- Hz. Abdullah bin Selam

Adsense kodları


Hz. Abdullah bin Selam

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Sat 7 May 2011, 03:20 pm GMT +0200
Hz. Abdullah Bin Selam (R.Anh)


Abdullah bin Selâm hazretleri, Ashâb-ı kiramdan olup, Ensârın büyüklerindendir. Medine'deki Yahudi Beni Kaynuka kabilesinden idi. Soyu Hz.Yusuf’a dayanıyordu. Asıl ismi Husayn idi. Müslüman olunca Resûlüllah efendimiz ona Abdullah ismini verdi.

İman etmeden önce, Yahûdî âlimlerinden idi. Müslüman olması çok ibretlidir. Müslüman oluşunu kendisi şöyle anlatır:

"Babam Yahudilerin ileri gelen âlimlerinden idi. Bana Tevrat'ı okutur, dindar yetişmem için elinden geleni yapardı. Bir gün âhir zaman Peygamberinin alâmetlerini ve yapacağı işleri anlatarak dedi ki:

“Eğer âhir zaman Peygamberi, Hârûn aleyhisselâmın neslinden yani kendi kavmimizden gelirse inanırım, başka kavimden gelirse inanmam! Sen de inanma!”

Rasûlüllah efendimiz Medine'ye hicret etmeden önce babam vefat etti. Rasûlüllah efendimiz Medine'ye hicretinden önce, Mekke'de Peygamberliğini açıkladıktan sonra, sıfatlarına ve yaptığı işlere baktım, tıpa tıp babamın anlattıklarına uyuyordu. Fakat, kavmimizin ileri gelen­leri, sırf Arab kavminden geldi diye Rasûlüllaha karşı çıkıyorlardı. Tevrat'ta bildirilen alâmetler gayet açıktı.

Bir gün Yahudilerin hurma bahçelerine gittim. Kendi aralarında,

"Arabların adamı geldi!" diye konuşuyorlardı. Bu sözü duyunca beni bir titreme tuttu. Elimde olmadan

"Allahû Ekber" diye bağırdım. Benim tek­bîr getirdiğimi gören halam Halide binti Haris bana kızıp dedi ki:

“Allah seni umduğuna kavuşturmasın, elini boşa çıkarsın? Vallahi sen Mûsâ bin İmrân'ın geleceğini işitmiş olsaydın bundan fazla sevinmezdin. Ben de ona şöyle karşılık verdim:

“Ey hala! Vallahi O, Hz. Mûsâ gibi Peygamberdir. Mûsâ aleyhisselâmın tevhîd dînindendir. Buna niçin karşı çıkıyorsunuz?”

“Ey kardeşimin oğlu! Yoksa o Kıyamete yakın gönderileceği bize bildirilen Peygamber midir?”

“Evet.”

“Öyleyse sevinmekte haklısın.”

Dayanamayıp, Rasûlüllahı görmek için bulunduğu yere gittim. Daha ilk gördüğümde kendi kendime,

"Bu güzel yüzün sahibi yalan söyliyemez!" dedim. Rasûlüllah insanlar arasına oturmuş, onlara nasihat ediyor­du. İlk işittiğim hadîs-i şerîf şuydu:

“Selâmı aranızda yayınız, aç kimseleri doyurunuz, sıla-i rahim yapınız, yakın akrabalarınızı ziyaret ediniz! İnsanlar uykuda iken namaz kılınız! Böylece Cennete selâmetle girersiniz." Sonra bana dönüp sordu:

“Sen Medine âlimi İbni Selâm değil misin?”

“Evet”

“Ey Abdulah, Allah için söyle! Tevrat'ta benim vasıflarımı okuyup öğrenmedin mi?

“Evet, öğrendim. Yâ Rasûlallah Cenâb-ı Hakkın sıfatlarını söyler misin?”

Rasûlüllah efendimiz bana İhlâs sûresini okudu.

“De ki: O Allah birdir. Hiçbir şey O'nun dengi değildir!" meâlindeki âyet-i kerîmeyi işitince:

“Şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Sen O'nun kulu ve resûlsün,” diyerek îmân ettim. Abdullah bin Selâm Müslüman olduktan sonrasını şöyle anlatıyor:

"Müslüman olduktan sonra Rasûlüllaha dedim ki:

"Yâ Rasûlüllah! Yahudiler kadar, yalancı, inatçı, zâlim kimse yoktur. Hiçbir iftiradan çekinmezler. Şimdi benim Müslüman olduğumu öğrenir­lerse olmadık iftira ederler, bunu açıklamadan önce onlara beni sorunuz!”

Sonra ben  bir perdenin  arkasına  saklandım.  Rasûlüllah bir grup Yahûdîyi çağırdı. Onlara sordu:

“Aranızdaki Husayn (Abdullah) bin Selâm nasıl bir kimsedir?”

“Çok büyük bir âlimimizdir. Onun gibi hayırlı birisi az bulunur. O doğru sözlüdür.”

“Eğer o Müslüman olduysa siz ne dersiniz?”

“Allah onu böyle birşeyden korusun!” Sonra saklandığım yerden çıkıp dedim ki:

“Ey Yahudi topluluğu, Allahtan korkunuz! Size geleni kabul ediniz! Allaha yemîn ederim ki, siz Rasûlüllah'ın hak Peygamber olduğunu bili­yorsunuz. Çünkü alâmetleri Tevrat'ta açık olarak yazılıdır. Başka kavim­den geldiği için inadınızdan îmân etmiyorsunuz. Ben şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm Allah’ın Rasûlüdür. Bunun üzerine Yahudiler:

“Bizim en kötümüz budur. Aramızda bundan daha kötü biri yoktur, deyip olmadık iftiralar etmeye başladılar.   Peygamber efendimiz Yahudilere dönüp buyurdu ki:

“Birinci şehâdetiniz bize kâfidir, ikincisi ise lüzumsuzdur.”

Hz. Abdullah hemen evine döndü. Ailesini ve akrabalarını İslâmiyete da'vet etti. Halası da dâhil hepsi Müslüman oldular.

O'nun iman etmesi Yahudileri çok kızdırdı. Bunun için kendisini sıkıştırmaya başladılar. Hattâ Yahudi âlimlerinden bazıları:

“Araplardan peygamber çıkmaz. Senin adamın hükümdardır, diyerek, Abdullah bin Selâm'ı İslâmiyetten vazgeçirmeye kalkıştılarsa da muvaf

“Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onunla kırk ukiyelik ödemem gereken miktarı ödedim." Artık böylece Selman (R.a) hür­riyetine kavuşmuş oluyordu. [114]

Selman (R.a)'ın katıldığı ilk savaş Hendek savaşıdır. Müşrikler, müt­tefiklerle birlikte oluşturdukları on bin kişilik bir orduyla birlikte Medine'ye doğru harekete geçtikleri zaman, Rasûlüllah (sav), şehir içinde kalarak bir savunma savaşı vermeyi kararlaştırmıştı. Ancak, Medine'nin çevresinde düşmanın şehre girişini engelleyecek her hangi bir sur yoktu. Bu durum şehrin savunulmasını oldukça güçleştiriyordu. Yapılan isti­şareler esnasında Selman (R.a), Rasûlüllah (sav)'e,

"Ey Allah'ın Rasûlü! Biz İranda muhasara edildiğimiz zaman şehrin etrafında bir hendek kazarak kendimizi savunurduk" deyip hücuma açık bölgede bir hendek kazılması görüşünü ileri sürmüştü. [115] Bu görüş Rasûlüllah (sav) tarafından uygun bulunmuş ve derhal hendeğin kazıl­ması için faaliyete geçilmişti. Selman (R.a), kuvvetli bir kimseydi ve kazı işinde oldukça verimli çalışmaktaydı. Ensar grubu, Selman (R.a)'ı sahiplenerek,

"Selman bizdendir" dediler. Bunun üzerine muhacirler;

"Hayır Selman bizdendir" demeye başladılar. Bunu duyan Rasûlüllah (sav);

"Selman bizdendir. O ehl-i beytimdendir" diyerek onu ehl-i bey­tine dahil etmiştir. [116]

Selman (R.a), daha sonraki bütün savaşlarda Rasûlüllah (sav) ile bir­likte bulunmuştur. Mekkeli müşrikler, Medine önlerine geldikleri zaman şehirle aralarındaki hendeği gördüklerinde şaşırmışlardı. Çünkü Araplar daha önce böyle bir savunma usulünden habersizdiler. Müşrikler, bu hen­deği geçmeyi denedilerse de başaramadılar. Savaşın kazanılmasında hen­değin rolü o kadar büyük olmuştur ki, bundan dolayı Hendek savaşı olarak adlandırılmıştır.

Selman (R.a), Rasûlüllah (sav)'in yanından vefat edinceye kadar ayrıl­madı. Hz. Ebu Bekir (R.a)'in Halifeliği zamanında da Medine'de bulun­muştur.

Ömer (R.a) devrinde İslâm ordusu İran'ın fethi için harekete geçtiği zaman Selman (R.a) da bu orduya katıldı. Selman (R.a) İran asıllıydı. Bundan dolayı düşman ordusunun durumunu çok iyi biliyordu. Ayrıca Farsların İslâm dinini kabul ederek dalaletten kurtulmalarını şiddetle arzulamaktaydı. İranlılar, Kadisiye yenilgisinden sonra Medain'de toplanmışlardı. Müslümanlar Dicle nehrinin kenarına geldikleri zaman, karşıya geçmek için hiç bir şey bulamadılar. Sa'd b. Ebî Vakkas, karşı sahile bir öncü birliği gönderip geçiş güvenliğini sağladıktan sonra, bütün orduya nehri geçme emrini verdi. Ordu topluca, suları kabarmış bir şek­ilde akan Dicle nehrine daldı. Sa'd (R.a)'ın yanında Selman (R.a) bulun­maktaydı. Sa'd (R.a), dua ediyor ve Allah Teâlâ'nın dostlarına yardım edeceğim, dinini üstün kılacağını ve Allah Teâlâ'ya isyan eden bir toplu­luğun iyiliğe (İslâm'a) galebe çalamayacağını söylüyordu. Nehrin ortasında oldukça heyecanlı bir halde bulunan Sa'd (R.a)'a, Selman (R.a) şöyle demekteydi:

“İslâm yepyenidir. Allah, karaları nasıl müslümanların emrine vermişse, denizleri de onların emrine verecek güçtedir. Allah'a yemin ederim ki müslümanlar nehre nasıl akın akın girmişlerse nehirden öylece akın akın çıkacaklardır.”

Gerçekten Selman (R.a)'ın dediği olmuş ve müslüman ordusu hiç kayıp vermeden karşı kıyıya geçmişti [117] İranlı askerler dehşet içerisinde, onların nehri geçişleri ne bakıyorlar ve kendi kendilerine;

"Şeytanlar geliyor. Vallahi bizim savaştığımız bu topluluk cinlerden başkaları değildir" demek­teydiler.[118] İranlı askerler kaçarak Kisra'nın sarayına sığınıp direnmeye devam ettiler. Buraya gönderilen öncü birliğinin komutanı Selman (R.a)'dı. O, surun Önüne geldiği zaman, İslâmın emrettiği şekilde onlar üç defa müslüman olmaya, kabul etmezlerse cizye ödemeye davet etti. Selman (R.a) onlara şöyle diyordu:

"Ben de aslen sizden biriyim. Size acıyor ve yumuşak davranıyo­rum. Eğer müslüman olursanız bizim kardeşlerimiz olarak aynı hak­lara sahip olursunuz. Bunu kabul etmez, dininiz de kalmak isters­eniz, bize itaat ederek cizye ödersiniz. Bunu da kabul etmezseniz, diğerleri gibi sizinle savaşırız.”[119]

Selman (R.a), meselenin Arapların Acemlere hâkimiyeti meselesi olmadığını onlara anlatabilmek için,

"Sizden biri olduğum halde Araplar bana itaat ediyor" diyerek [120] ikna etmeye çalışıyordu. Selman (R.a) ilk iki şartı kabul etmemeleri üzerine onlara üç bunu anlamaktır. Çünkü Peygamber efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde, "Kalbinde hardal tanesi kadar kibir, büyüklenme bulunan kimse, Cennete girmiyecektir" buyurmuştur. Başka bir hadîs-i şeriflerinde de,

"Meyve veya herhangi bir şeyi kendi eliyle evine götüren, kibirden uzaklaşmıştır" buyurmuştur. İşte bunun için yükünü kendim taşıyorum.

Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman'ın şehâdeti esnasında yanın­da bulunuyordu. İsyancılara dedi ki:

Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür. Öldürülen her halîfe için de onbeş bin kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezasını çok şiddetli olarak çekeceksiniz!" Ayrıca Hz. Osman'ın üzerinizde çok hakkı vardır. Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakaret ettiler.

Hz. Abdullah hakikaten, ahlâk ve ilim ile kendini süsleyen Cennetlik insanlardan idi. Ashâb-ı kiramdan Mu'âz bin Cebel, 639'da Suriye taraflarında ortaya çıkan veba hastalığına yakalanmıştı. Vefat edeceği sıralarda, başucunda ağlayan talebesi Yezid bin Âmire'ye dedi ki:

“Niçin ağlıyorsun?”

“Ben dünya için ağlamıyorum. İlmi senden öğrenmekteydim, bunu kaybedeceğime üzülüyorum!” Bunun üzerine Mu'âz bin Cebel buyurdu ki:

“İlim benim vefatımla kaybolmaz. Benden sonra ilmi şu dört kişiden öğren: Abdullah bin Mes'ud'dan, Abdullah  bin Selâm'dan, çünkü Rasûlüllah onun hakkında,

"O, Cennetlik olan on kişinin onuncusudur" buyurdu. Hz. Ömer'den ve Selmân-ı Fârisî'den öğren. Abdullah bin Ömer (R.a.) şöyle anlatır: Medine'de bir takım Yahûdî topluluğu Rasûlullah(sav)'e gelerek dediler ki:

“Senin getirdiğin dinde recm var mıdır?” Rasûlüllah efendimiz de onlara sordu:

“Recm cezası hakkında Tevratta ne yazıyor?”

“Tevratta recm cezası yoktur.” Abdullah bin Selâm Yahudilere dedi ki:

“Yalan söylüyorsunuz! Tevratta recm âyeti vardır.”

Bunun üzerine Tevratı getirip açtılar. Yahudilerden birisi elini recm âyetinin üzerine koyarak bundan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah bin Selâm ona:

“Elini kaldır!” dedi.

O da elini kaldırınca recm âyeti göründü. O zaman Yahudiler dediler ki:

“Ey Muhammed! Abdullah bin Selâm doğru söyledi. Tevratta hakikat­en recm âyeti vardır.”

Birgün Hz. Abdullah bin Selâm, Ka'b-ül Ahbâr'a şöyle bir soru sordu:

“Âlimler ilmi öğrenip zihinlerine yerleştirdikten sonra, onu oradan söküp atan nedir?” Hz. Ka'b dedi ki:

“Tama', hırs ve ihtiyaç peşinden koşmaktır.” Birisi de Fuday! bin lyâd'a dedi ki:

“Ka'b'ın bu sözünü bana izah eder misin?” Bunun üzerine Fudayl şöyle cevap verdi:

“Tamah, insanın bir şeyi araması ve mukaddes değerlerini bu uğurda feda etmesi demektir. Hırs ise nefsinin herşeyi istemesi, senin de onun istediklerini yerine getirmendir. Bunun için de ona buna, kötü insanlara vb. ihtiyacın olur. İhtiyacını yerine getirenler de seni burnundan yakalamış olurlar.”

Yani seni emirleri altına alırlar, istedikleri yerlere sürüklerler, sen de onlara boyun eğersin. Onlar hasta oldukları zaman, dünya sevgisinden dolayı onların ziyaretlerine gider, tesadüf ettiğin zaman kendilerine selâm verirsin. Bu verdiğin selâmı, yaptığın ziyareti Allah rızâsı için yapmazsın. Eğer bu kimselere ihtiyaç göstermezsen, senin için çok daha hayırlı olur­du. Bu benim sana anlattığım, yüz hadîs-i şerif rivayet etmekten senin için daha hayırlıdır.[121]

Sahabe, ilmi  amel  etmek için öğreniyordu.  Sahabeler, kendilerini Allahû Teâla'ya yaklaştıracak salih amellerin peşindeydiler. Sahabelerin gündeminde "Allah'ın huzurunda ne yapsam da bağışlansam?" suali vardır. Onlar kendilerini Allah'ın rızasına ulaştıracak salih ameli işle­menin sevdasındaydılar. Sahabeler, salih amellere sevdalanmış kimseler­di.

Sahâbe-i Kiram, Hakk'ın hatrını bütün hatırlardan âli tutan, üstün kılan bir nesildir. İnsanların, ekâbirlerin, zalim ve zorbaların hatrı için Hakk'ın hatrını kıranlar veya gerçekleri sümen altı edenler, sahabelerin izinde yürümeyenlerdir. Sahabe, Hakk'a ve hakikate sadakatin abidesidir. Kâzibleri/yalancıları tarih sahnesinden silenler, sadık olanlardır. Sahabe yolu, sadıkların yoludur. Dolayısıyla sahabe fıkhı, bir sadakat fıkhıdır.



[114] Ahmed b. Hanbel, V, 443-444; İbn Sa'd, a.g.e., IV. 79-80; Diyarbekri, I, 468; İbnül-Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 419; onun azad edilmesi hakkında değişik rivayetler için bk. Diyarbekrî, a.g.e., I, 469.

[115] Taberi, Tarih, II, 566.

[116] Taberi, aynı yer; İbn Sa'd, a.g.e., IV, 83.

[117] Taberi, Tarih, IV, 11-12; İbn ul-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, II, 511-512.

[118] Taberi, II, 514.

[119] Taberi, a.g.e., IV, 14

[120] İbn Hanbel, v, 444

[121] El- İsabe/İbn-i Hacer; Üsdü'l Ğabe/İbn-i Esir;El-İstiab/İbn-i Abdi ,Berr; Hilyertü'l Evliya/İsfehani; Hayatü's Sahabe/Yusuf Kândehlevi.
 

ceren
Mon 31 December 2018, 01:26 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Islam ile sereglenen hem islama imana hizmet eden hemde islam yolunda cihad edip ıslami yayan ıslami koruyan Hz.Abdullah bin Selama binler rahmet binler selam olsun inşallah. ..

Bilal2009
Mon 31 December 2018, 04:09 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun Rabbim hak yola katkısı olan herkesten razı olsun