- Hutbede geçmiş halifelere devamlı dua etmenin bidat oluşu

Adsense kodları


Hutbede geçmiş halifelere devamlı dua etmenin bidat oluşu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Mon 6 June 2011, 04:00 pm GMT +0200
Hutbede Geçmiş Halifelere Devamlı Dua Etmenin Bid'at Oluşu

Bazan da -Allah kendilerinden razı olsun- sahabeyi reddetmekle ve onları sevmemekle itham edildim. Bunun da sebebi özellikle hutbede Hulefâ-yı Râşidin'in ismini anmamamdı. Çünkü selefin hutbelerinde böyle bir durum yoktu, muteber ilim adamlarından hiçbirisi hutbenin unsurları içerisinde böyle bir duadan söz etmemişti.[64]
el-Esbağ'a[65] hatibin geçmiş halifelere dua etmesinin gerekip gerekmediği sorulunca şöyle demişti:
Bu bir bid'attir, bununla amel edilmesi gerekmez. En güzeli, bütün Müslümanlar için dua etmektir. Ona denildi ki:
Gaziler ve sınır boylarında nöbet bekleyen mücahitlere dua etmesine ne dersin? Esbağbu soruya şöyle cevap verdi:
İhtiyaç halinde bunda bir sakınca görmem. Ancak hatip bütün hutbelerinde bunu sürekli olarak yaparsa bunu hoş görmem. 'Izz İbn Abdissellam[66] da hutbede halifelere dua edilmesinin bid'at olduğuna ve hoş bir şey olmadığına hükmetmiştir.
Bazan da benim devlet başkanlarına başkaldırmanın caiz olduğunu söylediğimi iddia ettiler. Bu iddiayı ortaya atmalarının sebebi de benim hutbede onların isimlerini zikretmememdir. Halbuki hutbede devlet başkanlarının adını anmak sonradan uydurulmuş bir bidattir. Önceleri bunu kimse yapmamıştır.[67]
Bazan da benim dinde yapılması güç ve zor olanı tercih ettiğim yorumunu yaptılar. Onları bu kanaate sevkeden âmil ise benim mükellefiyet ve fetvalarda, tutunulan mezhebin meşhur olan görü­şünü benimsemeyi teşvik etmem ve onun dışına çıkmamamdır. Halbuki onlar mezhepte meşhur olan görüşün dışına çıkarak tutu­nulan mezhepte veya diğerlerinde şazz da olsa soruyu sorana daha kolay gelen ve onun hevâ ve hevesine uygun olan fetvayı verirler.
İlim sahipleri ise bunun aksini yaparlar. Bu konu el'Muvâfakat[68] isimli kitapta uzun uzun anlatılmıştır.
Bazan 'da Allah'ın veli kullarına düşman olmakla suçlandım. Bunun sebebi ise bazı sünnete muhalif, bid'atçi ve kendilerinin halka hidayeti göstermekle görevlendirildiklerini iddia eden fakirlerle (dervişlerle) mücadele etmemdir. Ben, tasavvufçulara benzemedik­leri halde kendilerini onlara nisbet eden bu kişilerin bütün durumlarını halka anlattım.[69]
Bazan da onlar benim sünnete ve cemaate muhalefet ettiğimi söylerler. Bu konudaki dayanakları da uyulması emredilen cemaatin-ki fırka-yı nâciyedir- halkın umumunun teşkil ettiği cemaat olduğu anlayışıdır. Halbuki onlar, cemaatin Hz. Peygamber (s.a), onun ashabı ve onlara güzelce uyanların teşkil ettiği cemaat olduğunu bilmezler. İnşaallah bunun açıklaması ileride gelecektir. Bu iddia­larının hepsinde benim aleyhimde yalan uydurdular, zan ve önyargılarıyla hareket ettiler. Allah'a hamdolsun (benim bu yalan ve iftiralarla ilgim yoktur.)
Benim durumum meşhur İmam Abdurrahman İbn Batta'nın kendi zamanındaki insanlarla olan durumuna benzemektedir. O kendi durumunu şöyle anlatmaktadır:
"Seferde olsun hazarda olsun, bana en yakın olanlarla en uzak olanların, arif olanlarla münkir olanların bana karşı takındıkları tavra hayret ediyorum: Mekke'de, Horasan'da ve diğer yerlerde benimle aynı fikirde olan veya muhalif olan pek çok kişiyle karşılaştım. Bunlar beni kendi görüşlerine uymaya, onu onaylamaya ve şahitlik etmeye çağırıyorlar. Söyledik­lerini tasdik eder ve -bu zamandakilerin yaptığı gibi- onaylanmasına izin verirsem benim de onların görüşlerini kabul ettiğimi söylerler. Onların söylediklerinden bir harfe veya yaptıklarından (ufak) bir şeye karşı tereddüt göstersem beni muhalif diye isimlendirirler. Yaptıklarından ve söylediklerinden herhangi birisine karşı Kitab ve sünnetten bir delil getirsem beni Hârici olarak damgalarlar. Tevhid konusunda    onlara  bir  hadis  okusam  beni  Müşebbihe   olarak damgalarlar. Okuduğum hadis ru'yet konusunda olursa beni Sâlimî olarak damgalarlar. İman konusunda olursa beni Mürcie'ye nisbet ederler. Okuduğum hadis, ameller konusunda olursa beni Kaderiyyeci olarak isimlendirirler.
Marifet konusunda olursa beni Kerrâmiye'ye nisbet ederler.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in faziletiyle ilgili bir hadis okursam beni Nâsıbî olarak damgalarlar.
Ehl-i Beyt'in fazileti hakkında bir hadis okusam beni Rafızî olarak isimlendirirler.
Bir ayetin veya hadisin tefsiri hakkında sükût etsem de onlar hakkında âyet veya hadisin dışında başka bir şeyle cevap vermesem beni Zahirî diye isimlendirirler.
Başka şeylerle cevap versem Bâtınî diye isimlendirirler.
Teville cevap verirsem Eş'arî olarak isimlendirirler.
İkisini de reddetsem Mu'tezilî olarak isimlendirirler.       
Kıraat gibi sünnetler hakkında bir hadis okusam beni Şafii diye isimlendirirler.
Kunut hakkında olursa Hanefî[70] olarak isimlendirirler.
Kur'an hakkında bir hadis okusam Hanbelî olarak isimlendirir­ler. Her birinin kabul ettikleri haberlerden kuvvetli olanı/tercih edileni zikretsem -çünkü hükümde ve hadiste iltimas/taraf tutma olamaz- o zaman da onların tezkiye ettiğine dil uzatıyor derler. Sonra bundan daha tuhaf olanı da şudur: Onlar Hz. Peygamber (s.a) hadislerinden bana okudukları şeylerin içinden diledikleri şeyi bana isim olarak veriyorlar. Bu adamların bazılarına muvafakat gösterirsem diğerleri bana düşman kesilirler, hepsine de şirin görünmeye çalışırsam Allah Teala'yı kızdırmış olurum. Onlar Allah'a karşı benden hiçbir şeyi savamazlar. Ben Kitab'a ve sünnete bağlıyım. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a istiğfar ederim. O, affedicidir, merhametlidir."
Abdurrahman İbn Batta'nın anlattığı şeylerin tamamı budur. Allah rahmet eylesin sanki o, herkesin dilinden konuşmuştur. Bu ithamlara maruz kalmayan çok az meşhur âlim veya anılmış faziletli insan bulursun. Çünkü muhalefetin içine hevâ ve heves karışabilir. Belki de sünnetin dışına çıkmanın sebebi onu bilmemektir. Heva ve hevesin peşinden gitmek muhaliflerde galip olan bir durumdur. Hal böyle olunca sünnet ehline sünnet dışı diye saldırır, ona iftiraya yönelir. Sözlerini ve davranışlarını kötüler ve bu tür yakıştırmalarda bulunur.                                                                 
Sahabilerden sonra âbidlerin efendisi olan Veysel Karanı'den[71] şöyle dediği nakledilmiştir:
"İyiliği emretmek ve kötülüğü engelle­mek mümini dostlarından/arkadaşlarından eder. Onlara iyiliği emrederiz, onlar bizim şeref ve namusumuza dil uzatırlar ve bu konuda kendilerine fasıklardan yardımcılar da bulurlar. Hatta çok ağır suçlamalarda bulunurlar. Allah'a yemin olsun ki ben (yine de) onların içinde bu işin hakkını vermekten vazgeçmeyeceğim."[72]



[64] Öyle anlaşılıyor ki geçmiş halifeler -özellikle halifeler için- dua etmek bid'at değildir. Bid'at olan şey, bunu devamlı yapılması gerekli bir zorunluluk haline getirmektir. Çünkü gerek onlar gerekse mümin olarak vefat etmiş geçmişlerimiz için her zaman ve her yerde dua etmek meşrudur. Bu işi hutbeye tahsis etmek veya bunu bir zorunluluk haline getirmek uygun değildir.
[65] Esbağ İbn Halil, Kurtuba fakîhi ve müftisi Ebu'l Kasım el-Endelüsî el-Mâlikidir. Sahnun’dan, Yahya İbn Yahya'dan ve pek çok kişiden ilim almıştır. 90 sene kadar yaşamış, hicri 273 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, 13/202; Mizânul İ'tidal, 1/269; Lisanu'l Mizan, 1/458)
[66] Izz İbn Abdisselam Şafii mezhebinin önde gelen alimlerindendir, h.787 de doğmuş, h.866'da vefat etmiştir. (el-Bidaye ve'n-Nihaye, 7/427; Şezerat, 5/301)
[67] Alimlerimizden çoğu bu bid'ate mübtelâ olmuşlardır
[68] el-Muvafakat, müellifin telif ettiği eserlerin en büyüğüdür, hatta konusunda yazılan eserlerin en büyüğüdür. Konusu Usul-i Şeriat, onun hükümleri ve hikmetleridir. Usûl kitaplarını araştıran bir kimse bu kitabın bir benzerinin olmadığını ve onun yeniden şerh ve tahkik edilerek kadrü kıymetinin ümmete gösterilmesi gerektiğini görür. Şeyh Diraz ed-Dimyatî bu eserin talikini yaptı, oğlu da bazı hadislerini tahkik etti ve Beydun el'Beyruti de bu tahkikli nüshayı bastı. Fakat bu kitap daima ilim, hayır ve bereketlerle doludur. (Bu kitap üzerinde yapılacak çalışmada) yarışacak başka kimse var mı?
[69] Müellif burada câhil ve ahmak tasavvufçulara işaret ediyor. Bunlar kendilerinin ilim sahibi olduklarını ve halkın hidayeti için görevlendirildiklerini iddia ederler. Halbuki halkın içinde hidayetten en uzak olanlar onlardır.
İstersen şöyle de dersin:
Onlar gerçek tasavvuftan ve gerçek tasavvufçulardan en uzak kişilerdir.
Nitekim müellif de:
Bunlar tasavvufçulara hiç benzemezler, demiştir.
[70] Vitirde devamlı kunut yapmayı kastediyor. Çünkü bu, Hanefi fıkhının özelliklerindendir. Sabah namazında vitir yapmaya gelince bu şâfîîlerde vardır.
[71] Veysel Karani: Örnek bir zahittir. Zamanında ki tabiilerin ileri gelenlerinin en büyüğüdür. İsmi ve künyesi Ebu Amr Uveys İbn Amir İbn Cüz İbn Mâlik el-Karanî el-Murâdi el-Yemâni'dir. Onun Medine'ye geleceğini Hz. Peygamber (s.a) müjdelemiştir. Sahihu Müslim ve diğer kaynaklarda anlatıldığına göre Hz. Ömer onunla karşılaşmıştır. Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ömer'e ve Hz. Ali'ye onunla karşılaştıkları zaman kendisinden dua talep etmelerini, çünkü onuıı duasının müsteeap olduğunu söylemiştir. Sıffîn savaşında Hz. Ali'nin saflarında savaşırken şehit olmuştur. H.33. (Siyeru A'lami'n-Nubela, 4/19; Şezerât, 1/46; Tabakât İbn Sa'd. 6/61, İsabe, 500; Tehzib, 1/386; Üsdu’l-Ğâbe, 1/151; Hılye, 2/79.)
[72] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/35-38.