sumeyye
Fri 7 January 2011, 02:32 pm GMT +0200
HZ. PEYGAMBERİN SAVAŞLARI
(Birinci Yayın İçin)
Önsöz
Elinizdeki bu kitap, ilk olarak Londra yakınındaki Woking şehrinde, her ay çıkmakta olan Islamic Review adlı mecmuanın 1952 yılı Eylül-Aralık ve 1953 yılı Haziran, Temmuz, Eylül ve Ekim sayılarında tefrika halinde neşredilmiştir. 1953 yılında, bazı resim ve haritalarında değişiklikler yapılarak yeniden yayınlanmıştır. On yıllık bir fasıladan sonra, şimdiki bu neşredilişinde birçok düzeltmeler, ilâveler yapılmış bulunmaktadır. Bu arada, 1959 senesinde, Hz. Peygamberin hayatını inceleyen -Le Prophete de llslam, sa vie et son oeuvre» (İki cilt halinde), adlı şümullü bir kitap neşrettim. [1] Bu eserde, münasebet düştükçe Hz. Peygamberin savaşlarına da temas edilmiş ve bunların teknik \e askerî yönlerden görünüşleri aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Müellif, hakikaten birçok bakımlardan büyük bir saadet içindedir: Birçok ilim adamları gönü] rahatlığı içinde bu kitabımı, müracaat kitabı olarak almışlar ve kendi ilmî eserlerinde buna atıflarda bulunmaktan çekinmemişlerdir. Bu kitabın aynı konuda yazılan akraba eserlere de ilham veren durumda olduğu kabul ve tasdik edilmiş bulunmaktadır. Mısır Orduları Kurmay Dairesinde (Sağ Erkân Harb) yüzbaşı Muhammed Abd'ul-Fettah İbrahim'in Kahire'de 1954'de arapça kaleme aldığı -Muhammed el-Kaa'id» = Başkumandan Muhammed adlı eser ile Pakistan ordusunda vazifeli General Muhammed Ekber Han'ın Karaçi'de 1954 yılında urduca te'lif ettiği 'Hadis Difâ'» adlı eser, buna misal olarak gösterilebilir. Aynı zamanda, bu kitap muhtelif dillere tercüme edilmek şerefine de nail olmuştur i Seyyİd Gulâra Rıdâ Sa'îdî'nin Tahran'da 1376 H / 1950 yılında «Resul Ekrem der Meydanı Ceng- adı altında farsçaya, Bağdatlı Sertâvi tarafından arapcaya ve nihayet Salih Tuğ tarafından türkçeye çevrilmiş bulunmaktadır.
Şimdi neşredilmiş olan bu kitapla ben, aynı zamanda birçok okuyucum tarafından sorulmuş suallere cevap vermek fırsatını da elde etmiş olmaktayım. Bütün bu zahit ve iyi niyetli Müslüman kardeşlerim Onun -mukaddes vazife-si hakkındaki bu yazılarımda hiç Hz. Peygamberin mucizelerinden bahsetmeyişimden dolayı şaşkınlıklarını gizlememektedlrler. Acizane benim cevabım şudur: Ben bu kitapta tam ve şümullü bîr tarzda Hz. Peygamberin hayatının bütün cepheleriyim meşgul olmamaklayım; .yine bu kitap sırf bu mucizeler konusunu kendisine mevzu edinmemişler. Kur'an, onun gösterdiği mucizelerin en mârufu ve en başta gelenidir. O muvaffakiyete sadece mucizelerle ulaşmış olsaydı, onun hayalı -sn üstün, en güzel örnek — usvc Kasene- yani -ceml-yeto mensup fertlerin takip edecekleri, Kur'ana muvafık amali, fiili örnek, olamazdı. Fertlere Hz. Peygamberin İnsanî görünüşü izah edilmedikçe, Onun hattı harekelini değerli ve taklid edilmeye lâyık bir örnek olarak, bilhassa mucizeye inanmayan, İnanamayan fertlere İzah kabil olmaz.
islâm Peygamberi tarafından gösterilmiş mucizeler hakkında, bunların ilmi imkânları, felsefî esasları hususunda ('aba faz-!r\ malûmat isteyen kimseler için Urdu lisanında Şîblî ve Süleyman Ncdvî tarafından kaleme alınan -Siret'ün-Nebî» adlı eseri tavsiye edebilirim. Bu eser, baştan başa bu mucizeler bahsine hasrü tahsis edilmiş bulunmaktadır. Benim, bütün gayretim burada, Hz. Peygamberin ulvî hayatının amelî ve İnsanî görünüşünü aydınlatmaya hizmet eden malûmatı toplamak, bir araya getirmektir. Ona salât ve selâmlar olsun.
M. HAMİDULLAH Paris — İstanbul[2]
(İkinci Yayın İçin)
Önsöz
Elinizdeki bu kitap, dokuz yıllık bir fasıladan sonra türkçede-ki bu ikinci neşreclilişinde birçok düzeltmeler, konunun takdiminde bazı değişiklikler ve mevcut fasıllar arasına bir takım ilâveler yapilmak suretiyle sislere yeniden arzedilmiş bulunuyor. Bu zaman zarfında Hicaz bölgesine !;;sa süren bir seyahatta da bulunduk ve 1968'da birinci cildi ve lS69'da ikinci cildi türkçe olarak neşredilmiş olan vo Hz. Peygamberin hayat) ve faaliyetlerini tetkik maksadını taşıyan -İslâm Peygamberi- [3] adlı Lürkçe kitabımızın muayyen/ bazı bölümlerinde, onun savaşlarının teknik -askeri yönünden ziyâde, bunların sebeb ve sâikleri ve bu arada siyasi ve diğer neticeleri, keza Devlet idaresindeki askeri teşkilât üzerinde durmak imkânını elde ettik.
Müellif hakikaten bazı bakımlardan büyük bir saadet içindedir : Birçok ilim adamları gönül rahatlığı içinde bu kitabım! müracaat kitabı olarak ele almışlar ve itendi ilmi eserlerinde buna atıflarda bulunmaktan çekinmemişlerdir. Bu kitabın aynı konuda yazılan akraba eserlere ilham veren durumda olduğu da anlaşılmış bulunmaktadır. Mısır Genel Kurmay Dâiresi'nde vazifeli Yüzbaşı Muhamemd Abdü'l-Fettâh İbrahim'in îSS-i'de Kalıi-re'cle arapça kaleme aldığı «Muhammed el-Qâİd» ( = Eiaşkuman-dan Muhammet!) adlı eser He Pakistan Ordusunda vazifeli General Muhammed Ekber Han'ın 1954'do Karachi'de urduca telif et*,iğî -Hadîs Difa'» adlı eser buna misal olarak gösterilebilir. Elinizdeki bu kitap, bu arada muhtelif dillere tercüme edilmek şerefine de mazhar olmuş bulunuyor: Scyyid Gulâm Rıdâ Sa'îdi'nin Tahran'da 1376/1956 yılında «Resul Ekrem der Meydânı Ceng* adı altında fars dilinde ve Sertâvi tarafından Bağdat'ta arap dilindeki neşirleri gibi.
Askerlik mesleğinden olmayan benim bu gayretimin böylece diğer dillerde de değerlendirilmiş elmasına rağmen, esas tasavvurlarımı hâlâ gerçekleştirememenin elemi içi nete bulunmaktayım: Tarihçiler Hz. Peygamberin bizzat kumandayı elinde bulundurduğu yirmi beş kadar savaştan söz ederler ki, beiki bir o kadarı da kendisinin şahsen iştirak etmediği o devirdeki harp ler, seriyyelerdir. İşte benim tasavvurum, bütün bu savaşların cereyan etmiş olduğu bölge veya meydanları bizzat ziyaret ile klâsik, tarih kitaplarında toplanmış olan malzemeyi kendi yerlerinde yeni baştan değerlendirme şeklinde hülasa edilebilir. Ümid ediyorum ki, bir gün, gerekli âlet ve edevatla teçhiz edilmiş bir subaylar ekibi aynı işi yüklenecek ve bölgede araştırmalara girişecektir. Böyle bir çalışma, tarihçilerin de yardımı alınırsa daha da değerli bir eser meydana gelmesinde yapıcı rol oynayacaktır.
Şimdi neşredilmiş olan bu kitapta ben, aynı zamanda birçok okuyucum tarafından sorulmuş suallere cevap vermek fırsatını da elde etmiş olmaktayım. Bütün bu zahit ve iyi niyetli rnüslüman kardeşlerim, Onun «mukaddes vazifesi* hakkındaki bu yazılarımda Hz,. Peygamberin mucizelerinden bahsetmeyişimden dolayı şaşkınlıklarını gizlememektedirler. Acizane benim cevabım şudur: Ben bu kitapda tam ve şümullü bir tarzda Hz. Peygamberin hayatının bütün cepheleriyle meşgul olmamaktayım; yine bu kitap sırf bu mucizeler konusunu kendisine mevzu edinmemiş-tir. Kur'an, onun gösterdiği mucizelerin en mârufu ve en başta gelenidir. O muvaffakiyete sadece mucizelerle ulaşmış olsaydı, onun hayatı «en üstün, en güzel örnek — usve hasene» yani • cemiyete mensup fertlerin takip edecekleri, Kur'ana muvafık ameli, fiilî Örnek- olamazdı. Hz. Peygamberin insani görünüşü İzah edilmedikçe, Onun hattı hareketinin değeri ve taklîd edilmeye lâyık bir örnek olması, bilhassa mucizeye inanmayan, inanamayan fertlere izah edilemez.
islâm Peygamberi tarafından gösterilmiş mucizeler hakkında, bunların ilmi imkânları, felsefî esasları hususunda daha fazla malûmat isteyen kimseler için Urdu lisânında Şibli ve Süleyman Nedvi tarafından kaleme alınan «Sîret'üıı-Nebî» adlı eseri tavsiye edebilirim. Bu eser, baştan başa bu mucizeler bahsine hasrü tahsis edilmiş bulunmaktadır. Benim, bütün gayretim burada, Hz. Peygamberin ulvi hayatının amelî ve insani görünüşünü aydınlatmaya hizmet eden malûmatı toplamak, bir araya getirmektir: Ona salât ve selâmlar olsun.
M. HAMİDULLAH
Paris — İstanbul 1972[4]
(Üçüncü Yayın Îçin)
Önsöz
Bir kitabın, her yeni baskı ve yayını, şayet hâlâ hayattaysa yazarına, eserini gözden geçirme ve günün şart ve durumlarına uygun bir hâle getirme fırsatını verir.
Elinizdeki bu kitabın bir evvelki yayınında, ben de gerçek olduklarına, gönülden inanmakla beraber, Resûlullah'ın savaşlarıyla İlgili mucizelerden niçin ayn ayrı ve tafsilâtlı bir biçimde söz etmediğime dair okuyuculardan gelen suallere cevap vermeye çalışmıştım.
Bu arada sık sık günümüzdeki gayrimüslimler tarafından ortaya konan bir mesele de vardır: her halde bu da aydınlığa kavuşturulmaya değer bir konudur-. :«Peygamberlik ile savaş pek yanyana durmamaktadır». Bununla onlar, 'madem kî Resûlullah savaşlara girmiş ve bunları Başkumandan sıfatıyla idare etmiştir, o halde o, Ihaşâ) bir Resul olamaz' demek istemektedirler.
Elimizdeki Tevratta bize nakledilen eski peygamberlerin giriştiği savaşları ve bu arada yine elde mevcut tacillerde (meselâ Tesniye 20/16, I. Samuel 15/2-3, Matta 10/34, Luka 19/27 ve mukayese ediniz: I. Korentliler 15/25, Marltos 12/1-9 ve mukayese ediniz s Luka 20/9-18, v.s.) geçen İsa Mesih'in konuyla İlgili sözleri bir kenara bırakılarak bu mesele soğuk kanlılıkla ve nişlerimizden uzak bir biçimde ele alınmalıdır. Zira, birinin yanlış bir iş yapması, bizim de aynı yanlışı işlememize dayanak teşkil etmez:
a. Savaş, hiç de arzu edilen bir şey olmamakla beraber en sonunda günümüzde bile kaçınılması mümkün olmayan bir olay mahiyetindedir. Bu gerçek karşısında, zâlim diktatörler ile değru ve yanlışı birbirinden ayıramayan yırtıcı kurt tabiatlı İnsanlara savaşma vtelt elini bırakıp normal hayatta harp san'atı İle uğraşan kimselere takip edecekleri bir örnek, bir emsal sağlayıp onların gözleri önüne sermeyecek miyiz? Amansız vahşî hayvanlar bile bu şekil başı boş zâlimlerin savaşlarda gösterdiği îtötü davranışlardan ürperti duyar. Ancak ve ancak vahiy aîan ve insan denen varlığın saadet ve iyiliğini dilemekten başka bîr şey düşünmeyen bir peygamberdir ki, Allah yolunda savaşan ve sulh ü selâmet uğruna harbe giren bir askere t âk ip edeceği cıı güzel, en seçkin bir örneği sağlayıp onun gözü önüne serebilirdi.
b. A İlahın vazifelendirip gönderdiği -Son Resul» vasfında bir peygamber, sadece harplerin şiddetini azaltmak ve savaşlan insanî bir çerçeve içine sokmak için değil ve fakat, hayatın her alanında geçerli ve izinden gidilmeye değor en güzel Örneği bize vermekle yükümlüdür. Buna mukabil. Kıyamet Günü'ne kadar gelecek bütün «Zamnnlar»da ve insan hayatının bütün görünüşlerinde geçerli kaideleri insanlara bildirmekle görevlendirilmemiş ve fakat, geçici bîr zaman için ve boHiIİ bir insan zümresinin sınırlı hayat meselelerini çözüp açıklamak üzere vazifelendirilmiş bir Nebi'nin insanlara savaşlarla ilgili bir -Örnek» bırakamamış olması mümkündür.
c. Şöyle bir atasözü vardır:
-Denenecek en son çâre dağlamak, en son deva kılıçtır»
hikmet yüklü bu söze göre, -kimseye saldırıp tecâvüz etmek gerekmez ve fakat bir kimsenin, kendi Öz haklarını hiçbir prensip tanımayan acımasız zâlimlere karşı savunabilmek maksadıyla bizzat insan tabiatı, -savaş» yoluna başvurmayı icâbettirir. Allah Resulü ise, hiç de aşırı gitmeksizin bu çeşit uğraş ve savaşlarda tam bir doğruluk ve insaf içinde insanlara yol gösterip önderlik eder.
d. Diğer bir çok seçkin hadis yazarlarından başka, Müslim ve Ahmed'ubn Hanbel'in de eserlerinde Resûlullah'tan naklettikleri şu hadis vardır:
-Ben rahmet peygamberiyim, ben harp peygamberiyim-.
Her şey yerli yerinde ve lüzum ettiğinde kullanılmalıdır; Ne zc-hirli yılanlara ve yırtıcı kurtlara ve ne de insan kanı döken sefih khıiKrli»rn acımak ve merhametli dfuınnmak gcrnldr. Yıılcarthıhi hadfsde geçen her iltî sıfat ve niteliğin de aynı yüksek otoritede l>;ı İrşnıcsi sağlanmıştır; böylece, hangi olayda hangisinin kullanılması gerektiğine onun karar vermesi istenmiştir. Bu durum, vahiy ve ilhama dayanan kehânetlerin insanı hayrette bırakan şu gerçekleşmiş Özlerinde de görülmektedir: Etrafındaki talebe ve bağlılarına, kendileri ölüm döşeklerinde oldukları bir sırada beni Zarathusfcra fZcroastir, Zerdüşti ve hem de Budda'nın şu sözleri nakletti İd eri nakledilir :
• Dinimizi ve Öğretilerimizi fantama erdirip İkmal edemedik; adı, "Âlemlere Rahmet" olan bir başkası gelip bunu kemâle ve tamâmş, erdirecektir».
Hindu'ların mukaddes kitabı olan Purâna:
«AHalım en son tenâsuh'u (avatâr) bir savaşçı şeklinde görülecektir*.
demektedir. Aynı şekilde İsa Mesih de üzüm bağı ile ilgili meşhur meselinde (Matta 21/33-41, Markos 12/1-9, Luka 20/9-16) :
«Rafobin birbiri arkasına hizmetçilerini ve nihayet kendi Öz oğlunu göndereceğini, fakat zamanla mülkü elinde bulunduran kiracılar ve bağcılar gitgide haylaz ve işo yaramaz bir hale geldiklerinde nihayet Rabbİn bir Ordu ile çikageleceğini ve hepsini kendine bağlayıp itaat ettireceğini»
beyan etmektedir. Diğer bir deyişle, Allah t n İlâhî Tebliğini getiren en sonuncu Elçisi, hem Âlemlere Rahmet olacak, ve heın de Allanın askerini temsil edecektir.
Türk okuyucularının itme ve Resûlu'Iahın hareket ve tatbikatını öğrenip bilme yolunda taşıdıkları dinmek bilmez susamıştık, her gün yenilenip sayıları artan okuyucu kitlelerinin istifâdesine elinizdeki bu kitabın yeniden basılmasında teşvik edici bir rol oynamış bulunmaktadır; böylece biz de bu mütevûzi kitabın metnini yeniden gözden geçirme fırsatını ekip eimiş olduk.
Allah hepimizi, O'nun razı olduğu yolda bulundursun, amin!'
MUHAMMAD HAMİDULLAH
Paris, Ramazan, 1401
Not: Kitap metninin icab eden yerlerinde • J » harfi mukabili, Q, q kullanılmıştır (Mütercim). [5]
1- GİRİŞ BİLGİLERİ
Uzun seneler evvel, 1939'da Sorbon Üniversitesinde «Hz. Peygamberin zamanında cereyan etmiş muharebe meydanları-» mevzuunda, benim tarafımdan, kısa bir konferans verilmişti. Bu konferansta, Uz. Peygamber devri muharebelerinin lıaritaları izah edilmiş ve projeksiyonla da gösterilmişti. Aynı konferans, yine o yıl, Paris'de çıkan «Revue des Etudes lslamiquesn> adlı mecmuada neşredilmiş ve nihayet bir müddet sonra da, yeniden tabı cihetine gidilmiştir. Urdu lisânında da aynı konu, genişletilmiş olarak Hindistan'ın Dekkan Eyaletinin Haydarabad şehrinde neşredilmekte olan «Research Journal of the Os-vıania Umversity» adlı dergide yayınlanmıştır. Bu sonuncusu, yemden gözden geçirilmiş ve haritaları zenginleştirilmiş, kroki ve resimlerle süslü olarak 1945'de efkârı umûmiyeye arzedilmiştir. Daha sonra, ben mevzu bahis araziyi yeniden ziyaret etmek fırsatını elde ettim.
Bu ziyaretim ve buna muvazi olarak tetkik ettiğim birçok tarihî kaynak, bir miktar düzeltme ve ilâvelere, bilhassa Hendek kuşatması ve 1964 deki son ziyaretimden sonra Hayber bahsinde, sebep olmuş bulunmaktadır. Türk dilinde ikinci defa yayınlanması vesilesiyle de biz, elde ettiğimiz bu yeni ve faydalı malûmatın kitabın metnine dâhil edilmesi fırsatım elde etmiş olduk. Bugün, hâlâ Hayber ve havalisini daha uzun bir süreyle yeniden ziyaret etmek ümidini beslemekteyim. Bununla beraber, en derin minnet ve teşekkürlerimi Amerikalı mühendis ve seyyah Mr. K. S. Tıoit-chell'e arzetme fırsatını kaçırmak istemem. Kendisi, 1942 de ziyaret ettiği Hayber arazisinin kro-ki-haritasım bana sırf hafızasına dayanarak çıkarmak nezâketinde bulunmuş ve keza bu işle ilgili sair yardımlarını kitabın ilk neşri esnasında esirgememiştir. Bütün bunları aşağıda Hayber Bölümünde değerlendirilmiş bulacaksınız.
1. Yirminci Asırda, ilmin inkişafına muvazi olarak, harp esas ve usulleri de değişmiş bulunmaktadır. Kendi devirlerinde efsanevi hâtıralar taşıyan bu neviden eski harplere şimdi, çocuk oyuncağı nazariyle bakılmaktadır. Bugünün milyonluk ordularını teşkil eden büyük kuvvetlerin bir kalem darbesiyle, herhangi bir yere nakledildiklerini söylemek mübalağa sayılmamaktadır. Askerlikteki kıymet hükümleri o kadar değişti ki, bizini gençlik yıllarımızda en gizli addedilen öldürücü silâhlar bugün harp meydanlarmdan ziyade müzeler için daha istifadeli birer malzeme sayılmaktadırlar. Harp idaresi sahasında, muhabere, istihbarat, nakliye meseleleri kemmiyet ve sürat bakımından o kadar değişikliğe mâruz kaldı ki, evvelce aylar alan bu işler şimdi birkaç saat hattâ dakikada tamamlanır oldular.
2. Herhangi bir kimse, geçmiş savaşların yeniden ele alınıp izah edilmesinin değişen bu durumlar karşısında j askeri bakımdan tatbiki bir değeri olmadığını ileri'sürebilir. Fakat hakikat böyle değildir; İngiltere'de hâlâ, mektebe yeni kaydolmuş askeri okul talebelerine ilk ders olarak şu öğretilmektedir:
«Bütün subay namzetleri tarafından şurası bilinmelidir ki, sizlerin ferdî çalışmalarınızın en mühim tarafı, bizzat kendi kendinize yapacağınız çalışmalardır... Böyle bir çalışmada «harp tarihi» şüphesiz en mühim sahayı işgal eder. Bu tarz bir çalışma harp prensipleri ve onların tatbikatını öğrenmenin en iyi yoludur. Bütün bu tarihî vâkı'larda insan tabiatının bariz hususiyetlerini görmek mümkündür... Askerlik tarihi, subayların öğreniminde büyük bir önemi haizdir. Bu sebepten dolayı bir tek savaş veya bir tek savaşın seçilmiş bir safhası her sene program için in-tihab edilmiş bulunmaktadır.
«Askerlik tarihi çalışmalarında gaye, eski savaşlara ait bu malûmattan bugünkü harplere kabili tatbik dersler çıkarabilmektir. Tarihi, sadece tarihî hâdiselere dair bilgi edinmek gayesiyle okursak, bu pek az değer taşır. Modern orduların büyüklük ve azameti, onların donanımı ve muhabere imkânları, maziden alınacak derslerin gayrı kabili tatbik olduğunu bize gösterir. Fakat, insan tabiatı ve harbin temel prensiblbri değişmemektedirî bu sebepten BİRÇOK DEĞERLİ DERSLER EN ESKİ SAVAŞLARDAN BİLE ÇIKARILABİLİR.»[6]
Askeri Bir Tabiyeci Ve Taktikci İçin Hz. Peygamberin (S.A.) Savaşlarının Önemi
3. Şurası bedîhîdir ki, eski devirlerde cereyan etmiş olan savaşlar üzerinde çalışma, ancak dikkatle araştırıldığı ve savaşı idare edenlerin esas kaideleri nasıl tatbik ettikleri ve neticelerinin neler olduğu gibi hususlar meydana çıkarıldığı zaman tatbikî bir. kıymet kazanmaktadır. İşte İslâm Elçisi Hz. Mu-nammed'in (Sallallâhü aleyh ve sellem) [7] idare ettiği savaşlar, gelmiş geçmiş ve günümüzün birçok diğer savaşları arasında en göze batanı ve-en tepede duran savaşları olarak insanoğlunun özellik ve karakteristiğini taşımaktadırlar. Ekseriya bizzat kendisinin tertib ve teşkil ettiği asker adedinden üç, hattâ on defa fazla adedde düşmana karşı savaşmış ve neticede, bu harplerin hepsinden fiilen muzaffer çıkmıştır. Onun «İmparatorluğu», küçük bir Şehir-Devletin bazı dar sokaklarından ibaret olarak başlamış, günde ortalama bir hesapla 274 mil karelik bir sür' atle genişlemiştir. On sene süren fiilî bir siyasi faaliyetten sonra son nefesini verdiği sırada O, iki milyon kilometre kareye yaklaşan bir sahada kurulu bir Devlet idare etmekteydi. Rusya hariç, Avrupa büyüklüğünde ve üzerinde o zaman milyonlarca halkın yaşadığı bu geniş saha, harp meydanlarında düşman ordu saflarında maktul düşen, takriben 250 insana mukabil fethedilmiştir. [8] On senelik bu zaman neticesinde Müslümanların kaybı .ise ortalama ayda bir şehit olarak hesaplanabilir. İnsan İcanına verilen bu değer ve hürmetin bir eşine daha, insanlık tarihinde rastlanamaz. Bundan başka fütuhatın sürati, fethedilen yerlerde yaşayan insanların tam mânasiyle bu yeni kültür ve imana intibak etmeleri ve bu arada, Hz. Peygamberin vefatından sonra, onbeş yıl gibi kısa bir zankan zarfında BELLUM OMNIUM CONTRA OMNES (tam bir karışıklık halin)'den PAX ISLAMICA (İslâm sulh ve selâmeti)'ya ulaşmak şerefini ihraz ve Medine başşehir olmak üzere, üç kıt'ada' [9] hü-kümfermâ olmuş ordulara kumanda eden bir subaylar kadrosunun yetiştirilmiş olması gibi insanı hayretler içinde bırakan ve bunun yanında birçok calibi dikkat hususlar bizi, Hz. Peygamberin sağlığında cereyan etmiş olan meydan muharebeleri vesâir harpleri tetkik etme yoluna sevketmiş bulunmaktadır. İsim hususundaki benzerlik müstesna, Hz. Peygamberin giriştiği bütün harplerin zamanımızda cereyan-eden harplerle hiçbir kıyâsı tarafı yoktur. Biz onun
Arab Yanmadası'nın haritası.
harplerinde, bizzat kendisi tarafından söylenmiş olan su sözün canh bir ifadesini bulabilmekteyiz:
-Ben rahmet Peygamberiyim, ben harp Peygamberiyim»[10]
Bu Eser Kaleme Alınırken Karşılaşılan Güçlükler:
4. Kaideten «çalışma» kolay değildir. Esas kaynakların lisanı olan arapçadan ayrı, hemen hemen her mütemeddin lisânda, bir âyette belirtildiği veçhile «âlemlere rahmet» olan insan hakkında uzun veya kısa hattâ düşmanca veya dostça bir şekilde hayat hikyesi (Sîre) kaleme alınmıştır. Onun idare ettiği harpler mevzuunda da birçok eserler vardır. [11] Tarih noktai nazarından değil, fakat askerlik ilmi zaviyesinden onun harpleri hakkında bir eser okumak veya bir şey işitmiş olmak hemen hemen imkânsızdır. 1300 küsur sene evvel cereyan etmiş olan bu harpler hakkında bir yazı yazmak için askerlik bilgisi ile olduğu kadar tarihî malûmat ile de mücehhez olunması lüzumludur. Ben, bir tarih tetkikçisi değilim ve askerlik hayatı sürmek fırsatını da elde edemedim. Çünkü, askerî mektebe müracaat ettiğimde, bünyevî sebeplerle reddedilmiştim. Bununla beraber, her iki sahada ihtisas kesbetmiş birinin ortaya çıkmasını ve onun mevzu üzerinde mesaî sarfetmesini beklemek de epey bir zaman kaybı olacaktı. Yazılı kaynakları tetebbu neticesi toplamış olduğum malûmat, mevzubahis mahal ve bölgeleri iki defa ziyaretten sonra bile çekingenlik ve tereddütle neşredilmiş bulunuyor. Bu malûmat, başkaları için değil, sırf askerî ihtisas sahibi kimseler için, onların alâkalarını çekmek ve onları tahrik ve teşvik gayesiyle bu kitapta bir araya getirildi. Bu okuyucular, bunları gözden geçirsinler ve neticeleri daha sâlih ve isabetli bir hale soksunlar. Şu son otuz yıl zarfında tarafımdan devam ettirilmiş tarihî araştırmaların yanında, bu bölgelerden çoğuna iki ayrı ziyarette bulunma bahtiyarlığına da eriştim. Bunlardan birinde Hayber'e de kısa bîr seyahatim oldu. Bu seyahatlanm neşredilmiş olan metni esaslı surete yeniden,ele almamda âmil olmuştur. Havaliyi üçüncü ziyaretimin neticeleri İngilizce ilk neşre katılmıştı. Dördüncü son ziyaretimden elde ettiğim yeni malûmatı ise, ilk defa olmak üzere türkçe1 ikinci neşire ithâl etmiş bulunuyorum. Bütün bunlar yine de, askerlik ilmi sahasında mütehassıs olan müstakbel bir araştırıcı için ilk ve ham malzemeyi teşkil ederler. Ben sadece üzerime düşen vazifeyi yerine getirdim; kalan diğerlerine aittir. [12]
[1] Fransızcada (Paris 1979) ve türkçede dördüncü yayımı yapılmış bulunmaktadır: İslâm Peygamberi, istanbul 1981.
[2] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 9-10.
[3] Türkçede dördüncü yayımı yapılmış bulunmaktadır: İslâm Peygamberi, İstanbul 1981.
[4] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 11-12.
[5] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 13-14.
[6] Harp Dairesi Öğretim Talimatnamesi: -War Office Traİ-ning Regulations», s. 23 ve müt, London 1934). Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 17-20.
[7] Kur'anda İslâm Peygamberi üzerine bu şekliyle saîât ve selâm getirilmesi emredilir. (K., 33/56). Biz bunu ilerici satırlardan itibaren (S.A.) olarak kısaltacağız (Naşir).
[8] Bunun nasıl hesaplandığının tafsilâtı şöyledir: îbn Hi-şâm'a göre Hz. Peygamber, Medine'den olmak üzere 27 sefere (gazve'ye) bizzat çıkmış ve fakat bunlardan sadece 9'unda savaş vuku bulmuştur. Birçoğu askerî maksatlarla olmasa bile sa-hâbe'nin kumandası altında Medine'den çıkılan sefer yahut gönderilen askeri birliklerin adedi ise aynı kaynağa nazaran 38'dir. Bazı sefer ve gazvelerdeki zayiat hakkında malûmat bulunmaması dolayısiyle aşağıya dercedilen kayıp listesi tam ve kafi sayılamaz; bununla beraber o devrin -savaşları» hakkında bize kabaca bir fikir verme niteliğindedir:
Sefer .
Düşman Ordusu mevcudu:
Düşman İslâm Ordu Sehîd
zayiatı: mevcudu: sayısı
Bedir
Uhud
Mustalıq
Hendek
Hayber
Mu'ta
Mekke Fethi
Huneyn
Ta'if Muhasarası
950 3000
200 (?) 12000 20000 100000
313
700
30(?)
3000
1500
3000
10000
12000
12000
14
70
1
6
15
13
3
4
12
Toplam
Toplam 138
Yukarıda verilen rakkamlara, Racİ' ve Bir Ma'ûna'da haince katledilen ve sayılan 44 kadar olan islâm mübelliği dahil değildir.
Kezâ, Benû Qurayza ile yapılan harpte esir düşen düşman askerlerine savaştan sonra kendi seçtikleri bir hakem tarafından Tevrat hükümlerine göre (Tesniye, XX/13-14) verilen hüküm neticesi tatbik edilen, ölüm cezası dolayısiyle hasıl olan düşman zayiatı hariç tutulmuştur, (bk. 206. paragraf). Ben şahsen, bütün bu savaşlarda her iki tarafın zayiatına dair tam malûmatı elde etsek bile, Müslüman şehitlerin 150ryi ve düşman birliklerindeki zayiatın ise 250'yi aşmayacağını tahmin etmekteyim. Bu tahmini, 30 000 mevcutla İslâm Ordusunun çıktığı ve görünüşte bir çatışma vuku bulmamakla beraber Eyle bölgesi ile Filistin'in cenup kısımlarının Bizanslılardan alınıp İslâm topraklarına katıldığı Tebuk seferini de nazarı itibara alarak yapmış bulunuyorum.
[9] Bunlar Asya, Afrika ve Avrupa'dır. Taberî'ye nazaran Ict-Te'rîh, C. I, s. 2817), üçüncü islâm Halifesi Osman devrinde, Müslüman orduları, Hicrî 27'nci yılda Endülüs'e ayak basmışlar ve burada, arkadan takviye edilmemelerine ve ana vatandan yardımın tamamen kesilmesine rağmen, yerleşip kalmışlardır. Târik, burayı istila için, ancak 65 yıl sonra yeniden harekete geçmiş ve İspanya'ya ayak basmıştır. Aynı vakayı Gibbon. dahi (Declin and Fail of the Roman Empirc, C. V, s. 555) adlı eserinde müphem bir şekilde tebarüz ettirmektedir. Bu konu ile ilgili olarak İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi (İstanbul), VII/1-2 (1978), s. 22l~226'da «Feth'ul-Endulus fi Hilâfeti Seyyidinâ Osman sene 27 H.» adlı arapça bir makale yayınladım. Mısır ve Nubia'dan Fas'a kadar olan bütün. Kuzey Afrika ve Arab Yarımadasından Horasan'a kadar uzayan sabaların ele geçmiş olması, Halife Osman devrinde islâm ülkesinin vüs'ati hakkında bize bir fikir verir.
[10] Ahmed'übn Hanbel, Musned, IV/395. Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 20-23.
[11] Ben elinizdeki bu kitabı 1939'da yazdıktan sonra aynı konuda bir türkçe, Pakistan'da yayınlanan bir ingilizce ve bir de arapça eserle karşılaştım; fakat bunjar, savaşların geçtiği meydanlarda dolaşılarak, yerinde tetkiklerde bulunularak yazılmamıştı. Türkçe olara ise, Birinci Dünya Savaşı öncesi yazılmıştı.
[12] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 24-25.