- Hz. Musa ve İsrailoğulları

Adsense kodları


Hz. Musa ve İsrailoğulları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Sat 24 September 2011, 08:08 am GMT +0200
Hz. Musa ve İsrailoğulları


Musa (a.s) döneminde İslami hareketi tahlil ederken, bu konudaki kıssa ve hikayelere uzan uzadıya yer vermeyerek, sadece Musa (a.s)'ın tebliği ve İsrailoğullarının ona karşı çıkışını değerlendireceğiz.

Musa (a.s)'ın hareketini tahlil etmeden önce, onun gönderildiği kavmi (İsrailoğulların) tanımaya çalışalım.

İsrail, Yakub (a.s)'ın lakabıdır. Yakub (a.s), İbrahim (a.s)'ın soyundandır. İbrahim (a.s)'ın soyu ise, İsmail ve İshak olmak üzere iki kola ayrılmıştır. İshak (a.s)'ın ko­lundan Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa ve Musa'dan sonra da Harun, Davud, Süleyman, Yahya ve İsa peygam­ber gibi büyük zevatlar gelip geçmiştir.

İsrailoğulları, geçmişte ufak tefek kavimleri vaaz ve telkinleriyle kendi camiasında eritip benliklerini kaybede­rek kendilerine bağladılar. Daha sonra yolsuzluk, ahlak­sızlık, sapıklık ve putperestlik artınca, önce Musevilik (Yahudilik) arkasından da Hıristiyanlık adı altında yeni dinler oluşturdular,

İsrailoğulları, Musa (a.s)'dan önce büyük saltanat, yükseliş ve ihtişam devrelerine sahip olmuş bir millettir. Kur'an-i Kerim onlara verilen bu nimetten şöyle bahse­der:

"Bir vakit Musa kavmine şöyle demişti: 'Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Zira içinizden size peygamberler gönderdi ve sizi hükümdarlar yaptı. Alemlerden hiç birine vermediğini size verdi." [74]

Hz. Musa ilahi mesajla İsrailoğullarına gönderildiğin­de, bütün halkın rabbı durumunda olan hükümdar Fira­vunla karşı karşıya geliyordu. Kitabı Kerim Firavun de­nen bu azgın herifin zulmünden şöyle bahsediyor:

"Biz, sana Musa ve Firavunun önemli haberlerinden, iman ede­cek bir kavim için gerçek olarak okuyacağız. Çünkü Fira­vun, o yerde (Mısırda) başkaldırmış ve ahalisini parçalara bölüp kendisine bağlamıştı. Onlardan bir topluluğu ezmek istiyerek oğulların boğazlatıyor, kadınlarını diri bıra­kıyordu. Şüphesiz o fesatçılardandır." [75]

Şehid Kutub, bu ayetin tefsirinde, Firavun hakkında şunları yazıyor:

"Bu kıssada güç ve kudret sahibi bir hü­kümdarın durumu açıklanıyor. Evet o zalim, o despot, o korkunç güç sahibi Firavun. Onun karşısnda Hz. Musa yer alıyor. Emzikte bir çocuk, gücü yok kudreti yok, sığı­nacağı bir yeri, korunacağı bir evi mevcut değil. Firavun ise yeryüzünde hakimiyet kurmuş, kendi yakınlarını iş ba­şına geçirmiş, İsrailoğullarını ezmiş, erkeklerini kesmiş, kadınlarını diri bırakmış, her zaman onlara karşı hazırlıklı olmuş ve boyunlarından yakalamış. Ama Firavunun gücü, kudreti, dikkati ve uyanıklığı ona hiç bir fayda vermiyor, hatta şu emzikteki çocuktan, her türlü güç ve kadretten mahrum çocuktan onu koruyamıyor. Çünkü Hz. Musa, yeryüzünün biricik gücüne dayalı ve O'nun muhafazasın­da, o gücün koruyan gözü onu savunuyor, başına bir fena­lık gelmesini önlüyor. Ona karşı kem gözleri görmez kılı­yor. Ve böylece o Firavuna ve askerlerine karşı korkunç bir meydan okuyor. Buna rağmen Firavun, onu kendi yu­vasında besliyor, bağrında büyütüyor. Hatta karısı ona karşı kalbinden şefkat ve sevgi besliyor. Böylece Firavun bu müstakbel düşmanı karşısında eli bağlı kalıyor. Hiç bir işlem yapamıyor. Kendisi için korktuğu ve ürktüğü şeyi kendi eliyle büyütüyor, yetiştiriyor ve geliştiriyor.." [76]

Bu ilahi kıssa bize şu hakikati açık bir şekilde sergili­yor ki, Allah'ın gücü ve kudreti kimin yanında olursa ar­tık o kimseye ne bir korku, ne bir endişe, ne de bir zayıf­lık sözkonusudur. Aksine Allah'ın gücü ve yardımı ol­mazsa kişi için emniyet, rahat ve huzur olmaz. Bu konuda isterse yeryüzünün bütün şer güçleri yanında olsun... Ta­rih bu iddianın şahididir. Öyle ise düşünülecek, yapılacak tek şey var; O da, zayıf ve güçsüz olan varlıklara değil, güçlü ve kudretli olan Allah'a bağlanmaktır. İman eden bir kavim için bu doğrular gerçekten kaçınılmazdır. Ger­çek değer yargısı iman ve akidedir. İman ve akideye da­yanmayan sun'i güçlerin halinin ne olduğunu Adem (a.s)' dan günümüze kadar aleni bir şekilde görmekteyiz. Bu sun'i kuvvetlere sahip olan en azılı şerir Firavunun Al­lah'ın gücü karşısında dize gelişi de ibret almak isteyenler için açık bir hüccettir.

O şımarık insan, Musa (a.s) ile mücadeleye girince kuvvet ve gücüne güvenerek şöyle demişti:

“Ey millet, ben sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum. Ey Haman, haydi bana çamurdan kerpiç pişir, sonra bana bir kule yap, olur ki ben yukarı çıkar Musa'nın ilahını görü­rüm. Doğrusu onu yalancılardan sanıyorum." [77]

O zalim herif, burada açıkça Yüce Allah'ı ve Musa (a.s)'in getirdiklerini alay ve istihza konusu yapmaktadır. Bütün alay ve istihzalar, karşı çıkışlar Allah'ı ve elçisini bilmemeden kaynaklanıyor. Asıl kaynak, bir otorite, bir saltanat ve bir ihtişamlı hayatın son bulma endişesiydi. İş­te dönüp dolaştığımız, söyleyip durduğumuz asıl nokta budur. Daha önceki haberlerde görüldüğü gibi, günümüze kadar İslam'ın karşısına dikilmelerin, onu sekteye uğrat­maların temelinde otorite ve saltanatın kaybolması, el de­ğiştirmesi korkusu yatıyor.

Musa (a.s), Rabbinden aldığı emirle İsrailoğullarını Fi­ravunun pençesinden kurtarmaya çalışırken, o azgın herif ona fırsat vermemeye çalışıyordu. "Musa sihirbazların hi­lelerini, tuzakların altüst ettiği sıra bütün sihirbazlar secdeye kapanarak 'Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik' dediklerinde, Firavun hiddetlenerek ayağa kalktı ve şöyle dedi:

'Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? Doğrusu o size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse andolsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama olarak kese­ceğim. Sizi hurma kütüklerine asacağım. O zaman hangi­mizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu bile­ceksiniz'

"Sihirbazlar dediler ki: 'bize gelen bu açık mucizelere ve bizi yaratana karşı asla seni tercih edemeyiz. Artık hükmün neye geçiyorsa hükmünü ver. Senin hükmün an­cak bu dünya hayatında geçerlidir. Doğrusu biz, hem günahlarımıza, hem de bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağış­lasın diye Rabbimize iman ettik. Allah daha hayırlı ve da­ha devamlıdır."[78]

Yine Yunus Suresi'nde Yüce Allah onları şöyle tanıtı­yor:

“Musa kavmine şöyle dedi: 'Ey kavmim, eğer Allah'a inandıysanız, gerçekten O'na teslim olan insanlar iseniz O'na dayanın.' Dediler ki: 'Biz gerçekten Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavme sınav yapma ve bizi rahmetinle kurtar.' Biz ise Musa ve kardeşine şöyle vahyettik: 'Kavminiz için Mısırda bir takım evler hazırla­yın ve evlerinizi namazgah yapın. Namazı gereği üzere kılın. Hem de müminleri cennetle müjdele." [79]

Yüce Allah'ın açık mucizeleri karşısında mümin olan İsrailoğullarının hilafına bir çokları da mucizelerin Allah tarafından olduğunu yakinen bildikleri halde yüz çevir­mişlerdi:

"Kalpleriyle yakinen bildikleri (gördükleri) hal­de, sırf nefislerine zulmederek ve kibirlenerek bütün mu­cizeleri açıktan inkar ettiler. Bak ki müfsidlerin hali nasıl oldu." [80]

O günkü müfsidler, Allah'ın açık mucizeleri karşısın­da inat, kibir ve gururlarını temel prensip yaparak nasıl Hz. Musa'ya karşı çıkmışlarsa, dün de aynı şekilde Rasulullah'a karşı çıkmış, bugün de benzeri şekilde peygam­berlerin varislerine karşı gelmektedirler. Küfrün tuzakları, doğrulara karşı çıkışları her asırda ve her toplumda aynı­dır, değişmemiştir. Doğrulan kabul etmek, kendi varlıkla­rı, makam ve menfaatları için tehlike arzettiğinde hemen reddederler. Bu karşı koymalar, hiç bir zaman bilgisizlik­lerinden veya cehaletlerinden kaynaklanmamaktadır. Ak­sine bilgi ve şuurla, inat ve kibirle karşı koymaktadırlar.

Yüce Allah tarihi süreç içerisinde bütün azgınlara korkutucu elçiler göndermiş, onların yaptıkları bunca zulümlerin günün birinde mutlaka hesabı sorulacağını ken­dilerine hatırlatmıştır. Büyük şeytan Firavun'a da Yüce Allah Musa (a.s)'ı gönderiyor:

"Haydi Firavun'a git o pek azdı. De ki: 'İster misin küfürden temizlenesin. Seni Rabbime davet edeyim de O'na boyun eğesin.' Fakat o yalan­ladı ve isyan etti. Sonra koşarak yüz çevirdi. Nihayet or­dusunu çağırıp topladı ve 'ben sizin en büyük Rabbinizim' dedi. Allah da onu dünya ve ahiret azıbıyla yakalayıverdi." [81]

Mü'minun Suresi'nde de Yüce Allah Firavunun karşı çıkışım şöyle açıklıyor:

"Sonra Musa ile kardeşi Harun'u mucizelerimizle ve açık bir hüccetle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik de bunlar iman etmeyi kibirle­rine yediremediler. Onlar büyüklenen bir kavimdirler. (Bu itibarla Firavun ve kavmi) Şöyle dediler: 'Biz bizim gibi iki insana hiç iman edermiyiz? Hele birde kavimleri bize itaat edip dururlarken Böylece onları yalanladılar ve helak edilenlerden oldular." [82]

Yüce Allah, helak olan Firavun ve kavminin geride bıraktıklarından da şöyle bahsediyor:

"(Firavun ve ordusu boğulduktan sonra) Geriye neler bırakmışlardı. Ne bahçe­ler, ne kaynaklar, ne çiftlikler, ne güzel konaklar... İçinde zevk sürdükleri saltanatları. İşte bize isyan edenlere böyle yaparız. Onların mülklerini başka bir kavme miras bırak­tık.” [83]

Tarihi seyir çizgisinde İslami harekete karşı yapılan çıkışlar hep aynı noktada teksif ediliyor. Bu karşı çıkışın numunesi durumunda olan Firavun, kavmine 'Dikkat edin, Musa sizi dininizden uzaklaştırmak, atalarınızın di­nini hiçe saymak, sizleri ondan koparmak ister' gibi söz­leriyle bağnaz bir politika takip ediyordu. Ebu Cehil ve çağdaş firavunların bu paraleldeki çalışmaları, misyoner faaliyetleri Musa (a.s)'in Firavunundan az değildir. Bu noktada küfrün tek millet olduğu asla unutulmamalıdır.

Kureyş müşriklerinin Allah Resulüne söylediklerini aynı şekilde Firavun da Musa (a.s)'a söylemişti.

"Firavun dedi ki, 'Bırakın beni Musayi öldüreyim de O Rabbine dua etsin. Çünkü ben, onun dininizi değiştireceğinden ya­hut yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.' Musa da şöyle dedi: 'Ben, hesap gününe inanmayan, her kibir ve azamet sahibinden Rabbime ve Rabibinize sığını­rım.” [84]

Nihayet, böyle şaşaalı ve curcunalı bir sahne daha ta­rihin denizine gömülüp gidiyordu. Firavun sımsıkı sarıl­dığı tahtı, değer verdiği saltanatı denizle bir anda eriyip gitmişti. Halbuki böyle olağan üstü vakıalar aklının ucun­dan bile geçmemişti. Hatta kendisine hatırlatıldığı halde alay ve istihza konusu yapıyordu. Mısır'daki o saltanatı, zevk ve sefası, o debdebeli hayat her şeyi ona adeta unut­turmuştu. Mısır arazisinin başında bulunan Nil, Mısır'a hayat bahsetmişti. Bütün Mısır arazisi onaltı kulaç su ile sulanırdı. İşte Firavun ve kavmi (kiptiler) bu nimetleri takdir edip, bütün ikazlara rağmen üzerinde düşüneme­mişlerdi. Onlar öyle bir hayat platformuna sahiptiler ki her istediğine, istediği şekilde sahip olabiliyorlardı. Dile­diklerini yiyor ve sevdiklerini giyiyorlardı. 'Mal- mülk, akan nehirler ve sular hep benimdir, bana hizmet edecek’ diyordu. Ama yüce Allah'ın va'di haktır:

“Kim dünyanın malını mülkünü isterse ondan veririz.Arna ahirette nasibi yoktur'. İşte, Firavun gibiler Allah'ın bu va'dinden fay­dalanmaktadırlar. Ama onun diğerleri gibi sonu gelmişti. Bir sabah vakti bütün serveti kendisinden alınarak varis­lerine devredilmiş ve beraberindekilerle hak ettiği cezaya çarptırılmıştı.

Firavundan sonra onun mirasına konan, kendisi gibi zorba olan Karun'u görmekteyiz. Kitab-ı Kerim Karun hakkında bize şunları öğretiyor:

"Doğrusu biz, Musayı mucizelerimizle ve apaçık delillerle Firavun'a, Haman'a ve Karun'a gönderdik. Onlar şöyle dediler: 'Bu bir sihir­bazdır, yalancı dır. " [85]

"Gerçekten Karun Musa'nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etmişti. Ona öyle hazine­ler vermiştik ki anahtarları güçlü kuvvetli bir toplulukla taşınıyordu. O vakit kavmi ona şöyle demişti: 'Gururlanıp şımarma, çünkü Allah, şımaranlan sevmez. Allah'ın sana verdiği mal ile ahiret/cennet yurdunu iste. Dünyadan na­sibini de unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (Al­lah'ın kullarına) ihsan et. Yeryüzünde fesat çıkarma. Çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez." [86]

Firavundan sonra tıpkı onun gibi, mal ve saltanatına güvenerek, kendi akıl ve bilgisini her şeyden üstün tutan, Allah'ın kendisine verdiği bunca nimeti inkar eden, büyüklenip şımaran kardeşi Karun tahtına geçiyor. Ancak Karunun Musa (a.s) ile beraber mi veya daha sonra mı ya­şadığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Musa (a.s) ile yaşamalı deildir. Önemli olan, o azgın herifin Allah'ın kendisine vermiş olduğu o kadar nimetle Allah'ın dini karşısında dikilmesi, dinin önüne set çekmesidir. Çağdaş Karanlar da eski Karunardan farklı değildir. Belki bunların zenginliği, kapitalistliği onları aşmıştır bile. Niye, öyle değil midir? Bugün dünya üzerinde kendisine bol bol zen­ginlikler verilipte azgınlaşmayan, saltanat sahibi olupta şımarmayan, makam ve mevki sahibi olupta büyüklenmeyen parmakla kaç kişi gösterebilirsiniz? Belki de hiç.

Evet, Karun o denli azgınlaşıp şımarmıştı ki, kavmi­nin kendisine yaptığı ikazlar, yaptığı davet ve nasihatlar asla fayda vermiyordu. O her zaman olduğu gibi, serveti­ne güvenerek, hazinelerine dayanarak, malına, güç ve kudretine aldanarak her şeye karşı çıkıyordu. Öyle ki ken­disine o malı veren mal sahibim unuttu ve O'na hamdü senada bulunmadı. Gerçek değerlerden yüz çevirdi ve şöyle dedi:

"Bu bana ancak bende olan bilgiden ötürü verilmiş­tir." Bilmez mi ki Allah, önceleri ondan daha güçlü ve topladığı daha fazla olan nice nesilleri yok ermiştir. Suç­lulardan günahları sorulmaz. (Derken bir gün Karan) Ziy­net ve ihtişamı içinde kavmine karşı çıktı. Dünya hayatım arzu edenler: 'Keşke Karun'a verilen mal gibi bizim de olsa, doğrusu o büyük bir varlık sahibidir.' demişlerdi. Kendisine bilgi verilenler de şöyle dimişti: 'Yazıklar ol­sun size. Allah mükafatı, iman edip salih amel işleyenler için daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.” [87]

"Nihayet Firavunu da, Kanımı da, Hamam da helak ettik. Gerçekten Musa onlara apaçık delilerle gelmişti de onlar yeryüzünde kibirlenip başkaldirdılar. Halbuki kurtu­lacak değillerdi." [88]

"Nihayet onu da, sarayım da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı kendisine yardım edebilecek kimse de yok­tu. Bizzat kendisim koruyabileceklerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: 'Vay demek ki Allah kullarından dilediğinin rızkın genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmemiş olsaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay demek ki kafirler asla felah bulmaz­lar' demeye başladılar." [89]

Nihayet o şımarık ve azgın herifin sonu geldi. Sonu gelirken de ne üzerinde büyüklük yaptığı toprağı, ne makamı, ne saltanatı ve ne de kavmi. Hiç biri yardımcısı ve destekçisi olamamıştı. O da diğerleri gibi üzerinde büyük­lük tasladığı toprağa ve oradan da hakettiği cehenneme gitmişti.

İşte böylece bir azgın daha tarihin sahnesinden silinirken, onun yerine geçmek isteyip de geçemeyenler, Karun gibi kendilerine mal- mülk verilmemiş olmanın sevinci içerisindedeydiler. O feci akibeti gözleriyle yakinen gö­rünce akılları başlarına gelmişti artık. Dilediğinin rızkını geniş, dilediğinin rızkını da daralttığını o zaman ancak anlayabilmişlerdi. Ve onlar anladılar ki rızkın geniş olma­sı veya az olması Allah'ın hoşnutluğuna veya gazabına delil değildir. O halde mal ve mülk, servet ve makam an­cak bir imtihandır. Onu, Allah'ın dilediği şekilde sarfetmek en uygunudur. Evet, Karunun kavmi o felaketi gör­düğünde mal ve servetin ne olduğunu çok iyi anlamışlar­dı. Keşke bu günkü toplumlar da bu kıssaları okuyarak Karun ve Karun gibilerin vardığı sonuçları öğrenseler de onların düştüğü akibete düşmeseler. Evet, çağdaş Karunlar ve yanlıları bu kıssaları okuyup anlamaya ne kadar muhtaçtırlar. Onlar da bilsinler ki ahiret yurdu devamlı­dır. O yurdu kazanabilecekler ise, yeryüzünde bozguncu­luk yapmayan, böbürlenmeyen, dünyanın geçici menfaat­lerine boyun eğmeyip hayırlı ve salih amel işleyen kimselerdir. (Allah bizi salihlerden kılsın) [90]



[74] Maide: 5/20.

[75] Kasas: 28/20.

[76] Fizilal'il-Kur'an; c.ll, s.217.

[77] Kasas: 28/38.

[78] A'raf: 7/126.

[79] Yunus: 10/84-87.

[80] Neml: 27/ 14

[81] Naziat: 79/17-25.

[82] Mü'minun: 23/45-48.

[83] Duhan: 44/25-28.

[84] Mü'min: 40/26-27.

[85] Mü'min: 40/23-24.

[86] Kasas: 28/76-77.

[87] Kasas: 28/78-80.

[88] Ankebut: 29/39.

[89] Kasas: 28/81-82.

[90] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 63-72.