- Hz. Abbas bin Ubâde

Adsense kodları


Hz. Abbas bin Ubâde

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Sun 8 May 2011, 02:26 pm GMT +0200
Hz. Abbas Bin Ubâde (r.anh)
 



Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizin davetini duyunca, Müslü­man olmak için koşarak gelen Medineli ilk 12 kişiden biridir. Birinci Akabe bey'atında Müslüman olan altı Medineli, ikinci sene yanlarına altı arkadaş daha alıp, oniki kişi olarak Mekkeye geldiler. Peygamberimizle gece Akabede görüşmek üzere söz aldılar. Gece olunca buluştular ve aralarında anlaştılar. Hz. Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizle yapılan anlaşmayı pekiştirmek için arkadaşlarına dedi ki:

“Ey Hazrecliler! Peygamber efendimizi niçin kabul ettiğinizi biliyor musunuz?” Onlarda:

"Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine sözlerine şöyle devam etti:

“Siz O'nu, hem sulh, hem de savaş zamanları için kabul edip, Ona tâbi oluyorsunuz. Eğer, mallarınıza bir zarar gelince, akraba ve yakınlarınız helak olunca, Peygamberimizi yalnız ve yardımsız bırakacaksanız, bunu şimdiden yapınız!

Vallahi, eğer böyle birşey yaparsanız dünyada ve ahirette helak olur­sunuz. Eğer davet ettiği şeyde, mallarınızın gitmesine ve yakın akra­balarınızın öldürülmesine rağmen, Peygamberimize bağlı kalacaksanız, Onu tutunuz. Vallahi bu, dünyanız ve ahiretiniz için hayırdır.”

Bu sözler üzerine arkadaşları da dediler ki:

“Biz Peygamberimizi, mallarımız ziyan olsa da, yakınlarımız öldürüise de yine tutarız. Ondan hiçbir zaman ayrılmayız. Ölmek var, dönmek yok.”

Sonra Peygamber efendimize dönerek:

“Ya Rasûlallah, biz bu ahdimizi, sözümüzü yerine getirirsek, bize ne vardır,” diye sual ettiler. Peygamberimiz de;

"Cennet" buyurdular.

Bundan sonra sıra ile Peygamberimize bey'at ettiler ve söz verdiler. Peygamberimiz Medineli Müslümanlardan şu hususlarda söz aldı:

“Allahû Teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocukları öldürmemek, yalan söylememek, iftira etmemek, hayırlı işlere muhalefet etmemek."

Medinelilerin Peygamber efendimize bey'at ettiği sırada Akabe tepesinden şöyle bir ses duyuldu:

Ey Minada konaklayanlar! Peygamber ile Müslüman olan Medineliler, sizlerle savaşmak üzere anlaştılar! Peygamberimiz, bu ses için buyurdu ki:

“Bu Akabenin şeytanıdır.” Sonra seslenene de buyurdular ki:

“Ey Allahû Teâlânın düşmanı! İşimi bitirince, senin hakkından geli­rim!” Bey'at eden Medinelilere de buyurdu:

“Siz hemen konak yerlerinize dönün!” Hz. Abbas bin Ubâde dedi ki:

“Ya Rasûlallah, yemin ederim ki, istediğin takdirde, yarın sabah, Minada bulunan kâfirlerin üzerine kılıçlarımızla eğilir, onların hepsini kılıçtan geçiririz.”

Peygamber efendimiz memnun oldular, fakat,

"Bize, henüz bu şekilde hareket etmemiz emrolunmadı. Şimdilik siz yerlerinize dönünüz" buyur­du.

Hz. Abbas bin Ubade, Akabe'de bey'at ettikten sonra, Peygamberi­mizden ayrılmamış, Mekke'de kalmıştır. Peygamberimize hicret izni gelince, o da Medine'ye hicret etmiştir. Bu sebeple kendisine, "Ensarın 'muhaciri" denilmiştir.

Peygamber efendimiz, Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde, herkes Rasûlüllah (sav)'ı misafir etmek istiyordu. Medine halkı, Peygamberi­mize, görülmemiş bir tezahüratta bulunuyor, herkes,

"Bize buyurun ya Rasûlüllah" diyerek evlerine davet ediyorlardı.

Rasûlüllah (sav)'ın Kusva adındaki develeri, sağa sola baka baka iler­lerken, Abbas bin Ubade hazretleri ve Salim bin Avf oğulları, Kusva'nın önüne gerilerek dediler ki:

“Ya Rasûlüllah! Bizim yanımızda kal! Sayıca çokluk, mal ve silah bakımından, düşmanlarına karşı seni koruyup savunacak kuvvet ve kudret bizde var.” Peygamberimiz, gülümseyerek onlara buyurdular ki:

“Allahû Teâlâ, onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona bildirilmiştir.”

Peygamber efendimiz, Mekke'den gelen muhacirlerle, Medineli Müslümanları birbirlerine kardeş yaptı. Hz. Abbas bin Ubade'yi de Hz. Osman bin Maz'un ile din kardeşi yaptı.

Abbas bin Ubade hazretleri, Uhud gazasında, bir ara ashâb-ı kiramın dağılmakta olduğunu görünce, dağılan ashâb-ı kirama şöyle seslendi:

“Ey kardeşlerim! Bu uğradığımız musibet, Peygamberimize karşı isyanımızın neticesidir. O, sabır ve sebat ederseniz, yardıma kavuşa­cağınızı size vaad etmişti. Dağılmayınz! Peygamberimizin etrafına geli­niz! Eğer bizler, koruyucuların yanında yer almaz da, Rasûlüllah (sav)'e bir zarar gelmesine sebep olursak, artık Rabbimizin katında bizim için ileri sürülecek bir mazeret bulunmaz!”

Bu sözleri söyledikten sonra, iki arkadaşıyla ileri atıldılar. Büyük bir gayretle "Allah Allah" nidalarıyla, önlerine gelenle dövüşmeye başladılar. Peygamber efendimizin uğrunda, Onu korumak için şehit oluncaya kadar kahramanca çarpıştılar. Müşriklerden Süfyan bin Ümeyye, Hz. Abbas'i iki yerinden yaraladı. Akşam üzeri Hz. Abbas'i, kanlar içinde eli, yüzü kesilmiş bir hâlde şehit olmuş buldular.

Peygamberimiz Uhud'da şehit olan ashâb-ı kiram için buyurdular ki:

“Vallahi, ashabımla birlikte ben de şehit olup, Uhud dağının bağrında gecelemeyi ne kadar isterdim. Ben, bunların, Allahû Teâlânın yolunda hakiki şehit olduklarına kıyamet gününde şahitlik edeceğim. birşey kalmadı.” Bir müddet sonra hanımı kendisine dedi ki:

“Malı ortaklığa verdiğin kimseden paranın kârını al ve onunla şunları şunları satın al.”

Saîd hazretleri sustu. Ertesi gün evine döndüğü zaman istedikleri şey olmayınca hanımı aynı istekleri yine tekrarladı. Saîd hazretleri yine sustu. Birgün sonra hanımı halleri ve sözleri ile Hz. Saîd'i çok üzdü. Saîd hazretleri ertesi gün eve hiç gelmedi. Akrabalarından birisi hanımına ge­lerek dedi ki:

“Sana ne oluyor ki kocana eziyet ediyorsun. O malının tamamını fakirlere dağıttı.” Kadın üzüldü ve ağladı. Sonra Saîd hazretleri geldi ve şöyle buyurdu:

“Allahû Teâlâ'nın razı olduğu birşey, dünya ve dünyanın içindeki her şeyden daha kıymetlidir. Eğer Allahû Teâlâ'nın razı olduğu iyilik, hayırlardan birisi gökyüzüne lâmba gibi asılsaydı, onun nuru, yer­yüzünü aydınlatır ve onun parlaklığı yanında güneş sönük kalırdı.”

İşte seni bu iyilikler için terkeder, senden ayrılırım. Fakat senin için bu hayırları ve iyilikleri terkedemem. Her hal üzere hayır ve hasenat yaparım. Fakirlik ve sıkıntı içinde olduğu hâlde, parayı ken­disi için harcamadığını soranlara şöyle buyurdu:

Rasûl aleyhisselâmdan işittim buyurdular ki:

“Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce Cennete girerler. Zenginlerden biri kendini onların arasına atar ve Cennete girmek ister. Melek onun elini tutar, fakirler arasından çıkarır ve, "bekle, henüz senin Cennete girme zamanın gelmedi" der. Beşyüz sene onu kıyametin kızgın sıcağında hesap yerinde tutarlar. Malının hesabını verir, sonra Cennete girer.”

Hz. Ömer zamanında, Humus valisi olan, Saîd bin Amir, Müslüman, gayrı müslim herkes tarafından çok sevilirdi.

Hz. Ömer, Saîd bin Âmir hazretlerinin, herkes tarafından çok sevilen bir kimse olduğunu öğrenince Humuslulardan bir cemaata sordu:

“Peki valinin hiç kusuru yok mudur?”

Onlar da bazı kusurları olduğunu söyleyip dört tanesini zikrettiler. Bunun üzerine Hz. Ömer, Saîd hazretlerini hemen Medîne-i Münevvereye çağırdı ve aralarında şu konuşma geçti:

“Yâ Saîd, senin bazı kusurların varmış. Bunların aslı nedir?”

“Bunlar neymiş, ya Ömer?”

“Vazifene sabah namazından hemen sonra değil, kuşluk vakti geliyormuşsun. Geceleri insanlar içerisine hiç çıkmaz, görünmezmişsin. Haftada birgün evine çekilir hiç kimseyi kabul etmezmişsin. Ashâb-ı Kiramdan, Hubeyb hazretlerinin şehid edildiği söylenince bayılıyor, kendinden geçiyormuşsun.”

Bunun üzerine Hz. Saîd (R.a.), şu cevâbı verdi:

“Yâ Emir-el mü'minin! Anlatılanlar doğru. Şimdi bunları sana izah edeyim:

1- Vazifeme ancak kuşluk vakti gelebiliyorum. Çünkü hanımım has­tadır. Evde bütün hizmetleri kendim yapıyorum. Hamur yoğurur, ondan ekmek yapar, pişirir, abdest alır öyle çıkarım. Geç kalışım bundandır.

2- Geceleri insanların içerisinde görünmeyişimin sebebi; gündüzleri halkın hizmetleriyle meşgul olurum. Geceleri de Allahû Teâlâ'ya hizmet ve kulluk için ayırdım. Böylece gündüzleri yaptığım işlerin, verdiğim hükümlerin muhasebesini yapar, yanlış kararlarım varsa düzeltirim.

3- Haftada bir gün evime çekilip hiç kimse ile görüşmememin sebebi, başka giyecek elbisem olmadığından, yıkadığım elbiselerim kuruyuncaya kadar kimseyi kabul edemiyorum.

4- Hubeyb hazretlerinin şehâdetini hatırlayınca bayılmamın sebebi anlatılacak şey değildir. Çünkü Mekke müşrikleri Hubeyb hazretlerini asarlarken yanlarında idim. Belki mâni olabilirdim, fakat o zaman henüz îmân etmemiştim. Seyirci kaldım. Onun gösterdiği cesaret ve celâdeti hatırladıkça, ne kadar kuvvetli bir îmâna sahip olduğunu daha iyi anlıyo­rum. Niçin mâni olmadım diye üzüntümden bayılıyorum.

Bunun üzerine Hz. Ömer (R.a.):

“Yâ Saîd, Allahû Teâlâ'nın korkusu seni ne kadar yüceltmiş, ümmette faydalı hâle getirmiş,” dedi ve gözyaşı döküp ağladı.

“Abbas'a her kim rastgelirse sakın öldürmesin. O, müşriklerin zoru ile yurdundan gönülsüz çıkmıştır."

Fakat Hz. Abbas, Bedir'de esir düştü ve Rasûlüllah'ın huzuruna çıkarıldı. Rasûlüllah ona kendisi, kardeşleri ve müttefiki olan Utbe b. Amr için fidye vermesini söyledi. Rasûlüllah (sav) Amcası Abbası çok sevi­yordu. Hatta bedir savaşının bittiği gün amcası geceyi esir geçirdi diye uyuyamadı.. Rasûlüllah (sav) bu sevgisini gizlemiyordu, uykusuzluğunun nedeni sorulduğunda. Allah'ın kendisine büyük bir zafer kazandırdığı peygamber şöyle cevap verdi:

“Bağlarının içinde Abbas'ın iniltisini duydum..." Müslümanlardan bazıları Rasulüllah'ın sözlerini duydu. Biri esirlerin bulunduğu yere gidip Abbas'ın bağlarını çözdü ve gelip Rasûlüllah'a haber verdi:

“Ey Allah'ın elçisi..Ben Abbas'ın bağını biraz gevşettim...” Rasûlüllah (sav):

"Fakat neden sadece Abbas? Git ve bunu bütün esir­ler için yap,." buyurdular.

Evet.. Peygamberin amcasını sevmesi onu aynı şartların birleştirdiği insanlardan ayrıcalıklı kılması anlamına gelmez. Esirlerden fidye alın­ması kararlaştırıldığına, Rasûlüllah amcasına şöyle dedi:

“Ey Abbas... Senin, kardeşin oğlu Ukayl bin ebi Talib'in. Nevfel bin el Haris'in ve Beni el-Haris bin Fihr'in kardeşi dostun Utbe bin Amr'ın fidyelerini ver çünkü zenginsin...”

Hz. Abbas (R.a.) esaretten fıdyesiz kurtulmak istedi ve şöyle dedi:

"Ey Allah'ın Rasûlü,  Ben  müslüman  idim  fakat beni zorladılar..” Rasûlüllah (sav):

“Ey Abbas! O, seninle Rabbin arasındadır. Şu anda düşmanla bir­likte karşıma çıkmışsın. Fidye vererek kendini esratten kurtarmaya çalış." diyordu.

İslam'a ve Müslümanlara karşı savaşan cahili kurum ve kuruluşlarda yeralan, müşriki orgnizasyonların içerisinde fiili olarak görev yapan kişi ve kimseler, müslüman olduklarını iddia etseler bile İslâm düşmanlarının muamelesine tabi tutulurlar. İslâm zahire göre hükmeder. Kalblerde olanı ise Allahû Teâla bilir. Rasûlüllah (sav), zahire göre hüküm vermeyi ümmetine öğretmiştir. Dolayısıyla kâfirlerle birlikte müslümanların karşısına çıkan, müslümanlarla savaşan kâfirlerin karaltısını çoğaltanlar, kâfirlerin muamelesine tabi tutulurlar. Allah'ın hükmünü ve hakimiyetini inkâr eden, ayetleriyle alay eden meclislerde, kurultaylarda, beynelakvam/kavimlerarası kurum ve kuruluşlarda görev alanlar, onların işlerini kolaylaştıranlar, aynen Allah'ın hükmünü ve hakmiyetini inkâr edenlerin muamelesine tabi tutulurlar. Çünkü zahir durum bunu gerektirmektedir. Bunların içerisinde İslâm cemaatinin başında bulunan "Harb Emiri"nin izniyle bulunanlar da zahire göre muamele görürler. Zahiri durumlarına göre böylelerine Allah'ın hüküm ve hakimiyetini inkâr edenlere yapılan muamele gibi muamele edenler mesul sayılmazlar.

Hz. Abbas (R.a.), yalnız kendisi için yüz, Akil için seksen ukiyye -takriben yedi bin dirhem- altın vermekle yetindi. Ötekiler kendi malların­dan fidye verip kurtuldular. Abbas, fidyeleri verdikten sonra Rasûlüllah'a şöyle dedi:

"Beni Kureyş'in fakiri dedirtecek hâle koydun. Hayatım boyunca ötekine berikine avuç açacak hâle getirdin." Rasûlüllah da ce­vaben:

"Peki Ümmü'I-Fazl'e emanet ettiğin mallar ne oldu? Buraya gelirken, 'Şayet kazaya uğrarsam işte bunları oğullarım Fazl, Abdullah ve Kuşem için sakla, seni kendimden sonra zengin bırakıyorum' diyerek gösterip gömdüğün altınlar ne oldu?" buyurdu. Abbas şaşırdı ve

"Vallahi senin Rasûlüllah olduğuna şehadet ederim. Bunu ben­den, bir de Ümmü'l- Fazl'dan başka hiçbir kimse bilmiyordu." dedi ve o anda hemen iman etti. Bu olay, vahyi metlüv olan Kur'an dışında vahiy-i gayr-i metlüvün var olduğuna bir delildir. Rasûlüllah (sav), Hz. Abbas (R.a.)'in kendi hanımına yapmış olduğu vasiyeti vahyi ile öğrenmiştir. Bu vahiy Kur'an'da yer almadığına göre, demek oluyor ki Kur'an'ın dışında da vahiy gelmiştir. Dolayısıyla sünnet, vahiy-i gayr-i metlüvdür. Sünnetin dinde delil olmadığını ve her hangi bir teşri değeri bulunmadığını iddia edenler, doğrudan doğruya vahyi inkâr edenlerdir.

Hz. Abbas (R.a.) fidye verip kurtulduktan sonra Mekke'ye döndü. Müslümanlığını gizledi ve Mekke'deki müslümanları korudu; Mekke ve müşriklerle ilgili Peygamberimize haberler yolluyordu. İbn-i Abbas (R.a.) der ki:

"Hz. Abbas (R.a.) Bedir savaşından önce Mekke'de müslüman oldu. Hanımı Ummu'l Fadl'da onunla birlikte müslüman olmuştu. Mekke'de olup bitenleri yazıp Rasûlüllah (sav)'e gönderebilmek için orada  ikamet  ediyordu.   Hicret  edemeyen  bazı  müslümanlar  onunla dertleşiyorlardı. Hz. Abbas (R.a.)'ın Medine'ye hicret etme niyetini öğre­nen Rasûlüllah (sav) ona bir mektup yazıp, gönderdi. Mektupta şunlara yer veriyordu:

"Orada ikamet etmeni tasvip edip, güzel buluyorum." Böylece Hz. Abbas (R.a.), Rasûlüllah (sav)'in emri üzere müslümanların lehine casus­luk etmek üzere Mekke'de ikamet etmiş oldu. Yani Hz. Abbas (R.a.) iman etmesine rağmen görev icabı belli bir süre için Daru'ş Şirk olan Mekke'de kalmış ve görevini bitirince hicret etmişti.

Mekkî toplumlarda Tevhidi Hareket'in imamet makamı düşman safın­da gizli bir şekilde istihbarat birimlerini oluşturabilir. Bu birimde görev alanları da imamet makamının dışında hiç kimse tanımayacaktır. Çünkü bu tarzdaki bilgiler taban tarafından bilinirse, planlar ortaya çıkacak ve imamet makamının çizdiği bütün projeler heba olacaktır. Birileri şöyle sorabilir: Zaten Allah vahyi yoluyla Kureyşlerin bütün durumlarını Rasûlüllah (sav)'e bildiriyordu. Durum böyle iken, niye böyle bir girişime ihtiyaç duyuldu? Bizde deriz ki, Peygamberlik yalnız Peygamberin ha­yatta olduğu döneme mahsus değildir. Rasûlüllah (sav)'tan sonraki bütün dönemler için örnekliğini muhafaza ettiğinden, Rasûlüllah (sav)'ta bütün insanlık için gönderilmiş bir peygamber olduğundan onun bu husustaki pratiği çok önemlidir. Eğer Rasûlüllah (sav)'e düşmanlarının durumları bildiriliyor idiyse, vahyin kesildiği bu dönemde bize düşmanlarımızın durumlarını kimler ulaştıracasktır? Şunu da unutmayalım ki; İslâm insan­ların güç ve çabalarıyla hayata hakim kılınsın diye, gönderilmiştir. Mucizeler ve olağanüstü şeylerle değil. Şu bir gerçektir ki, Bedir savaşın­da yalnız bir melek bütün kâfirlerin işini bir anda bitirebilirdi. Dünyayı başlarına yıkabilirdi. Fakat Allahû Teâla dinini mucizelerle değil, iman etmiş insanların vesilesiyle hakim kılmak, kâfirleri de olağanüstü şeylerlerle değil, müslümanlarm eliyle yok etmek istiyordu. Her asırda müslümanlara gereken, kendi imkânlarını seferber edip düşmanlarına karşı külli bir hazırlık yapmalarıdır.

Hz. Abbas, Mekke'nin fethinden kısa bir süre önce Medine'ye hicret etti. Hatta yolda Mekke'yi fethe gelmekte olan Hz. Peygamber ile karşılaştığında Rasûlüllah ona,

"Ben peygamberlerin sonuncusu, sen de muhacirlerin sonuncususun" demiştir. Hz.Abbas (R.a.) Mekke'nin fethinden sonra Peygamberin yanında yer aldı; Huneyn'de İslâm ordusu dağılıp çok az kişi kalmışken Abbas, Peygamberimizin atının dizginlerini tutmuş ve çağrısıyla müslümanları çözülmekten kurtararak tekrar toplanmalarını sağlamış ve savaşın kazanılmasına sebep olmuştur. Böylelikle onun gür sesi sayesinde büyük bir bozgun önlenmiş oldu .

Hz. Peygamber, Veda Hutbesi'nde,

"Faizin her türlüsünün ayağı altında olduğunu ve ilk kaldırdığı faizin amcası Abbas'a ait olan faiz borçları olduğunu" söylemiştir. Hz. Abbas çok zengindi ve faizle borç para veriyor, yani tefecilik yapıyordu; ancak faizin kaldırılmasından sonra bir daha faiz alış-verişiyle uğraşmamıştır. Bizans seferlerinde müslüman orduların silah ve teçhizatının mâli kaynağını da Hz. Abbas karşılamıştır.

Hz. Abbas'ı, Rasûlüllah'ın vefatı, sırasında hilâfet meselesiyle uğraşırken bulmanın anlamı, onun, halifeliğin Hâşimoğullannda kal­masını istediği şeklinde yorumlanabilir. Hz. Peygamber rahatsızlanınca Hz. Abbas, Hz. Ali'ye,

"Görmüyor musun? Rasûlüllah vefat etmek üzeredir. Ben Ahdulmuttalib oğullarının ölecekleri sırada yüzlerinin ne hâle geldiğini bilirim. Haydi Allah Rasûlü'nün yanına gidelim de halife­liği kime bırakacağını soralım. Bize bırakırsa bunu bilelim. Bizden başkasına bırakıyorsa kendisiyle konuşalım, bize gerekli tavsiyelerde bulunsun" dedi. Hz. Ali bu teklifi reddederek,

"Allah'ın elçisinden bunu sorar da, o başkanlığın bize ait olmadığım söylerse millet bizi hiçbir zaman başkan yapmaz, onun için ben bunu soramam" dedi.

Hz. Aişe'den rivayete göre, Rasûlüllah hastalandığında burnuna burun otu damlatıldı. Hz. Peygamber ayıldıktan sonra şöyle dedi:

"Abbas'tan başka her birinizin burnuna bu ilaç damlatılacaktır." Çünkü Abbas ilaç damlatılırken hazır değildi." Başka bir rivayete göre, Hz. Abbas, Rasûlüllah'ın burnuna ilaç damlatmış, Peygamberimiz ayıldığında

"İlacı kim damlattı?" demiş; Abbas'ın damlattığı söylendiğinde Rasûlüllah (sav) Habeşistan'ı işaret ederek,

"Bu ilacı kadınlar işte şu memleket tarafından getirdiler. Niçin bu ilacı damlattınız?" diye sormuştur. Abbas da

"Biz senin zatülcenb hastalığına tutulmandan korktuk" demiş. Rasûlüllah da şu cevabı vermiş:

"Allah beni bu hastalıkla cezalandırmaz. Amcam hariç olmak üzere evde bulunanların hepsinin burnuna bu ilaç damlatılacaktır."

Hz. Abbas üç halife zamanında da yaşadı. Hicretin otuziki'nci yılında Medine'de seksen sekiz yaşında vefat etti. Cenaze namazını Hz. Osman kıldırdı. 653 yılında öldüğünde arkasında on erkek çocuk ile bir çok kız kendi arazisine tecavüzde bulunduğunu şikayet etti. Mervan, memurlarını Akik vadisindeki çiftliğinde bulunan Said (R.a)'a göndererek şikayet konusu olayı soruşturdu. Said (R.a) gelenlere; "Ona haksızlık ettiğimi zannediyorsunuz değil mi? Rasûlüllah (sav)'in şöyle dediğini duydum:

"Haksız yere her kim bir karış toprağı gasbetse, kıyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanır." Sonra şöyle ekledi:

"Allah’ım bu kadın yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canını alma ve kuyusunu ona mezar yap." Rivayet edildiğine göre bu kadın, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düşerek öldü. Bu olaydan dolayı Medineliler birisine kızdıkları zaman ona, "Allah seni Erva gibi kör etsin" diyerek beddua etmekteydi. [94] Said (R.a)'dan bazı hadisler rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi, Cennetle müjdelenen on kişi hakkında olanıdır. Abdul­lah b. Zalim el-Mazinî, Said b. Zeyd'den şöyle rivayet etmektedir:

"Muaviye Küfe'den ayrıldığı zaman, Mugîre b. Şu'be'yi vali tayin etmişti. Hatipler minberlere çıkarak Ali (R.a)'a hakaretlerde bulunuyordu. Ben Sâid b. Zeyd'in yanındaydım. O, kızdı ve kalktı. Benim de elimden tutmuştu. Ben de ona uydum, o bana;

"Şu nefsine zulmeden adamı görüyor musun? Cennet ehlinden olan bir adama lanet edilmesini emrediyor. Ben şahitlik ederim ki dokuz kişi vardır ki onlar Cennettedirler. Onuncusuna da şahitlik etsem günah işlemiş olmam" dedi. Ve sormam üzerine şöyle devam etti;

"Rasûlüllah (sav) sarsılan Hira dağına;

"Hıra, yerinde dur! Senin üzerinde nebi, sıddık ve şehidden başkası bulunmuyor" dedi ve arkasından Cennetle müjdelediği sahabileri saydı.”[95]

Sa'd b. Habib, Sa'îd b. Zeyd'in de aralarında bulunduğu, Cennetle müjdelenmiş kimselerin isimlerini zikrederek şöyle demektedir: "Onlar her zaman savaşta Rasûlüllah (sav)'ın önünde, namazda ise arkasında durmuşlardır [96] demektedir.

Mescide devam etmek ve cihad ibadetini iştahla ihya etmek, sahabe neslinin en önemli hassasiyetler indendir. Onlar için mescid-kışla ayrıl­mazlığı esastı.



[94] İbn Hacer el-Askalanî, el-îsabe fi Temyizi's-Sahabe, Bağdat (t.y), H, 46; İbnül-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 388; ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, 1,188-189

[95] Ahmed b. Hanbel, I, 189; İbnül-Esir, a.g.e., 11,389; Sa'd b. Zeyd'in rivayet ettiği diğer hadisler için bk. İbn Hanbel, I, 187

[96] İbn Hacer, el-Askalanî, a.g.e., II, 46.

 


ceren
Sun 30 December 2018, 02:38 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Hz.Peygamberin amcası olan Hz.Abbasa binler rahmet olsun inşallah.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim...

Bilal2009
Sun 30 December 2018, 04:14 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim ashabı kiram dan razı olsun Rabbim bizleri onların yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun