seymanur K
Sat 15 October 2011, 10:03 am GMT +0200
Hukukî Durum :
Güney Arabistan'da (Yemen'de) Hükümdarların emirleri kanun mahiyetini taşır ve bunlar ekseriya bronz ve taş levhalara yanlıp umûmî yerlere asılırdı. [44] Kuzey Arabistan'da, yani Filistin ve Suriye gibi Roma İmparatorluğu'na bağlı olan yerlerde mevziî olarak Roma hukuku hâkimdi. [45] Hicaz bölgesine giren Medîne ve civarında Yahudiler, Talmud hukukunu uyguluyorlardı. Buralarda oturan Arablar da bu hukuka uymakta idiler. [46] Öyle anlaşılıyor ki İran Sasanîleri'ne bağlı olan Hîre ve benzeri Arap eyaletlerinde yerli örf, âdet ve inançlara dayanan teamüllerin yanında, Zerdüşt dîni (Zaroastrianism) esaslarına göre teşekkül etmiş olan Sasanî hukuku hüküm sürmekteydi. Bu arada hıristiyan halk, Roma hukuku ile karışık kilise örf ve âdetlerine göre hukukî münasebetlerini düzenliyorlardı. [47]
Câhiliye çağında bedevi Arablar, belli bir hukukî sisteme sahip değil idiler. Teşkilâtlı bir hükümetleri yoktu.
(mürüvvet, adamlık), onlarda dînin yerini tutuyordu. Alış verişlerinde tanrılarına yemin ederek doğru olduklarını göstermiş olurlardı. [48] Tam bir kabile hayatı yaşıyan bu Arap topluluklarının ayrı ayrı başkanları (şeyh, seyyid) vardı. Bu başkanlık, babadan oğula geçtiği gibi, yaş ve kabiliyete göre kabilece de birisine verilebilirdi. Kabile başkanı hem hâkim, hem mâliye bakanı, hem de askerî kumandan ve her şeydi. Bu kabile yönetimi, bir çeşit ilkel demokrasi idi. Harp ilânı gibi önemli bir iş ortaya çıkarsa, kabîle şeyhi aşîret reislerini toplar, istişarede bulunur ve birlikte karara varırlardı. Şahıslar arasındaki ihtilâfların çözümlenmesi için bazan kabile başkanına, bazan bir kâhine, bazan da görüşü kuvvetli sayılan bir şahsa veya taraflarca seçilen bir hakem'e başvurulurdu. Bunlar ise, yazılı bir kanuna veya önceden belli olan kaidelere göre hükmetmezlerdi. Bunlar kimi vakit örf ve âdetlerine, kimi vakit teamül ve inançlarına, kimi vakit de yahûdi ve diğer milletlerden kendilerine intikal eden şeylere göre hüküm verirlerdi. Bazan da kur'a usûlüne başvururlardı. Genel olarak örf ve teamüle dayanan câhiliye hukuk düzeninde, ceza hukuku ile ilgili belli hükümler yoktu, îki taraf verilecek hükme uymak zorunda da değildi. Verilen hükme uymayan taraf aleyhindeki tek yaptırım (müeyyide), kabilenin gazabından ibaretti. Öldürülenin en yakın mirasçısı, düşmandan öcünü kendisi almak zorunda idi. Kabîle veya aşireti de ona yardımcı olurdu. [49] Adam öldürmenin cezası yüz deve veya katili öldürmek (kısas) idi. Fakat katili, genel olarak, kendi kabilesi koruduğu için kan davası sürüp gider ve çoğu zaman kabileler arası savaşlara yol açardı. [50]
Bir kabilenin toprağında, bilinmeyen birisi tarafından öldürülmüş bir şahıs bulunursa, o kabile fertlerine yemin ettirilirdi; yeminden kaçman kimse suçu yüklenmiş sayılırdı. “Kasâme” adı verilen bu usûlü İslâm hukuku da aynen kabul etmiştir. [51]
İslâm'dan önce Mekke'de hükümet nizamı biraz daha gelişmişti. Burada Ka'be ve hacılarla ilgili işleri üzerine alan başkan her şeye hâkim oluyordu; fakat bir vazîfe taksimi de kendisini göstermekteydi. Hicâbet (sidânet), şikâyet, rifâde, liva' ve nedve [52] gibi işler, Kureyşliler arasında taksim edilmişti. Bu arada kaza (yargı) işleride Ebu Bekr'e verilmişti. Diyet, alacak verecek işlerine o bakardı. Peygamber olmadan önce Hz. Muhamnıed'in de dâhil bulunduğu Kureyşlilerce yeniden ihya edilmiş olan “Hilfu'l-Fudul” adlı cemiyet, her türlü haksızlığı önlemek amacını güdüyordu. [53]
Haram aylarında (Zu'1-Ka'de, Zu'1-Hıcce, Muharrem ve Receb) Ukaz panayırı kurulunca, burada vuku bulacak olay ve anlaşmazlıklara bakmak, düzen ve güvenliği sağlamak üzere bir başkan tayin edilirdi ve bu, çoğu zaman Temim oğullarından seçilirdi. [54]
İşte kısaca anlatmaya çalıştığımız bu çevre ve şartlar içerisinde tamamen inkılâpçı, ilerici, hamleci ve birleştirici bir hüviyetle İslâmiyet ve bu arada İslâm hukuku doğmuştur. [55]
[44] N. Çağatay, İslâmdan önce Arap Tarifti ve Câhiliye Çağı, s. 26.
[45] S. M. Arsal, Umûmî Hukuk Târihi, t. Ü. Yayınlarından, İstanbul, 1948. s. 498; F. Köprülü, “Fıkıh” İslmı Ansiklopedisi, c. IV, s. 615.
[46] A. Emin, a.g.e, s. 227.
[47] F. Köprülü,, “Fıkıh”, a.g.e., s. 610,611.
[48] C. Ali, Târihu'1-Arab Kable'l-İslâm, c. VT, s. 326.
[49] A. Emin, a.g.e., s. 225,226; C. Zeydan, a.g.e., c. I, s. 18,19; H. İ. Hasan, Târihu'l-İslâm, c I, s. 63; H. İ. H.-A.İ. Hasan,, en-Nüzumü'1-İslâmiyye, s. 195,327,328.
[50] Brockelmann, a.g.e., s. 45; A. Emin, a.g.e,, s. 26.
[51] A. Emin, a.g.e., s. 226,227
[52] Hicabet: Ka'be perdeci arlığı ve Kalenin anahtar muhafızlığı, şikayet: Mekke'ye gelen hacılara tatlı su temini, rifade: hacca gelenlerin yoksullarına yemek verme ve bu maksatla Mekkelilerden yardım toplama, liva': savaş sırasında kullanılan sancak muhafızlığı nedve: önemli işlerin görüşülüp karara bağlandığı meclis başkanlığı görevidir.
[53] A. Emin, a.g.e., s. 227; C. Zeydan, a.g.e., c. I, s. 19 vd; İbn-i Esir, el-Kâmil Fi't-Tarih, Mısır 1348-1357, c. II, s. 25,26.
[54] C. Zeydan, a.g.e., c. I, s. 20,21.
[55] Dr. Abdulkadir Şener, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, Istıhsan Ve Istıslah, Diyanet İsleri Başkanliği Yayınları: 14-16.