- Hızla tüketip hızla tükeniyoruz

Adsense kodları


Hızla tüketip hızla tükeniyoruz

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
aysegul999
Thu 23 July 2015, 05:16 pm GMT +0200
HIZLA TÜKETİP HIZLA TÜKENİYORUZ

Perihan MURAT

90’lı yıllarda çok popüler olmuş yabancı bir şarkının sözleri şöyleydi: “Güç ve para, para ve güç/Dakika dakika, saat saat/Herkes koşuyor ama koşanların yarısı bakmıyor/Hayatlarımızın çoğunu harcamaya devam ediyoruz.” Bu sözler çağımızı özetlemeye yetiyor. Şarkının türünün “Rap” olması da sözlerdeki nokta atışı tespitleri pekiştiriyor. Birbirini kovalayan kelimelerin hızlı bir ritimle buluşması sanki bir yere yetişmek için koşuşturmakta olduğumuz hayatlarımızı anlatıyor.
Rutin hayatın içinde evden işe, işten eve derken tatil yapmak için bütün bir yıl; emekli olup rahata ermek için de bir ömür boyu çalışıyoruz. Bu döngüde yolu kısaltmak için de hızımızı arttırıyoruz. Bu sebeple günümüzde yaşadığımız en büyük sıkıntılarından biri “zaman” daha doğrusu zamansızlık olduğundan piyasada “hız” pazarlanıyor; biz de hep daha hızlı olanı elde etmek için daha çok koşuyor, daha az yaşıyoruz. Maddeten; hızlı arabalara, daha hızlı telefonlara, hızlı bilgisayarlara sahip olmayı tercih ederken manen; eğitim, iş, evlilik ve hatta dini konularda hızla zirvede olmayı istiyoruz. Tuhaf olan şu ki zaman kaybetmemek adına, etrafımızda olanların farkına varmıyor, hayatımızı bir çırpıda yaşamaya kalkıyoruz.

KİŞİLİK ÇOK, VAKİT YOK

Yıllar öncesinin bilim kurgu filmlerinden hatırlarsınız görüntülü telefonları, ışınlanmaları, uçan arabaları, havada giden hızlı trenleri... İşlerinizi yetiştirmekte güçlük çektiğiniz zaman her yere yetişebilmek adına “Ah, keşke ışınlansam!” diye hayıflanmışsınızdır... Aslında günümüze baktığımızda son 20 yılda gerçekleşen teknolojik yenilikleri de küçümseyemeyiz. Özellikle ulaşım ve iletişim alanındaki gelişmelerin hayatımıza büyük kolaylık sağladığını söyleyebiliriz. Fakat bu yenilikler hayatlarımızı kolaylaştırırken alışkanlıklarımızı, davranışlarımızı hatta tecrübelerimizi değiştiriyor. Teknolojiyle birlikte biz de hızlanmaya, sürekli çok yönlü özellikler kazanmaya çabalıyoruz. Bu da bizi sürekli bir yere yetişmek için zorluyor. Zaman kazanmak için her şeyi bir arada kullanmaya başlıyoruz. Mesela küçücük bir ekranın içinde hayatımızın tamamını saklayabiliyor oluşumuzu, ulaşmak istediğimiz bilgilere anında sahip oluşumuzu akıllı telefonlarımıza borçluyuz. Bu sebepledir ki artık telefonlarımız bir araçtan ziyade bir uzvumuz haline geldi. En hızlısına sahip olma arzumuz, her şeyin bir arada bulunmasını istememiz hayatımızın tamamına yansıyabiliyor.
Psikolojik Danışman Mehtap Kayaoğlu, günümüz insanının içinde bulunduğu durumu şu şekilde anlatıyor: “Son zamanlarda moda olan bir tabirle insanlar sürekli koşuşturuyor ve zaman yönetimi konusunda yeterince başarılı değiller. Bir koltuğa iki karpuz sığmazdı, şimdi bir sürü karpuz doldurma peşindeyiz. Örneğin eskiden işe alınırken sadece alanınızdaki okuldan mezun olmak yeterliydi, şimdi bu yeterli değil. Bu da bir açıdan teknolojik gelişmelerin hızlanmasıyla başladı. Bu gelişmelerle artık hayatımızda çoklu kişilikler ortaya çıkmakta. Çünkü artık tek bir şeyi temsil etmiyoruz, çoklu durumları temsil ediyoruz. ‘Hepsine birden yetişeyim, hepsini birden en iyi şekilde yapayım’ diye uğraşırken de farkında olmadan ‘mükemmeliyetçi kişilikler’ olup çıkıyoruz. Bu da zaman içerisinde çok büyük yıpranmalara, yorgunluklara neden oluyor.” Kayaoğlu’nun bahsettiği çoklu kişiliklerimiz; bizi dar alanda kısa paslaşmalar yapmaya, kısa zamanımıza çok fazla şey sığdırmaya zorluyor.

SIKIŞTIRILMIŞ HAYATLAR

Teknolojik gelişmeler hayatımızı, alışkanlıklarımızı etkiliyor dedik. Aslına bakarsak daha hızlısına sahipken daha çok zamanımızın da olması gerekir ama nedense evdeki hesap çarşıya uymuyor. Daha hızlı olmaya başladıkça daha çok geç kalıyoruz. Bu da teknolojiyle ortak bir paydaya götürüyor bizi: “sıkıştırma” tekniğine. Bilirsiniz ki internet ortamında boyutu yüksek olan dosyaları sıkıştırarak (ZIP) aktarımını sağlayabilirsiniz, böylelikle bilgiler bellekte daha az yer kaplar. Biz de hayatımızı sıkıştırarak hafızamızda daha az yer kaplamasını sağlıyoruz. Alışkanlıklarımızın değişmesi de tam olarak bu yeniliklerle paralel ilerlemekte. Biz de dijital çağa ayak uydurup her şeyi hızlı bir şekilde yapmaya, her şeyden biraz biraz öğrenmeye çabalıyoruz. Bu yüzden de “Hızlandırılmış İngilizce kursu”, “3 gün 2 gece kültür turu”, “1 haftada şok diyet” gibi paket programlar; kısıtlı sürede “çok” iş yapmayı hedefleyenler için biçilmiş kaftan oluyor. Kayaoğlu bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Her şeyden biraz bilme arzusu -Anadolu’da bir tabir vardır ‘maymun iştahlı’ diye- nerede uzmanlaşacağını bilmeyen, sürekli arayan insan psikolojisini gösteriyor. Bir kurstan çıkıp diğerine koşan çok yönlü kişilik görüntüsüdür bu. Mesela ‘Dağcılık da yaptım’, ‘Dalgıçlık da yaptım’ gibi eğlence olsun diye tezatlıkları bir araya getirebiliyor. ‘Gördüm, buldum, tattım, her yere gittim’ demek için sosyal faaliyetleri, hobileri de tüketiyoruz.”

ESKİDE (Mİ) KALDI O GÜNLER

Tüketim anlayışımız ve hız arzumuz fıtratımızla savaşıyor. Çağımıza baktığımızda insan doğası ve dayatılan dünya algısı arasında bazı çelişkiler ortaya çıkmakta. İnsani değerlerimizin hızla “Eskide kaldı” tabiriyle konumlandırılması, bu dayatmacılığın kaçış yolu. Modernizmle birlikte hayatımıza giren sabırsızlık, hazcılık, kolaya kaçma, faydacılık gibi kavramlar bir tür normali oluşturuyor. Sosyolog Nurhayat Kızılkan’a göre bu tür dayatmalar kitlelerin algısını büyük ölçüde etkiliyor. Kızılkan, “Modern düşünce insanı belirli bir yaşam stiline zorluyor. Erkeklere ve kadınlara belli roller belirleyip sadece o çizgilerde yaşamasına imkan tanıyor. İnsan; büyük bir şehirleşme, kendisinin ve bedeninin doğaya ait olduğunu unutuş; hayvanlara, doğaya karşı bir yabancılaşma yaşamaya başladı. Bu da insan doğasında olan değerlerin yavaş yavaş kaybolmasına neden oluyor. Zaten işine de yabancılaşıyorsun. Bir çanta yapacaksınız diyelim: Derisini başkası işliyor, zımbasını başkası basıyor, dikişini başkası… Sabahtan akşama kadar aynı işi yapıyorsun ve işin tamamından bihabersin. Bu insanın fıtratına aykırı; insan ‘Ben bir makine miyim?’ sorusunu sormaya başlıyor ya da kendini bir robot haline getirmiş oluyor. İşte, hız da modern düşüncenin tamamıyla bir parçası. Sen orada o hızla baş etmeye çalışıp ‘insan’ kalmaya çabalıyorsun, başarabilsen de bazılarına göre ilkel oluyorsun” diyerek hayatımızın parçası haline gelen bu çelişkiyi açıklıyor.

ESKİSİNİ AT, YENİSİNİ AL

Geçicilik ve hızlı tüketim hep yeni olanı istemeyi ve yeniyi talep etme ihtiyacını doğuruyor. “Kullan-at” pratiği bu ihtiyacımızı karşılıyor ve hızlı tüketim endüstrisi de “tek kullanımlık” materyallerini üretiyor. Makineleşme ve seri üretimin sonucu olan ucuzluk da bu kavramı besliyor. Ekonomik olarak “Eskisiyle uğraşacağına yenisini al, eskisini at” algısı tüketim çarklarını döndürüyor. Çünkü günümüzde profesyonel işçilik, zaman artı emek demek. Bu da astarı yüzünden pahalıya geliyor demek oluyor. Biz de örneğin bir televizyonu tamir ettirmek yerine “son model” yeni televizyonumuzu alıp parasını taksit taksit ödeyebiliriz. Yapılan araştırmalar da zaten piyasalarda dayanıklılık ve kalite yerine “yeni ürün” pazarlandığını gösteriyor. Hem daha çabuk hem de yeni bir ürüne bu şekilde rahatlıkla ulaşabiliriz.
Başka bir pratiklik örneği ise geleneksel yemek yeme alışkanlığımızın ayaküstü yemek olan “fast food”a dönüşmesi. Burada da durum farklı değil; sağlıksız ama lezzetli, zararlı ama hızlı, kalitesiz ama ucuz olmasına rağmen tercihimizi “hızlı ve ucuz” olandan yana kullanıyoruz. Hız ve geçicilik penceresinden baktığımızda bu anlayışımız bilgi alışverişimize ve ilişkilerimize de yansıyor. Teknolojiyle beraber edindiğimiz bilgi kaynakları da değişiyor malumunuz. Popüler anlık sosyal medya bağlantılarıyla pratik ve tek kullanımlık paylaşımlar zaman akışında kaybolup gidiyor. Bu da tabii olarak bilginin güvenilirliğini ve değerliliğini eksiltiyor. Bu hızlı haber akışı içinde gerçeğe vakıf olamadığımız gibi bilgili olan sadece elimizdeki ekranlar oluyor, biz değil.
Aile, iş ve arkadaşlık ilişkilerine gelince hızla tüketilen ilişkiler günümüzün “modern” insanını temsil ediyor. Kısa süreli arkadaşlıklar, biten evlilikler, iş değişiklikleri gibi kalıcı olamayan birçok statü, ilişki durumu göze çarpmakta. Bu yaklaşımı ele alan Mehtap Kayaoğlu: “Kıyafetlerimizdeki ‘al-at’ anlayışımız sosyal ilişkilerimiz ve sosyal faaliyetlerimizde de kendini göstermeye başladı. Sürekli yeni insanlar tanıyarak, eski ilişkileri arkada bırakarak yenilik aramak tüketim anlayışımızın göstergesi. Bu demek değil ki yeniliklere ve yeni insanlara hayatımızda yer vermemeliyiz. 30 yıldır tanıdığımız birine hayatımızda yer verdiğimiz gibi yeni arkadaşlıklar, yeni insanlarla da iletişim kurmalıyız. Önemli olan bunu yaparken kendimizi tanımamız çünkü biz insanız ve kendimizi yetebildiğimiz yerlerde temsil etmeliyiz. Her şeyi dolu dolu yaşama telaşına düşüp kendimizi ve sosyal çevremizi unutmamalıyız. Ayrıca bu durum insanın ‘kendilik psikolojisi’ ve ihtiyaçlarıyla da alakalı. Sosyal ilişkilerimizde de bu şekilde kalıcı bağlantılar kurmamız, kendi tercihlerimizle mümkün” diyor.

“HIZLI YAŞA, GENÇ ÖL”

Hızla birlikte hayatımıza giren stres ve yoğunluk metabolizmamızı olumsuz etkiliyor. Bu konuda araştırma yapan Alman Biyolog Max Rubner canlıların metabolizma hızlarının, yaşam sürelerini belirlediğini iddia ediyor. Bu teoriye göre insanın yaşamı boyunca tükettiği enerji; soluk alma, uyku, kalp atışı gibi yaşamsal faaliyetleriyle bağlantılıdır. Kişi enerjisini hızla tüketirse de yaşam süresinin azaldığı düşünülür. Buna örnek olarak da doğadaki en yavaş canlı olan kaplumbağaların yaşam süresini vermektedir. Rubner’in teorisi ne kadar doğru bilmiyoruz ama kendi hayatımızda metabolizmamızı gereğinden fazla hızlandırarak, beden ve ruh sağlığımızı kaybetmemiz mümkün.
İşin manevi boyutunda bile yine hızın kurbanı olmaktan kurtulamıyoruz. Ramazan’da namazı hızlı kıldıran “jet” imamları ya da iki günde hatim indiren hızlı hocaları duymuşsunuzdur. Vazifemizi yerine getirme bilincimizi “iş” haline getirip ibadetlerimizi bile mana ve özünden uzaklaştırıyoruz. Zamansızlık endişesi ve hızlı yaşam sadece somut olarak değil manevi olarak da bazı değerleri kaybettiriyor. Sabır, sebat, emek, özveri, dikkat, hoşgörü, anlayış, nezaket vb. davranışları yavaş yavaş geride bıraktığımızı görüyoruz. Günlük hayatımız; ekspres kasada sıra kavgası yapmakla, metrobüste yer kapma yarışıyla, yürüyen merdivenleri bile koşarak çıkmakla geçiyor. Hatta bazen trafikte bir aracı geçme uğruna canımızı bile tehlikeye atabiliyoruz. Bu da nezaketimizden, sabrımızdan ve hoşgörümüzden birçok şeyi alıp götürüyor. Üstelik zaman içerisinde sabırsızlığımızla doyumsuzluğu, sebat etmemekle de agresifliği huy edinmeye başlıyoruz.
Trafikle ilgili bir kamu spotunda “Hızınız arttıkça gördükleriniz azalır, hızınızı azaltın!” diye uyarıda bulunuluyor. Bu aslında hayatımızın tamamına yayılan “itidalli olma” uyarısıyla birlikte yer almalı. Modernizmin “Hızlı yaşa, genç öl!” mottosunun tersine anı; yaşamayı tüketmek ve tükenmekten ibaret görmemek gerek. Zamana değer katarak, onu kıymetli hale getirebiliriz. Yoksa hayat, pazartesiden cumaya metro camından yansıyan bulanıklıktan ibaret olur. Bu ise bize zaman kazandırmaz. Vardığımız yer, gideceğimiz yer olur belki ama geçtiğimiz yer konusunda hiçbir zaman net bir fikrimiz olmaz. Ayrıca görünürde sürekli sonuca ulaşıp kendimizden, doğamızdan ve duyularımızdan uzaklaşmamız da cabası.
Aslında hepimizin bildiği bir gerçek var: Kaçırdığımız zamanı geri getiremeyeceğimiz gibi ne kadar hızlı yaşarsak yaşayalım, fazladan kazanacağımız “bir” günümüz de olmayacak. Sabah kalkıp akşama kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsak unutmamalıyız: “...Muhakkak ki Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac, 47) Bu sebepledir ki bütün yaşadıklarımız; bir gün kadar değerli, bir gün kadar kısa ve paha biçilemez. Marifet bu günü, “ne uğruna” ve “kiminle” geçirebileceğimizin kararını almakta.

ZAMAN YÖNETİMİ ÖNERİLERİ:

Psikolojik Danışman Mehtap Kayaoğlu
“Kişi öncelikle ‘Hayattan ne istiyorum?’ ve ‘Ne kadarını yapabilirim?’ sorularını sormalı. Aciliyeti olan işlerimizi öncelik sırasına göre düzenlemeliyiz. Bunu yaparken de teknolojiden kaçmak yerine doğru kullanımını sağlayarak işlerimizi kolaylaştırabiliriz. Dikkat etmemiz gereken, yanlış kullanımını azaltmak. Gün içerisinde yapılacak işlerimizin çeşidini artırıyoruz. Bu da bize iş yükü olarak geri dönüyor. Bu sebeple günlük işlerimizi yapabileceğimiz şekilde organize etmeliyiz. Zaman yönetiminin en önemli unsurlarından biri kendimize nefes alabileceğimiz alanlar bırakmak. Nefes almadan çalışmak, bir iş bitince ardından hemen başka birine başlamak zaman içerisinde tükenmişlik sendromuna, depresyon ve stres kaynaklı hastalıklara sebep olabiliyor. Bunun olmaması için kişiye ailesiyle, sevdikleriyle özellikle çocuklarla daha çok vakit geçirmeyi önerebiliriz. Bu pozitif olarak kişiyi güçlendirir. Hayat bir alışveriştir; bir alıp 10 vermek bir hatadır, 10 alıp bir vermek de hatadır. Bunun için dengede olmak lazım.”

ceren
Thu 23 July 2015, 06:18 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Değişen yaşam koşulları bizleri hızlı yaşamaya,hızlı tüketmeye itiyor.Bu hızlı yaşamada kişiyi hızla tüketiyor.Kişiler arası iletişim bozukluğu,aralatın bozulmadı,kişinin asosyallik yüzünden huzursuz olması.Rabbim bize hidayet etsin.Hayayın her snsini anlamlı,değer bilerek geçirmeyi nasip etsin..