seymanur K
Thu 22 September 2011, 05:09 pm GMT +0200
Hz. Osman (r.a) Hilafetinde İslam
Altı kişilik seçkin sahabeler komisyonu tarafından seçilerek hilafet makamına getirilen Hz. Osman, kendini müşkül ve pürüzlü bir vazife karşısında değil, aksine muntazam mekanizma ile sevk ve idare edilen, her tarafta intizam ve asayişin hüküm sürdüğü bir devletin başına geçmiş görüyordu. Hz. Ebu Bekir'in azim ve gayretiyle irtidat, irtica ve yalancı peygamberler hareketi bertaraf edilmiş, fütuhat hareketleri devam ediyordu. Yine Hz. Ömeri'nin siyaset ve dirayetiyle İslam toprakları daha da genişlemiş ve muazzam bir sistem kurulmuştu. İşte Osman (r.a), İslam hareketini bu noktadan devam ettirecekti.
Hz. Osman işbaşına geldiğinde bazı valiliklerde yeni atamalar yaparak işe başladı. (Mısır, Küfe, Basra) Bu olay daha sbnra büyük tartışmalara neden olacaktır. Oniki yıllık halifeliğinin ilk yarısı emniyet ve huzur içinde geçmişti, fütuhatlar devam etmiş, Azerbeycan ve Ermenistan üzerine yeniden ordu göndermiş, o bölgenin emniyetini sağlamıştı. Diğer taraftan Afrika içlerine kadar gidilmiş, Trablus ve İspanya kapıları müslümanlara açılmış ve buralara akınlar düzenlenmiştir. Ayrıca Kıbrıs ve Adalar da İslam topraklarına dahil edilmişti.
Diğer yandan tarım ve ticarette memleket büyük kaynaklara sahip olmuş diğer halifelerin ulaşamadığı refah ve bolluğa ulaşmıştı. Ancak Rasulullah dönemindeki sadelik aranıyordu. Ebu Zer (r.a) gibilerin refah ve lükse karşı olmaları bir şey değiştirememişti. Hele Muaviyenin idaresinde olan Suriyedeki lüks ve saltanata Ebu Zer (r.a) daha da üzülüyor ve bu durum aleyhinde durmadan konferanslar düzenliyordu. Ebu Zer'in bu durumundan şikayetçi olan Şam Valisi Muaviye, onun tutuklayarak Medineye Hz. Osman'a göndermiş, Hz. Osman da Ebu Zer'i 'Rebze'ye sürgün etmişti. Ebu Zer sürgünde iken vefat etmişti. [168]
Halîfe Osman (r.a)'ın ilk altı yıllık döneminde anarşinin boyutlarını açıkça göremiyoruz. Ancak, servet, lüks ve refahın artması ve bunlarla birlik olarak gelişen şahsi menfaatlerin ön plana geçirilmesi tartışmaları gündem konusu olunca, bir takım hizipler ve hilafetin aleyhinde etnikleşmeler kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Hz. Osman (r.a)'ın akrabalık toleransından yararlanarak hükümetin yüksek makamlarını tekellerine alan Emeviler, Haşimiler tarafından şiddetle eleştirilmiş ve bu çerçevede bir etnik gurup daha oluşmuştu. Diğer taraftan Yahudi ve münafıklar zaten baştan beri böyle bir fırsatı kollamaktaydılar. Onlar da bu tartışmalardan yararlanarak aleyhte çalışmalarına başlamışlardı. Arapların bazı kabileleri ve mecusi gibi bir takım İslam düşmanlarını da eklerseniz, hilafetin veya Hz. Osman'ın aleyhinde kimlerin olduğunu rahatlıkla öğrenirsiniz.
İslam'ın 610 yılından itibaren gelişmesini ele aldığımızda göreceğizki bu gelişmeler 650 yılına, yani Hz. Osman (a.s)'ın halifeliğinin ilk yansına kadar doruk noktasına ulaşmış, ikinci yarısından itibaren günümüze kadar bazı önemli gelişmeler müstesna yıkılmaya doğru yüz tutmuştur.
Halifeliğin etrafında kümelenen bu hiziplerin savundukları iddialar kısmen doğru görünerek taraftar bulabilmişti. Onların özellikle üzerinde durduğu konulardan biri, Hz. Osman'da kabilecilik ve akrabalık taassubunun olmasıydı. Onlara göre Halife, devletin üst kademelerine hep kendi adamlarını ve akrabalarını yerleştirerek onlara farklı muamelelerde bulunmaktadır. Onların bu iddi alan tamamen yabana atılamaz ancak, sürdükleri eylemlerin İslamla alakası yoktur. Biz Hz. Osman'ı bir insan olarak görüyoruz ve hatalarının bulunmasını da insan olması hasebiyle kabul ediyoruz. Hele Görevlerin en ağın olan devlet idaresini yönetmede Hz. Osman diğer halifelere göre daha zayıftı. Bunun da bir takım sebepleri olduğu muhakkaktır. Bu nedenle onu hatalardan korumak veya halifeliği esnasında bir takım hatalarda bulunmasına göz yummak doğru bir davranış değildir. Zira yüce Allah en çok sevdiği Rasulü'ne dahi tabir caizse göz yummamış, hatta yaptığında onu doğrulamıştır. Kaldı ki Hz. Osman (r.a)'ın devlet idaresindeki tutumunu bazı tarihçiler eleştirmektedir.
Hz. Osman (r.a)'ın halifeliğini yıkan bir takım amiller vardır, ki bunları sıralarsak; Hz. Osman'ın akrabalarını öne geçirmesi, seçkin sahabelerin yaşlanmış olmaları, birçoklarının ölmesi, hükümranlığı Rasulullah'ı görmeyen gençlerin ele geçirmeleri, İslam kardeşliğine gereği gibi riayet edilmemesi, kabile ve gençler arasında sürtüşmelerin baş göstermesi, Hz. Osman'ın yumuşak ve halim selim olması, suçlulara ağır ceza vermeyip onları af etmesi, halifenin bu toleransından faydalanan bazı gençlerin itaatsizlikte bulunmaları ve özellikle Yahudi ve Hiristiyanların bu eksiklikleri fırsat bilerek çalışmalarına ağırlık vermeleridir.
Yahudi ve Münafıklar durmadan halife aleyhinde propaganda yaparak, onu küçük ve ehliyetsiz olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu çalışmaları neticesinde Mısır, Küfe ve Basra'da ihtilalci bir örgüt kurulmuş bu yasa dışı örgütün kurucusu İbni Sebe olmuştu. Abdullah b. Sebe, o kritik dönemde ileri sürülecek bir takım olayları değişik kılıflara sokarak halka sunuyor ve gün geçtikçe taraftarları artıyordu. Bu davranışlanyla Haşimileri öyle destekliyor görünüyordu ki Hz. Ali'yi ilah derecesine çıkarıyordu.
Bu küstah örgüt, gittikleri her yerde; Hz. Osman adil valileri azletmiş, devlet hazinesini akrabalarına yedirmiş, akrabalarına geniş arazi tahsis etmiş, Ashabın ileri gelenlerini sürgüne göndermiş, şen cezaları tatbik etmemiş gibi iddialarla saf ve temiz müslümanları aldatmaya çalışmıştır. Bu örgütün asıl amacı, esaslı bir suçlama değil, kötü niyet, öfke ve kirlerinin tohumlarını atmaktı. Bu öfke ve kinlerinin tohumları üç-beş yılda filizlenmiş ve nihayet sarayın etrafını sarmış duruma gelmişti. Hz. Osman buna karşı bir takım tedbirler almışsa da muhaliflerle başa çıkamamış, Hz. Ali (r.a)'in evlatları halifenin evini koruma altına aldıkları halde onu koruyamamış ve neticede şehid edilmişti.
Böylesine üç-beş münafığın diyalog halinde çalışması, sayılarını giderek arttırması ve neticede kocaman bir halifeyi şehid etmeleri düşündürücüdür. Bu bağlamda şu kanaata vanyoruz ki, ihlaslı olmak, halim selim olmak ayrı bir meziyet, devleti disiplin içerisinde yönetmek ayrı bir meziyettir. Devlet idaresi başlı başına bir kabiliyet ve bir siyaset işidir. Halbuki devlet kademelerine ilk yerleştirilecek insanlar varsa onlar da 'sabikun' dediğimiz ilk günlerden beri İslam saflarında, Rasulullah'ın yanında yer almış, bir çok konularda deneyimlerden geçmiş sahabilerdir. Ama bunlar dururken, Mekkenin fethinden sonra müslüman olmuş, ancak hiç bir deneyimden geçmemiş zevatların üst kademelere getirilmesi başkalarına bir çok fırsatlar kazandırmıştır. İkinci olarak, bizzat Allah Rasulü tarafından sürgüne gönderilen Mervan gibilerin, tekrar Medine'ye getirilip katiplik görevi gibi kutsal görevlerin verilmesi; yine bizzat Allah Rasulü tarafından kendisine görev verildiği halde görevini yapmayarak gelip yalan söyleyen. Velid b. Ukbe'nin, Sad b. Ebi Vakkas gibi yüksek şahsiyetli olan birinin yerine vali olarak gönderilmesi düşündürücüdür.
Allah Rasulü, "Muhacirler hakkında eminim, ancak ensar hakkında tereddütlerim var, onlar henüz deneyimden geçmediler..." derken önemli bir noktaya işaret ediyordu. Gerçekten insanların müslüman gözükmeleri, ihlaslı ve samimi görünmeleri yeterli değildir. Mutlaka bir takım deneyimlerden geçmeleri gerekir ki samimiyet ve ihlas dereceleri ölçülebilsin. Bu bağlamda şunları söylemek gerekir ki, Hz. Osman, her konuda samimi ve bir çok deneyimlerden geçmiş bir kadroyu bırakarak, yeni ve samimiyet derecesi ölçülmemiş (hatta bazılarının olumsuzlukları saptanmıştı) bir kadroyla iş yapması hatalıydı. Çünkü böylesine bir uygulama, İslam düşmanlarının ekmeğine haliyle yağ sürmek oluyordu. Zira onlar, halifenin hep zayıf noktalarını kollamaktaydılar. İşte onlar, bu zayıf noktalardan hareket ederek İslam'da açılan bu gedikleri büyüterek emellerine ulaşmışlardı.
Allame Mevdudi Hz. Osman'ın devlet siyasetindeki yeri hakkında şunları söylüyor:
"Onun siyaseti hatalı idi, velevki o hiç bir şey yapmamış olsa bile... Zira hilafeti döneminde o mahdut fitne ve fesadın alevlenmesine işte bu yalnış ve hatalı politika sebep olmuştu. Böyle bir siyasetin doğru olduğunu ispat etmeye kalkışırsak, hiç şüphesiz aklın ve mantığın reddedeceği bir işe tevessül etmiş oluruz. Elbette ki böyle bir hareket tarzı ne akla ne de mantığa uygundur. Zaten bir sahabenin hatalı bir hareketine hatalı değildir şeklinde itirazda bulunmak dinin icaplarından sayılmaz. Herkesin hatası olabilir, her hatalı harekete de hata demek icab eder.
Bunu söylemekle bütün icraatın hatalı olduğunu söyleyemeyiz. Hilafeti döneminde o kadar hayırlı işler yapılmış ki, bunları göz önünde bulundurmadan kendisi hakkında elbetteki hüküm verilemez. Hz. Osman devrinde yapılan iyi, güzel ve hayırlı işlerin hepsi de İslam'ın medar-ı iftiharıdır. Bu sebeple siyasetinin hatalı olmasına rağmen İslam memleketinin bütününde veya herhangi bir yerinde kendisine karşı gelmeyi, hiç kimse aklından bile geçirmemişti. Ancak sayılı ve muayyen zümrelerle belirli kimseler, malum olduğu veçhile kendisine karşı gelmişlerdi." [169]
Burada şunu hatırlatalım ki müslümanlar tarafından seçilmiş bir halifeye bir gurubun karşı çıkışı, onun azlini istemesi ve isyana kalkması, hiç bir zaman ehli şura veya diğer seçkin müslümanlar tarafından gözardı edilmemiş, bilakis onlar gerekli müdahalelerde bulunmuşlardı. Ancak asiler hiç kimsenin düşünmediği, akıl ve hayalinden geçirmediği bir anda Medine'ye ani bir baskın yapmış, kilit noktaları ellerine geçirmişlerdi. Her şey bir yana, halife dahi bu hesapları yapamamıştı. Bu da devlette istihbaratın zayıf olduğunu ispatlamaktadır. O halde devletin veya diğer bölgesel İslami hareketlerin istihbarat startejisine mutlaka ağırlık vermeleri gerekir. Hiç bir hareket, iyi niyet, samimiyet ve halim selimlikle idare edilemez. Harekette hiyerarşi mutlaka esastır. İşte bunları bir müsamaha veya halifelik toleransı içerisinde düşünen halife, beklemediği bir anda çepeçevre kuşatılmış, bu kuşatma esnasında onlara bir büyük olarak nasihat ettiği halde yararlı olamamış ve nihayet gözü kana dönmüş o asiler tarafından hunharca şehid edilmiştir. [170]
[168] Asr-ı Saadet; s.5, s.20.
[169] Hilafet ve Saltanat; s.142
[170] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 163-168.