- Hz. Ömerin idare anlayışı

Adsense kodları


Hz. Ömerin idare anlayışı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Sun 8 May 2011, 03:04 pm GMT +0200
Hz. Ömer'in İdare Anlayışı



Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O

"İstişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur"

demekteydi. Hz. Ömer (R.a.)'ın İstişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce meseleyi müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşin­den Kureyşliler'in düşüncesini sorar, son olarak da sahabelerin görüşleri­ni alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman ken­disini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zimmî statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine başvurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adalet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problem­lerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu has­sasiyetini:

"Muhammed’i hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki fırat kıyısında bir deve (koyun, keçi) helak olsa, Allah bunu Ömer ailesinden sorar diye korkarım” [244] sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaş­masına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adaletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (R.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla bütün­leşmiş olduğunun en açık delilidir.

Ey yaratılmışların en hayırlısı olan Peygamber! Kıyamet günü geldiğinde benim senden başka sığınacak kimsem yoktur.

Kerîm olan Allah, kıyamet gününde Müntekım ismiyle tecelli edince, ey Allah'ın Rasûlü bana şefaat etmekle senin makam ve rütbene asla nok­sanlık gelmez.

Şüphesiz dünya ve ahiret senin cömertliğinden. Levh'in ve Kalem'in ilmi de senin ilmindendir.

Ey nefs, Büyük günahlardan dolayı Allah'ın rahmetinden ümit kesme! Çünkü Allah'ın mağfiretine nisbetle büyük günahlar küçük hatalar gibidir.

Umarım ki Rabbim rahmetini taksim ederken, taksim günahların (çok­luğuna göre) yapılır.

 
Kasîde-i Bürde'yi Türkçe Söyleyiş
 

"Şiiriyle Züheyr Övmüş Herem'i

Kralın şaire bolmuş keremi.

Acep Rabbim bize ödül vere mi?

Bir onun lütfundan dilerim rahmet,

Allahümme salli alâ Muhammed.

Ey kerem sahibi yüce Peygamber!

Vakit tamam diye gelince haber,

Bilinmez diyara başlar bir sefer.

Bunca ağır yükle bilmem n'ederim,

O gün senden başka kime giderim?!

Müntakim ismiyle Rabbim tecelli

Ederse, bizlere sensin teselli;

Şefaat kânısın Özünden belli...

Arzet halimizi ulu Allah'a

Güçlük mü var canım sen gibi şaha.

Bu yalın gerçeği bilenler bilir,

Senin ilmin Levh u Kalem'den gelir;

Kereminden dünya-ahiret feyz alır.

 Müştakız feyzine yâ Rasûlallah,

Arınsın ruhumuz, sun şey'en lillah.

Kesme ümidini, gel etme ah vah,

İşlemiş olsan da bir nice günah,

Affeder hepsim, Gafûr'dur Allah.

El aç dergâhına seherde erken,

Ürpersin vicdanın dua ederken.

Huzuruna boyun büküp gidince,

Coşturur derya-i rahmeti bence;

Rabbim o rahmeti taksim edince,

 Günahlara göre taksim yapılır,

En çok payı ondan asiler alır.

……………………………….”

Hz. Kâ'b 645 senesinde Şam'da vefat etti. Rasûlüllah’ın hediye ettiği bu hırka, Hz. Muaviye tarafından Kâ'b bin Züheyr'in vârislerinden satın alınıp, muhafaza edilmiştir. Sırasıyla Emevîlere, onlardan Abbasîlere, daha sonra da Mısır'ın fethinde Mekke Şerifi tarafından diğer kutsal emânetler ile birlikte Yavuz Sultan Selim Han'a teslim edilmiştir. Günümüze kadar korunan bu hırka, "Hırka-ı Saadet" ismi ile meşhur olmuştur. Bugün hâlâ İstanbul'da Topkapı Müzesinde "Hırka-ı Saadet" odasında muhafaza edilmektedir. [245]

Hz. Peygamber (sav)'in ümmetinden olmak bir şereftir. Müslüman insanın bütün çaba ve gayreti Hz. Muhammed (sav)'in ümmetine layık bir kul olabilmektir.

Müslüman, hayatına peygamber sevgisini yansıtan insandır. Sa­habelerin hayatında peygamber sevgisinin büyük bir yeri vardır. Onlar, peygamber sevgisiyle moral buluyorlardı. Peygamber sevgisi, Allah yo­lunda mü'min insanın fedakârlık sergisidir. Peygamber (sav)'in dâvasını hayata hakim kılmak için her hangi bir fedakârlıkta bulunmayanlar, O'na karşı sevgide samimi olmayanlardır.

Samimiyet dersinde sınıfta kalanlar, sevginin bedeline katlanmayanlardır. Allah ve Peygamber sevgisinin önüne geçirilmiş bütün sevgi ve sevdalar birer belâdırlar. Sahabeler, hayatlarında Allah ve Peygamberinin işlemeye müsaade eden devletler, cehalet devletleridir. Oysa ki, İslâm devleti cehaletin her türlüsüne düşman bir devlettir.

Hz. Ömer (R.a.), İslâm devletinin aynı zamanda bir ilim devleti olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarfediyordu. Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirle­meye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır. Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi vardır ve Rasûlüllah (sav)'in hadislerinden başka hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir.[246]

Hz. Ömer (R.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O, Peygamber (sav)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in ken­disinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir. [247]

Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Rasûlüllah (sav) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda:

"Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti. [248]

İmam-ı Kurtubî (Rh.a.)'in kaydettiğine göre, Hz. Ömer (R.a.) Bakara sûresi üzerinde oniki sene çalıştı. Bitirdiğinde Allah için bir deve kurban edip dağıttı. [249]

Hz. Ömer (R.a.), müslümanlar arasında çıkan ihtilafları Allah'ın ve Rasûlü'nün hükümlerine göre çözüme kavuşturuyordu. Tağutların mahkemelerine itibar etmiyordu. Aksine tağutların mahkemelerini toptan reddediyordu. Çünkü bu imanın bir gereğiydi. Allahû Teâla buyuruyor:

"Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? İnkâr etmeleri/reddetmeleri emrolunmuşken, tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Oysa şeytan onları derin sapık­lığa saptırmak istiyordu.”[250]

Yani sana indirilene ve senden önce indirilene iman ettiklerini iddia edenlere, dış görünüşe göre müslüman görünüp münafık olanlara bak­sana! Muhakeme olunmak üzere tağuta, yani Allah'tan korkmaz azgın şeytana başvurmak istiyorlar. Halbuki

"Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.. Allah işitendir, bilendir.” [251] âyeti gereğince tağutu inkâr etmek kendilerine emredilmiş bulunuyordu. Böyle iken tağutun mahkemesine gitmek istiyorlar.

"Şeytan, onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor." Bu âyetin indirilmesinin sebebi olmak üzere birkaç olay rivayet edilmiştir. Birçok tefsircilerin İbnü Abbas'tan rivayet ettikleri açıklamalarına göre bir münafık ile bir yahudi kavga etmişler. Yahudi yargılanmak için Hz. Peygambere başvurmayı, münafık da yahudilerin başkanı olan Ka'b b. Eşrefe gitmeyi teklif etmiş. Çünkü yahudi haklı, münafık haksızmış. Halbuki Hz. Peygamberin ancak hak ve adaletle hük­mettiği, Ka'b b. Eşrefin rüşvete düşkün bulunduğu her iki tarafça bilindiğinden yahudi, Peygambere başvurmayı, münafık da Ka'b'a başvurmayı istiyormuş. Nihayet yahudi ısrar etmiş, Rasûlüllah'a başvur­muşlar. Yahudinin lehine, münafıkın aleyhine (zararına) hüküm çıkınca münafık razı olmamış,

"Haydi Ömer'e gidelim aramızda o hakem olsun." diye teklif etmiş. Hz. Ömer'in yanına varmışlar. Yahudi, "Rasûlüllah benim lehime hükmetti, bu onun hükmüne razı olmadı." diye anlatmış. Bunun üzerine Hz. Ömer münafığa

"öyle mi?" diye sormuş. O da

"evet" demiş. Bunun üzerine,

"yerinizde durunuz, azıcık dışarı çıkayım, gelir hükmümü veririm." diyerek çıkmış, varıp kılıcını kuşanmış gelmiş ve derhal münafıkın boynunu vurmuş, işini bitirmiş, sonra,

"Madem ki beni hakem yaptınız, işte Allah'ın hükmüne ve Rasûlünün hükmüne razı olmayan hakkında benim hükmüm budur." demiş. Yahudi kaçmış. Bundan dolayı münafığın akrabaları Hz. Peygambere şikâyet etmişler. Hz. Peygamber (sav), Hz. Ömer'i getirtmiş, olayı sormuş, o da,

"Hükmünü reddetti ey Allah'ın elçisi!" diye cevap vermiş. O zaman hemen Cebrail (a.s.) gelip,

"Ömer, faruktur, hak ile batılı birbirinden ayırdı." demiş. Hz. Peygamber (sav) de Hz. Ömer'e

“Sen faruksun" buyurmuştur. [252]

Dikkat edilirse, Hz. Ömer (R.a.) Allah'ın ve Rasûlü'nün hükmüne razı olmayıp tağutların mahkemesine müracaat edenlere mürted gözüyle bak­mış ve onlara mürtedin cezasını uygulamıştır. Genelde Ashâb-ı Kiram, ihtilaflı meselelerini şer'i kadıya götürmek suretiyle halletmişlerdir. Şer'i kadı'ya ulaşamayanlar da tahkim yoluyla ihtilaflarını çözüme kavuştur­muşlardır. Rasûlüllah (sav)'in sahabelerinden hiç kimse tağutların mahkemelerine müracaat edipte tağutî mahkemelerde yargılanma yoluna gitmemiştir. Aksine sahabeler, şer'i şerifle yargılanmayı terkederek tağut­ların mahkemesine müracaat etmeyi nifak alameti saymışlardır. Dolayısıyla ihtilaflı meselelerini şer'i şerife göre şer'i kadı'nın önünde veya tahkim yoluyla çözüme kavuşturmak yerine tağut'un mahkeme­lerinde çözüme kavuşturmaya çalışanlar, Rasûlüllah (sav)'in ve ashabının üzerinde bulunduğu yoldan ayrılanlardır.

Hz. Ömer (R.a.), uygulamalarında Rasûlüllah (sav)'in sünnetine ittiba etmeyi çok önemsemiştir. O'nun zamanında Tervaih namazının cemaatle kılınması sürekli hale getirilmiştir. Hz. Ömer (R.a.)'in dini anlama ve yaşama hususundaki usûlünü valilerine gönderdiği namelerden öğrenmek mümkündür. Bakınız Hz. Ömer (R.a.), Kadı Şüreyhe şu nameyi yazdı:

"Hükümlerini Kur'an-ı Kerîm'e istinad ettir. Şayet orada istediği­ni bulamazsan Hadise müracaat et. Orada da istediğini bulamazsan icma-i ümmete göre hüküm ver. Bu da seni tatmin etmezse ictihad et.

Hz. Ömer (R.a.), Ebû Musa el- Eşari (R.a.) da şu nameyi yazdı:

"Kaza (icrayı adalet veya davaları hal ve fasıletmek) muhkem bir farizadır, ittiba olunacak bir sünnettir. Herkes senin karşında, meclisinde, huzuri adaletinde mütesavi/eşit olsun. Zayıflar adaletten meyus olma­sın. Kaviler senden tedirginlik beklemesin. Müddei beyyine gösterm­eye mecburdur. İnkâr eden tahlif olunur/yemine çekilir. Sulh caizdir. Haram olan bir şeyi helal eden, veya bir helali haram kılan bir sulh olmamak şartiyle dün bir hüküm verdikten sonra tekrar teemmül neticesinde/düşünerek gözden geçirdikten sonra hakka rücuda/hakka dönmekte tereddüd etme. Kitap ve sünnette bulamadığın hususatta idrakine müracaat et. Birbirine benzeyen veya mümasil olan şey­lere dikkat et, sonra bir kıyas yap. Bir kimse delail deliller takdim etmek isterse, ona mühlet ver. Verilen mühlet esnasında matlup olan delaili takdim ederse hakkını ver. Aksi takdirde davasını iskat et/da­vasını düşür. Bütün müslümanlar adûldür/adaletlidir. Ancak celd edilenler, yahut yalan yere şehadet edenler, yahut vesayet ve veraset işlerinde suistimal ile müttehem/itham olunanlar müstesnadır.” [253]

Dikkat edilirse, Hz. Ömer (R.a.)'in İslâm'ı anlamada ve uygulamada takip ettiği usûl; Kitap, Sünnet, İcma-i ümmet, Kıyas ve ictihaddır. Asıl olan da budur. Nitekim bu hususta M. Hamdi Yazır (Rh.a.) şöyle diyor

"Ey mü'minler! Gerek genel bir şekilde birbirinizle ve gerek yetkililer ile sizin aranızda ve gerekse yetkili olanlar arasında herhangi bir şey hakkında tartışırsanız onu Allah'a ve Rasûlüne götürünüz. Yani yalnız kendi arzu ve isteğinizle halletmeye kalkışmayınız. Çarpışmalara düşmeyiniz. Başkalarına da gitmeyiniz de önce Allah'ı, ikinci olarak Hz. Muhammed'i kendinize başvurulacak yer biliniz, bu hükme ve bu mahke­meye müracaat ediniz. Aranızda biricik hakem ve hakim Allah ve Peygamberini tanıyınız. Değişik hükümlerinizi, fikirlerinizi Allah'ın âyet­lerine ve Hz. Muhammed'in açıklamalarına tatbik ederek ve uydurarak birleştiriniz ki, Allah'a müracaat, Allah'ın birliğine inanmada samimiyetle Allah'ın âyetlerini araştırmak ve incelemekle, Rasûlüne müracaat da zamanında kendisine ve ondan sonra sünnetine ve halifelerine durumu arzetmekle olur. Zâhiriyye (mezhebi âlimleri) bu âyetten hareketle ihtilafa düşülen meselelerde mutlaka Kur'ân ve Sünnete başvurmanın vacib olduğunu ve bundan dolayı kıyas ile amel etmenin caiz olamayacağını zannetmişlerse de besbellidir ki, Kur'ân ve Sünnetle açıkça anlatılmamış hususların, çekişme halinde Kur'ân ve Sünnete başvurmak için sebepleri­ni ve illetlerini düşünmekle benzerleriyle mukayese etmekten başka bir yol yoktur. Kıyastan maksat da zaten budur. Fıkıh ve hikmet de budur. Demek ki, İslâm'da dört çeşit hüküm vardır. Kur'ân'da açıkça belir­tilen, sünnette açıkça belirtilen, yetkililerin ittifakıyla üzerinde ittifak edilen/icma ve sahih kıyas ile nasslardan çıkarılan hükümler. Bununla beraber bu dördüncüsü ile ihtilaf azaltılabilirse de tamamen birleştirile­mez. Bunda anlaşmazlık çıktığı zamanda yetkililerin şûrasına ve nihayet sultanın emrine müracaat olunur ki, bu da

"Allah'a itaat ediniz, Rasûl'e ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz." emri gereğince Allah'ın emrine müracaat etmektir. Ve

"Emanetleri ehline vermenizi emrediyor.” [254] bunun da kaynağıdır. Ve mutlaka müslümanlar bir olayda ihtilafa düştükleri zaman ilk önce Allah'ın birliğine inanmak, emaneti ehline ver­mek ve adaletle hükmetmek vazifelerini göz önünde bulundurup, kendi­lerini Allah'ın, ve Peygamberin huzurunda toplanmış görerek ona göre düşünmeleri ve fikirlerini ve arzularını Allahû Teâlâ'nın himayesi altına vermeleri ve daima hakkın birliği yolunda gitmeleri lazım gelir. Eğer Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman ediyorsanız böyle yaparsınız, Allah'a ve Rasülüne ve yetkililere itaat eder ve şayet bir şeyde aranızda çekişme olursa onda da Allah'ın ve Rasûlünün hükümlerine baş vurur­sanız, bu başvurmak sizin için halen sırf iyiliktir, çekişmeyi keser. Ve sonuç açısından da daha güzeldir.

Bu emirleri tesbit ettikten sonra işin başında adlî ve teşriî (kanun koy­maya ait) esaslar üzerinde itaat etmeyi temin etmek ve müminlere adalet­le hükmetmek emredilmiş iken, adalet ve hakka aykırı hükmetmeye is­tekli olmamaları ve muhakeme meselelerinde adalete aykırı harekette bulunma vaziyeti almamaları ve tağutlar mahkemesine müracaat etme­meleri gerektiğini telkin ve mü'min ismi altında Peygambere itaat etmek­ten hoşlanmayan ve onun hükmüne razı olmayıp başka mahkemelere mü­racaat edenlerin münafık olduğunu anlatmak ve sonuçta Rasûlüllah'a itaati sağlamlaştırmak için dikkat çekilerek buyuruluyor ki:

"Şunları gör­müyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.”[255]

Kitap, sünnet, icma ve kıyas'a bağlı kalarak Allah'ın dinini anlamak ve uygulamak sahabe sünnetindendir. Çünkü onlar, bu delillere bağlı kalarak Allah'ın dinini öğrenmişler, yaymışlar ve uygulamışlardır. İşte Hz. Ömer (R.a.) de Rasûlüllah (sav)'den öğrendiği şekliyle İslâm'ı anlama ve uygu­lama usûlünü İslâm ümmetine öğretmiştir.

Hz. Ömer (R.a.) şahsiyet inkılabını gerçekleştirmiş bir kimsedir. Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm'ın lehine müşrik­lere karşı yöneltmiştir. Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi;

"Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım." Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevazı davranırdı. Geniş toprakları, güçlü ordu­ları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevazı ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoymamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymek­ten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.

Müslümanca yaşamanın ve müslüman kalmanın çerçevesi, Allah yo­lunda sade ve samimi olmaktır. Sade ve samimi olmayanlar, müslümanca bir hayat yaşayamazlar. Hz. Ömer (R.a.) Kudüs anlaşmasından sonra şehre girmek üzere Kudüs'e yaklaştığı bir zamanda İslâm ordu komutan­ları onu karşılamaya gittiler. Komutanlar pek sade, pek mütevazı elbise­ler giydiğini görerek halk arasındaki nüfuz ve heybetinin düşmesinden endişe etmişler, kendisine bir at takdim etmişlerdir. Hz. Ömer (R.a.), ata binmeyi reddederek şu sözleri söylemişti:

"Allahû Teâlâ'nın bize ihsan ettiği şöhret, Müslümanlığa aittir. Kendi şahsımız için sadelik kâfidir." Hz.Ömer (R.a.), bu kılıkla şehre girmiş, evvela Mescid-i Aksayi ziyaret etmiş, secdei şükrana/şükür secdesine kapanmıştır. Müteakiben Hıristiyanların kilisesi ile şehrin diğer yerlerini ziyaret eylemiştir. [256]

Hz. Ömer (R.a.), idaresinde şeffaftı. Müslümanlardan gelebilecek tenkidlere, nasihatlara daima açıktı. Bir defa Hz. Ömer (R.a.), hutbe irad ediyorken cemaata: Fena yol tutacak, nefsi hevesata boğulacak olursa ne yapacaklarını sordu. Hazırundan biri derhal kalkarak:

“Seni kılıcımızla doğrulturuz" dedi.

Hz. Ömer (R.a.), bu sözleri söyleyen adamın cesaretini denemek için:

“Benim hakkımda böyle bir söz söylemeye nasıl cüret ediyorsun?" dedi ve:

“Evet, evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum." Cevabını aldı ve şu mukabelede bulundu:

“Allahû Teâla'ya çok şükür ki yanlış yola sapacak olursam ümmet-i Muhammed içinde beni kılıcıyla  doğrultacak kimseler var!” [257]

Hz. Ömer (R.a.) insaf sahibiydi. Doğru kimden gelirse gelsin kabul ederdi. Hatadan dönmeyi fazilet bilirdi. Bakınız Hz. Ömer (R.a.) irad ettiği bir hutbesinde şöyle dedi:

"Şuna dikkat edin, kadınların mehirlerini yükseltmeyin. Şayet bu, dünyada bir şeref, Allah nezdinde de bir takva olsaydı, bunu sizden daha çok elbette Rasûlüllah (sav)'in yapması gerekirdi. Halbuki o, hanımlarından olsun, kızlarından olsun, hiçbir kim­senin mehrini oniki ukiyeden fazla tesbit etmiş değildir." Bunun üzerine bir kadın karşısına dikilerek,

"Ey Ömer! Allah bize vermişken sen bizi mahrum mu edeceksin? Allahû Teâla:

"Eğer bir eşi bırakıp da yerine diğer bir eş almak isterseniz, öncekine kantarlarla/yüklerle mehir vermiş de bulunsanız, ondan bir şey geri almayın. O malı bir iftira ve açık bir günah isnadı yaparak geri alır mısınız?” [258] demi­yor mu? deyince, Hz. Ömer (R.a.):

"Kadın isabet etti, Ömer hata etti" diye cevap verdi.

Bir rivayete göre de Hz. Ömer (R.a.) başını önüne eğdi ve bir süre ses­siz durduktan sonra dedi ki:

"Bütün insanlar senden daha fakihtir ey Ömer!"



[244] Tarihu'l Umem ve Mulûk/Taberi, C:5, Sh:18, Mısır/ty

[245] Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kândehlevî; Hilyetül Evliya; El-İsabe Fi temyizi Sahâbe/İbn-i Hacerü'l Askalani; Suverun Min Hayatü's Sahâbe/Abdurrahman Refat el-Başa, Beyrut/ty.

[246] Muhammed Revvâs Kal'acı, Mevsuatu Fıkhî Ömer b. el-Hattab, 1981, S; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fıkhî içtihadları bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir.

[247] Suyutî, a.g.e., 123.

[248] H.İ.Hasan, İslâm Tarihi, İstanbul 1985, 1,319.

[249] El- Cami-u Li Ahkâmi'l Kur'an/İmam Kurtubî, C:l, Sh:40, Kahire/1967.

[250] Nisa :4/ 60.

[251] Bakara: 2/256.

[252] Hak Dini Kur'an Dili/M. Hamdi Yazır, C:2, Sh: 1383-1384, İst/1971.

[253] Asrı Saadet/Ahmed Nedvi,Ter: Ali Genceli,C:l, Sh: 240-24İ, İst/1967.

[254] Nisa: 4/58.

[255] Nisa: 4/ 60 Hak Dini Kur'an Dili/M. Hamdi Yazır, C:2, Sh:1378-1379, İst/1971.

[256] Asr-i Saadet/Ahmed Nedvi,Ter: Ali Genceli,C:l, Sh: 235, İst/1967.

[257] Asr-ı Saadet/Ahmed Nedvi,Ter: Ali Genceli,C:i, Sh: 257, İst/1967.

[258] Nisa: 4/20.
 

ceren
Fri 28 December 2018, 02:18 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim bizleri Hz.Ömer gibi adaletli hakkı gözeterek idarecilik yapacak kullardan eylesin inşallah. Rabbim razı olsun paylasimdan kardeşim. ..

Sevgi.
Fri 28 December 2018, 03:15 pm GMT +0200
Aleyküm Selam.  Hz. Ömer (R.a) İslâm devletinin aynı zamanda bir ilim devleti olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Hz.Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. Bilgiler için Allah razı olsun


Bilal2009
Fri 28 December 2018, 03:23 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun