- Hoca Hasan Attar

Adsense kodları


Hoca Hasan Attar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
derya
Thu 7 January 2010, 11:55 am GMT +0200
HOCA HASAN ATTAR

Hoca Alâeddin Attâr Hazretlerinin oğlu ve velilik şecere­lerinin, maddî neseb içinde nadide meyveler veren hususî bir da­lı.

Hoca Hasan, çocukluğunda mezarlık kırlarında oynarken Hoca Bahaeddin Nakşibend Hazretlerinin mübarek nazarları ken­disine değiyor. Hoca Hasan bir buzağıya binmiş, yanındaki oğlan­lar da peşi sıra koşup eğlenmekte. O sırada Şah Hazretleri kır­dan geçmektedirler. Bir an durup çocuğa bakıyorlar ve diyor­lar ki :

- Pek yakında bu oğlancık bir bineğe atlayacak ve şevket­li hükümdarlar onun yanında piyade yürüyecekler.

Bu sözün hakikati şöyle zuhur ediyor :

Hoca Hasan Hazretleri Bağ-ı Zâgan taraflarına geldikleri vakit Mirza Şahruh´u ziyaret ediyor. Mirza, Hocaya bir binek he­diye ediyor ve koltuğuna girip onu bineğin yanına kadar götürü­yor. Hocaya saygısından bir eliyle bineğin özengisini tutuyor, bir eliyle de dizginleri kavrayıp binmesine yardım ediyor. O sırada binek huysuzlaşıp yürümeğe başlayınca, hükümdar, o vaziyette birkaç adım hocanın yanında yürüyor. Hükümdar, hayvanın kaçıp gitmesine mâni olmaya çalıştığı ve dizginlere asıldığı için bi­nek duruyor. Hoca Hazretleri de inip yüzünü Buhara istikameti­ne döndürüyor ve niyazda bulunuyor ve sonra Mirza Şahruh´a Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin çocukluğunda kendisine söyledik­leri sözü anlatıyor.

- Çok yakında bu çocuk binek üstündeyken şevketli hü­kümdarlar onun yanı sıra yaya yürüyecek.

Bu menkıbeyi işitenlerin de Hoca Bahaeddin Nakşibend Hazretleri hakkında inanışları bir kat daha artıyor.

Hoca Hasan Hazretlerinin gayet kuvvetli cezbeleri varmış. Diledikleri zaman cezbe yoluyle tasarruf ederlermiş. Tasarruf ettikleri kimseyi de şuursuzluk ve dünyadan habersizlik haline getirirler ve nice kimsenin fena yolunda nice mücahedelerle elde ettiklerini onlara tattırırlarmış. Ve Horasan´da kendilerinin cezbe yoluyle tasarrufları dillere destan imiş. Her kim ellerinden öpecek olsa derhal tesirini hisseder aşk ve vücudsuzluk devle­tine erermiş.

Bir gün sabah vakti, üzerlerinde büyük bir cezbe eseriyle so­kağa çıkmışlar. Nazarlarının değdiği herkes kendini kaybede­cek derecede tesirleri altında kalmış.

Müritlerinden biri Hac seferine çıkmak üzere Herat´a gel­mişti, halinde öyle bir cezbe ve kendinden kaybolma alâmeti var­dı ki, çarşı ve pazardan geçerken dünya ile en küçük teması ol­madığı belliydi. Ne gelip geçenlerin, ne bağırıp çağıranların, ne de bastığı toprağın farkındaydı. Mevlânâ Câmi Hazretlerine gö­re, bu mürit, daima kalbinde Hoca Hazretlerinin simalarını sak­lardı. Bu yüzden Hoca Hazretlerinin cezbesi o müride sirayet et­mişti.

Hâcegân yoluna ait bir risale kaleme almışlardır.

Bu risaleden birkaç cümle :

- Bil ki, Hoca Alâeddin Hazretlerinin yolu, Hakka erdiren tarikler arasında murada en yakın olanıdır. Zira bunların yolu ahadiyet (birlik) çevresinden dış dünyaya ait bütün hicab ve pe­çeleri kaldırmaktır. Allah onlar için «mâsiva» dedikleri dış dün­yayı celâl vasfiyle yakıp kül eder. Hakikatte öbür şeyhlerin son duraklan bunların başlangıç noktalarıdır. Zira bunlar ilk adım­da fena mertebesine ulaşırlar. Sülükleri ise cezbeden sonradır. Halleri tevhit sırrının tam ifadesi olan vücutsuzluktur. Böylece insan ve cinlerin yaradılışımdaki ibadet gayesine ait Kur´ân hük­münü ifade etmiş olurlar. Bu yola girmek isteyenler, evvelâ, tarikati kimden almışlarsa onun çehresini hayallerinde muhafaza ederek işe başlamalıdırlar. Tâ ki, mürşitlerinin feyizle kendinden geçme nimetine ersinler.Ondan sonra kendinden kaybolma ha­lini muhafaza edip mürşitlerinin suret ve hayaliyle kalbe yönel­meleri ve o hâl içinde derinleşmeleri lâzımdır. O hâl kuvvetlendikçe sâlikin dünya ve hâdiselere şuuru azalır. Bu hale Nakşilik yolunda «âdem - yokluk» ve «gıybet kendinden kaybolma» der­ler. Gitgide bu hâl o kadar ilerler ki, insanda herhangi yabancı bir şeyin vücuduna hiç bir şuur kalmaz. Bu derecenin de ismi «fena» dır.

Mevlânâ Celâleddin Rumî Hazretleri bu hâl-i bir kıtalariyle şöyle tarif ederler :

Vücudumu yok eden yokluk;

Onunla buldu can varlığını.

Adem gelince vücut kalmaz;

Adem ki, gelince gelir vücut...


Hoca Bahaeddin Hazretlerinden bir beyit:

Bak, bu durakta sana mürşit ne der : "Kendini aradan çıkar, gaybına ver! "

Eğer bu arada kalbe hatarât üşüşecek olursa hemen mürşi­din hayalini tasavvurda cümle sarfetmek lâzımdır. Eğer hatarât gitmeyecek olursa içinden bir şey boşaltıyormuşçasına nefesini üç kere yukarıya çekmelidir. Hatarât yine devam ettiği takdirde is­tiğfar edip «ya Fa´al!» zikriyle meşgul olmak icap eder. Bu zik­rin vesveseyi defetmekte büyük tesiri vardır. Sâlik bu yolun öl­çülerine o şekilde yapışmalıdır ki, hiç bir iş kendisim nisbetinden ayırmamalıdır. Bir an için gaflet meydana gelse bile arkasından hemen nisbete yapışmak ve arkası kesilmemelidir. Gidip gelmek­te, alıp satmakta, yiyip içmekte, yatıp uyumakta hep o nisbet ve alâka. Bu sıfat meleke haline gelinceye kadar böylece devam et­mek şarttır.

Hoca Hasan Hazretleri, hasta ve dertlilerin yüklerini üzerle­rine alırlar, illetlerini üzerlerine çekerler ve onları kurtarırlarmış. . Bir gün Hicaz seferinde Şiraz´a uğramışlar. Oranın yük­sek sınıfından bir zat müritleri imiş.Bu mürit ağır bir maraz­dan hasta yatağında yatarken Hoca Hazretleri onun hastalığını üzerlerine çekmişler.Mürit iyi olup kalkmış, fakat bu defa Ho­ca Hazretleri yatağa düşmüş ve o maraz yüzünden beka âlemine göçmüşler.

Vefatları 826 yılının Kurban Bayramında.

Mübarek nâşları Şiraz´dan, muazzez babaları Alâeddin Attâr Hazretlerinin gömülü bulundukları Çığaniyan´a nakl edilmiş­tir.

Oğulları Yusuf Attâr, Şeyh Bedreddin Ömer ile çağdaş. Ara­larında mektuplaşmalar ve haberleşmeler olmuş.Bir gün Şeyh Bahaeddin Ömer meclisinde tarikat büyüklerinden bazıları zikir­de nefesin hapsini (nefes aldıktan sonra onu salıvermeyip içinde tutmak) şart koşuyor.

- Nefesin hapsi Hint fakirlerinin işidir. Bu yolun şartı olan nefes hapsi değildir.

Bu söz Yusuf Attâr Hazretlerine gelince Şeyh Bahaeddin Ömer´e şöyle yazıyorlar :

- İşittik ki, siz, nefesin hapsi usulünü kabul etmemişsiniz. Tarikat şeyhlerinden hiç birinin de bunu emretmediğini söyle­mişsiniz. Halbuki Hoca Bahaeddin Nakşibend Hazretleri ve hali­feleri zikirde nefesin hapsini emrederlerdi. Siz nasıl olur da bunu kabul etmezsiniz?

Hoca Ömer şöyle cevap vermiş :

- Bizim bu sözden muradımız onların tavırlarını nehyetmek değildir.

Ve başkaca izahta bulunmamış.