- Hizmet ve iyilik geleneğimiz vakıf

Adsense kodları


Hizmet ve iyilik geleneğimiz vakıf

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafiza aise
Tue 1 May 2012, 01:36 pm GMT +0200
HİZMET VE İYİLİK GELENEĞİMİZ VAKIF

Temmuz 2011 70.SAYI

Geçmişten günümüze çok şey değişti. Bazısı tamamen yok olurken bazısı biraz da olsa anlam değiştirerek ağır aksak yoluna devam ediyor. Hayır ve iyilik anlayışımız bunlardan biri sadece ve biraz manası kaymış gibi. Artık başkalarından çok kendimizi düşünüyor, nefsimizin “Bana yardım edene yardım ederim, iyiliği dokunana iyilik ederim” telkinleriyle bencilliğimizi haklı çıkarmaya çalışıyoruz. Başkalarının bize söylemesi gereken “İyi bir insandır” değerlendirmesini dahi kendimiz yapıp  “Ben iyi bir insanım”  diyebiliyoruz. Sözümüz nefsimize hoş geliyor lakin “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz…” (Al-i İmran, 92) buyuran Rabbimize nasıl geliyor düşünmüyoruz bile.

Kabul edelim, gün geçtikçe daha fazla bencilleşiyoruz ve bu bencilliğimiz hayır namına her şeyi etkiliyor;  dayanışmanın, yardımlaşmanın, diğerkamlığın etrafında birleşemiyoruz. İyilik halkasındaki fertlerden biri olamıyoruz. Oysa ancak gönül alıcı güzel davranışlar sergileyerek, muhtaç olanlara yardım ederek, yetimin hakkını gözeterek, darda olana genişlik sağlayarak ve daha nice erdemli davranışı karşılık beklemeden sadece Allah rızası için yaparak “iyi insan” tanımlamasını hak ederiz.  İşte o zaman her yaratılmışa şefkat gösteren zarif ve güzel insanlar gibi birer “vakıf insan” ve “ebedi hayır çeşmeleri” denilen vakıflar etrafında birer hizmet gönüllüsü, hizmet eri oluruz. Oluruz olmasına ama evvela anımsamakla yetinilmeyip yaşama geçirilmesi zaruri olan bu güzellikleri besleyen düsturlarımızı kalben ve zihnen tazelemeliyiz.

VAKFI ORTAYA ÇIKARAN DEĞERLERİMİZ

“Allah rızası için, geliri toplumun hizmetine sunulmak üzere, mülkiyetinin satılmaması ve devredilmemesi  şartıyla bir malın sürekli hayır maksadıyla bağışlanması” olarak tanımlanan vakıf hakkında dilediğimiz kitabi tanımlamayı yapalım, hemen her tanım vakfın bir hizmet yelpazesi olduğunu, insani ve İslami değerlerin hayata geçirilmiş faziletler bütünü olduğunu fısıldayacaktır. Çünkü ecdadımızın da tecrübe etmesiyle biliyoruz ki, vakıf manevi olgunluğun bir ürünüdür. Bu manevi olgunluğa ermek içinse başta Allah Teala’nın rızasını amaç edinmekle birlikte şefkatli ve merhametli, fedakar ve hizmete can atanlardan olmak gerekir. Zira kemale erenlerin yolu budur. Kemale erenlerin referansı da muhakkak ki Kur’an-ı Kerim ve Nebevi örnektir.
Herhangi bir yerde tabelasını gördüğümüz veya belki de “Ne iş yaparlar ki?” diye düşündüğümüz vakıflar, alimlerimizin bildirdiği üzere kuruluş amaçlarını ve faaliyet alanlarını şu ayeti kerimenin içeriğinden alırlar: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”

(Al-i İmran–92) Yine Peygamber efendimizin “İnsan öldüğü zaman amel defteri kapanır. Şu üç şeyi işleyenler hariç; sadaka-i cariye, kendisinden faydalanılacak ilim, ana babasına hayır duada bulunan salih evlatlar” hadis-i şerifi de vakıf anlayışının müminlerin kalbinde ve eylemlerinde yer bulmasına zemin hazırlamıştır. İslam medeniyeti ve bu medeniyetin bir cüzü olan vakıf anlayışı zikrettiğimiz ayet ve hadisler etrafında şekillenirken ilk uygulamasını da yine Peygamber efendimizin yedi parça mülkünü vakfetmesinde ve Hz. Ömer’in (radıyallahu anh) ilk vakıf müessesini kurmasında görürüz.

Hz. Ömer’e Hayber arazisinden bir parça düşer. “Ey Allah’ın Rasulü;  Hayber’den bana bir arazi isabet etti. Benim şimdiye kadar ondan daha iyi bir mal elime geçmiş değil. Bana ne yapmamı emredersin?” der. Hz. Peygamber aleyhisselam şöyle buyurur: “Dilersen aslını hapsedersin, onu tasadduk edersin. (Yani arazi vakfa ait olur, ama gelirinden herkes faydalanabilir)” Bu cevap üzerine Hz. Ömer de onu tasadduk etti. Satılmaması, hibe edilmemesi, miras bırakılmaması şartını koştu ve gelirinin fakirlere, akrabalara, kölelere, misafirlere ve yolculara harcanmasını istedi.

Bir Müslüman’ın sıkıntısını gidermeyi dünya dolusu altın ve gümüşe tercih edenlerden bize kadar gelen bu fazilet geleneği, kaynağını o mümtaz kitaptan alıyorsa devamlılığını da elbette ki aynı kaynaktan sağlayacaktır. Ayet-i kerimelerde şöyle buyrulur: “…Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır…”
(Bakara, 177)
“…Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.” (Nisa, 36)
“Sakın yetimi ezme” (Duha, 9)
“...öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap’ta size okunan ayetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.” (Nisa,127)
Zikredilecek pek çok ayet ve hadis olmakla birlikte hizmet ve hayır seferberliği olan vakıf medeniyetimiz, şefkat ve merhamet titizliğimiz böyle başlamış oldu.

VAKIFTAN GERİYE BİZE NE KALIR?


Onca gürültüsü ve debdebesi içinde fani olan bu ömrü tamamlayanların bir manada derdi bitmez. O dert de “Adem odur ki, koya her yerde bir eser. Eseri olmayanın yerinde yeller eser” veciz sözüyle dile getirildiği gibi öteki aleme göçtükten sonra da hayırla yad edilmektir. Güzelden güzel sadır olur kaidesince yad edilmenin yolunu yordamını hayırdan yana bulanlar, amel defterlerinin sürekliliğini sadaka-i cariyede aradılar. Zira bir yoruma göre sadaka-i cariye vakfı işaret eder.

Aslında çok söze gerek yok; merhum Ahmed Yesevi’nin “Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen, Öyle mazlum yolda kalsa hemdem ol sen, Mahşer günü dergahına mahrem ol sen!” dediği gibi insan bu dünyadan ötekine yalnız halis niyetle yapılan güzel amellerden başkasını götüremez. Nitekim Rabbimizin de “Gece-gündüz, açık ve gizli,  mallarını Allah için harcayanların mükafatını  Rableri verecektir.  Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de” (Bakara, 274) buyurduğu üzere yapılan iyilik ve hizmetlerle hayra gönül eğenlerin sevaplarında da süreklilik olacaktır.

Yalnız bu kadar da değil; insani duygularımızın zaafa uğradığı zamanımızda vakıflar aracılığıyla yapılan hizmetler nefsimizin terbiyesinde de pay sahibidir. Yaratılmışa şefkati, merhameti, sevgiyi, cömertliği öğrettiği gibi, dertli gönülleri dertten kurtarırken gözetilmesi gereken adab-ı muaşeret kaidelerini de tazelememize sebep olurlar. Mesela hayır yaparken başa kakmamak, gösterişten sakınmak, nezaket sahibi olmak, tebessüm ve teşekkür etmek bunlardan sadece birkaçıdır.  İnsan tüm bunların kazancını hesap ederken “Daha ne olsun” diyor ama bir şey daha var; şayet vakıflar bünyesinde yapılan hizmetler manevi rehberlerimizin öncülüğünde ise, onlardan gelen feyz de ruhumuzun meşki oluyor.

Huriye KARNAP

Liyla
Sat 20 December 2014, 02:35 pm GMT +0200
Vakıflar ihtiyacı olanlara yardımları ulaştırır.Ama yardım yapan imsanlar vakıflar aracılığı ile sadaka vererek önemli bir ibadet yapmış olurlar.Vakıflar da bu ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için dini yönden yaralı ,yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırarak toplumdaki yardımlaşma bağlarının güçlenmesine yardım ettiği için de toplumsal olarak yararlıdır.

ceren
Sat 20 December 2014, 02:50 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Paylaşımdan dolayı Allah razı olsun Ayşe kardeşim.Vakıflar ihtiyaç sahiplerine ulaşır ve onların ihtiyaçalarını giderirler .Rabbim yapan ve vesile olan kardeşlerimizden razı olsun.Sende bizleri bilinçlendirdiğin için Allah senden de razı olsun inşallah...

Liyla
Sun 21 December 2014, 05:38 pm GMT +0200
Vakıflar toplumların temel  ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan ve bu çalışmaları genellikle gönüllü küşilerle yapan kurumlar.