hafiza aise
Wed 1 June 2011, 03:19 pm GMT +0200
7— Hz. Ali'nin Hz. Fâtıma Üstüne Evlenmek İstemesi:
Hişâm b. Muğîre oğulları, Ebu Cehil'in kızını Hz. Ali ile evlendirmek üzere Hz. Peygamber'den (s.a.) izin istediler, buna izin vermedi ve şöyle buyurdu: "Ebu Talib'in oğlu kızımı boşamak ve kızlarını nikahlamak istiyorsa o başka! Biliniz ki, Fâtıma benim bir parçamdir; Onu huzursuz eden şey, beni de huzursuz eder. Ona eziyet veren şey, bana da eziyet verir. Ben Fatıma'-nın dini hususunda fitneye uğrayacağından korkarım. Şüphesiz ben, haramı helâl, helâli da haram kılıyor değilim. Fakat, Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın Rasûlü'nün kızıyla, Allah'ın düşmanının kızı ebediyyen bir araya gejemez."
Hadisin başka bir rivayetinde de, Hz. Peygamber (s.a.), bir damadını andı, ona övgüde bulundu ve: "O benimle konuştu, bana doğruyu söyledi; bana vaadettî, sözünü yerine getirdi." buyurdu.[611]
Bu hadis, çeşitli hükümler içerir:
1— Kişi, karısının üzerine evlenmeyeceğine dair söz vermişse, bu şarta uyması gerekir. Ne zaman evlenirse, kadının nikâhı feshetme hakkı vardır. Hadisin bu hükmü içeriş şekli şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ali'nin (r.a.) yapacağı bu evliliğin Fâtıma'ya eziyet vereceğini, onu huzursuz edeceğini, kendisinin de aynı şekilde bundan huzursuz olacağını ve eza duyacağını haber vermiştir. Şu kesin olarak bilinmektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.), Fatıma'yı (r.anha) Hz. Ali'ye verirken —her ne kadar akdin özünde şart koşulmuş değilse de— gerek kendisini ve gerekse babasını huzursuz etmemek, kendilerine eziyet etmemek üzere vermiştir. Dolayısıyla, akdin zımnında bu şart vardı. Hz. Peygamber'in (s.a.), öbür damadını anması, ona övgüde bulunması ve hakkında; "O benimle konuştu, bana doğruyu söyledi; bana vaadetti, sözünü yerine getirdi." buyurması, Hz. Ali (r.a.) için bir tariz ve onun gibi davranması için bir teşvik ve telkindir. Bundan Fâtıma'yı ve babasını huzursuz etmeyeceğine, onlara eza vermeyeceğine dair bir vaadin bulunduğu Hz. Peygamber'in (s.a.) —diğer damadının sözünde durduğu gibi— Hz. Ali'nin de sözünde durması için ona bir teşvik ve telkinde bulunduğu anlaşılır.
2— Hadisten, "Örfen şart olan şey, sözlü olarak şart koşulmuş gibidir, bulunmadığında ise karşı taraf için feshetme hakkı doğar." kaidesi de çıkar. Farzedilse ki, bir kavim âdet olarak kadınlarını kendi yurtlarından dışarı çıkarmazlar ve kocalara asla böyle bir imkân tanımazlar. Bu âdetleri de hep böyle sürer gider. Bu durumda kadınlarının âdeten yurtlarından çıkarılmaması şartı sözlü olarak belirlenmiş şart gibi olur. Bu, Medine uleması ile İmam Ahmed'in "örfî şart, sözlü şart gibidir." şeklindeki kaidelerine uygun düşer. Bu kaideden hareketledir ki onlar, bir kimsenin, ücretle iş yaptıkları bilinen çamaşır yıkayıcıya veya çamaşır ağartıcısına elbise vermesi, fırıncıya hamur vermesi, aşçıya yemek malzemesi vermesi, hamama girmesi ve işi ücretle yıkamak olan birisini istihdam etmesi vb. durumlarda —ücretten söz etmese bile— hep emsal ücret ödemesi gerekeceğini söylemişlerdir. Buna göre, farzedilse ki falanca ailenin kadınları üzerine kocaları evlenemezler ve onlar kocalara bu imkânı vermezler, âdetleri öteden beri hep böyle süregelmiştir; bu durumda evlilik sırasında üzerine evlenmeme şartı, sanki sözlü olarak şarl koşulmuş hükmünde olur.
Yine aynı şekilde şerefi, soyu ve celâleti İle üzerine kuma getirilmesine asla izin vermeyeceği âdeten belli olan kadınlardan biri ile evleniliyorsa, üzerine evlenmeme şartı sanki sözlü olarak zikredilmiş mesabesinde olur.
Buna göre, bütün kadınların efendisi ve lüm Âdemoğullarının efendisinin kızı, bu hakka diğer kadınlardan daha lâyıktır. Şayet Hz. Ali akit sırasında bu şartı sözlü olarak kabullenseydi, bu sadece bir tekid olurdu. Yeni bir şey getirmiş olmazdı.
Hz. Fâtıma ile Ebu Cehil'in kızının Hz. Ali'nin nikâhı altında bir araya gelmesine mâni olmada ince bir nükte daha vardır: Şöyle ki, bir kadın her ne kadar kendisi açısından yüksek dereceye sahip birisi olsa da, kocasına tâbi olması hasebiyle onun derecesinde onunla birlikte olur. Hz. Fâtıma, hem kendisi hem kocası itibarıyla yüksek derecede bulunuyordu. Hz. Fâtıma ve Hz. Ali'nin durumu bu idi. Allah herhalde Ebu Cehil'in kızım, ne kendisi, ne de (kocasına) tâbi olarak Hz. Fâtıma ile aynı derecede tutacak değildi. Aralarında bu kadar fark vardı. Dolayısıyla onun, bütün dünya kadınlarının efendisi Hz. Fâtıma üstüne evlenmesi ne şer'an ne de onun kadri, şerefi itibarıyla hoş bir şey değildi. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.): "Allah'a yemin ederim ki, Allah Rasûlü'nün kızı ile Allah düşmanının kızı ebediyyen bir araya gelmez." sözüyle bu hususa işaret buyurmuştur. [612]
[611] Felhu'l-Bari, 7/67-68; Müslim, 2449; Ebu Davud, 2071: Misver b. Mahreme'den.
[612] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/222-24.
Hişâm b. Muğîre oğulları, Ebu Cehil'in kızını Hz. Ali ile evlendirmek üzere Hz. Peygamber'den (s.a.) izin istediler, buna izin vermedi ve şöyle buyurdu: "Ebu Talib'in oğlu kızımı boşamak ve kızlarını nikahlamak istiyorsa o başka! Biliniz ki, Fâtıma benim bir parçamdir; Onu huzursuz eden şey, beni de huzursuz eder. Ona eziyet veren şey, bana da eziyet verir. Ben Fatıma'-nın dini hususunda fitneye uğrayacağından korkarım. Şüphesiz ben, haramı helâl, helâli da haram kılıyor değilim. Fakat, Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın Rasûlü'nün kızıyla, Allah'ın düşmanının kızı ebediyyen bir araya gejemez."
Hadisin başka bir rivayetinde de, Hz. Peygamber (s.a.), bir damadını andı, ona övgüde bulundu ve: "O benimle konuştu, bana doğruyu söyledi; bana vaadettî, sözünü yerine getirdi." buyurdu.[611]
Bu hadis, çeşitli hükümler içerir:
1— Kişi, karısının üzerine evlenmeyeceğine dair söz vermişse, bu şarta uyması gerekir. Ne zaman evlenirse, kadının nikâhı feshetme hakkı vardır. Hadisin bu hükmü içeriş şekli şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ali'nin (r.a.) yapacağı bu evliliğin Fâtıma'ya eziyet vereceğini, onu huzursuz edeceğini, kendisinin de aynı şekilde bundan huzursuz olacağını ve eza duyacağını haber vermiştir. Şu kesin olarak bilinmektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.), Fatıma'yı (r.anha) Hz. Ali'ye verirken —her ne kadar akdin özünde şart koşulmuş değilse de— gerek kendisini ve gerekse babasını huzursuz etmemek, kendilerine eziyet etmemek üzere vermiştir. Dolayısıyla, akdin zımnında bu şart vardı. Hz. Peygamber'in (s.a.), öbür damadını anması, ona övgüde bulunması ve hakkında; "O benimle konuştu, bana doğruyu söyledi; bana vaadetti, sözünü yerine getirdi." buyurması, Hz. Ali (r.a.) için bir tariz ve onun gibi davranması için bir teşvik ve telkindir. Bundan Fâtıma'yı ve babasını huzursuz etmeyeceğine, onlara eza vermeyeceğine dair bir vaadin bulunduğu Hz. Peygamber'in (s.a.) —diğer damadının sözünde durduğu gibi— Hz. Ali'nin de sözünde durması için ona bir teşvik ve telkinde bulunduğu anlaşılır.
2— Hadisten, "Örfen şart olan şey, sözlü olarak şart koşulmuş gibidir, bulunmadığında ise karşı taraf için feshetme hakkı doğar." kaidesi de çıkar. Farzedilse ki, bir kavim âdet olarak kadınlarını kendi yurtlarından dışarı çıkarmazlar ve kocalara asla böyle bir imkân tanımazlar. Bu âdetleri de hep böyle sürer gider. Bu durumda kadınlarının âdeten yurtlarından çıkarılmaması şartı sözlü olarak belirlenmiş şart gibi olur. Bu, Medine uleması ile İmam Ahmed'in "örfî şart, sözlü şart gibidir." şeklindeki kaidelerine uygun düşer. Bu kaideden hareketledir ki onlar, bir kimsenin, ücretle iş yaptıkları bilinen çamaşır yıkayıcıya veya çamaşır ağartıcısına elbise vermesi, fırıncıya hamur vermesi, aşçıya yemek malzemesi vermesi, hamama girmesi ve işi ücretle yıkamak olan birisini istihdam etmesi vb. durumlarda —ücretten söz etmese bile— hep emsal ücret ödemesi gerekeceğini söylemişlerdir. Buna göre, farzedilse ki falanca ailenin kadınları üzerine kocaları evlenemezler ve onlar kocalara bu imkânı vermezler, âdetleri öteden beri hep böyle süregelmiştir; bu durumda evlilik sırasında üzerine evlenmeme şartı, sanki sözlü olarak şarl koşulmuş hükmünde olur.
Yine aynı şekilde şerefi, soyu ve celâleti İle üzerine kuma getirilmesine asla izin vermeyeceği âdeten belli olan kadınlardan biri ile evleniliyorsa, üzerine evlenmeme şartı sanki sözlü olarak zikredilmiş mesabesinde olur.
Buna göre, bütün kadınların efendisi ve lüm Âdemoğullarının efendisinin kızı, bu hakka diğer kadınlardan daha lâyıktır. Şayet Hz. Ali akit sırasında bu şartı sözlü olarak kabullenseydi, bu sadece bir tekid olurdu. Yeni bir şey getirmiş olmazdı.
Hz. Fâtıma ile Ebu Cehil'in kızının Hz. Ali'nin nikâhı altında bir araya gelmesine mâni olmada ince bir nükte daha vardır: Şöyle ki, bir kadın her ne kadar kendisi açısından yüksek dereceye sahip birisi olsa da, kocasına tâbi olması hasebiyle onun derecesinde onunla birlikte olur. Hz. Fâtıma, hem kendisi hem kocası itibarıyla yüksek derecede bulunuyordu. Hz. Fâtıma ve Hz. Ali'nin durumu bu idi. Allah herhalde Ebu Cehil'in kızım, ne kendisi, ne de (kocasına) tâbi olarak Hz. Fâtıma ile aynı derecede tutacak değildi. Aralarında bu kadar fark vardı. Dolayısıyla onun, bütün dünya kadınlarının efendisi Hz. Fâtıma üstüne evlenmesi ne şer'an ne de onun kadri, şerefi itibarıyla hoş bir şey değildi. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.): "Allah'a yemin ederim ki, Allah Rasûlü'nün kızı ile Allah düşmanının kızı ebediyyen bir araya gelmez." sözüyle bu hususa işaret buyurmuştur. [612]
[611] Felhu'l-Bari, 7/67-68; Müslim, 2449; Ebu Davud, 2071: Misver b. Mahreme'den.
[612] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/222-24.