sidretül münteha
Sat 7 May 2011, 03:19 pm GMT +0200
Hz. Süheyb-i Rumi (R.Anh)
Kâbe-i muazzamanın güneyinde, yüksekçe bir yerde, Hz. Erkam'ın evi bulunuyordu. Kabe'ye güney tarafından gelmek isteyen bu evin önünden geçmek durumunda idi. Ev yüksekte olduğundan Kabe rahat olarak görünürdü. Ayrıca Hz. Erkam, Mekke'nin ileri gelenlerinden, itibarı çok olan bir zât idi ki, herkes kendisine hürmet ve ikram ederdi.
Bu gibi sebeplerden dolayı, Peygamber efendimiz ve diğer Müslümanlar burada toplanırlar, emniyetli bir yer olduğu için ibâdetlerini rahat yaparlardı. Yeni Müslüman olmak isteyenler de bu eve gelir, Müslüman olmakla şereflenirdi. Bunun için, bu eve Daru'l-İslâm ve Dâru'l-Erkam gibi isimler verilmişti. Daru'l Erkam, İslam cemaatının teşkilatlanma merkezdir. Daru'l İslam ise, İslam devletinin teşkilatlanma merkezdir. İslam devletî, İslam cemaatının son aşamasıdır.
Bir gün Hz. Ammâr bin Yâsir, Hz. Erkam'ın evinin önünde Hz. Süheyb bin Sinan'a rastladı. O'na sordu:
“Burada ne yapıyorsun?”
“Sen ne yapıyorsun?”
“Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği dine gireceğim. Müslüman olacağım.”
“Ben de aynı maksatla buraya geldim.”
İkisi de aynı maksatla geldiklerini söyleyince, beraber içeri girdiler. O sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Müslüman oldular, akşama kadar orada kaldılar. Akşamdan sonra evlerine gittiler.
Mekkî toplumlarda teşkilat gizli, tebliğ açıktır. Mekkeli müşrikler, müslümanların kendilerini neye davet ettiklerini çok iyi biliyorlardı. Ama müslümanlarm nerede ve ne şekilde teşkilatlandıklarını bilmiyorlardı. Rasûlüllah (sav)'in gününde Daru'l Erkam'daki müslümanlar teşkilat yapılarını bir sır olarak saklıyorlardı.
Peygamber efendimiz, İslâmiyeti tebliğden önce de Hz. Süheyb bin Sinan ile konuşurlar ve birbirlerini severlerdi. Süheyb bin Sinan, Abdullah bin Ced'an'ın azadlı kölesi idi. Müslüman olduğunu açıklamaktan çekinmeyen yedi mücahid Sahabeden biri idi.
Hz. Süheyb, Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra Mekke'li müşriklerin, şiddetli hücum ve işkencelerine mâruz kaldı. Müşrikler daha çok, kimsesi olmayan zavallılara işkence ederlerdi. Hz. Süheyb, Mekke'de akrabası, dayanağı olmayan bir zât olduğu için, müşrikler kendisine çok zulmederler, konuşamıyacak hâle getirinceye kadar döverlerdi. Demir gömlek giydirirler, en sıcak günde, güneş altında tutulur, üstüne de yük bindirirlerdi.
Bir gün, Hz. Habbâb ve Hz. Ammâr'la birlikte giderlerken, Kureyş müşriklerinden bazıları ile karşılaştılar. Müşrikler bunları görünce:
“İşte Muhammed'e tâbi olan kimseler,” diye alay ettiler ve bazı uygunsuz sözler söylediler.
Hz. Süheyb onlara cevaben buyurdu ki:
“Evet! Allahû Teâlâ'nın Peygamberine tâbi olan, Onunla beraber bulunmaktan zevk alan kimseler biziz. Hz. Muhammed'e biz inandık, siz inanmadınız. Biz O'nun söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğunu kabul ettik. Siz yalanladınız. Bütün üstünlük ve faziletler İslâmiyette, bütün zillet ve felâketler de müşrikliktedir. Müslümanlıkta aşağılık, müşriklikte üstünlük yoktur.”
Hz. Süheb (R.a.) böyle söyleyince inanmıyanlar üzerine saldırdılar. Hz. Süheyb bin Sinan'ı dövdüler. Öyle ki, konuşamayacak hatta ne söylediğini bilemiyecek hale geldi.
Hz. Süheyb (R.a.) bütün bu işkencelere tahammül ediyordu. Yapılan eziyetler onun için, hak yolda sabır ve sebat için bir teşvik oluyordu, imânı kat kat artıyor, müşriklerin onu hak yoldan döndürme gayretleri boşa gidiyordu.
Hz. Süheyb (R.a.), Mekke'de kendi gayretleriyle büyük bir servet elde edip hayli zengin oldu. Medine-i Münevvereye hicret edeceği müşrikler tarafından haber alınınca yolu kesildi. Dediler ki:
“Sen Mekke 'ye fakir olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin, hem bunca malı götüreceksin buna izin vermeyiz.” Hz. Süheyb, onlara buyurdu ki:
“Ey müşrikler. Beni iyi tanırsınız ki, çok iyi ok atarım. Eğer üzerime gelirseniz, ok çantamdaki okların hepsini size atarım ve sonra kılıcımı çekerim. Bunlardan biri elimde bulundukça bana birşey yapamazsınız, kendiniz bilirsiniz.”
Fakat Hz. Süheyb'in, Peygamber efendimize olan muhabbeti, bağlılığı ve O'na kavuşmak arzusu ve Medine-i Münevvereye gidip ibadetlerini rahatça eda edebilmek isteği o kadar çoktu ki, yanında bulunan bütün mallarının ve alacaklarının, Peygamber efendimizin sevgisi yanında hiç kıymeti yoktu. Bu sebeple hiç vakit kaybetmemek, bunlarla oyalanmamak için onlara dedi ki:
“Yanımdaki ve Mekke'de bulunan mallarımı size verirsem önümden çekilir misiniz, yolumu açar mısınız?”
Hak ve hakikatlerden nasibi olmayan müşriklerin de arzusu buydu. Hemen kabul ettiler. Hz. Süheyb (R.a.), yanında bulunan bütün mallarını verdi, Mekke'deki mallarının da yerini tarif edip müşriklerin elinden kurtuldu ve hiç parasız olarak yoluna devam etti. Hatta başka bir rivayette üzerindeki elbiseleri de iç elbiseleri hariç aldılar. Buna rağmen o yoluna devam etti.
Mekke ile Medine arasındaki yolda binbir zahmet, tahammülü mümkün olmayan güçlüklerle karşılaştı. Fakat sevgili Peygamberimize kavuşmanın heyecanı ile bütün sıkıntılardan zevk alarak yoluna devam etti. Peygamber efendimiz, beraberlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer olduğu hâlde Hz. Külsüm bin Hedm'in hanesine misafir idiler. Önlerinde de ev sahibinin getirdiği yaş hurmalar vardı. Hz. Süheyb Peygamber efendimizin huzuruna geldiğinde gözü ağrıyordu. Yolda çok acıkmış ve Abdullah b. Zübeyr (R.a.), insanları Allah'ın hükümleriyle idare etmeye özen gösteriyordu. O, İslâm ümmetinin kıyametini Allah'ın indirdiği hükümlerin dışındaki hükümlerle idare edilmekte görüyordu. Abdullah b. Zübeyr (R.a.)'ın fıkhından bize kalan miras,
"Allah'ın indirdiği hükümlerle idare olunmayan bir ümmetin kıyameti kopmuştur," hakikatidir. Kıyameti kopmuş olan bir ümmetin yeniden dirilmesi ve ayağa kalkması, Allah'ın indirdiği hükümlerle idare olunmasına bağlıdır. Müslüman olarak bizim idarecilerimiz, bizden olup bizi Rabbimizin şeriatiyle idare edenlerdir. Bunların dışındaki idareciler, bize ve bütün insanlığa kötülük edenlerdir!
Müslümanlar kendilerini sadece Allah'ın indirdiği hükümlerle idare edecek ve kendilerinden olan idarecilerini ortaya çıkarmadıkları, iktidar yapıp muktedir de kılmadıkları müddetçe, küfrün esirleri olarak hayatlarına devam etmeye mecbur ve mahkûmdurlar.
Müslüman! Seni cemaat ve devlet seviyesinde Allah'ın indirdiği hükümlerle idare eden mü'min idarecilerin yoksa, sakın kendini hür sanma bu durumda sen küfrün esirisin!