saniyenur
Sun 29 July 2012, 11:25 am GMT +0200
HZ. MUHAMMED S.A.V. DÂVETÇİ
İSLAM'A DAVET
Tarihte ortaya çıktığı andan itibaren İslâm, insanları doğruluğuna inandırmaya çalışmış ve onları bu yeni dinin mensupları olmaya davet etmiştir. Dinî uygulamanın özü bir yana İslâm, tarih boyunca görülmüş en büyük planı uygulamaya koymuştur. Bu plan bütün insanlığı Müslüman yapmak, adaleti, doğruluğu, salih bir hayatı, saflığı ve güzelliği getirmek için onları harekete geçirmeyi kapsamaktadır. Daha önce İslâm'ın, insanlar arasında fazilet, doğruluk ve takva dışında bir ayırım yapmadığını gördük. Yine gördük ki İslâm ilâhî iradeyi insan hayatının ve ilgilerinin her alanına uygular; yani sadece belirli şekil ve mahiyet taşıyan ibadetler değil, herşey dîn ile ilgilidir. Ve yine gördük ki, İslâm ne sürekli bir tefekkür dini, ne de bir kendini adama ve dünyadan soyutlama dinidir. Bunların yerine o, mutfaklarında ve alışveriş yerlerinde olduğu kadar, camilerinde ve savaş alanlarında da dünyayla içice yaşama dinidir.
İslâm, insanlar arasından seçilmiş bir kişiye, Hz. Muhammed'e gönderilmiştir. O, ilk kez vahye muhatap olduğunda bu müthiş olayın dehşeti ve ağırlığıyla hemen eve kapanmış, titremesine bir son vermek için kendisini bir battaniyeye sarınca, ikinci defa gelen vahiyde şöyle denmiştir: "Ey örtüsüne bürünen... Kalk ve uyar." (74: 1-2). "(Önce) en yakın akrabanı uyar." (26: 214). Hz. Muhammed çağrıya uydu. Hanımını ve yeğenini yeni dine kattı ve arkadaşlarını da yeni inanca katılmaya çağırdı. Süreç başlamıştı; fakat henüz asıl amacı olan bütün dünyayı Müslüman yapmaktan çok uzaktı. Kurulu olan dini değiştirmeye çalışan bu yeni inançtan insanlar uzak durdular ve ona karşı mücadele ettiler; mensuplarına da eza ve cefada bulundular. İlk müslümanlar hakîr görüldüler, zulmolundular. Onları inançlarından döndürmek için her türlü baskı uygulandı. Bütün bu taktikler başarısızlığa uğradığında düşman, lider Hz. Muhammed'i ortadan kaldırmak için bir suikast hazırladı. Allah'ın inayetiyle bundan haberdar olan Hz. Muhammed, onların tuzaklarına düşmedi. Muhalifleri de O'na ve ashabına karşı savaş açtılar. Bir çok savaş ve can kaybı pahasına İslâm ilerlemeye devam etti ve nihayetinde karşısındakilere galip geldi.
İslâm'ın mâruz kaldığı bu vak'alardan Dinler Tarihinde genişçe söz edilmektedir. Pratikte her din benzer bir başlangıca sahiptir. Birçok din kendini muhafaza etmek için, bir başkasının ortaya çıkarak hayat sürmesine müsaade etmez. Eğer yeni bir din başarılı olur ve kendisine taraftar bulabilirse, eski kurulu din, yeni olana zulmeder. Aynı trajik tarih kültürler ve etnik gruplar için de geçerlidir. Nerede azınlık varsa, çoğunluktaki kültür ya da etnik grup onları yok etmeye çalışır; başarısızlığa uğradığında da zulme ve baskıya başvurur. Bir çoğunluk için azınlığı yok ederek genişlemeye çalışmak bir sağlık ve hayat belirtisidir. Bu evrensel istekte hiçbir yanlış yön yoktur. Tersine, hata, yok etme metodundadır; yani zulüm, baskı ve uranlıktadır; neticeye ulaşabilmek için "zor" kullanmaktadır.
Pratikte, İslâm hâriç, dünyanın bütün dinleri bu açıdan suçludurlar. Çünkü İslâm, İslâm toplumu içinde kendine özgü tek bir misyon teorisine, diğer inançlarla ilgili tek bir teoriye ve diğer din mensupları hakkında da yine tek bir teoriye sahiptir.