o toplumu oluşturanların iyiliği emreden, kö­tülüklere engel olan.kişiler olduklarına işaret edilir: "Siz, insan­lar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülük­leri Önlersiniz. Allah'a da inanırsınız."[72] Diğer taraftan "İçinizde hayra çağıran; iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk olsun."[73]

Bu ayetlerde görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.v.), çevresi­ni oluşturan toplum içinde tevhidi gerçekleştirerek yeryüzündeki en mükemmel dini tesis edecek, toplumda anarşiyi önleyecek, bu uğurda gerekirse savaşacaktır. Ayrıca faziletin yayılmasını, her-türlü kötülüğe mani olunmasını sağlayacak sosyal denetim müey­yidesini yerleştirecektir. Ondan bize kadar gelen haberler arasın­da bu hedefleri sağlamayı kendisine ideal edindiği görülür. Mese­la bir hadisinde tevhidi gerçekleştirme idealini şöyle belirtmiştir: "Ben, Allah'tan başka ilah bulunmadığına; Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna inanıncaya kadar btün insanlarla savaş­makla emrolundum."[74]

Kendisim topluma tanıttığı bir hadisinde de aynı konuya yer vermiştir: "Size bir peygamber geldi. O asla aciz, zayıf ve tembel değildir. Vazifesi, "Allah'tan başka ilah yoktur." denilinceye ka­dar mühürlü kalpleri, kör gözleri, sağır kulakları açmak, sapık âdetleri düzeltmektir."[75]

Medine'ye hicreti hazırlayan Akabe bey'atlarmda kararlaştı­rılan hususlar, toplumda huzur ve güvenin sağlanabilmesi için hedef alman kimi hususlara işaretten hali değildir: "Ubade b. es-Samit anlatmıştır: "Biz, iyi ve kötü günlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)'e can-baş üzere itaat edeceğimize, nerede olursak olalım iş­lerimizde hakkı esas alacağımıza, Allah yolunda kimseden korka-mayacağımıza dair bey'at ettik."[76]

Hz. Peygamber (s.a.v.), İslâm dininin geleceğinden sözederken şu dikkate değer açıklamayı yapmıştır: "Allah bu işi kemale erdirecektir. Öyle ki bir süvari (kadın) Allah'tan başka kimseden, koyununu kurt kapmasından korkmadan San'a'dan Hadre-mevt'e gidebilecektir."[77]

Şu hale göre açıkça beyan edilmemiş olmakla birlikte, Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'in peygamberlik vazifesini yerine getirirken Önce Tevhid'i gerçekleştirmeyi, îman, ibadet, ahlâk, muamelat ve ceza hukuk açısından en üstün dini yaymayı, toplum içinde fitneyi ve fitneye sebep olabilecek sebepleri ortadan kaldırmayı, toplumu oluşturan insanların nerede islâm'ın ruhuna uygun bir iyilik gö­rürlerse onun yayılmasına çalışmalarını, buna karşılık kötülüğü elbirliğiyle önlemelerim, İslâm'ın hakim olduğu heryerde huzur ve can güvenliğinin olmasını hedef aldığı söylenebilir. Bu yüce ide­aller, kendi zamanında önemli ölçüde gerçekleşmiştir. [78]

 

III. Aile
 

İslâm öncesi devrede sistemli bir aile düzeni yoktur. Bunun başlıca sebebi, o devrede kadınlara ve kız çocuklarına itibar edil­memesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) diğer Islâmî esaslar olduğu gibi aile hayatını da düzenleyici hükümler getirmiştir. Onun ge­tirdiği esaslar, bütünüyle pederşahî aile modelini öngörür. Buna göre aile reisi babadır. Baba, tüm aile fertlerinden sorumludur. Çocuklar aileyi bütünleyen unsurlardır. Erkek, kızdan ayırdedi-lemez.

Burada bir önemli noktaya işaret etmek gerekir. Hz. Peygamber'in getirdiği aile düzeni içinde erkeğin aile reisi sayıla­rak tüm aileden sorumlu olması, kadımn aile hayatında yeri yok­tur manasına alınamaz. Öteki deyişiyle toplumun huzur ve güven ortamı içinde fonksiyonlarını icra etmesini hedefleyen Islâmî ni­zam içinde, kadına yer olmadığını söylemek doğru olmadığı gibi islâm adına büyük haksızlıktır. Her toplumun vazgeçilmez unsu­ru olan kadının, toplum hayatını düzenleyen Islâmî esaslar ara­sında yer almaması mümkün değildir.

Kur'ân-ı Kerim'de evlenme, boşanma, mehir, miras, iddet, em­zirme ve kazf gibi birinci derecede kadınlarla ilgili konularda açık hükümler getirilmiştir. Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.v.) öğreti, tavsiye ve uygulamalarıyla toplumun bu kesimiyle ilgili önemli esaslar vaz etmiştir. Bunun yamsıra toplumun bu vazgeçilemez kesimine iyi davrananların, ümmetin hayırlıları olduğunu vurgu­lamıştır. Tatbikatta ise mehri kolaylaştırarak, kadının tek erkek­le evlenmesi mecburiyetini getirerek, buna karşılık erkeğin evle­nebileceği kadın sayısını sınırlandırıp, böyle bir evliliği gerçekleş­tirilmesi güç şartlara bağlayarak, boşanmayı güçleştirerek, niha­yet kadına miras ve toplum içinde söz hakkı tanıyarak toplumun bu kesimine onurlu bir hayatın kapılarını açmıştır. Bilhassa kadı­na hiçbir değer verilmeyen arap toplumunda bu kesimin hak ve mes'uliyetlerinin tayin edilmesi, önemli bir atılımdır. Dahası, Hz. Ömer'in deyişiyle cahiliyede adam yerine konulmayan kadınla­rın, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in getirdiği îslâmî toplum nizamı için­de pek çok konularda söz hakkına sahip olup erkeklerle birlikte toplum faaliyetlerine katılmaları, çağın ölçülerini hayli aşan ileri bir hamledir. [79]

 

IV. Kültür
 

İslâm öncesi devre arap topluluklarının kültürü, puta tapıcı-lık ve kabile asabiyeti etrafında şekillenmiş bir kültür idi. Malze­mesini, genellikle putlar, şiir, ensab, kabile menkıbeleri, savaş menakıbi, civar kabilelerle ilişkiler, şecaat ve kabile şerefi ile Öğünmeler, tıp ve asronomi gibi aklî ilimlere dair basit ve tecrü­beyle elde edilmiş bilgiler oluşturuyordu.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in çevresini oluşturan sahabe îslâm ile yeni bir dünya görüşüyle, yeni bir hayat nizamıyla karşılaştıkları gibi kendilerine yepyeni ufuklar açan, onları yepyeni bir medeni­yetin eşiğine getiren kültürle de karşılaştılar. Bu kültürün en ba­riz özelliği dinî esaslar etrafında şekillenmesidir. Odağı Kur'ân-ı Kerim'in Sahabe, Hz. Peygamber'in ilme teşvikiyle Kur'ân merke­zinde oluşan ilimleri büyük bir şevk içinde öğrenmişlerdir. Onlar­dan Hz. Ali kaza, Muaz b. Cebel helal ve haram, Zeyd b. Sabit fera-iz ve ganimet hakları; Übey b. KaTs kıraat dallarında uzman hali­ne gelmişlerdir. Aralarında lügat, nahiv, ensab, tarih, tıp, astro­nomi, hesap gibi naklî ve aklî ilimlerde söz sahibi olanlar bir hayli yekûn tutar. Bununla birlikte Asr-ı Saadet'te, îslâmî toplum kültürünün ağırlığı dinî ilimlerdedir. Bu açıdan bakılırsa KurJân~ı Kerim kıraati ve tefsiri, hadis rivayeti, dinî hükümler, helal ve haram, daha sonra ortaya çıkan meseleler hakkında verilmiş fet­valar toplum içinde en fazla rağbet gören konulardır. Denilebilir ki, cahiliye devri kültürünün mühim bir bölümü olan şiir bile dinî konulara kaymıştır. Ayrıca şiirde ve dilde Kur'ân-ı Kerim üslubu hakim olmuştur.'Bu devrede müşrik şairlerin bile, ilâhî nazım üslubundan kendilerini kurtaramadıklarını görülür. Yine îslâm öncesi devrede toplumda fazlaca görülen medhin, Hz. Peygamber ve sahabileri medhe, tasvirin ise Cennet ve Cehennem gibi dinî konulara kaydığı açıkça belli olur.

Diğer taraftan dinî ağırlıklı kültür, toplum kültürüne azab, sevab, hesap, ba's gibi yeni kavramlar getirmiştir. Bu ve diğer ba­zı kavramlar kültür içinde yer edince îslâm önceki dönemde bili­nen manalarından farklı manalar kazanmıştır. [80]

 

V. Hukuk

 

Cahiliye devrinde Arap Yarımadası içinde yaşayan topluluk­lar arasında düzenli bir hukuk sistemi yoktur. Hukuki konularda­ki uygulamalar tamamen örf ve âdete dayanır. Hz. Peygamber (s.a.v.), îslâm toplumunun ferdî ve toplumsal hayatını tanzim edecek esasları vaz ederken, hukukî esasları da koymuş ve yerleş­tirmiştir.

îslâmî sosyal hayatın hukukî esasları, daha çok Peygamberli­ğin Medine döneminde vaz edilmiştir. Bu arada evlenme, boşan­ma, miras, alışveriş, borçlanma, kira, diyet, kısas, ortaklık ve da­ha pekçok konular hükme bağlanmıştır. Bunların yanında ziraat, toprak, su, sulama gibi yerleşik toplum hayatını ilgilendiren ko­nular belli prensiplere bağlanmıştır.

îslâm sosyal hayatını tanzim eden hukuki esasların kaynağı vahiy ve sünnettir. İslâm'ın bu iki kaynağının koyduğu hukukî esaslarda, sosyal olaylardaki devamlılığın yamsıra, toplum ihti­yaçlarının büyük rolü olmuştur. Şöyle ki, îslâm öncesi devre sos­yal hayatında yer alan pek çok konu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e so­rulmuştur. Sorulan sorulara yerine göre konuyla ilgili inen âyet hükmünce veya âyetle cevap vermiş; âyetin inmediği hallerde ise, Hz. Peygamber kendince cevaplar vermiştir. Bazen de herhangi bir soru bahis konusu olmadan gerek inen ayetlerle, gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.)'in açıklamaları ile İslâm Hukuk sistemi oluş­muştur. Söz konusu sistemin kolaylaştıncılık, Hakka riayet et­meye teşvik, niyeti ön plana alma, eşitlik ve nihayet şahsî mes'uli-yet ilkesini önplana alma gibi hukuk tarihinin çehresini değişti­ren ileri atılımları vardır. [81]

 

SONUÇ
 

Yukarıdan beri yapılan açıklamalar göstermiştir ki Hz. Pey­gamber (s.a.v.), bir toplumun oluşmasına tesir eden sosyolojik amilleri çevresini oluşturan ilk müslümanlar arasında uygulamış ve insanlık tarihi içinde pek az rastlanan huzur, güven, birlik, so­rumluluk gibi esaslara dayanan ideal bir toplum meydana getir­miştir. O nedenle, böyle bir toplumun ortaya çıktığı döneme Asr-ı Saadet demek çok haklı ve doğru olarak, âdet haline gelmiştir. [82]

 

BİBLİYOGRAFYA
 

Kur'ân-ı Kerîm

Buharı, Muhammed b. ismail el-Buharî, el-Camiu's-Sahih, 1-8 İstanbul 1315

Darimî, Abdullah b. Abdirrahman ed-Darımî, Sunenu'd-Darimî, 1-2, Beyrut, tarihsiz.

İbn Mace Muhammed b. Yezid el-Kazvinî Sünen îbni Mace, Tah. Muhammed Fuad Abdulbakî, 1-2, Kahire, tarihsiz.

Dr. Mücteba Uğur, Hicrî Birinci Asırda îslâm Toplumu, İstanbul 1980

Müslim Îbnu'l-Haccac el-Kuşeyrî, Sahihu Müslim, 1-8, İstanbul 1329-1333

Ahmed b. Hanbel, el-Musned, 1-6, Mısır 1313

Prof.Dr. Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasında Müna­kaşalar, Ankara 1969

Ahmed b. Şu'ayb en-Nese'î, Sunenu'n-Nese'î, 1-8, Kahire 1964 Süleyman Ibnul-Eş'asi's-Sicistanî, Sünen Ebî Davud, Tah. M.

Muhyiddin Abdulhamid, 1-4, Beyrut tarihsiz. Muhammed b.  İsa et-Tirmizî, eş-Şema'ilu'n-Nebeviyye ve'l-

Hasa'isu'l-Mustafaviyye, İstanbul, 1264. lyad b. Musa el-Yahsubî, Kitâbu'ş-Şifâ bi-Ta'rifi Hukuki'l-Musta-

fa, 1-2, istanbul, 1325 Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl, Usûlu's-Serahsî, 1-2, Kahire

1372.

M. SAİT 1951 Yılında Mardin'de doğdu. İlkokulu Cey-ŞİMŞEK lanpmar'da I.H.L.ni Diyarbakır'da okudu. 1973 yı­lında Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsünden me­zun oldu. 1977 yılında Konya Yüksek İslâm Ensti­tüsüne Arapça Asistanı olarak atandı. 1981 yılın-v da "Akkad'ınHayatı, Fikirleri ve Eserleri" konulu asistanlık tezini hazırladı. 1985 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Kürsüsüne bağlı olarak "Cahız ve Eserlerindeki Kur'ân ve Tefsirine Ait Görüşleri" konusunda doktora tezi hazırladı. 1987 yılında Tefsir anabilim dalında do­çent oldu. Halen Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fa­kültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmakta­dır. [83]


[57] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/183.

[58] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/183-184.

[59] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/184-186.

[60] en-Nûr, 24/32..

[61] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/186-187.

[62] Buharî, İlm, 1/24; Hac, 2/191, Meğazî, 5/126, Edahî, 5/235; Edeb, 7/83, 4; Hudûd, 8/15,6; Fiten, 8/91; Tevhid, 8/186; Müslim, Hac, 4/41; Kasame, -5/108, 9.

[63] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/187-188.

[64] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/188-189.

[65] Buharı, Salât, 1/114; Nese'î, Mesacid, 2/39.

[66] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/189-190.

[67] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/191.

[68] Münakaşalar, 34,5.

[69] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/191-193.

[70] et-Tevbe, 9/33; el-Feth, 48/61; es-Saf, 61/9.

[71] el-Bakara, 2/193; el-Enfal, 8/39.

[72] Al-İmrân, 3/111.

[73] Al-i İmrân, 3/104..

[74] Buharı, Zekât, 2/109; î'tisâm, 8/140,162; Müslim, İman, 1/38; Nebe'î, Ze­kat, 5/10.

[75] Darimî, muk, 1/6..

[76] Buharı, Ahkam, 8/122; Müslim, îmare, 6/116.

[77] Buharı, Menakıb: 4/180, 239; Müsned, 4/257, 5/395.

[78] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/193-195.

[79] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/195-196.

[80] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/196-197.

[81] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/197-198.

[82] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/198.

[83] Doç. Dr. Mücteba Uğur, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/199.

ceren
Wed 30 November 2016, 09:14 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim bizleri peygamber efendimizin yolunda giden ve onun gibi iman edip islami hakkiyla yasayan hizmet eden kullardan eylesin inşallah...

Ayşegül Yıldırım koü
Tue 20 November 2018, 02:14 am GMT +0200
"Her yardım cennete doğru bir basamaktir." H. W. Beecher

Yardım etmek hususunda ne kadar söz, yazı yazsak anlamsız kalır. Çünkü verilen emek, yapılan iyilik o kadar büyük ki bizlere kolayca sunulan bu hizmet şu dunyada belki de milyarlarca para karşılığında ancak yapılır.

Ama siz Ennas hocam ve emeği geçen hocalarım sadece Allah rızası için yapıyorlar. RABBIM haberdar olsun.

Fethiye Çopur Koü
Tue 20 November 2018, 09:27 am GMT +0200
Rabbim kendi yolundan ayırmasın. Peygamberimizin izinde yaşamayı nasip eylesin... Amin

ceren
Tue 20 November 2018, 02:06 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Rabbim bizleri peygamber efendimizin yolunda gide onun sünnetine bağlı kalıp islamı hakkıyla yaşayan kullardan eylesin inşallah....

Bilal2009
Tue 20 November 2018, 02:37 pm GMT +0200
Ve Aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun