- Hükümetin Zaruri Oluşu

Adsense kodları


Hükümetin Zaruri Oluşu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Eslemnur
Fri 1 October 2010, 06:09 pm GMT +0200
Hükümetin Zaruri Oluşu

İçtimaî yaşayışın düzene girmesi için herhalde bir zor kullanabilecek kudret (Coercive Power) e ih­tiyaç var­dır. Buna devlet (State) yahut da hükümet: (Gouvernement) denir. Böyle bir kuruluşun zarurî ol­du­ğunu, bugün artık inkâr edecek kimse bulunamaz. An­cak, Sosyo-komünîzm inancına göre göre, bir ara yaşa­yışta öyle bir aşama tasavvur ediliyor ki, o aşamaya ula­şılınca, insan için, bundan böyle içtimaî yaşayışta, her­hangi bir hükümete ihtiyaç kalmıyacaktır. İnsanlar bu gibi şeylerden kurtulmuş olacaklar­dır.[14] Fakat bu söz veya bu tasavvur, tamamiyle hayal âleminin mahsulüdür. Böyle bir neticeyi do­ğuracak, ne bir gözlem ne de bir tecrübe görülmüştür.

Toplum hayatının tecrübeleri ve insanın fıtrî kabili­yet­leri de açık olarak göstermiştir ki, medeniyetin ayak­ta durabil­me­si ve devam edebilmesi için mutlaka bir zorla­yıcı kuvvet'e ihtiyaç vardır. Bu içtimaî (toplumsalkuvvet, kendi kudreti ile ve kendi gücü ile medeniyeti ayakta tu­tar. Bu hususta bütün nazariyeler ve içtimaî fikir mektep­le­ri (School) ittifak ederler. Bunların her biri kendi naza­riye ve fikir okulları göre, bir ça­lışma sistemi kur­muşlar­dır. Bu çalışma sistemiyle bu zorlayıcı kuvvetbir­leşerek içtimaî yaşayışı kendi nizamlarına göre teşki­lât­landırırlar. Kendi gayelerine uygun olan medenî şekli ihya etmek ve bu kuruluşu iç ve dış tesirlere karşı muhafaza etmek, bu zorlayıcı kuvvet'in nev'ine göre ve çalışma sis­teminin şek­line göre değişir. Bu değişikliğin neticesinde duru­muna göre, medeniyet nizamı üzerinde etkisini gös­termiş olur.

Bu içtimai kuruluşların, yalnız cemiyet üzerinde de­ğil, ferdî yaşayışta da büyük çapta tesiri olur. Böyle bir dev­letin, kendini zorla ve kuvvet kullanarak hâkim duru­ma getirdiğini kabul etmek lâzımdır. Herhangi bir hükü­met, kendi idaresi altında bulunan halkın, kendi esas na­zari­yelerine, çalışma sis­temine inanmasını ve imanla bağ­lanmasını ister. Bazıları bunu kabul etmek istemez­lerse de, yine ister istemez inanmadıkları ve istemedikle­ri bu nazariyelerin, yine de hiç olmazsa % 90 ın razı olmak zorunda kalacak ve kendi imanının ve akidesinin bu ka­darını da bu nazariyelere feda etmiş bulunacaktır. Muha­lifi olduğu bu sistemde, kendi düşüncelerinin ancak % 10 nunu muhafaza edebilecektir.

Hükümetin bu hususiyeti ve bu şekli gözönünde bu­lundurulunca, şurası da kendiliğinden anlaşılır ki, hükü­metin mevcudiyeti zarurî ve kaçınılmaz bir şeydir. İçti­maî hayat için de lâzım ve gereklidir. Düşünce sahibi ve fera­setli bulunan hiç bir kimse için de bu hakikati anlamak­ta zorluk yoktur.

Şimdi, şöyle böyle bir zümre, mahdut mânadaki bir mez­hebe değil de, alemşümul bir Din'e itikad etse ve bu itika­dında sadık bulunsa, yaşayışının her sahasını da bu itikadına göre tanzim etmek istese; o zaman içtimaî ni­zamı tertibe koya­cak olan bu "zorlayıcı kuvvet"i eline ge­çirmeye çalışmıyacak mıdır? Böyle yapmıyacak olursa bu defa başkaları, "zorlayıcı kuvvet'i" ellerine geçirirler, o kimse de mecbur bir duruma girmiş olup, "zorlayıcı kuv­vet"i elinde bulunduranların hükmü altına girer. Bu­nun neticesinde de, içtimaî ve ferdî yaşayış nizamının en az % 90 ını feda eder. Bundan başka, kendi din'i yerine de "zorlayıcı kuvvet"i elinde bulunduranların din'lerine tâbi olup, onların yollarında yürümeğe devam eder.

Medenî yaşayıştaki bu ikrah, isteksizlik her ne şe­kilde olursa olsun birisi tarafından, diğer tarafın üzerine yüklenecek­tir. Biz bunu modern kâfirlere yüklemediği­miz yahut da yükle­yemediğimiz takdirde, modern kâfir­ler bi­zim üzerimize yükle­yeceklerdir. Bunun için, kâfir­ler bizi bu isteksizliğe mec­bur etmeden ve bizi cehennem yoluna itmeden önce; biz onlara bu ikrahı, isteksizliği yükleyelim de onları cennet yoluna sevk etmiş olalım... Böyle olursa daha hayırlı ve daha iyi olmaz mı?

Bu husus işin bir cephesidir. İkinci cephesine ge­lin­ce; yeryüzünün mâliki ve sahibi Allah Tealâ'dır. Yeryü­zünde ba­rınmak, yeryüzü nimetlerinden faydalanmak, yeryüzünün mül­künde tasarruf sahibi olmak hakkı O'n­dan elde edilir. Her kim O'nun emrine boyun eğer, O'nun fermanına itaat ederse, O'nun doğal ve şer'î kanunlarına da uymalıdır. Böyle yapmadığı tak­dirde, o kimse, zâlim olur, gasbeden olur, is­yankâr olur. Bu itaatsizlik yal­nız Hak'ka karşı gelmek ve O'na muhalefet et­mekle bit­mez, neticede yeryüzünün nizamı da bozulur, fesat çıkar, in­sanlığın huzurunun kaçmasına da sebebiyet verilmiş olunur.

Buna istinaden denebilir ki, Allah tarafından gelen emirle yeryüzünde faydalanacak kimse, O'nun fıtrî ve şer'î kanunlarına tâbi olmaktan kaçınmayıp, itaata de­vam etmelidir. Her kim, kaçınıp itaat yolunu tutmazsa, o za­man, o kimsenin yeryüzünde barınma hakkı kalmaz.

Fakat, Allah Tealâ'nın iyiliği çok büyüktür. O'nun hilmine de sınırı yoktur. O bu tür kimselere yalnız yeryü­zünde barınıp geçinmeleri için, sadece müh­let vermekle kalmaz, hattâ onların, küfr, şirk, materyalizm ve sapıklık­larına da göz yumar. İşi azıtıp ileri götürmeleri­ne ve yer­yüzünde fitne ve fesâd çı­karmaya kalkışacakları zamana kadar müsamaha gösterir.

Fakat bu sapık zümreye, şer'î kanunları kaldırıp bu mukaddes kanunların yerine kendi uydurma kanunlarını yü­rürlüğe koymalarına ve yeryüzünde idareyi ellerine alarak bu kanunlarla her tarafı fitne ve fesâdla doldur­malarına elbetteki cevaz verilmez. İş bu aşamaya va­rınca, O'da kendi şer'î kanun­larına imân etmiş bulunan­lara şöyle emir verir:

Kâfirleri hak kanununa tâbi etmek için onları zorla­mayın. Fakat kâfirlerin ve küfrün musallat olmasına da as­la müsaade etmeyin. Fitnenin bütün kudretlerini orta­dan kaldır­mak, yok etmek ve yeryüzünde benim dinime bağlanmak iste­meyenleri büyültmeyin, çoğunluk kılma­yın. Küçültün, azınlık kılın diye buyurur: "Boyun eğip de ciz­yeyi kendi elleriyle geti­rip verinceye kadar."[15] (Tevbe: 29).