- Hz. Osman bin Affan 2

Adsense kodları


Hz. Osman bin Affan 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Sun 8 May 2011, 02:57 pm GMT +0200
HZ. OSMAN BİN AFFAN (R.ANH)


Bunlardan birisi etkili nifak hareketlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ve tam bir komitacı/müfsid olan Abdullah İbn Sebe'dir. tbn Sebe Yemenli bir yahudidir. O, samimi kimselerin haklı şikâyetlerini kullanarak insan­ları Hz. Osman'a karşı kışkırtıyordu. Bir taraftan "ric'atı Muhammed" (Muhammed (sav)'in tekrar dönüşü) düşüncesini yaymaya gayret gös­terirken, öte taraftan Peygamber'in peşinden hilâfet hakkının Hz. Ali (R.a)'a ait olduğunu ve bunun da ALLAH tarafından belirlenmiş bir gerçek­ten başka bir şey olmadığım yayarak daha sonra ortaya çıkacak Şia akidesinin temellerini atıyordu. Onun yaydığı düşüncelere göre Ebû Bekir (R.a), Ömer (R.a) ve Osman (R.a), Hz. .Ali (R.a)'ın hakkını gasbetmişlerdi. O, Küfe, Basra ve Şam'da insanları kışkırtırken, Ebu Zerr (R.a)in haklı çıkışlarını da kendisine malzeme yapmaya uğraşıyordu. [41]

Bir zaman sonra, Muhammed b. Ebî Bekr ve Muhammed b.  Ebî Huzeyfe de, yapmış olduğu atamalardan dolayı Hz. Osman'ı tenkid etme­ye başladılar.[42] Hz. Osman'a yapılan en önemli suçlama, onun kendi akrabalarını valiliklere getirmesi, onlara bolca ihsan­larda bulunması ve yolsuzluklarını denetlememesidir.

Hz. Ali (R.a) bu konudaki şikâyetlerini ona ilettiğinde o, Hz. Ali'ye şöyle diyordu:

"Muğire b. Şu'be'yi Ömer'in vali tayin ettiğini bilmez misin?" Hz. Ali:

"Biliyorum" deyince o;

"O halde neden akrabalığı ve yakınlığından dolayı onu vali tayin ettiğim şeklinde bir kınamada bulunuyorsun?" diye sormuştu. Hz. Ali'nin buna verdiği cevap şuydu;

"Ömer vali atadığı kimseyi sıkı bir şekilde kontrol altında tutardı. En ufak hatalarını görse onları sorgular ve en şiddetli şekilde ceza­landırırdı. Sen ise bunu yapmıyorsun.”[43] Bunun üzerine Hz. Osman, vilayetlerdeki yönetimler hakkında yapılan dediko­duları ve bunlarm sebeplerini yerinde incelemek üzere müfettişler tayın etti. Muhammed b. Mesleme'yi Kûfe'ye; Usame b. Zeyd'i Basra'ya; Abdullah b. Ömer'i Şam'a ve Ammar b. Yasir'i de Mısır'a gönderdi. Ammar b. Yasir hariç, diğerleri görevlerini tamamlayarak geri dön­müşlerdi. Osman (R.a) haksızlıkları gidermek, filizlenmeye başlayan ve ümmet için büyük sakıncalara sebep olacak olan fitnenin yatıştınlması için yoğun bir gayretin içine girmişti. O, gelen şikâyetleri dikkatle inceli­yor, başta Hz. Ali (R.a) olmak üzere Ashâb'ın ileri gelenleri ile istişare­lerde bulunuyordu. Ancak, Mısır'dan Medine'ye gelip, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in gayr-ı meşru uygulamalarını şikâyet eden bir heyetin, dönüş­lerinde İbn Ebi Serh'în takibatına uğramaları ve bazılarının öldürülmesi, olayların tırmanmasına sebep olmuştu.

Bunun üzerine Mısır'dan altı yüz kişiîikbir topluluk Medine'ye gelerek Mescid-i Nebi'de, namaz vakitlerinde Ebi Serh'in işlediklerini sahabelere şikâyet ediyorlardı. Talha İbn Ubeydullah, Hz. Aişe (r.anha) ve Hz. Ali (R.a), Hz. Osman'a giderek, bu insanların haklı isteklerini yerine getirmesini ve Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i azlederek yargılamasını iste­diler. Bunun üzerine Hz. Osman, Mısırlıiar'a kendileri için vali olarak kimi istediklerini sordu. Onlar, Muhammed b. Ebi Bekr'i istediklerini bildirdiler. Osman (R.a), Muhammed b. Ebi; Bekr'i vali tayin etti. O, Mısır'dan gelenler ve bir grup sahabe ile birlikte Medine'den yola çıktı. Medine'den üç günlük bir uzaklıkta yol alırlarken devesini, sanki takip ediliyormuş gibi hızlı sürmeye çalışan bir adam gördüler. Adamı yakalayıp sorguladıklarında İbn Ebi Serh'e bir mesajı yetiştirmeye çalıştığını anladılar. Ona kim olduğu sorulduğunda, bazen Osman (R.a)'ın, bazan da Mervan b. Hakem'in kölesi olduğunu söylüyordu. Üzerindeki mektubu açtıklarında, içinde, "Muhammed b. Ebi Bekr ile falanca falanca... Sana ulaştıklarında onları öldür" yazıldığı ve bunun Hz. Osman'ın mührüyle mühürlenmiş olduğunu gördüler. Derhal Medine'ye geri dönüp Hz. Osman'ın evini kuşattılar.

Hz. Ali, yanına Muhammed İbn Mesleme'yi alıp Osman (R.a)'ın evine gitti. Hz. Ali (R.a) ona, üzerine kendi mührü bulunan bu mektubu kimin kaleme aldığını sordu. Osman (R.a) böyle bir mektup yazmadığını ve yazıldığından da haberi olmadığını söyledi. Muhammed de Osman (R.a)'ı doğrulamış ve bu işi düzenleyen kimsenin Mervan olduğunu söylemişti. Yazıyı inceledikleri zaman bunun Mervan b. Hakem'e ait olduğunu anladılar. O esnada Osman (R.a)'ın evinde bulunmakta olan Mervan'ın kendilerine teslim edilmesini istediler. Hz. Osman (R.a) bunu kabul etme­di. Çünkü onu öldüreceklerinden korkuyordu. Onun evini kuşatan asiler münasebet kurma çağrılarına cevap vermedikleri gibi, suyunu da kesmişlerdi, Hz. Osman'ın fitneyi yatıştırmak ve haksızlıkları gidermek hususunda asilere yaptığı nasihatlerin onlar üzerinde hiç bir tesiri olmamıştı. Onlar, Hz. Osman (R.a)'a şöyle diyorlardı: "Biz seni hilafetten azledene veya öldürene yahut da bu yolda ölene kadar bu işten vazgeçecek değiliz. Eğer sana sahip çıkanlar bize engel olmaya kal­karlarsa onlarla savaşırız." Hz. Osman onlara, ALLAH'ın üzerine yük­lediği hilafet görevini asla bırakmayacağını ve ölümün kendisine bundan daha sevimli olduğunu bildirmiş, ayrıca kendini savunmak için kimseye emir vermediğini eklemişti. [44]

Hz. Osman (R.a.), ashaptan, asileri şehirden kovup çıkarmak için gelen teklifleri reddediyor, onlardan silah kullanmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istiyordu. Bir gün kendisini kuşatan asilerin karşısına çıkıp:

"Ali buralarda mı? Sa'd buralarda mı?" diye sormuş, bulunmadıkları ce­vabını alınca biraz susmuş ve şöyle demişti:

"Bana su sağlamasını, Ali'ye bildirecek kimse yok mu?" Bu Hz. Ali'ye ulaşınca derhal üç kırba suyu ,ona göndermişti. Ali (R.a), asilerin Osman (R.a)'ı öldürmek istediklerini öğrenince, böyle bir şeye meydan vermemek için, iki oğlu Hasan ve Hüseyin'e, kılıçlarını alarak gidip Osman'ın kapısında beklemelerini ve içeri kimseyi sokmamalarını söylemişti. Abdullah İbn Zübeyr de onlara katılmış, diğer bir takım sahabeler de çocuklarını oraya göndermişlerdi.

Durum çok nazik bir hal almıştı. Hz. Osman, ne asilerin haksız talep­lerini kabul ediyor ve de meşru hilafelik görevini bırakmak istiyordu.. Hz. Âişe (r.anha)'dan Rasülüllah (sav)'ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir:

"Ya Osman! Belki ALLAH sana bir gömlek giydirir, münafıklar senden onu çıkarmanı istediklerinde onu, bana kavuşuncaya kadar sakın çıkarma."

Hz. Osman, Rasülüllah (sav)'in bu günler için kendisine bildirdiği şeylere uymaya çalışıyordu. O, şöyle diyordu:

"Rasülüllah (sav)'in be­nimle ahitleşmiş olduğu şey üzerinde sabretmekteyim.”[45] Asilerin kendisini öldürmeye kararlı olduğunu anladığında, onların böyle bir iş işleyip katillerden olmalarını önlemek için kendilerine bir müslümanın kanının ancak; zina, kasten adam öldürme ve dinden dönmek şartları dahilinde helal olduğunu hatırlatıyor ve kendisinin bunlardan hiç birisiyle itham edilemeyeceğini anlatıp duruyordu.

İsyancılar, Hz. Osman (R.a.)'ın yanına varıp bir takım isteklerde bulundular. Tayin edilmiş valileri azledip kendilerinin arzu ettikleri valileri tayin etmesini istediler. Onların bu istekleri üzerine Hz. Osman (R.a.) şöyle dedi:

"Eğer ben sizin istediklerinizi vali tayin etsem ve istemediklerinizi de azletsem o zaman benim burada bulunmamın hiçbir anlamı kalmaz. İstediğinizi yapınız da göreyim." Hz. Osman (R.a.)'ın bu cevabı üzerine isyancılar:

"Vallahi bu istekleri ya yerine getirirsin, ya da azledilir veya öldürülürsün." şeklinde karşılık vermişlerdi. Hz. Osman (R.a.) onların bu istek ve tehditlerini kesinlikle reddetmiş ve onlara şöyle demişti:

"ALLAHû Teâla'nın bana giydirdiği bir gömleği asla sırtımdan çıkarmam.” [46]

İktidar olmak, muktedir olmakla bilinir. Muktedir olmayanlar, iktidar olsalar bile kukla olmaktan başka bir anlam ifade etmezler. Bunun için Hz. Osman (R.a.), iktidar olmakla muktedir olmanın ayrılmazlığım ortaya koyuyor. Ölüm tehditleri iktidarda olan müslümanı muktedir olmaktan alıkoyamaz. Müslüman insanın ALLAH yolunda iki gömleği vardır. Birisi idamlıktır, öbürü ise bayramlıktır. Onu hiçbir şey ALLAH'ın dinini uygula­maktan alıkoyamaz. ALLAH'ın dinini uygulama, insanları ALLAH'ın indirdiği hükümlerle idare etme hususunda muktedir olmayı şehadeti pahasına sürdürür.

İsyancılar, Hz. Osman (R.a.)'m muktedir olma hususunda tavizkâr davranmadığını görünce, Hz. Osman (R.a.)'ı yeniden kuşatmış ve kuşat­ma alanını genişletmişlerdir. Bunun üzerine Hz. Osman (R.a.) tekrar Hz. Ali (R.a.), Talha (R.a.) ve Zübeyr (R.a.)'ı çağırmış, onlar da bu çağrıya icabet ederek yanma gelmişlerdi. Hz. Osman (R.a) evinin balkonuna çıkıp etrafını çeviren adamlara şöye seslendi:

"Ey insanlar, oturunuz!" Bunun üzerine hepsi yerlere ve merdivenlere oturmuşlar, o da şöyle konuşmuş­tu:

"Ey Medine halkı! Size "ALLAH'a ısmarladık" derim ve benden sonra hilafeti en layık olana ihsan etmesini ALLAH'tan dilerim. Ey Medineliler! Siz Hz. Ömer (R.a.) şehit edildiği anda ALLAH'a dua edip de sizin için bir halife seçmesini ve sizi hayr üzere birleştirmesini istememiş miydiniz? Siz hak bilir ve haktan yana kimseler iken ALLAHû Teâla'nın bu dualarınıza icabet etmeyeceğine mi  inanıyorsunuz? Yoksa siz anık ALLAH dinine ehemmiyet vermiyor ve henüz bu dinin sahipleri tefrikaya düşmemişken kimin yönettiğine aldırış etmiyor mu diyorsunuz? Veya müslümanlara danışarak halifelerini seçmelerini pek hayırlı mı görmüyorsunuz? ALLAHû Teâla bu ümmet ona isyan ettiği zaman da yine bir araya gelip başlarına geçirecek kimseyi seçmek konusunda istişare etmeleri için onları vekil tayin etmiştir. Yoksa Cenab-ı ALLAH benim sonumun nasıl olacağını bilmediğini mi zannediyorsunuz? ALLAH sizin hayrınızı versin. Sizler benim hayırlı bir geçmişimin olduğunu bilmiyor musunuz? Bu geçmişi ALLAH bana lütfetmiştir. Benden sonra gelen herkesin bu konudaki üstün­lüğünü kabul etmesi gerekir.  Yavaş olunuz, sakın benî öldürmeye kalkışmayınız; çünkü bir müslümanın kanı ancak üç şeyden dolayı akıtılır: Evli olan zinâkâr, imandan sonra küfre dönen mürted veya haksız yere adam öldüren kimsenin kanı helaldir. Siz beni öldürecek olursanız kendi başlarınız üzerine kılıçları koydunuz demektir ve ayrıca bu fitne ve ihtilaf ebediyyen aranızdan kaldırılmayacak bir fitne olarak kalacaktır."

İsyancılar, Hz. Osman (R.a.)'ı dinledir ama nasihatlarım kabul etmediler. Hz. Osman (R.a.)'ı muhasara altına almayı genişlettiler. Öyle ki, Hz. Osman (R.a.)'ı susuz bıraktılar. Hz. Osman (R.a.) gizlice Hz. Ali (R.a.), Talha (R.a.) ve Hz. Zübeyr (R.a.) 'a ve Peygamber efendimizin hanımlarına haber göndererek şöyle demişti:

"Bu adamlar bize su veril­mesini bile engellediler. Eğer imkânınız varsa biraz su gönderin."

Bu davete icabet edenlerin ilki Hz. Ali (R.a.) olmuş ve sabahın erken saatinde çıkıp gelerek evi saranlara şöyle seslenmişti:

"Ey insanlar! Sizin bu yaptıklarınız ne mü'minlerin işine, ne de kâfirlerin yaptık­larına benziyor. Siz bu insandan suyu ve yiyeceği kesmeyiniz. Rumlar ve İranlılar bile esir edildikleri anda asla yemek ve içmekten alıkonmazlar." İsyancılar da Hz. Ali (R.a.)'ya şöyle dediler:

"Hayır, vallahi bir göze deva olacak en ufak bir şey dahi vermeyiz." Hz. Ali (R.a.) o anda büyük bir öfkeye kapılmış ve başındaki sarığı bütün gücüyle yere çalarak oturup kalmıştı. [47]

Hz. Osman (R.a.) muhasara altında iken müslümanlara kimin namaz kıldırması da gündeme gelmiştir. Müslümanların meşru halifesi var, ama kendilerine namaz kıldırma imkânına sahip, değildir. Bu durumda ne yapılacak? Rivayet edildiğine göre; Hz. Osman (R.a.)'ın mescidden ve namazdan alıkonduğu gün mescidin müezzini olan Sa'd el- Karaz, Hz. Ali (R.a.)'a gelerek :

"Bugün müslümanlara kim namaz kıldıracak?" diye sor­muş, Hz. Ali (R.a.) ona cevap olarak : "Halid b. Zeyd’i çağır, namazı o kıldırsın" deyince o da Halid b. Zeyd'i çağırmış ve namazı o kıldırmıştı. Ebû Eyyûb el- Ensarî'nin adının Halid b. Zeyd olduğu ilk defa o gün duyulmuştu. Halid b. Zeyd günlerce müslümanlara namazlarını kıldırmıştı. Başka bir rivayette ise, Hz. Ali (R.a.), Sehl b. Huneyf'e namazları kıldırmasını emretmiş ve Zilhicce ayının birinci gününden bayrama kadar ki günlerde namazları Sehl kıldırmış, bayram namazını da Hz. Ali (R.a.) kıldırmıştı. Daha sonra Hz. Osman (R.a.) şehid edildiği güne kadar na­mazları Hz. Ali (R.a.) kıldırmıştı.

Tahtavinin haşyesinde şunlar geçiyor: "Sultanın/Halifenin izni mümkün olmadığı zaman veya sultanın vefatı esnasında veya bir fitne anmda müslümanların birleşip bir imam arkasında cuma namazını kıl­maları caizdir. Bu zaruretten dolayıdır. Nasıl ki, Hz. Osman (R.a.) muhasara altına alındığında, Hz. Ali  (R.a.) müslümanları  toplayarak onlara cuma namazı  kıldıysa, Tabiî ki,  zaruret olmazsa bu  olmaz. [48]

Günümüzde bazı kimseler bundan yola çıkarak Hz. Osman (R.a.) muhasara altında iken Hz. Ali (R.a.)'ın müslümanlara Cuma ve Bayram namazlarını kıldırmalarını, Cuma namazının sıhhat şartlarından" "Halifenin izninin gerekmediğine" delil getiriyorlar.  İslam ulemasından Bedreddin El-Aynî (Rh.a.) bunlara cevap veriyor:

"Medine'de Hz. Osman (R.a.) muhasara altında iken, Hz. Ali (R.a.)'ın insanlara (müslümanlara) Cuma namazını kıldırmış. Fakat Hz, Osman (R.a.)'ın emriyle kıldırdığı veya elinde bir emir bulunduğu rivayet edil­medi" diyorlar. Biz deriz ki; bu ihticac/delil getirme düşmüştür. Çünkü Hz. Ali (R.a.)'ın, Hz. Osman (R.a.)'ın emriyle kıldırdığı ihtimali vardır. Veya Hz. Osman (R.a.)'in iznine vasıl olamamıştır. Böylece biz diyoruz ki; İmam'ın iznine/Halife'nin iznine vasıl olunmadığı, ulaşılmadığı zaman; insanların (müslümanların) kendi aralarında toplanarak ve kendi­lerine cuma namazını kıldıracak birisini öne geçirmeleri lazımdır. Hani Hz. Ali (R.a.)'ın, Hz. Osman (R.a.)'ın izni olmadan kıldırdığı nerdedir? Cuma namazını sultan/halife kıldırır veya onun emriyle birisi kıldırır. Eğer bu da olmazsa artık öğle namazını kılarlar. [49]

Sahabeler, en ktrik anlarında bile mescidlerini terketmemişlerdir. Mescid, müslümanların kışlasıdır. Kışla askersiz, asker komutansız olmaz. Müslümanlar halifesiz ve Cuma'sız kalamazlar. Müslümanlar Cuma'larını ya ALLAH'ın şeriatını uygulayan halife-i müsliminin arkasın­da kılacaklar veya O'nun görevlendirdiği yetkilinin arkasında kılacak­lardır. Bu iki imkâna sahip olamayan müslümanlar kendi aralarında Cuma imamlarını tayin edeceklerdir. Sahabeler Cuma'larını "Cuma İmam" ının arkasında kılmışlardır. Şunu bilelim ki; Mescid îmân ve mescidlere devam etmek, sahabelerin en önemli hassasiyetleridir. Mescid hassasiyeti, sahâbe'nin hassasiyetlerindendir. Hz. Osman (R.a.) döneminde meydana gelen fitneler, müslümanları mescid'e devam etmekten ve Cuma'larını Rasûlüllah (sav)'in talimatlarına göre edâ etmekten alıkoyamamışdır.

Muhasaracılar, etraftaki evlerden Hz. Osman (R.a.)'ın evine girmeğe başladılar. Amr b.  Hazm'în evinden alarak içeriye dolmuşlardı. Hz. Osman (R.a.) ve etrafındakiler kapıda kimlerin olduğunu bilmiyorlardı. Bunlar Hz. Osman (R.a.)'ın etrafını sarmış ve onu öldürmek üzere birisi­ni seçmişlerdi. Nihayet bu seçilen katil Hz. Osman (R.a.)'ın yanına gi­rerek ona:

"Hilafetten istifa et, biz de seni bırakalım" deyince Hz. Osman (R.a.) ona:

"Sana yazıklar olsun! Vallahi cahiliyyet hayatımda da İslâm hayatımda da bir tek kadına haram yolla yaklaşmadım, şarkı söylemedim, ALLAH'ın razı olmayacağı şeyleri temenni etmedim, Rasûlüllah (sav)'e bey'at ettiğim günden beri elimi avretimin üstüne koymadım. ALLAH bana giydirdiği bir elbiseyi de Cenab-ı ALLAH mutlu insanlara ikramda bulunup zorba ve şaki insanları da zelil edinceye kadar üzerimden çıkarmayacağım." diyerek karşılık vermişti.

Bu sözleri işiten adam dışarı çıkarak ve isyancılara:

"Bunu öldürmek­ten başka çaremiz yoktur" dedi. Bunun ardından isyancılardan Kuteyre, Sevdan b. Hımran ve el- Gâfıkî adındaki üç kişi içeri girmiş, el-Gafikî elinde bulunan bir demirle Hz. Osman (R.a.)'a bir darbe indirmiş ve mushafı da ayağıyla tekmelemişti. Hz. Osman (R.a.) o anda Kur'an tilâvet ediyordu. Mushaf/Kur'an dönüp dolaşarak Hz. Osman (R.a.)'in önüne düşmüş, Hz. Osman (R.a.)'in akan kanları Kur'an ayetlerinin üzer­ine damlamağa başlamıştı. Diğer taraftan Sevdan b. Himran, Hz. Osman (R.a.)'a vurmak üzere kılıcını uzattığında Hz. Osman (R.a.)'ın hanımı Naile elini uzatmış ve Sevdan'ın kılıcı Naile'nin parmaklarını kesmişti. Sonra Sevdan Naile'nin kaba etlerine bir göz atarak:

"Bir hayli yaşlan­mış" diye söylenmiş ve Hz. Osman (R.a.)'a vurup onu şehit etmişti. Başka bir rivayete göre ise, Hz. Osman (R.a.)'ı Kinane b. Bişr et- Tüceybî şehid etmişti. Hz. Osman (R.a.) şehit edildiğinde,

"...Onlara karşı ALLAH sana yeter.” [50] ayeti Hz. Osman (R.a.)'ın önünde açık duran mushafta görülmüştü. Onun kanı bu ayetler üzerine akmıştı. [51]

Hilafet, müslümanlara ait olan meşru bir makamdır. Bu makam gayr-i meşru olanlara bırakılamaz. Velev ki bu işin ucunda ölüm gözükse bile. Müslümanlara ait olan hilafet sisteminin ortadan kalkmasına en çok sevi­nenler Yahudilerdir. İslâm topraklarında hilafet düşmanlığı, Yahudilerden ve yahudileşmekten kaynaklanır. "Ben de Müslümanım" dediği halde hilafet sistemine düşmanlık eden bir kimse Yahudi olduğunu söylemiyor­sa seksiz Yahudileşmiş demektir!

Kur'an tilâveti, müslümanın günlük ruh gıdasıdır. Müslüman ölümle burun buruna gelse bile Kur'an okumaktan vazgeçemez.  Hz. Osman  Kur'an okurken şehid edilmesi, bize bu hassasiyeti öğretir..

Hz. Osman (R.a.)'ın etrafını isyancılar kuşatmışken Kur'an'a sığınması, kur'an tilâvetinden vazgeçmemesi, onda teselli bulması ve onunla hemhalken şehadet şerbetini içmesi, bize Ashâb-ı Kirâm'da Kur'an tilâve­tinin  vazgeçilmezliğini hatırlatır ve öğretir.

ALLAH yolunda mü'min kadın kocasının silah arkadışıdır. Onu düşman­lar karşısında yalnız bırakmaz. Hz. Osman (R.a.)'ın eşi Naile'nin göster­diği fedakârlık, ALLAH yolunda bir vefa örneğidir. ALLAH yolunda kocasını yalnız bırakan kadında hayr olmadığı gibi, kadınını yalnız bırakan erkek­te de hayr yoktur.

Hz. Osman (R.a.) H. 36. yılın Zilhicce ayının 18 nci Cuma günü [52] şehid edilmişti. On iki-gün eksik 12 yıl hilafeti sürmüş, başka bir rviayette ise 12 yıldan 8 gün eksiğiyle görev yapmıştı. Hz. Osman (R.a.) şehid edildiği zaman seksen iki, seksen sekiz, doksan, yet­miş beş ve seksen altı yaşında olduğuna dair muhtelif rivayetler kaydedilmiştir. Hz. Osman (R.a.)'ın cenazesi üç gün yerde kalmış, sonra Hakim b. Hizam el- Kureşî ile Cübeyr b. Mut'im, Hz. Ali (R.a.)'a giderek defnedilmesine izin vermesi için onunla görüşmüş, defni için izin almışlardı. Hz. Osman (R.a.)'ın cenazesinin defnedileceğini işiten isyancılar, gelenleri taşlamak için yolda oturmuşlardı. Bunun için cenaze­sine katılım çok az olmuştu. Hz. Osman (R.a.)'ın cenaze namazını bir rivayete göre Cübeyr b. Mut'im, başka bir rivayete göre Hakim b. Hizam veya Mervan kıldırmıştı. Hz. Osman (R.a.)'ın tabutunu taşlamak isteyen­lere Hz. Ali (R.a.) engel olmuştu. Daha sonra Hz. Osman (R.a.)'ın cenaze­si Medine dışında "Hış Kevkeb" denilen bir duvarın arkasına defnedilmiştir. Hz. Muaviye b. Ebi Sufyan (R.a.) hakimiyeti eline geçirdikten sonra bu duvarın yıkılmasını, ve Hz, Osman (R.a.)'ın kabrinin "el-Bakî mezarlığının içine alınıp diğer müslümanların da cenazelerini Hz. Osman (R.a.)'ın mezarının etrafına gömmelerini emretmişti. Böylelikle onun mezarı da müslümanların mezarları içine alınmış oldu. [53]

Hz. Osman (R.a.)'ın döneminde meydana gelen fitnelerden yola çıkarak Rasûlüllah (sav)'ın Ashâb-ı Kirâm'ına sövüp sayanlara, iltifat edilmez. Çünkü hiç kimsenin ALLAHû Teâla'nın kendilerinden razı olduğu sahabelere sövmeye hakkı yoktur. Rasûlüllah (sav)'in Ashâb-ı Kiram ile ilgili olarak ümmetine yaptığı çağrı ve uyarıları arasında, onlara kötü söz söylememek, sövmemek ve onları yermemek ağırlıklı bir yere sahip bulunmaktadır. Nakledildiğine göre, Hz. Peygamber'e ilk iman eden sekiz kişiden biri olan ve daha hayatta iken cennetle müjdelenmiş on büyük sahabe içinde yer alan Abdurrahman b. Avf (R.a.) (ö. 32/652) ile hicrî sekizinci yılın başlarında müslüman olan Halid b. Velid (R.a.) (Ö. 21/642) arasındaki bir meseleden dolayı Halid b.Velid, Abdurrahman b. Avfa kötü sözler söylemişti. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

"Ashabımdan kimseye sövmeyin. Zira sizden herhangi biriniz Uhud dağı kadar altını sadaka olarak verse onların bir ölçeklik (müdd) hatta yarım Ölçeklik sadakasına ulaşamaz” [54] buyurmuş, Hâlid b. Velid'in şah­sında tüm müslümanları bu konuda ciddî şekilde uyarmıştır. Bu hadisten anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber'in yakın çevresini oluşturan kıdemli sahabelere, ilklere, lâyık olmadıkları tarzda söz söyleyen öteki sahabeler, sahabe olmayan kimseler yerine konulmakta ve "ashabıma sövmeyin" nehyine/yasağına muhatap kılınmaktadırlar.[55] Hatta bu olay ve beyân-ı peygamberi delil kabul edilerek Tâbiûn kelime ve neslinin, Hudeybiye anlaşmasından sonra müslüman olanları kapsadığı bile ileri sürülmüştür.[56] Hadisin söyleniş sebebinden geç dönemde müslüman olanların -sahabe olmakla beraber- "benim ashabım" (ashabi) iltifatının özel anlamı/çerçevesi içinde sayılmadıkları gibi bir izlenim edinmek de mümkün gözükmektedir. Öte yandan

“..Elbette içinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildirler. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir” [57] âyeti, esasen Mekke Fethi'nden önce ve sonra yapılan iyiliklerin ve cihadın aynı olmadığını, öncekilerin fazilet ve sevaplarının, sonrakilerden üstün ve büyük olduğunu belgelemektedir. Bir başka rivayette de Hz. Peygamber (sav):

"Kim benim ashabımdan birine söverse, ALLAH'ın laneti onun üzerine olsun”[58] diye ciddî bir tehdidde bulunmuştur. Bu rivayet "Rahmet Peygamberi"nin konuya ne kadar önem verdiğini, ve sahabe­den olduğu sabit ve meşhur olan herhangi bir sahabeye ileri-geri söz etmenin ve sövmenin kişiyi, ALLAH'ın rahmetinden uzaklaştıracak, lanete uğratacak vahim bir hata ve ağır bir suç (haram) olduğunu açıkça ortaya koymuş olmaktadır. Nitekim İslâm alimleri, sahabeden herhangi birine sövmenin fâsıklık ve büyük günahlardan olduğu, onlara sövmeyi helal sayarak sövmenin ise, küfür sayıldığı konusunda görüş birliği içindedirler! Şunu bilelim ki; bütün asırlarda ve mekânlarda sahabe düş­manlığı, küfür ve nifakı beraberinde getirir.

Rasûlüllah (sav)'den sonraki dönemde sahabeler arasında görülen ihti­lafların ve bazı acı olayların ictihad kökenli olduğu, isabet edenin iki, hata edenin ise bir sevap aldığı düşünülüp hepsi hakkında hüsn-i zanda bulun­mak, hem ferdin hem de ümmetin iyiliğine/maslahatına daha uygun bir tavırdır. Söz konusu olaylar dolayısıyla sahabelere hakarete varan sözler söylemek ve sövmek/küfretmek gibi hatalara asla düşülmemelidir.

Sahabeyi tekfir eden, bize Kur'ân-ı Kerim'i tevâtüren nakleden bir nesli mahkum etmiş olmaktadır. Alimlere ve fakihlere sebepsiz yere sövmenin dinden çıkaracağına dair çeşitli fetvalar verilmiş ise de, kendileri ayet ve hadislerle övülen sahabelere sövenin bile kâfir değil sapık ve bid'atçı sayıldığı düşünülürse bu kimselerin fısklarıyla başbaşa bırakılması daha uygun olur. [59]

Hanefilerin çoğunluğu bir kimsenin sahabeye sövmeyi, onlarla alay etmeyi, onları küçümsemeyi helâl görüp bu fiilleri isleyecek olursa kâfir, helâl görmeden işleyecek olursa fâsık olacağını, söylemiştir. Ancak bazı Hanefi fakihleri, aynı sözler Hz. Ebû Bekir ve Ömer için söylenirse, söyleyenin dinden çıkacağını söylemişlerdir. Hanefılerden bir grup âlim ise, sahabe büyüklerine sövenin siyaseten öldürülmesini caiz görür. İmam Mâlik, Hz. Peygamber'e sövenin öldürülmesi, ashaba sövenin ise te'dib amacıyla cezalandırılması gerektiği kanaatindedir. Ahmed b. Hanbet'e göre ise, sahabeden birine söven kimse şiddetli bir şekilde dövülür.[60]

Sahabelerin hayırlılığı hadis-i şerifte "Sizden herhangi biriniz Uhud dağı kadar altını sadaka olarak verse onların bir ölçeklik hatta yarım ölçeklik sadakasına ulaşamaz" diye bir de örnek verilerek vurgulan­mıştır. Bir başka rivayette Hz. Peygamber yemin ederek "Sizden biri Uhud dağı kadar altın infak etse bile, onların bir müdd/Ölçek veya yarım müdd/ölçek sadakasının sevabına yetişemez [61] buyurmaktadır.

Daha başka bir rivayette de kendisine yöneltilen

"Biz mi yoksa bizden sonrakiler mi daha hayırlıdır?" sorusuna cevaben Hz. Peygamber;

"Onlardan biri Uhud dağı kadar altın sadaka verse, onların/sahâbelerin bir ölçeklik hatta yarını ölçeklik sadakasının sevabına ulaşa­maz” [62] diye durumu açıklamıştır. Her işin ve amelin kıymetli, çok kıymetli ve en kıymetli olduğu zamanlar vardır. Yine küçük bir iyliğin çok büyük kabul edildiği, büyük bir iyliğin sıradan sayılabildiği durum ve zamanlar olabilir. Bu, o dönemin şartlarına bağlı olduğu kadar, o işi ya da ameli/iyiliği yapanın durumuyla da yakından ilgilidir. Sahabeler, özellikle de ilk müslüman olan sahabeler (es-sâbikün el-evvelûn) gerek kişisel durumları gerekse içinde bulundukları dönemin şartları bakımından fevkalâde nâzik ve anlamlı bir konumdaydılar. Bu sebeple onların ALLAH yolunda verdikleri bir ya da yarım ölçeklik bir sadakanın değeri, daha sonraki gelişmiş ve yerleşmiş şartlardakilerin verecekleri Uhud dağı büyüklüğündeki sadakalardan çok daha kıymetli idi. İşte böylesine nâzik ve zor durum, sahabelerin öteki müslümanlardan farklı ve üstün olmalarında ağırlıklı bir ortam olarak dikkat çekmektedir. Onlar da bu durumu, gerçekten gıbta edilecek biçimde özverili ve samimî davranışlarla değerlendirmişlerdir. Aslında Hz. Peygamber'in "sizden biriniz.." sözlerinin ilk muhatabları da hiç kuşkusuz sahabelerdir. Böyle olunca hadîs-i şerifteki "bir veya yarım ölçeklik sadakalarının sevabı­na ulaşılamayan sahabeler", daha özel mânada ve daha dar çerçevede­ki sahabeler olduğu anlaşılmaktadır. Ya da "sizden biriniz.." ifadesinden maksat, ikinci rivayette [63] açıkça görüldüğü gibi "onlardan biri" yani sahabelerden sonraki (sahabe olmayan) Müslümanlardır.

Sahabelerin  konumuna ulaşılamayacağı,  mânevi  değil,  maddî bir örnek (sadaka) üzerinden anlatılmış olması da dikkat çekmektedir. Belki bu açıdan, gelişmiş imkânlara sahip olan sonraki müslümanların, en azın­dan görüntüde, yani miktar olarak sahabelere ulaşabilecekleri hatta onları geçebilecekleri akla gelebilir. Ama önemli olanın görüntü değil, sonuç/sevap yönü olduğu, bu noktalardan sahabelere ulaşılamayacağı, Uhud dağı örneği verilmek suretiyle kesin bir şekilde gösterilmiş olmak­tadır. Bu da ALLAH onlardan razı olsun ashâb-ı kirâm'ın diğer müslüman nesillerden asıl farkını oluşturmaktadır. O halde "ulaşılamayan üzüme koruk demek" kıskançlığı, aceleciliği ve çaresizliği içinde, İslâm nesil­lerinin ilki ve İslâm tarihinin ilk inşacılan, İslam inkılabını gerçekleştiren ilk inkılapçılar hakkında, ağzını tutmak, onlar aleyhinde ileri-geri söz söylememek, hele hele kasdî bir şekilde onları kötülemeye kalkışmamak, sonraki müslüman nesillerin olgunluk derecelerinin, ümmet ve din bilinç­lerinin ve Peygamber saygılarının önemli bir göstergesi durumundadır.. Peygamber (sav) 'in ashabına saygı, Peygamber (sav) 'e saygıdır. Peygamber (sav) 'e saygı de, ALLAHû Teâla'ya saygıdır.

Örnek ve önderimiz Rasûlüllah (sav)'dir. Her müslüman için Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in tavsiyelerine gücü ölçüsünde uymak nasıl temel bir görev ise, koyduğu yasaklara mutlak anlamda tâbi olmak da aynı şekilde vazgeçilmez bir vazifedir. Sahâbe'ye sövmek, sahabeyi kötülemek, kesin olarak Rasûlüllah (sav) tarafından yasaklan­mıştır. Dolayısyla Hz. Osman (R.a.)'i eleştirenler, onu köteleyenler, Ra­sûlüllah (sav)'in yasağını delen aklıllı geçinen delilerdir.



[41] İbnü'l Esir, Tarih, III,154; II. İ. Hasan, age, I, 368-370.

[42] Îbnül-Esîr. a.g.e., III, 118.

[43] İbnul-Esir, a.g.e., III, 152.

[44] İbnül-Esîr, a.g.e., III, 169-170.

[45] Üsdül-Gâbe, II, 589; Suyûtî, 170; İbnü'l-Esîr, m, 175.

[46] El- Kâmil Fi't Tarih Tercümesi/İbnü'l Esir, C:3, Sh:178-179, İst/1991.

[47] El- Kâmil Fi't Tarih Tercümesi/İbnü'l Esir, C:3, Slı:178-180, İst/1991.

[48] Haşiyetü't Tahavi ala Meraki'l Felah/Sh: 276, Mısır/1356.

[49] Umdetü'l Karî Şerhu Sahihi Buhari, C:6, Sh:191, Beyrut/ty.

[50] Bakara: 2/ 137.

[51] El-Kâmit Fi't Tarih Tercümesi/İbnü'l Esir, C:3, Sh:185-186, İst/1991.

[52] M.17 Haziran 656.

[53] El- Kâmil Fi't Tarih Tercümesi/İbnü'l Esir, C:3, Sh:l 87-188, İst/1991.

[54] Müslim Fedailu's-sahâbe 221; Ayrıca bk. Buhârî, Fedailü'l-ashâb 5; Ebû Dâvûd, Sünnet 10; Tirmizî, Menâkıp 58; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IH, 11

[55] Ali el-Kâari, Mirkât, X, 355.

[56] bk. Kurtubî, el-Câmi'li ahkâmi'l-Kur'ân, VIII, 239

[57] el-Hadid: 57/10

[58] Bk. Heysemî, Mecmau'z-zevâid, X, 21

[59] Aliyyü'l-Kâri, a.g.e., 156-159; el-Fetâva'l-Hindiyye, II, 270 vd.; el-Heytemi, a.g.e., I, 31; İbn Âbidin, Reddu'l-Muhtar, III, 293, Mecmuatü'r-Resâil, I, 360

[60] Aliyyu'l-Kâri, a.g.e., II, 410-411; İbn Abidin, Reddu'l-Muhtar, III, 293, Mecmuatü'r-Resâil, I, 359; İbn Teymîyye, es-Sarimu'l-Meslul, s.561

[61] Buhârî, Fedâilü ashâbi'n-Nebî 5; Müslim, Fedâilü's-sahâbe 221,222; Ebu Davud, Sünnet 10; Tirmizî, Menâkıb 58; İbn Mâce, Mukaddime II, Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111,11.

[62] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 6.

[63] Müsned/Ahmed b. Hanbel, VI, 6


ceren
Sun 30 December 2018, 02:28 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Binler rahmet binler selam Hz.Osman Bin Affanın üzerine olsun inşallah.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...

Bilal2009
Sun 30 December 2018, 04:13 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun