- Hyatın kilitlerini açacak anahtar

Adsense kodları


Hyatın kilitlerini açacak anahtar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Hadice
Fri 21 January 2011, 10:04 am GMT +0200
HAYATIN KİLİTLERİNİ AÇACAK TEK ANAHTAR:


Allah’a ve ahirete iman; insanı ölümle tehdit eden günümüz sorunlarından kurtarmak için biricik ümit kaynağıdır. O sorunlar ki, insanı insan yapan, kainata efendi ve yeryüzüne halife eden öz hususiyetleri ve manevi unsurları yok etmekle tehdit ediyor.

Gerçek iman -İslam’ın getirdiği iman- çağdaş hayat düğümlerini çözecek tek çaredir. O düğümler ki, ilmi ve felsefeyi yormuş; düşünürleri, kanun koyucularını ve ıslahatçıları şaşkına çevirmiştir.

Burada Büyük İslam Mücahidi Ebü’l-Hasen en-Nedevi’ye ait parlak birkaç söz nakletmek benim için iyi olacaktır. Üstat o sözlerinde alemin üzerine Hz. Muhammed’in risalet güneşinin nasıl doğup kainata yeni nur saçtığını ve yeni hayat verdiğini açıklıyor. Ve Muhammed o görülmemiş iman anahtarı ile hayatın sayısız kilitleri nasıl açmıştır, bunu dile getiriyor. Üstat Mekke-i Mükerreme’de Hira Mağarası yanında kendi ile nefsi arasındaki o şairane konuşmasında şöyle diyor:

“Hayatın kendisi ve bütün kapıları kilitlenmişti: akıl kilitlenmiş; onu açmak hikmet sahiplerini ve filozofları yormuştu. Vicdan kilitlemiş; onu açmak hadiseleri ve mucizeleri yormuştu. Kabiliyetler kilitenmiş; onları açmak talim ve terbiyeyi, toplum ve çevreyi yormuştu. Okul kilitlenmiş; onu açmak mazlumları ve davacıları yormuştu. Aile kilitlenmiş; onu açmak ıslahatçıları ve düşünürleri yormuştu. Hükümet konağı kilitlenmiş; onu açmak mazlum milleti, yorgun çiftçileri ve bitkin işçileri yormuştu. Zenginlerin ve Beylerin hazineleri kilitlenmişti; onları açmak aç fakirleri, çıplak kadınları ve ağlayan bebekleri yormuştu.

Büyük ıslahatçılar ve güçlü kanun koyucuları bu kilitleri açmağa çabaladılar; ancak bozguna uğradılar va apışıp kaldılar. Çünkü bu kilit başkasının anahtarı ile açmayı denemişlerdi. Bir de baktılar ki bu anahtarlar o kilitlere uymuyor, hiç bir işe yaramıyor. Bazıları da bu kilitleri kırmayı denediler; ellerini yaraladılar, aletlerini kırdılar.

Bu mütevazi yerde, medeni alemden uzak, ağaçsız ve çok yüksek olmayan bir dağın üzerinde dünyanın büyük başkentlerinde, önemli medreselerine ve zengin kütüphanelerinde yapılmayan çok şeyler tamamlandı. Burada Hz. Muhammed’in Allah tarafından Peygamberlikte görevlendirilmesi ile bu yitik anahtar insanlığa geri verildi. bu anahtar da “Allah’a, Resulullah’a ve ahirete imandır”. Hz. Muhammed bununla o kilitleri; o kapıları teker teker açtı. Ve bu anahtarı dolambaçlı aklın üzerine koydu; akıl açıldı, harekete geçti. Akıl bu anahtarla kendi içindeki ve kainattaki Allah’ın ibretli yaratıklarından fayda sağlamayı, aleme bakarak Yaratıcıya ulaşmayı, yokluktan birliğe geçmeyi, şirkin ve putperestliğin, hurafe ve evhamların çirkinliğini bilmeyi başardı. Akıl bundan önce, haklı olsun, haksız olsun her davayı savunan ücretle tutulmuş bir avukat idi. Hz. Muhammed bu anahtarı inanın uyuyan vicdanının üzerine koydu; vicdanı uyandı; ölü şuurununüzerine koydu; kımıldadı, anlandı. Nefs-i emmare nefs-i mutmainne’ye döndü. Artık batıla razı olmuyor ve günaha tahammül edemiyordu. Öyleki suçlu geliyor, Resulullah’ın önünde suçunu itiraf ediyor ve cezasının verilmesini ısrarla istiyordu. Günahkar kadın, üzerinde gözcü olmadığı halde çöle dönüyor, sanki Medine’ye geliyor ve ölümünden daha zorlu olan cezasını çekmek için kendini teslim ediyor111. Asker, Kisra’nın tacını getiriyor, riya (göseriş) olmasın, diye elbisesinin altında saklıyor ve kumandana teslim ediyor. Çünkü o, Allah’ın malıdır ve ona hiyanet edilmez.

(111) Günahkar kadın olayını daha iyi anlamak için kitabın “suçu itiraf Etmede ve Cezaya Dayanmada İmanın Rolü” bahsine bakınız. Mütercim.

Hz. Muhammed bu anahtarı boğulan, yitirilen ve heder olan kabiliyetlerin üzerine koydu; alev gibi yandı, sel gibi çoştu ve doğru yönü buldu. Deve çobanı, milletleri idare etmeye başladı, cihan hakimi oldu. Kabile atlıları güçlü ve şerefli milletlere boyun eğdiler.

Bu anahtarı, muallimlerin terk ettiği, öğrencilerin azaldığı, ilme kıymet verilmeyen ve öğretmene hor bakılan medresenin (okulun) üzerine koydu; ilmin şerefinden; alimin, öğrencinin, terbiyecinin ve öğretmenin faziletinden bahsetti; dini ilme yaklaştırdı, öyleki din bir devlete ve bir yapıya sahip oldu; her Müslüman, bilmediğini öğrenmeğe ve bildiğini öğretmeğe başladı ve ilmin en büyük mudafii din oldu.

Bu anahtarı kilitli duran mahkemenin üzerine koydu; her alim adaletli bir kadı ve her idareci doğru bir hakem oldu. Müslümanlar adaleti ayakta tutmak için gayrete geldi. Allah’a ve ahirete iman sayesinde adalet yaygınlaştı, çekişme azaldı. Yalancı şahitleri gözden silindi, haksız karar duyulmaz oldu.

Bu anahtarı kilitli duran aile müessesesinin üzerine koydu; o aile ki baba ile çocukları, ağabey ile kardeşleri ve koca ile karısı arasında saygısızlık almış yürümüş, oradan da topluma sıçramış ve efendi ile hizmetçisi, reisle adamları ve büyükle küçük arasında görünmeye başlamıştı. Herkes tam almak, eksik vermek istiyordu. İşte anahtarın sahibi aile ocağına iman ağacını dikti, onları Allah’ın azabından sakınmağa davet etti. Onlara Allah’ın şu ayetini okudu: “Ey inananlar, sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’dan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. fiüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir”. Aileyi de, cemiyeti de sorumlu tuttu ve şöyle dedi: “Hepiniz çobansınız ve çoban kendi sürüsünden mes’uldür”. Böylece mutedil, fertleri birbirini seven, doğru  bir aile ve adaletli bir toplum ortaya koydu. Aile ve toplum fertleri, içlerinde derin bir emanet duygusu ve şiddetli bir ahiret korkusu duydular; öyleki Beyler ve idareciler bile günahtan ellerini ve eteklerini çektiler, sade yaşamağa başladılar. Baştan milletin hizmetçisi,vali de yetimlerin vasisi oldu: Bulduğu zaman tok gönüllülük gösterdi, bulamadığı zaman akıl ve mantık dairesinde yedi. Anartarın sahibi yüzünü bir de zenginlere döndürdü; onları dünyadan çok ahirete teşvik etti ve asıl mal sahibinin Allah olduğunu söyledi ve onlara şu ayetleri okudu: “Üzerinde emanetçi olduğunuz mallardan harcayın”. “Allah’ın size verdiği malından siz de onlara verin”. Zenginleri mal biriktimekten, Allah yolunda harcamamaktan sakındırdı. Ve şu ayeti okudu: “Altını, gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara acı bir azap müjdesi var. O gün malları cehennem ateşinde kızdırılır; onunla alınları, yanları vesırtları dağlanır. İşte nefsiniz için biriktirdiğiniz malınız budur; tadına bakın, denir”.

Resulullah (s.a.v.), Peygeamberliği ile ortaya öyle salih bir insan tipi çıkardı ki bu fert Allah’a iman eder ve azabından korkar. Emindir, ahireti dünyaya tercih eder. Maddeye önem vermez. İman gücü ve ruh kuvveti ile maddeyi yener. Dünyanın kendisi için ve kendinin de ahiret için yaratıldığına inanır. Eğer bu fert; tüccar ise doğru ve emindir; eğer fakir ise; şerefli ve çalışkandır; eğer işçi ise gayretli bir dürüsttür; eğer zenginse cömert ve yardımseverdir; eğer hakim (yargıç) ise adaletli ve anlayışlıdır; eğer vali ise samimi ve emniyetlidir; eğer başkan ise mütevazi ve merhametlidir. Eğer hizmetçi veya işçi ise kuvvetli bir emindir. Eğer devlet malını korumakla görevli ise titiz ve bilgili bir bekçidir. İşte başlangıçtaki İslam toplumu ve İslam devleti bu kerpiçlerle yapıldı. Toplum ve devlet, fertlerin büyütülmüş resminden başka bir şey midir? O günkü toplum dürüst,emniyetli, ahireti dünyaya tercih eden ve maddeye hakim bir toplum idi. Tüccarın doğruluğu ve emniyeti, fakirin şerefi ve çalışkanlığı, işçinin gayret ve dürüstlüğü, zenginin cömertlik ve yardımseverliği, kadı’nın adaleti ve hikmeti, valinin ihlas ve güvenirliği başkanın tevazu ve merhameti, hizmetçinin kuvveti, muhafızın uyanıklığı kendini cemiyette de gösterdi. Devlet de doğru ve prensiplerine sadık bir devlet oldu. Hep mal toplamayı düşünmedi. Bu toplumun ve bu devletin tesiri ile ortaya öyle sosyal bir hayat örneği çıktı ki, baştan başa iman, amel-i salih, sadakat ve ihlas, gayret ve çaba kesilmişti. Herkes aldığını, verdiğini biliyor, başkalarına karşı insaflı davranıyordu.

Ben Hira Mağarasında böyle nefsimle konuşurken kendimden geçtim, eski İslam toplumları tümü ile gözümün önüne geldi, o günkü havayı teneffüs ettim, günümüz dünyası ile aramdaki bağ iyice koptu.

Bir ara döndüm içinde yaşadığım asra baktım, kendi kendime şöyle dedim: Hayat kapılarına vurulmuş yeni kilitler görüyorum. Gerçi hayat epey yol almış, geniş adımlar atmıştı; fakat zorlaşmış, karışmış, meseleler çoğalmış, etrafa dal budak atmıştı da. Kendi kendime sordum: Acaba bu yeni kilitleri o eski anahtarlarla açmak mümkün müdür? Bir karar veremedim. bu kilitleri yakından görebilirmiyim, onlara şöyle bir el atabilir miyim? Kilitleri parmağamla yakaladım; baktım ki yeni şekle girmiş eski kilitler. Problemler de eski çağların aynı problemleri.

Düşündüm; krizin kaynağı; toplumun yapı taşı ve devletin temeli olan fert (birey) idi. Gördüm ki artık fert madde ve kuvvetten başka bir şeye inanmıyor, zevk ve şehvetinden başka bir şeyle ilgilenmiyor. Dünya hayatına değerinden fazla kıymet veriyor, kendine tapıyor ve keyfinin ardına düşüyor. Allah, Peygamberle ve ahiretle bir ilişiği kalmamış. Bu fert bu medeniyetin uğursuzluk kaynağı olmuş. Tüccarsa karaborsacıdır; doymaz, eşyayı ucuzken saklar, pahalanınca çıkarır, açlığa ve kıtlığa sebep olur. Fakirse ayranı kabarık fakirdir, çalışmadan çabalamadan başkalarının malına el koymak ister. İşçi ise insafsızdır; hep almak ister, hiç vermek istemez. Zenginse cimridir, taş yüreklidir; ne acır, ne şefkat eder. Vali ise haindir, yağmacıdır. Efendi ise müstebiddir; hep kendini kayırır, başkalarının fayda ve rahatını düşünmez. Hizmetçi ise güçsüzdür, haindir. Devletin hazinesinin başında ise hırsızdır, mürtekiptir. Başkan ise veya başbakan ise yahutta cumhurbaşkanı ise maddecidir, tarafcıdır,  hep kendine ve partisine hizmet eder, başkalarını tanımaz. Lider yahut önderse bölgeci veya ırkçıdır. Hep kendi bölgesini takdis eder, kendi ırkına tapar. Başka ülkelerin ve başka milletlerin şerefini çiğner. Kanun koyucu ise acımasız kanunlar yapar, ağır vergiler önerir. Mucit ise tahripkar alet ve makinalar icat eder. Kaşifse milletleri yok eden memleketleri harabeye çeviren gazlar ve yaş ve kuru her şeyi yerle bir eden atom bombası keşfeder. Eğer kulanma gücü bulursa bombasını miletlerin tepesine atmaktan çekinmez.

İşte bu fertlerden toplum ve devlet oluştu. Maddeci birtoplum meydana geldi. Tüccarın karaborsası, fakirin ayaklanması işçinin haksızlığı, zenginin cimriliği, valinin çapulculuğu, efendinin zulmü, hizmetçinin hiyaneti, yedieminin hırsızlığı, bakanın faydacılığı, liderin bölgeciliği (*), kanunkoyucunun ölçüsüzlüğü, mucid ve kaşifin aşırılığı, uygulayıcının insafsızlığı hep bir araya geldi. Bu bencil ve maddecilerin yüzünden insanların yaka silktiği görülmemiş krizler ve karmaşık problemler doğdu; karaborsa gibi rüşvet gibi, aşırı pahalılık gibi, darlık gibi ve enflasyon gibi. Mütefekkirler ve kanun koyucuları bu sorunlara bir çözüm bulamadılar, bir krizden çıkınca diğeri ile karşılaştılar. Hatta yakın vadeli çözümleri ve muvakkat müdahaleleri yeni yeni krizlerin doğmasına sebep oldu. Monarşik Hükemetten Demokrasiye, daha sonra Diktatörlüğe, tekra Demokrasiye döndüler. Önce kapitalist düzen kurdular, sonra sosyalizme, daha sonra da Komünizm’e kaydılar. Durum yine değişmedi; çünkü toplumun temeli olan fert değişmedi ki... Bilmiyorlar veya bilmezlikten geliyorlar ki, fert bozulmuş ve eğrilmiştir. Ferdin esas olduğunu ve bozulup eğildiğini bir bilselerdi ve düzeltmeğe ve doğrultmağa kalkışmazlardı. Çünkü eğitim ve öğretim müesseselerinin çokluğuna, neşriyatın bolluğuna rağmen hala ferdi ıslah edecek, eğriliğini giderecek, onu şerden hayra, yıkıcılıktan yapıcılığa yöneltecek, imkana sahip değiller. Çünkü ruhen iflas etmişler, imandan soyulmuşlardır ve kalbi besleyen iman ağacını diken, kulla Allah arasında, dünya ile ahiret arasında, madde ile ruh arasında ve ilimle ahlak arasında irtibat sağlayan her şeyi gururları onları ellerindeki tahrip gücü sonuz silahları kullanmağa sevk etti. Nihayet -eğer savaşan milletler bu silahları karşlıklı kullanabilirlerse- medeniyet ve insan hayatı acıklı sonla karşı karşıya kaldı”.

(*) Yazar bölgecilik tabiri ile, elindeki devlet gücünü hep kendi bölgesine harcamayı ve başka tarafları ihmal etmeyi kasdediyor.

Biz de iyi toplumun önemini, hatta iyi fert yetiştirmek için zaruri olduğunu inkar etmiyoruz. Ancak toplum -gerçekte- fertlerden meydana gelen bir yapıdan başka bir şey değildir. Eğer kerpiç sağlam olmazsa ondan meydana gelecek toplum binasının yapısı da sağlam olmaz.

Toplumun yapı taşları Ben, Sen, O’yuz. Biz düzelirsek toplum da düzelir. Bu nefis ve ruh ıslahatının anahtarı da bir tek şeydir; o da imandır. 

 

ceren
Wed 13 June 2018, 02:40 am GMT +0200
Esselamu aleykum. RABBİM bizleri onun emrinde yasaklarina uyarak yaşayan ve bu dünyasını ahiretini kazanmak icin harcayan ve gerçek ebedi hayatı kazanan kullardan eylesin inşallah. RABBİM razi olsun paylasimdan kardeşim. ..

Sevgi.
Thu 14 June 2018, 03:27 am GMT +0200
Aleykümüsselam bu hayatta imanlı ve dürüst olursak her kapıyı açabiliriz inşaAllah

Bilal2009
Thu 14 June 2018, 11:47 am GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru yoldan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun