seymanur K
Thu 22 September 2011, 05:11 pm GMT +0200
Hz. Ömer (r.a) Hilafetinde İslam
Bu dönem, diğer dönemlerden farklı bir konuma sahiptir. Bu dönemin farklılığı, İslam devletinin sınırlarının oldukça genişlemesi, bir çok yeniliklerin devlete kazandırılmasıdır.
2. Halife Ömer(r.a), içkarışıklıkların olmamasından yararlanarak fütuhat işlerine büyük ağırlık vermiş, Hz. Ebu Bekir'in bıraktığı noktadan devam etmiştir. On yıllık halifeliği döneminde Suriye, Mısır, Irak, İran, Kadisiye, Kudüs, Azerbeycan, Kerman ve Horasan gibi pek çok beldeleri fethederek İslam topraklarını 2.251.030 mil ulaştırmıştı [165] Halife bu fütuhat esnasında ancak iki kez buhranlı ve tehlikeli pozisyonla karşı karşıya kalmıştı ki bunların başında Nihavend'de İranlıların, yüzbinlerce askerle hücuma geçmeleri; diğeri ise, Suriye ve Humus civarında Bizansların gösterdiği mukavemet... Ancak her iki tehlikeli durumda da halife, basiretkar rehberliği ile bunları en güzel bir şekilde püskürtmüş, düşman ordusunu hurdalık haline çevirmişti. Bu bağlamda tarihe baktığımızda onun gibi bir fatih gösterilmez.
Bu derece geniş olan İslam topraklanılın idari mekanizması da elbette güç olacaktı. Bu nedenle o da Ebu Bekir gibi meşveret esasını asla ihmal etmedi. Sürekli şura ile istişare ederek meseleleri çözerdi. Hele görev ve atamalarda kesinlikle 'ehliyet' prensibine dayanırdı. Ehil olmayan zinhar göreve getirilmezdi. Ehliyetli görüp göreve atadığını en iyi bir şekilde denetime tabi tutar, en ufak bir tereddütte hemen görevine son verirdi. İşte bu ciddiyet ve sorumluluk içinde koca bir devleti en güzel bir şekilde yürütmüş, hile ve sahtekarlıkla iş yapmak isteyenlerin korkulu rüyaları olmuştu. "Adalete o kadar bağlı kalmıştı ki, kıyamete kadar nerede adaletten söz edilse mutlaka Ömer akla gelecektir."
Halife Ömer (r.a), fütuhat işlerine ağırlık verdiği kadar, İslam kültür ve ahlakına da ağırlık vermiştir. Fethettikleri bütün beldelere mualimler tayin ederek Kur'an öğrenimini, İslam terbiye ve ahlakını, İslam inanç ve ibadetlerini ciddi ölçüler çerçevesinde yürütmüştür. Hadis neşretme işini titizlikle yürümüş, ancak o da Ebu Bekir gibi bu konuda çok ihtiyatlı ve tedbirli olmak zorunda kalmıştır. Ashabdan başka birinin hadis rivayet etmesine kesinlikle müsade etmemiştir. Sahabeler için de bir takım standart şartlar ortaya koyarak onları da bu konuda uyarmıştır. Fıkıh konusunda da bir takım yenilikler getirmiş, fakihlerin halka yük olmaması için onlara kısmi ödenekler yapmıştır. İlk defa fıkhın usul ve kaidelerini vaaz ederek bir esasa bağlamıştır.
Hz. Ömer (r.a)'in az hadis rivayet etmesi onun az hadis duyduğunun ispatı değildir. Allah Rasulü'nden bir çok söz duymuştur, ancak duyduğu her sözü rivayet etmek istememiştir. Çünkü, ondan her duyuları sözü rivayet etmek bir noktada gereksizdi. Yine Hz. Ebu Bekir'in altı hadis rivayet etme tartışmaları da O'nun Rasulullah'tan ancak altı hadis duyduğunu göstermemelidir. Sürekli Allah Rasulü ile bulunması enazından binlerce söylediği söze (hadise) şahit olmuş ve o söylenenleri de tasdik etmiştir. Ancak o da Rasulullah'tan duyduğu her hadisi rivayet etmeyi uygun görmemiştir. Mesela Rasulullah (a.s)'ın şemaili, giyinme tarzları, vesair adetleri hareketin dinamikliği için pek önem arzetmiyordu. Yine Rasulullah'ın bu ve ya şu şekilde Allah'a yalvarması, onu zikir ve teşbih etmesi gibi konular... Onlar bu gibi konulara ağırlık vermiyorlardı. Çünkü Allah'a niyazların kabulü kelimelerle ve bazı şekillerle değil, gösterilecek ihlas ve yakarışa bağlıdır. Allah Rasulü'nün dua ederken ellerini bu veya şu şekilde açmasından ziyade, onun o andaki ihlas ve samimiyeti önemlidir. Bu nedenle Raşid halifeler rastgele hadis rivayet etmektense, insanlığı tekamüle sevkeden hadisler üzerinde durmayı gaye edinmişlerdir.
Halife Ömer, zayıf ve uydurma hadis rivayetinin önüne geçmek için 'cerh ve tadil' ilmini geliştirmiş. Böylece hadislerin arkasına gizlenerek bir takım isteklerini yerine getirmek istiyenlere bu fırsatı tanımamıştır. Zira o adil halife biliyordu ki İslam'ı yıkma, İslam'a bid'at ve hurafe sokma hep hadis kapısından içeri geçmekle mümkünleşir. Çünkü Yüce Kur'ana kimse bir harf dahi ekleyip çıkaramaz. Ancak hadis konusu çok elverişlidir. Nitekim İslam'a bütün bid'at ve hurafetler bu kapıdan sokulmuştur. Evet, o raşid halifelerin ve diğer gayretli müslümanların bunca titizliklerine rağmen gelin görün ki bugün İslam tamamıyla bid'at, hurafe İsrailiyat, esatirul evvelin gibi saçmalarla yoğrulmuş, ve yepyeni bir din (ismi yine 'İslam' olmak üzere) sunulmuştur. Aslı tamamen değiştirilmiş bu yeni dini bid'at ve hurafelerden temizlemek istediğinizde, hemen halkın gözünde yıllardır öcü gibi göterilen kavramlarla isimlenirsiniz. Yani İslam'ı aslına çevirmek istediğinizde hemen halkın nazarında kötü isim yapmış olan etnik gruptan birine girmiş olursunuz. Evet o kulis de hazır...
Maalesef, yaşayan halkın İslam anlayışı o kadar dejenere olmuş ki, saf ve berrak olan İslam'ı bir türlü hazmedemiyorlar. Kendini müslüman olarak gören halk, hep yeryüzü mantığıyla hareket etmekte ve çağın gözlüğüyle İslam'a bakmaktadır. Gerçekten İslam'a, İslamca, raşit halifelerin baktığı gibi bakamıyorlar. Değerlendirme kriterleri o kadar zedelenmiş ki, hakkı bir türlü idrak edemiyorlar. Ama bütün bunlara rağmen inkılapçı ruha sahip olan bütün müslümanlar öncelikle İslam'ı bid'at ve hurafelerden, israiliyat ve esatinil evvelinden kurtarmaları, asıl yerine oturtmaları gerekiyor ki arkasından emerine kavuşabilsinler. Zira yanlışlarla dolu bir İslam, Allah tarafından kabul görmediği gibi, müslümanlara da yarar sağlayamaz.
İşte İslami haraketi kaleme alırken hasseten üzerinde durmak istediğimiz nokta budur. Yani İslam Adem (a.s)'dan itibaren nasıl başladı? Neyi gaye edindi? Hangi safhalardan geçti? İslami gelişmelere karşı İslam düşmanları nasıl bir siyaset izlediler? İslam'ı hangi yollarla veya hangi metotlarla yıkmaya çalıştılar? Başarı nedenleri nasıl saptanır? Bugün İslam'ı yeniden inşa etmek isteyenler hangi merhalelerden geçecek? Nasıl bir yol ve metod izleyecek?... İşte, bunlar bu çalışmada açık bir şekilde vuzuha kavuşacaktır.
Hz. Ömer (r.a)'in Allah Rasulü'nden veya Ebu Berkir'den farklı bir takım uygulamalarda bulunması temelde bir şey değiştirmiyordu. Çünkü halife Ömer, peygamberliğin gereği olan hiç bir uygulamayı değiştirmemitir. Onun değişik uygulamalarda bulunması, bir takım tali konulardadır. Mesela Rasulullah sarhoşluğun cezasını belli bir cezaya hasretmemişken, Hz. Ömer bunu 80 değnek olarak tayin etmişti. Yine Ebu Bekir döneminde sahipleriyle cinsi münasebette bulunan harp esirleri cariyeler alınıp satılırken, Hz. Ömer bu uygulamayı menetmişti. Çünkü bu uygulamalar tali meselelerdi. Ancak, Rasulullah'ın Abdullah b. Übey'in cenaze namazını kıldırmasına itiraz etmesi; Bedir savaşında alınan esirlere tatbik edilecek muamele hakkında Hz. Ömer'in ayrı düşünmesi; Hudey biye antlaşmasında 'niçin bizi küçük düşürecek mahiyette olan sulh şartlarını kabul ediyorsunuz? Diyerek itirazda bulunması; O'na itaatsizlik değil, böyle olması daha uygundur, şeklinde alınmalıdır. Hz. Ömer (r.a)'in bazen ayrı
düşünmesi ve Rasulullah (a.s)'a soru yöneltmesi, kimi zaman Allah tarafından tasdik edilmiş, kimi zaman da edilmemiştir. Bu, aynı zamanda Allah Rasulü'nün yaptıklarını iki kısma ayırıyordu. Bu konuda Asrı Seadet sahibi, Şah Veliyullah'tan şunları yazıyor:
"Rasulullah as hakkında rivayet edilen bütün söz ve fiiller iki kısma ayrılır:
1) Peygamberlik makamına dair olanlar ki, bunlar hakkında Kur'anı Kerim:
"Peygamberin size verdiğini alınız. Sizi menettiği şeylerden de kaçınınız" ayetiyle sabit kılınan şeylerdir.
2) Peygamberlik makamı ile bir alakası olmayanlar ki, Rasulullah bunlar hakkında:
"Ben tıpkı sizin gibi bir insanım. Dininize dair bir şey emredersem onu alınız. Kendi görüşüme dayanarak size bir şey emredersem, benim bir insan olduğum unutulmamalıdır" buyurmuştur.
Şu realite ortaya çıkıyor ki Hz. Ömer, Rasulullah'ın bazı hareketlerini karşı soru sorması Peygamberlik iktizasına ait olup olmadığını öğrenmek içindi. O, birbirinden ayrı iki sıfatı takdir ettiği için, dine dair olmayan meselelerde kendi fikrine göre hareket etmekte bir beis görmemiştir. Hatta Rasulullah (a.s)'ın hayatta olduğu dönemde bir takım itirazlarda bulunmuş, Kur'anı Kerim ve ve Rasulullah (a.s) da bazen onun fikirlerini kabul etmiştir.
Rasulullah (a.s)'ın hanımlarının örtünmelerini istemesi, münafıkların cenaze namazlarının kılınmasına karşı-tepkisi ve Bedir esirleri hakkında gönderilen ilahi vahiy Hz. Ömer'in fikirlerini açıkça teyid etmiştir.
Rasulullah as'a ait söz ve fiillerin bu suretle ayrılması, fıkıh meseleleri üzerinde büyük tesir icra etmiştir. Çünkü Rasulullah (a.s)'ın peygamberlik makamına dair olmayan sözleri, zaman ve mekan ihtiyacına göre kanun ve hükümler vaaz etmek için kapıyı açık bırakmıştır. Hz. Ömer, bunun bir neticesi olarak kendi devrinin ihtiyaçlarına göre bazı kaideler geliştirerek yönetimi sağlamıştır. Bu kaideler daha sonra Hanefi fıkhına yansımıştır. [166]
Hülasa, Hz. Ömer feraset ve basireti ile olaylara gayet açık ve net bir şekilde yaklaşımda bulunmuş, bu feraset ve basiretiyle, faruk kişiliğiyle kendi döneminde ideal bir devlet mekanizması oluşturmuştu. Devleti adilane bir yönetimle yönetmek için iyi bir kadro kurmuştu. Adalet ve eşitlikte zinhar, prensip sahibiydi. Ve bu prensibini ölür, fakat çiğnettirmezdi. İyi ve yararlı işlerde bulunanları ödüllendirdiği gibi, suçlu olanı, kim olursa olsun gerekli cezaya çarptınrdı. Öyleki bugün örnek bir devlet idaresinden bahsedilirse herhalde Ömer'den başka kimse akla gelmeyecektir. (Peygamber istisnadır.)
O büyük devletin halifesi her tarafa hakim olup halkın büyük güvenini kazandığı halde bir avuç münafık ve Yahudileri tamamen silememiş, nihayet kiraladıkları Ebu Lü'lü ile o adil halifenin hayatına son vererek şehadete göndermişlerdi. Böylesine bir halifenin şehadet olayında, Ebu Lü'lü'nün şahsi kini olmadığı apaçık ortadaydı. Hareketi yönlendirenlerin perde arkasından görüntü vermeyerek münafıkça çalışmaları ve devleti sinsice elegeçirmeleri artık bu olayla su yüzüne çıkmıştı. Buna rağmen olayı tertipleyenlerin üzerine gidilmemiş, perde arkasındakiler tesbit edilmemiş ve neticede olay başkalarına cür'et kazandırmıştı. Nitekim diğer halifeler de aynı küstahlıkla şehid edilmişti. [167]
[165] Bakınız: Asr-ı Saadet; c.4, s. 480.
[166] Asr-ı Saadet; c.4, s.480.
[167] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 157-162.