- Hz. Abdullah ibni Ömer

Adsense kodları


Hz. Abdullah ibni Ömer

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Sat 7 May 2011, 03:18 pm GMT +0200
Hz. Abdullah İbn-i Ömer (r.anh)


Rasûlüllah (sav)'in sünnetine harfıyyen riayet etmeye çalışan hassas bir şahsiyettir. İkinci halife Hz. Ömer (r.a.)'in oğlu ve mü'minlerin annesi Hz. Hafsa'mn ana-baba bir kardeşi, fâkih ve muhaddis sahabedir. Ebû Abdurrahman künyesi ile tanınan Abdullah'ın annesi Zeynep bnt. Maz'un el-Cümeyhî'dir.

Abdullah b. Ömer'in, peygamberliğin üçüncü yılında doğduğu kaydedildiği gibi onun nübüvvetten bir yıl önce dünyaya geldiği de söylenmektedir. [1]

Babasıyla birlikte, küçük yaşta İslâm'a girdi ve yine babası ile birlikte Medine'ye hicret etti. Tamamıyla İslâm toplumunda ve İslâm terbiyesiyle yetişti. Yaşı küçük olduğu için Bedir ve Uhud gazalarına Hz. Peygamber (sav) tarafından katılmasına müsâde verilmedi. [2] Ancak onsekiz yaşlarında iken Hendek gazvesine ve daha sonra Hz. Peygamber (sav) zamanında meydana gelen bütün savaşlara katıldı. Mekke fethinde, Mûte savaşında, Tebük seferinde ve Veda Hacc'ında bulundu.

Abdullah b. Ömer (r.a.), İslâm devleti bünyesinde meydana gelen anlaşmazlıklarla ortaya çıkan ve birbirleriyle mücadele eden gruplara karışmadı, tarafsız kaldı ve devlet kadrolarında vazife almadı. Zira oğlunu hilâfete aday göstermesini tavsiye eden sahabelere Hz. Ömer: "Bir evden bir kurban yeter" demişti. Babasından sonra başa geçecek halifeyi seçmeye görevli olan şûrâ'ya sadece müşavir olarak katıldı. Hz. Ömer oğluna şûrâ'ya katılmasını ancak aday olmamasını tavsiye etmişti. [3]

Hz. Osman (r.a.) zamanında, İbn Ömer, devlet işlerine müdahalede bulunmuyordu. Bir gün Hz. Osman, İbn Ömer'e kadılık yapmasını, müslümanlar arasındaki hukukî anlaşmazlıkları hâlletmesini teklif edince özür dileyerek, kadılık vazifesini kabul etmemiş, Rasûl-i Ekrem (sav)'in bir sözünü hatırlatmıştı;

Hz. Peygamber (sav) buyurmuşlardır ki;

"Kadılar üç çeşittir. Birincisi câhillerdir. Bunların yeri Cehennemdir. İkinci zümre âlim­leridir, fakat dünyaya meyilleri vardır, ilimleri ile amelleri bir değildir, bunlarda Cehennemliktir. Üçüncü zümre ise hem âlim, hem de dünyaya meyli olmayanlardır.”[4] Hz. Osman, Hz. İbn Ömer'e dedi ki:

“Ama, senin baban Hz. Peygamber (sav) zamanında kaza işleri ile uğraştı ve kadılık yaptı."

“Evet, doğrudur, fakat babam bir mesele ile karşılaşınca Rasûi-i Ekrem'e müracâat eder, müşküllerini halletmede zorluk çekmezdi. Çünkü Rasûl-i Ekrem müşkil bir mesele ile karşılaşınca onun da müşküini vahiy hallederdi. Şimdi Rasûl-i Ekrem aramızda yok ki problemlerimizi ona götürelim. AHah şimdi bizim yardımcımız olsun."

Hz. Osman da bu hususta Hz. İbn Ömer'e fazla ısrarda bulunmadı. Hz. İbn Ömer (r.a.), hükümet ve devlet işlerinden uzak kalmasına rağmen hak yolunda cihâd edip İslâm fetihlerine katıldı. Nitekim Hicret'in yirmiyedinci yılında Afrika'da Tunus, Cezayir, Merakes seferine katılmıştı.

İbn Ömer Hicret'in otuzuncu senesinde Horasan ve Taberistan fetih­lerinde bulundu ve onun Taberistan fethinde bir Dihkan'ı öldürdüğü bilin­mektedir. Ancak hükümet ve devlet işlerine müdahale hususunda çok ihtiyatlı davranıp, daima uzak kalmayı tercih etti.

Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra ilmî yüceliği, kahramanlığı ve mücahidliği Hz. Ömer'in oğlu olması sebebiyle halîfe olması işlendiyse de kabul etmedi. Hz. Ali (r.a.) tarafında yer aldı. Dahilî olaylara karışmadı. Siffın olayından sonra da halifelik tekliflerini reddetti. Muâviye (r.a.) zamanında 569 yılında Hz. Peygamber'in güvenini kazanmış ve bayrak­tarlığını yapmış olan Halid b. Zeyd Ebu Eyyub el-Ensâri ile İstanbul surları önlerine kadar gelip, İstanbul'un ilk muhasarasına katıldı. Onun devlet bür /esinde ve İslâm toplumunda meydana gelen iç karışıklıklar sırasında temkinli davrandığını görmekteyiz. Fakat Sıffîn'de Hz. Ali'ye muhalefet edenlere ve Abdullah b. Zübeyr'i Kabe'de muhasara edip şehid edenlere karşı savaşmadığına pişman olduğunu bizzat kendisi ifade etmiştir. [5] Haccac'a karşı savaşmadıysa bile onun zulmünden asla çekinmeden islâmî ahkâmı çiğnemesine karşı susmayıp onu gerektiğinde sert bir şekilde uyarmıştı. Hattâ onun bu gibi uyarılarına kızan Haccac b. Yusuf, Abdullah'ı öldürtme yollarını aramıştı.

Nihayet hicretin yetmişdördüncü yılında Abdullah b. Ömer seksendört veyahut seksen beş yaşında iken vefat etti. [6]Başka rivayetlerde de onun seksenaltı yaşında vefat ettiği kaydedilir. [7]

Hac mevsiminde adamın biri ucu zehirli bir mızrak ile Abdullah b. Ömer'i ayağından yaraladı. Vücûdu zehirlendi. Bu zehirlenme vefatına sebep oldu. Bir rivayete göre yukarıda söylediğimiz gibi bu yaralama Haccac b. Yusuf un tertibi idi. İbnü'l-Esir'in kaydına göre, Haccac b. Yusuf minberde hutbe okuyordu. Hutbe'de Abdullah İbn Zübeyr'e ağır sözler söylemiş ve bazı ithamlarda bulunmuş, onun Kur'ân-ı Kerim'i tahrif ettiği iddiasını ortaya atmıştı. İbn Ömer (r.a.) düşünmeden ve çekinmeden Haccac'a bağırıp: "Yalan söylüyorsun, bunu ne İbn Zübeyr yapardı, ne de senin bu işe gücün yeter!..." demişti.

İbn Ömer'in halkın toplu bulunduğu bîr yerde böyle sert konuşmasın­dan Haccac fena halde bozulmuş, ona kin besleyip çok kızmıştı. Açıktan açığa ona bir şey yapamayacağından gizlice ve hainlikle intikam almayı düşünmüştü. [8] Ancak İbnü'l-Esir Haccac'ın hutbe meselesini başka türlü anlatmaktadır. Ona göre, Haccac hutbeyi çok uzatmış, o kadar uzatmıştı ki, ikindi namazına vakit daralmıştı. Bu ara İbn Ömer (r.a.), "Güneş seni beklemiyor" diye ihtarda bulunmuştu. İkinci bir rivayete göre, İbn Ömer'in onu beklemeyip kıymet vermemesine Haccac'ın canı sıkılmış, firavunluğu tutmuştu. Fakat Emevi hükümdarı Abdülmelik b. Mervan'm korkusundan İbn Ömer'e karşı gelemiyordu. Bu meselenin iç yüzünün bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır.

Peygamber efendimiz mescide çıktıklarında buyurdu:

“Yâ Sümâme, yanında ne var, gönlünden ne geçiriyorsun, benden ne bekliyorsun?” Sümâme cevap verdi:

“İçimde hayır ümidi var. Çünkü sen affedicisin. Eğer beni öldürecek olursan, bir caniyi öldürmüş olursun. Öldürmez de affedip, beni bağışlarsan, iyilik bilen, ni'mete şükreden birisine ihsan etmiş olursun. Eğer benden kurtuluş fidyesi olarak mal istiyorsan, işte malım. İstediğin kadar al.”

Resûlüllah efendimiz, üç gün üst üste gelerek aynı soruyu sordu ve aynı cevabı aldı. Bunun üzerine âlemlerin efendisi olan Peygamber efendimiz yine yüksek merhametini gösterdi ve Sümâme'nin hayâl bile edemiyeceği bir şekilde buyurdu ki:

“Artık Sümâme'yi salıveriniz!”

Bu emir üzerine Ashâb-ı Kirâm onu serbest bıraktı. Sümâme bırakılıp, serbest kalınca, gönlüne İslâmiyetin sevgisi düştü. Hemen Kelime-i Şehâdet getirdi. Rasûlullah efendimize bey'at etti.

Rasûlullah efendimiz ona, hemen gidip gusletmesini emretti. Sümâme hemen gidip gusledip, sonra mescide girdi. Resûlüllah’ın huzurunda şun­ları söyledi:

“Vallahi, akşamleyin, yanma geldiğim zaman, bana senin yüzün­den daha çok kızdığım bir yüz yoktu. Fakat sabah olunca, senin şehrin bana, en sevimli şehir oldu. Vallahi akşamleyin, senin dînin, bana en sevimsiz din idi. Sabahleyin en sevimli bir din olmuştur.”

Böylece dünün azılı bir müşriki Peygamberimizin engin merhameti sayesinde Müslüman olmuş hidâyete kavuşmuştu. İslâm harp hukuku insanîdir. İslâm'in harp hukukunun amacı; insanları ifsad etmek değil, ıslah etmektir.

Hz. Sümâme hicretin altıncı yılında Rasûlüllah’ın huzurunda Müslüman olduktan sonra Peygamber efendimize:

“Yâ Rasûlallah! Ben umre yapmak için giderken süvarilerin beni yakalamıştı. Şimdi ne buyuruyorsunuz?” diye arzetti.

Rasûlullah onu dünya ve âhiret saâdetiyle müjdeleyip, umresini yap­masını emretti.

Hz. Sümâme, Mekke'ye, telbiye ederek girmişti. Bunun üzerine müşrikler onu yakaladılar, neredeyse boynunu vuracaklardı. Fakat o sıra­da birisi:

“Bırakınız onu! Siz yiyecekleriniz hususunda Yemâme halkına muh­taçsınız. Ona bir şey olursa hepimiz aç kalırız,” dedi. Bunun üzerine müşrikler Sümâme'yi serbest bıraktı. Sonra müşrikler­den birisi ona dedi ki:

“Demek, dinden çıktın ha!” Hz. Sümâme şöyle karşılık verdi:

“Hayır, ben dinden çıkmadım. Bilâkis ben hak din olan İslâmiyeti kabul ettim. Muhammed aleyhisselâmı ve Onun getirdiklerini tasdik ettim. Vallahi Allahın Rasûlünden izinsiz buğday alamıyacaksınız. Siz Ona tâbi olmadıkça, Yemâme'den faydalanamıyacaksınız!”

Sümâme umresini yaptıktan sonra Yemâme'ye gitti. Yemâme halkının, Mekke'ye erzak göndermelerine mâni oldu. Bu yüzden müşrikler çok sıkıntıya düştüler. Müşrikler bu sebeple Rasûlullaha mektup yazıp, çek­tikleri sıkıntıları ve erzak gönderilmesine müsâade edilmesini istediler. Hattâ, Ebû Süfyân Medine'ye kadar gelerek, Peygamber efendimize:

“Alemlere rahmet olarak gönderildiğini söylüyorsun,” diyerek bu hususta müracaatta bulunup, hallerini uzun uzun anlattı.

Rasûlullah, müşriklerin bu talepleri üzerine Yemâme halkının, Mekkelilere, yiyecek göndermelerine mâni olmaması için Sümâme'ye mektup gönderdi. Hz. Sümâme bu emre uyarak, engel olmaktan vazgeçti.

Resûlüllah efendimizin vefatından sonra, Sümâme bin Üsâl ve onunla beraber olanların dışında bütün Yemâme halkı İslâm’dan çıkıp, mürted olmuşlardı. O sırada Sümâme bin Üsâl Yemâme'de bulunuyordu.

Halkı, Peygamberlik dâvasına kalkışan Müseyleme'ye tabi olmaktan, onu desteklemekten alıkoymaya çalıştı. Onlara dedi ki:

“Ey Hanîfeoğulları! İslâmdan dönüş, nursuz, çok karanlık bir iştir. Evrensel hadis muallimlerindendir.”

Çok hadîs bilmesine rağmen büyük titizliğinden çok az rivayette bulunurdu. Abdullah b. Ömer'den Nâfı ve İmam Mâlik b. Enes'in rivâyetleriyle gelen hadisler en sağlam rivayetler olarak değerlendirilmekte ve bu rivayet zincirine "Altın Zincir" adı verilmektedir. Abdullah b. Ömer'­den hadis öğrenimi görenler arasında başta Abdullah b. Abbâs olmak üzere Câbir b. Abdullah, Saîd b. el-Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Abdullah b. Keysân, Hasan-ı Basrî, Nâfi, Mücâhid, Tâvûs, Enes b. Sîrin gibi meşhur muhaddisler ve oğullarından Hamza, Bilâl, Abdullah ve Ubeyduîlah vardır. İbn Ömer bu hadis ilminden dolayı çok hadis rivayet eden Muksirûn sahabeler arasında yer almaktadır.

Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), Rasûlüllah (sav)'den birşey işittiği zaman ne eksik ve ne de fazla, lafızları tam olarak muhafaza ederdi. Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), Rasûlüllah (sav)'in her hareketini, takip edilmesi gereken bir sünnet olarak değerlendiriyordu. [9]

Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın, muhaddisliğinin yanı sıra fakîh bir sahabe olduğu da bilinen bir husustur. İbn Ömer Ömrünü Medine'de geçirmiş ve fıkıh üzerinde çalışmıştır, Medine'nin fıkıh âlimlerinin birçoğu fetvaların­da İbn Ömer'in bilgisinden faydalanmışlardır. Ehl-i Sünnet'in dört imamından biri olan İmam Mâlik'in fıkhı, Abdullah İbn Ömer'in fetvaları ile doludur. İmam Mâlik'in dediği gibi, Abdullah b. Ömer fıkıh âlim­lerinin başında gelenlerdendi. Eğer İbn Ömer'in fıkıhtaki fetvaları toplansa büyük bir eser meydana gelir. Nitekim, Mısır'h âlim M. Revvâs Kalracı "Mevsû'atu Fıkhı Abdullah b. Ömer” [10] adıyla bir eser vücûda getirmiştir. İslâm fıkıh ulemâsının en ileri gelenlerinin bildirdiklerine göre, islâmî mesele­lerde İbn Ömer (r.a.)'in sözleri ile amel etmek yeterlidir.

Abdullah b. Ömer (r.a.) uzun bir ömür sürdüğünden peygamberimiz­den sonra altmış yıl müddetle fetva vermiştir. Ancak fetva verme konusunda çok ihtiyatlı hareket ederdi. Şahsiyet olarak; iyilik etmeyi, .sadaka vermeyi, hayır yapmayı, hele köle azad etmeyi çok severdi. Sağlam karakterli, iyi ve güzel huylu olup, kötülüklerden kaçınırdı. Her yaptığı  işi Allah rızası  ıçra yapardı. Kendi yüzük taşında:  "Allahû Teâlâ'ya, Allah için hâlis ibâdet etti." ibaresi yazılıydı. Dünya malına, dünya zevklerine hiç gönül vermezdi. Sahâbe'den Câbir b. Abdullah (r.a.): "Ömer ve oğlu Abdullah'dan başka içimizde dünyaya meyli olmayan kimse yoktur." derdi.

İlimde imamlığa yükselen muhaddis ve tabiînin büyüklerinden olan Nâfi, Abdullah b. Ömer'in azatlısıdır. Nâfı köle iken İbn Ömer onu onbin dirheme satın alıp, "Seni Allah rızası için azat ettim" diyerek kölelikten kurtarmıştır. Kölelerinden ibâdet edeni gördükçe hemen onu âzad ederdi.

"İbâdeti göstermelik yaparak âzad olmak isteyenler olursa ne yaparsınız?" diye ona sorulduğunda Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın

"Hayr için aldanmaktan iyi şey var mıdır?" buyurdukları meşhurdur. İmam Nâfı, Abdullah b. Ömer (r.a.) için:

"Her zaman dualarında belirttiği gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti." demişti. Çoğu zaman sırtındaki kaftanını çıkarıp gördüğü bir fakire verirdi.

Abdullah b. Ömer'in evinde misafir eksik olmazdı. Akşam yemeklerini yalnız yediği nadirdir. Mutlaka misafiri olur, olmazsa arar bulurdu. Kendisi de dostlarının evinde üç günden fazla misafir kalmazdı. Evinde en zarurî ihtiyacını karşılayan eşya bulundururdu. Cuma'dan önce mutla­ka yıkanır, abdest alır, güzel kokular sürünürdü. Her namaz için abdest alır, geceleri çok namaz kılardı.

Abdullah'ın oğlu Hâlid'in âzad ettiği Ebû Gâlib şöyle anlatır:

"Abdullah b. Ömer (r.a.) Mekke'ye geldiğinde sık sık bize misafir olur­du. Geceleri teheccüd namazı kılardı. Bir gece sabah namazı yaklaştığı zaman bana

"Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'an'ın üçte birini de okusan yeter." dedi.

"Sabah yaklaştı, kısa zamanda Kur'ân'ın üçte birini okuyup yetiştiremem" dedim. Bana dönerek:

"İhlâs sûresi Kur'ân'ın üçte birine eşittir." dedi.

İmam Nâfı'nin naklettiğine göre, Abdullah b. Ömer mûsikîyi sevmez­di. Teganni ve saz seslerine kulaklarını tıkardı. Bir gün birisi yanma yak­laşarak:

"Abdullah, Allah için seni çok seviyorum" dedi. Abdullah da

“Ben de Allah için seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen ezanı tegann ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun" buyurdu.

Allah'tan başka kimseden korkmazdı.. Kötülüğe karşı hep iyiliklı karşılık verirdi. Zeyd b. Eşlem şu olayı anlatır: Adamın birisi yol Abdullah b. Ömer'e sövüp saymaya başladı. Abdullah evinin kapısı­na varıncaya kadar onu sabırla dinledikten sonra adama dönerek,

"Ben ve kardeşim Asım kimseye sövmeyiz" dedi. Çünkü Abdullah b. Ömer (r.a.) tam bir medeniyet muallimiydi. Medeniyet muallimleri, kötülüğü iyilikle defederler.

Çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir sey yemezdi. Bir gün dostlarından birisi ona hazım kolaylaştırıcı bir ilâç hediye etmek istedi. O dostuna şu cevabı verdi:

“Ben hiçbir yemekten karnımı doyururcasina yemedim. Hazım ilâcına ihtiyacım olacağını zannetmiyorum."

Bu kadar tok gözlü olmakla beraber aynı zamanda son derece müstağni bir kişi idi. Kimseden bir şey istemezdi. Herkes ona hizmet etmek ister, fakat o asla kabul etmezdi. Bir ara Abdülaziz b. Harun ona haber gönderip ihtiyaçlarının ne olduğunu bildirmesini istemiş, İbn Ömer (r.a.) onun davranışına karşı şu cevabı vermişti:

“Siz, geçimleri size ait olanların, geçimlerini üzerinize almış bulunduğunuz kimselerin ihtiyaçlarını temin ederseniz daha iyi olur.”[11]

Ancak İbn Ömer (r.a.) bir şey hediye edildiğinde onu geri çevirmezdi. Nitekim Muhtar mal ve mülkünün bir çoğunu İbn Ömer'e hediye etmiş, o da kabul eylemişti.

"Bize hediye edilenleri biz de hediye eder, Hak yo­lunda dağıtırız." demişti. Ve bütün hediyeleri ihtiyaç sahiplerine dağıt­mıştı.

Hz. Muaviye (r.a.) tarafından ihtiyaçlarını karşılamak için bir miktar para gönderildi. Fakat İbn Ömer bunu kabul etmemiş,

"Benim imanım sizin paranızdan daha değerlidir " demişti. [12]

Hz. Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), helal lokma hassasiyetini taşıyan bir kimseydi. Bu hsusuta müslümanları şöyle uyarmıştır:

"Namaz kılmak­tan yay gibi, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetlerinizi kabul etmez.” [13]

Hz. Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), Allah için sevmeyi ve Allah için buğzetmeyi ibadetlerinin kabul olma şartı gibi görüyordu. Nitekim şöyle diyordu:

"Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceyi ibadet­le geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem ve bu hal üzere ölsem, fakat gönlümde Allah'a itaat edenlere karşı bir sevgi, isyan edenlere karşı da bir nefret duygusu taşımazsam, bütün bu yaptıklarımdan fayda göremem.”[14]

Abdullah b. Ömer'in yaşayışı her türlü gösterişten uzak idi. O bu hususta mükemmel bir örnektir. Bir oturuşta binlerce dirhem para dağıt­mış olan bir zâtın bütün ev eşyası bir halı veya kilim ve bir de yataktan ibaret idi. Bunların bütün kıymeti yüz dirhem tutmazdı.

Abdullah varlıklı olmakla beraber yaşayışı işte bu kadar sâde idi. Cuma günleri hariç, güzel koku kullanmazdı. Yalnız cuma günü iyi elbise giyerdi. Bir gün Cuma'dan sonra yolculuğa çıkması gerekti. Güzel elbiselerini giymişti. Bu elbiseyi eve gönderip değiştirdi ve normal elbiselerini giydi.

İbn Ömer şekil ve şemâli hususunda babası Ömer'e çok benzerdi. Uzun boylu ve esmerdi. Sakalı ağardığı zaman koyu sarıya boyardı. Zira sakalının rengi de koyu sarıydı.

Ebû Seleme b. Abdullah şöyle demiştir:

"Abdullah İbn Ömer vefat etti. O fazilette babası Ömer'e çok benzerdi. Hz. Ömer kendisinin benzer­lerinin çok olduğu bir zamanda yaşamıştı. Fakat Abdullah İbn Ömer ise kendisinin bir benzeri bulunmayan bir dönemde yaşamıştı.”[15]

Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), pratik hayatında Rasûlüllah (sav)'in sün­netine uygun hareket etmeye çok önem verirdi. O, adeta günlük hayatın­da herşeyi Rasûlüllah (sav)'in hadislerine göre yapmaya çalışıyordu. Rasûlüllah (sav)'in siretinin ve sünnetinin sahih olarak müslüman nesillere ulaşmasında çok büyük katkıları olmuştur. Kitab ve sünnete bağlı müslüman kimliğinin adeta müşahhas bir sembolüdür. Rasûlüllah (sav)'in sahih sünnetini müslüman kimliğinin hem yapıcısı ve hem de koruyucusu kabul etmek, Abdullah İbn-i Ömer (r.a.)'ın fıkhını şekil­lendiriyordu. O, Rasûlüllah (sav)'ın çağlarüstü everensel yorumu olan sünneti, İslâmî hayatın olmazsa olmaz şartı olarak fıkhetmişti. Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), Rasûlüllah (sav)'in hadislerinin pratik tercümanıdır. Sünnet, Müslümamn müslümanlığının varlık ve sağlık sebebidir. Kişinin müslümanlığının sahihliği, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine olan uygunluğu miktarmcadır.

Rasûlüllah (sav)'in sahih sünneti olmadan Allah'ın dini yaşanamaz. Allah'ın dinini Allah'ın muradına uygun şekilde yaşamanın yolu, Allah'ın dinini insanlığa tebliğ edip öğreten Hz. Muhammed (sav)'in sünnetine ittibadır. Sünnete ittibanın olmadığı yerde din de olmaz. Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), Rasûlüllah (sav)'in sahih sünnetini devre dışı bırakanların dinsiz kalacakları tehlikesini haber vermiştir. Böyle bir tehlikenin içine düşmemek için her davranışında sünnete uygunluğu aramış ve fiilen sün­nete riayet etmiştir.

Rasûlüllah (sav)'in sünnetine uyma hassasiyetini hayata taşımayan­ların müslümanlıkları şüphelidir. Şek ve şüphelerden arındırılmış olan müslümanlık, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine uygunluk arzeden müslümanlıktır. Rasûlüllah (sav)'in sahih sünnetini, müslümanlıklarınin stan­dardı haline getirmeyenlerin müslümanlıklan sakattır. Rasûlüllah (sav)'in sahih sünnetini hayata taşıma hassasiyeti, sahabe fıkhının en mümeyyiz göstergesiydi. Dolayısıyla Rasûlüllah (sav)'in sünnetini hayata taşıma hassasiyetini hayatlarının vazgeçilmezi yapanlar, sahabe yolunda olan­lardır.



[1] İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, Kahire 1286, 111, 230.

[2] Buhârî, Megâzi, 6.

[3] İbnü'l- Esîr, ef-Kâmil fi't Tarih, 111, 65 vd.

[4] Ebû Dâvud, Akdiye, 2.

[5] İbn Abdül Berr, el-istiâb, II, 345.

[6] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 187.

[7] İbnü'i-Esir, Üsdü'l-Gâbe, I V, 230-231.

[8] İbn Hallikân, Vefayatü'l Ayan, II, 242.

[9] Es-Sünnetü Nebeviyye ve Menhecüha Fi Bina'il Ma'rifeti ve'l Hadare (Yusf El- Kardavi:2/1004-1005.

[10] Abdullah b. Ömer'in Fıkıh Ansiklopedisi Beyrut/1986.

[11] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 174.

[12] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 182.

[13] İhyau Ulûmi'd Din/İmam Gazali/Ter: Ahmed Serdaroğlu, C:2, Sh;238-239, İst/1973

[14] İhyau Ulûmi'd Din/İmam Gazali/Ter: Ahmed Serdaroğlu, C:2, Sh:401, İst/1973


ceren
Mon 31 December 2018, 02:38 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Adalet ile hak yolda hakkiyla yaşayan ve islam dan ıslamın izninden ayrılmayan Her.Abdullah ıbni Omere rahmet olsun inşallah. Rabbim razı olsun paylasimdan kardeşim. ..

Bilal2009
Mon 31 December 2018, 04:15 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğruların yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Tue 1 January 2019, 12:11 am GMT +0200
Aleyküm selam Efendimiz in sünnetine harfiyen uyan bir sahabedir Hz Ömer in oğludur Allah ondan razı olsun inşaAllah