- Hudeybiye anlaşması

Adsense kodları


Hudeybiye anlaşması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 7 January 2011, 02:03 pm GMT +0200
Hudeybiye  Anlaşması:


160. hrlanacağı gibi Hz. Peygamber (S.A.), Hendek muharebesini takip eden yi), Bı^deybiye'de, Kureyşüeri Müslümanlarla on sene müddetli bir an­laşma akdetmeye ikna edebilmişti. Kureyşlilere iste­dikleri her şey verildi ve hattâ Müslümanların üçün­cü bir zümreyle harple meşgul oldukları bir sırada Mekkelilerin bitaraf kalmaları mukabili «izzeti nefis­leri- bile tatmin edildi. Bu suretle Mekkeliler Hayber Yahudilerini tek başlarına bırakmış olduklarını yâ İdrâk ediyorlar, yahut da edemiyorlardi; netice ola­rak, bu anlaşma, Müslümanlara karşı Yahudilerden yardım alma imkânlarını da ortadfuı kaldırıyordu. Mekke ve Medineiilsr, bunlar Hudeybiye anlaşması­nın yegâne iki tarafı değildiler. Aynı zamanda bu esas taraflardan birinin müttefiki olmak suretiyle anlaşmanın bütün maddelerine iltihak etmiş, bu suretle taraf vasfını iktisap etmiş olan peyk zümreler de vardı. Bu talî taraflar bir müddet sonra esas taraf­ları bile harbe sürüklemiştir. Meselâ nakledildiğine göre, bir defasında Bekrî'ler, Hz. Peygamber (S.A.) hakkında hakaretâmiz sözler sarf etmişlerdi. Müslü­manların müttefiki olan Huzâî'ler bunun üzerine fe­na halde öfkelendiler ve muhtemelen komşuları Bek-rî'lerden bazılarının kanma girdiler. Bekrî'ler, içle­rinde Mekkeliler dahi olduğu halde, intikam almak için bir gece hücumu tertiplediler. Daha sonra Hu-zâalı bir elçinin Medine'de Hz. Peygambere (S.A.) anlattığına göre bu hücum, Huzâî'ler camide cema­atla birlikte namaz kılarlarken îka edilmiş, tabiatiyle bu yüzden müdafaasız bir halde olan bu Müslüman­lar arasında ölü ve yaralı sayısı fevkalâde kabarık olmuştur. [243] Az kalsın iki cephede birden savaşma teh­likesi tahakkuk ediyordu. Hz. Peygamber Hayber me­selesini halledip onları kendine bağlayarak silâhsız bir hale getirince, Mekkelüerle hesaplaşmak için yeter derecede serbestiye kavuştu. Kan akıtmak asla arzu etmediği bir şeydi; bunun için düşmanı gafil av­lamak üzere teşebbüse geçti. Bu zor vazifesinde onun elde etmiş olduğu muvaffakiyeti ne kadar gayret et­sek takdirden âciz kalırız. [244]

 

Hz. Peygamber (S.A.) 10.000 Kişilik Ordusunu Mekkeliere Karşı Nasıl Harekete Geçirdi?
 

161. Bir askerî sefer için geniş hazırlıklar yapıl­maya başlandı. Fakat Hz. Peygamber (S.A.), niyet ve kararının ne tarafa olduğunu hiç kimseye açıklamadi. Bu sır, o kadar titizlikle saklandı ki, Hz. Ebû Bekr gibi seçkin bir kimse bile, kızı Hz. Ayşe'nin (Hz. peygamberin (S.A.) o sırada hanımı) evine gittiğin­de, ondan bu seferin ne tarafa olduğunu sorması üze­rine Ummu'l-Mu'minin Hz. Ayşe, babası Hz. Ebû Bekr'e bu hususta yeter bir bilgi verememiştir" [245] Di­ğer Müslümanlar da tabiatiyle aynı şekilde bilgisiz­diler. Aynı zamanda, az sonra göreceğimiz gibi top­lanan gönüllü askerler on bin kadar olmuşlardı.[246]

162. O devirde on bin kişilik bir ordu, görülüp alışılmış bir şey değildi. Düşman haber alma teşki­lâtı veya dostlarından bunu gizlemek, saklamak da çok zor bir şeydi. Burada bir gece baskını mevzu ba­his olamaz; zira düşmanla arasındaki mesafe on iki gün gibi uzak bir mesafedir. Bunun için Hz. Peygam­ber (S.A.), her şeyden evvel Medine'den bütün çıkış­ları durdurdu, yasak etti; buna gerek dostları ve ge­rekse bitaraf kimseler de dâhil bulunuyordu. İstihba­rat teşkilâtı o kadar verimli çalışıyordu ki, ahmak bir Müslüman olan Hâtib'ubn Ebi Balta'a, Mekke'ye gizli bir haber gönderdi. Bu haberi götüren, Medine'­nin hemen yıkınında kolayca yakalandı. Mektupta, şunlar yazılı idi: «Burada büyük hazırlıklar yapılı­yor; her halde Mekke'yi düşünüyorlardır». Bu mek­tuba el koydular, fakat Hz. Peygamber (S.A.) mek­tubu götüreni yolunda serbest bıraktı; bu bir köle kadındı. Serbest kalınca dqğru Mekke'ye gitti. Hz. Peygamber, okuma yazması olmayan bu kadının ora­da macerasını anlatacağını ve Mekkelilerin suçluluk haleti ruhiyesi içinde, bundan Müslümanların işine yarayacak bazı neticeler çıkarabileceklerini düşünüyordu; bu sırada bazı şaşırtmalar vermek zarureti de vardı. İbn Sa'd'ın eserinde [247], yazılı olduğu veçhile «Hz. Peygamber (S,A.) Ebû Qatâde'nin kumandasın­da bir askeri birliği Medine'nin tam kuzey kesiminde, üç günlük mesafede bulunan «İdam» mevkiine gön­derdi. Böylece herkes, Hz. Peygamberin (S.A.) bu bölgeye gitmek istediğini ve bu «İdam» seferinin bu­nun keşif kısmı olduğunu düşünecekti; bu suretle şayiaların merkezi sıkleti bu yöne çevrilecekti.»

163. Hz. Peygamber  (S.A.î, fiilen bir büyük se­fere çıktığı zaman,  sadece gideceği yeri değil, aynı zamanda  ordusunun  hakiki  büyüklük  ve  kuvvetini de saklamak istemiştir.   İşte,   bu   sebeple,   müverrih Ya'qûbî'ye nazaran Hz.  Peygamber   (S.A.},  beklenen birçok gönüllünün Medine'de  toplanmamalarını, an­cak Mekke'ye  doğru hareketinde  yol  boyunca kabi­lelerinin   bulundukları  yerlerden  geçtikçe  kendisine iltihak etmelerini emretti. Bu strateji o kadar muvaf­fak oldu ki   Kureyşliler,   Müslüman Ordusu   Mekke civarındaki  dağlar arkasına  ordugâhlarını  kurunca­ya kadar onların-harekete geçtiklerine dair zerre ka­dar  bir haber elde  edememişlerdir.  Bundan  başka, tam Mekke'ye hareket edeceğine yakın, az evvel de işaret ettiğimiz gibi,  Medine - Suriye   yolu   üzerinde Batn İdam'lıları cezalandırmak için kuvvetli bir as­keri birliği harekete geçirmişti; bununla dikkati da­ğıtmak ve herkesde, Hz. Peygamberin  (S.A.)  Medine kuzeyindeki düşmanlarından birine   sefere gittiği ze­habını   uyandırmak   istiyordu. [248]  Darbe   tesirini   daha da arttırmak gayesiyle İslâm Ordusu Mekke'yi kuşatınca Hz. Peygamber, o gece her Müslüman askerin ayn ayrı birer ateş yakmasını emretti. 10.000 ateşin bütün bir gece yakılması daha büyük, daha fazla sa­yıda insanın yemeklerini pişirdikleri intibaını veri­yordu. Cenabı Hak da Müslümanlara lûtfunu esir­gemedi. Ebû Sufyân, Mekkelilerin bu en büyük ku­mandanı, aynı gece Müslüman keşif kıtalarının eline düştü. Bunun neticesi, Mekke ahâlisi ne yapacağını bilmez hale geldi. Ertesi sabah, Hz. Peygamber (S.A.) şimdi anlatacağımız Mekke yürüyüşüne başladığı za­man, Ebû Sıifyân Mekke ahalisinin evlerine kapan­malar- ve silâhlarını terketmeleri, yahut Kabe civarı­na toplamaları veyahut da Ebû Sufyân'ın kendi evi­ne kapanmalarını ancak bu haldedir ki kimseye za­rar verilmeyeceği hususunda halkı temin etmek üze­re serbest bırakıldı.

164. Hz. Peygamber (S.A.) tarafından bir kim­senin evinin sığınılıp emniyet içinde kalınacak bir yer olarak seçilmesi muhakkak ki büyük bir şereftir. İhtimâl ki, Ebû Sufyân bu şerefe lâyıktı. Çünkü meş­hur müverrih Sâbit'ül-Bunanî (Tabündendir), bize İs-larmn ilk günlerinde Hz, Peygamberin (S.A.) sokak ço­cukları ve diğer avama mensup kimseler tarafından izâç edildiği zaman melce olarak Ebû Sufyân'ın evi­ni sık sık kullandığına., zira Ebû Sufyân'ın misafirini anlayıp müdafaa edebiimek için gerekli kültür ve ce­sarete sahip olduğuna dair malûmat vermektedir. [249] Hz. Peygamber (S.A.) bunu unutamamışti; mezkûr hareketi ise evvelkinin bir mükâfatı idi.

NECC/6

Mekke'nin fethi

KROKİSİ

Mekke'nin Fethi ile İlgili yürüyüş hattını gösteren bir kroki.

MEKKE'NİN FETHİ


165. Bu sırada, Mekke'de tecrübeli ve nüfuz sa­hibi bir kimse bulunmuyordu: Ebû Cehl ölmüş, Hâ-lid'ubn Velîd ve Amr' ubn'uI-As Müslüman olmuşlar, Ebû Sufyân anî olarak ortadan kaybolmuştu  (arze-dildiği gibi kendisi Müslümanların eline düşmüştü). Şayet hâlâ varsa, müttefiklere yardım için haber gön­derecek kadar da vakit kalmamıştı.   (Ebû Cehl'in oğ­lu) İqrime gibi bazı genç kumandanlar, şüphesiz ba­zı mukavemet hareketlerine kalkıştılar. Onlara ken­di  kılanlarına  mensup  kimseler yardım  ediyorlardı. Âteşin bir kumandan olan Hâlid'ubn Velid'in idare­sindeki Müslüman askeri birlikleriyle bunlar arasın­da bazı sokak muharebeleri cereyan etmiştir. Mama­fih, ekseriyet itibariyle Mekkeliler, Ebû Sufyân'ın al­mış olduğu teminata ve onlara tavsiye ettiği şeylere ve sulh yoluyla ve kan dökülmeksizin icra edilecek bir işgal vaadine inanıyorlardı.

166. Ebû Sufyân, şayet derhal kuvvetlerini teş­kil edip bir mukavemete kalkışsa bile, bu onun için çok geç bir davranış   olacaktı.   Zira Hz.  Peygamber (S.A.), kendi birliklerini fiilen Mekke'ye doğru hare­kete geçirip, şehrin iyice yakınlarını tamamen işgal etmeden evvel, onun İslâm ordusu karargâhını ter-ketmesine müsaade etmedi. [250] Ebû Sufyân'ın gönüllü­lerini  toplayıp  harekete  geçmesi veya yakınlardaki müttefiklerine —şayet hâlâ kaldıysa— yardım için bir haber göndermek ve onların yardımlarını  talep etme meselesi   mevzubahis   olamazdı.   Ebû   Sufyân, Mekkelilerin itimadım kazanmış bir liderdir. O, şu­na samimî olarak inanıyordu ki, böyle bir mukave­met hareketi neticesiz ve son derece faydasızdı; tarihçiler tarafından-nakledilmiş olan, on,r) ^ansı ue bu meseleyi münakaşaları, bu. kanaatini -jicseitirm»k-tedir. Hasımlarının mukavemet edilmez Gnerme bir de onların inanılmaz merhamet ve >fkatlerinin eklenmesi, bu çok nâzik anda Mekkelilc, özerinde o kadar derin tesirler bıraktı'ki, onların Lia™«  i,.,™ Uclilıci   ivdiği beslemekte oldukları kin ve düşmanlık h^\er\ bir an­da yepyeni bir kalıba dökülerek en mü.<;|je, . . tarza inkılâp etmiş oldu. [251]

 

Hz. Peygamberin  (S.A.)  Müslüman Ordu Birliklerine Vaziyet Aldırması:
 

167. Mekke, her taraftan dağlarla Vıvr;ii bir va_ dide kurulu bir şehirdir. Şehri, kuzey - ı>smey istika­metinde kateden bir tek ana yol vardır  u..çide iki talî yol bağlanır ki, biri Hacûn, f|j£eri yoludur.

168. Müslüman  ordusunun büyük l!!gm,   araıa_ rında Hz. Peygamber (S.A.) olduğu haltı,, kuzey isti. kametinden ilerledi. Yukarı şehir denen y      (Ma'lât) bu tarafta yer almaktadır. Diğer   bir   f|Rj,erî   birlik Zübeyr'ubn'ul-Avvâm idaresinde Kadâ' y01ü üzerinden ilerleyerek düşmanın deniz sahiline, Vâ iti   lLliriaı   yüluyla kaçmasına manı oluyordu. Diğer ki   ,..   ...

öuyuK askerı birlik, şehre güneyden Lıt yolunu  ı,akiben girdi ve Mesfele'yi  yani  aşağı şehir denen  ı,,ıntakayı 

gal etti. Muhtemelen bu bir süvari kıtj diğer ordu birlikleriyle aynı zamanda £ıre sehre girebilmek  için  bunların çok  çabuk  ş^udan dolaşmaları icap etmektedir. Bu dü Güncemiz, bu birliğin süvari kuvvetlen kumandanı Hâij^.

in kumandasında sevkedilmesi vakasiyı, mektedir. Diğer bir birlik de Hacûn 'u üzerinden şehre girmiştir. Bunlar aynı zamanda Cidde'ye oldu­ğu kadar, Yemen istikametinde dfe düşmanın kaçış yolunu kapamakla vazifeliydiler. [252]

169. Diğer bütün  askeri  seferlerde  olduğu  gibi bu   sefer  münâsebetiyle  de  bir  parola  ittihaz  edil­mişti"[253]

170. Ordunun   safları   ve   kademeleri   titizlikle tanzim edilmişti. Hususî bir subay (Vâzi1), bütün bu işlere  nezaret  Ediyordu [254]  Hz.  Peygamber   (S.A.)   bu vazifeli vasıtasiyle talimatını veriyor ve onunla emir­lerini   icra   ettiriyordu.   İbn   Hişâm'm   kitabının   aynı sahihlerinde  Mekke'nin en  yüksek  tepelerinden  gö-rülürcesine, islâm ordusunun şehre girişinin pek öz­lü bir şekilde  tavsifi  bulunmaktadır. Hakikatte  Hz. Ebû Bekr'in babası Ebû Kuhâfe, o sırada Mekke'de yaşamaktaydı. Kendisi âmâ idi. Bir yabancı ordunun şehre hücuma geçtiğini haber alınca, kız torununun elinden tutarak yüksek bir tepeye çıktı ve torunun­dan  gördüğü  her şeyi kendisine  anlatmasını istedi. Küçük kız, ona Vâzi'nin nasıl safları ve kademeleri ayarladığını vesair  teferruatı  aynen nakletti.  Niha­yet kızın «askerlerin nasıl yayılıp ilerlediğini» anlat­ması üzerine: «haydi, çabuk eve gidelim; hareket ha­linde bir ordunun eline geçmek tehlikelidir» dedi.

171. Böyle, dört bir taraftan harekâtta bulunan bir orduda Baş Kumandanın olup bitenlerden haber­dar olma ve her şeyi tam ve lâyıkiyle elde tutması hususunda hakikaten fevkalâde   maharet   ve   teşkilâtçılığı görülüyordu. Hz. Peygamber (S.A.) yeni ta­limatlar vermenin ve müdahalelerde bulunmanın lü­zumlu olduğu yerlerde derhal işi ayarlıyordu. Şeh­rin işgalinin son safhalarına doğru subaylarından bi­ri, kendi emrindeki askerlere, «bugün artık mağrur Mekke'nin başının öne düşeceği ve şehrin yağma edi­leceğine dâir» imâda, bulunması üzerine hemen Hz. Peygamber (S.A.) geldi, meseleyi öğrenir öğrenmez mevzuubahis subay derhal kumandanlıktan alındı [255] ve bu vazife başka bir kimseye [256] tevdi edildi. Hz. Peygamber (S.A.) dedi ki: «Hayır! Mekke'nin şeref ve haysiyeti asıl bugün artacak. Madem ki orada îs-lâmm kıblesi mevcuttur, müessestir; bu yüzden her ne suretle olursa olsun onun kudsiyetine tecavüz edil­meyecektir». Bunun üzerine şehirde sulh, sükûn ve nizam işini sağjamak üzere umumî bir tebliğ yayın­landı.

172. islâm ordusunda herbir askerî birlik, tabii bir taksimat üzere teşkil olunmuştu; yâni herbir ka­bile ayrı bir birlik,, ayrı bir takım teşkil ediyordu. Filhakika, Mekkeli Müslüman Muhacirler, Medineli Ensâriler, Eslemîler, Gifâriler ve diğerleri herbiri ay­rı ayrı olmak üzere müstakil askeri birlikler, kuvvet­ler olarak tertib olunmuşlardı. Bununla beraber, du­rum o tarzda ayarlanmıştı ki bütün bu ayrı zümreler, aynı makinenin çeşitli parçaları gibi bir tek gayeye hizmet eder şekilde muntazam çalışmışlardır. Bu şe­kilde bir tertip ve teşkil, psikolojik bir tesir uyandır­ma imkânlarına sahiptir; bu tarzda tertip ve teşkil edilmiş askeri birlik ve takımlar, o devirdeki herhan­gi bir insan üzerinde kuzey - batı Arabistan'ın bütün kabilelerini temsil ediyormuş gibi muazzam bir tesir husule getirir. [257]

 

Hz. Peygamberin (S.A.) Mekke'ye Girişi:
 

173. Mekkeli Muhacir, Peygamber Muhammed Mustafâ (Sallallahü aleyhi ve sellem), şimdi doğum yeri olan bu şehre muzaffer bir Kumandan olarak dönüyordu. Hariçte peşini bırakmamış olan hemşeh­rileri tarafından maddî ve mânevi ağır ıstıraplara duçar edilerek tam sekiz sene geçirmişti. Şimdi işe, zafer kazanmış bir ordunun başındaydı; buna rağ-' men tavır ve hareketleri ne şekilde olmuştur? Diğer herhangi bir tiran gibi kibir ve azamet dolu, Kadiri Mutlak, bütün sebeblerin Sebebi olan Allahı unut­muş, gururundan sarhoş olmuş bir halde miydi? Ha­yır!.. O bütün bunlardan tamamen uzaktı. İbn Hi-şam'ın kitabının 815'inci sayfasında da anlattığı gi­bi, o, hakikatte gayetle çekingen bindiği devenin sır­tında sık sık secdeye kapanıyor, lütfettiği bütün bu şeylerden dolayı Tek olan Allaha şükrediyordu. Her­kese şâmil olmak üzere umumi af ilân ediyor, geçmiş­te mâruz kaldıkları maddî ve mânevi ıstırablardan intikam alma düşüncesi yerine sulhu yayınlıyor; bu­nunla hakikatte Allanın, muttaki olan mü'minlerden beklediği şeyi gösteriyordu. Kur'ânm 2. Sûre, 58. âyet ve 7. Sûre, 161. âyette, Allah şöyle buyuruyor: «Şu Şehre girip, dilediğiniz yerden istediğinizi bol bol yi­yin, kapısından secde ederek girin ve Umumî Af ( ~ Hıtta) deyin-. Taberî'nin Te'rih adlı eserinde de ga­yet güzel belirttiği gibi [258], Peygamber Mûsâ  (aleyhisselâm) devrine ait askerlikle alâkalı bu ilâhi emirle­ri, Amâİıkalı'larla olan savaşlarında Yahudiler gerek­tiği gibi yerine getirmekten uzak kalmışlardır. Hz.. Muhammedin (S.A.) «Harp Peygamberi» olması ve fakat bunun yanında, harplerinde bile «Rahmet Pey­gamberi* olduğunu isbat etmesi mukadder kılınmış­tı. Evvelce zikri geçen bir hadiste şöyle denmekte­dir : «Ben harp peygamberiyim, ben Rahmet pey­gamberiyim»[259]

174. Kur'nda 48.  sûrenin 24-25.  âyetinde şayanı dikkat bir   vak'a   zikredilmektedir.   Zaferden   sonra, inatçı   düşman   askerlerinden   bir   kısmı,   şehrin   iç kısmında İslâm ordusuna karşı ciddi  bir pusu kur­muştu;   mezkûr   âyetlerde,   Allahin   onları   bu   inatçı düşmanlardan nasıl kurtardığı hatırlatılmaktadır  Bu vakada  dahi   «Rahmet Peygamberi»,   suçluları  affet­mek fırsatını zayi etmemişti.

Hz. Peygamberin (S.A.) «affı umumî» ilân etmesi:

175. İşgalin  hemen   akabinde insan  yapısı  ilâh­lar, lâyık oldukları  «seviyeye»  indirildiler.  Ebû Suf-yân'ın evinde ise durum  hakikaten insana heyecan vericiydi:  Karısı   korkusuz   Hind,   evindeki   putlara vurmaya ve onları parça parça etmeye ve bu arada: «Sizden ne fayda gördük;  biz nasıl oldu da bunlara inanarak aldandık"  diye  sık  sık haykırıyordu.  Aynı Hind, yüzü örtülü bir şekilde, şehrin diğer kadınları ile beraber, İslama girmek   üzere   Hz.   Peygamberin (S.A.)  huzuruna geldi. Bu esnada cereyan eden mu­havere cidden çok alâka çekicidir:

—  «Çocuklarınızı öldürmemeye  söz  veriyor mu­sunuz?»

—  «Biz onları çocuklar olarak yetiştirdik, onları Bedr savaşında öldüren sizsiniz.»

—  «Gayri   meşru   münasebetlerde bulunmamaya ve zina etmemeye söz veriyor musunuz?»

—  Hür doğmuş bir kadın bunu yapabilir mi hiç?»

—  «Hırsızlık yapmamaya söz veriyor musunuz?»

176. Bu sualler üzerine Hind nâçâr kaldı ve an­ladı ki İslâm, sadece siyasî bir lüzumdan ibaret de­ğildir; o aynı zamanda insanın ferdi ve içtimai ha­yatına hâkim bir kaideler külliyesidir ve dedi ki:

—  «Ya Resûlullah!  Hırsızlık hakikaten kötü bir şeydir. Fakat, şimdi düşün: Kocam çok hasis ve cim­ridir; evimin zarurî ihtiyaçları için bazı bazı kocam­dan bir miktar para çalmak mecburiyetinde kaldım...»

Hz. Peygamber (S.A.), gülmekten ve şunları söy­lemekten kendini alamadı:


—  «Pek âlâ haklısın, işte böylesi yasak değildir."[260]

177. Bu  bahsi,  Hz. Peygamberin   (S.A.)   fethedi­len şehirdeki son durumunu da zikrederek kapıyoruz. İşgali takip eden günde, sulh, sükûn ve asayiş şehre hâkim olunca cemaatla kılman namaza imamlık et­ti; bu durum  şehirdeki putperestler tarafından me­rakla takip edildi. Namazdan sonra, Kabe etrafındaki sahada  toplanmış  olan  hemşehrilerine  bir hitabede bulundu ve bunlara, gerek kendisine ve gerekse as­habına neler yaptıklarını hatırlattı ve onların ne ka­dar haksızlık ve adaletsizlik yapmış olduklarını İzah etti. Son olarak, onlara artık kendisinden ne bekleyip, ümit ettiklerini sordu. Kısa bir duraklamadan sonra devam etti:

«Bugün, artık hiçbir şeyden mes'ûl değilsiniz. Gi­diniz, hepinizi hür addediyorum.» [261] Anî olarak Mekke'nin havası değişti ve akşama doğru hemen bütün halk İslâmı kabul etti. Onlar hiç bir şeyi böylesine derin, böylesine samimî bir şekil­de kabul etmemişlerdi. Hem onlar, şimdi mağlûp edilmiş ve işgal altına girmiş bir memleketin ahâlisi değiller, haklar ve vazifeler hususunda, zaferi kaza­nanlarla tamamen müsavi vaziyetteydiler. Bir şehrin fâtihi, Allanın Resulü olursa, böylece, en küçük bir ifrat hareketi dahi ortaya çıkamaz. Bu siyâsete bir ışık tutacağını umduğum şu, hâdiseyi nakletmeyi fay­dalı bulurum: Hz. Peygamber, henüz yukarıda zik­rettiğimiz hutbesine başlamamıştı. Müezzin Bilâl'ûl-Habeşî (R.A.), Kâbenin damına çıkmış namaz için ezan okuyordu:

«Allahu Ekber, AUahu Ekber...»

Mekkeli bir putperest olan Attâb'ubn Esid. arkadaş­larından birinin kulağına eğildi ve dedi ki: «Allaha şükür ki babam şimdi hayatta değil; şayet o, şu si­yahinin mukaddes Kabe'nin damına çıkıp anırdı-ğını işitseydi, buna katiyen tahammül edemezdi.» Biraz sonra. Affı Umumînin ilân edildiğini işiten ay­nı Attâb, galeyana geldi ve anî olarak ileri fırladı. Hz. Peygambere (S.A.) yaklaşarak şöyle dei: «Ben Esîd'in oğluyum, Allahdan başka Allah olmadığını ve senin de onun elçisi olduğunu tasdik ederim.» Hz. Peygamber (S.A.) cevap verdi: «Pek âlâ; seni Mek­ke valisi yaptım.» Biliyoruz ki askerlerinden hiç birini Mekke'de garnizon tesis etmek için bırakmaksı­zın Hz. Peygamber (S.A.), gayet kısa bir zaman için­de Medine'ye çekilmiş ve Mekke'nin idaresini gördü­ğümüz gibi, henüz İslâmı yeni kabul etmiş bir Mek-keliye bırakmıştı. O, sonradan buna asla pişman ol­mamıştır. Bütün bunlar, insan kalbinin nasıl kaza­nılacağını gösteren apaçık vâkı'alardır. [262]




[244] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 139-140.

[245] Maqrizî, İmtâ, adlı eseri, I, 361.

[246] Mür.  ed,, Solomon's Song, C. V, s.  10.

[247] II/l, s. 96; keza bk. Belâzurî, Ensâb, I, 381.

[248] Muk. ed. İbn Sa'd ve Belâzurî, ait olduğu  yerde.

[249] İbn Cevzî, el-Muctebâ, elyazması, Kahire, s. 83; Islaraic Literatür, Lahor, 1953, V/539-44 de çıkmış -New Ligt on the Character of Ebü Sufyan-  adlı makaleme bakınız.

[250] İbn Hişâm, s. 814.

[251] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 140-146.

[252] Muk. Ed. İbn Hişö,m, s. 819-817! Taberî. s. 1635,

[253] İbn Hicrim, s. 810.

[254] İbn Hişâm, s. 815.

[255] Taberi, C. T, s. 1636.

[256] Bu -kimse- vazifeden alınan kumandanın oğlundan başka bir kimse değildi. Anlaşılıyor ki bu yüzden kalbi kırıl­mış kumandanın gönlü alınmak istenmiştir.

[257] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 146-149.

[258] C.  I, s.  1532-33.

[259] Ahmed'übn   Hnnbel,   Musncd,   IV/395.

[260] Taberî, Te'rİh. C. I, s.   1643-44; Suheyli II, 277.

[261] Taberİ, C. I, s.  1642

[262] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 149-150.