- Hilâfetin Manası

Adsense kodları


Hilâfetin Manası

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Eslemnur
Fri 1 October 2010, 01:18 pm GMT +0200

BÖLÜM: IV

Hilâfetin Manası

Hilafet konusuna gelince, ilk önce Arap dilinin üze­rinde durup araştıralım. Bakalım, bu kelimenin manası hakikaten Arap dilinde acaba, sadece yerine geçmek, arkasından gelip birinin yerine oturmak (Orduca: Cânişini = Sussess) midir, yoksa, niyabet, vekâlet == (Vicegerenty) manasına da gelmiş midir?

 
Lügat bahsi:

İmâm Râgıb İsfahani, "Müfredat" isimli eserinde hi­lâfet kelimesini şu şekilde tarif eder:

"Ve'l-hilâfetü niyâbetün an'il gayri, immâ bigaybetil-menûbi anhu ve immâ li-mevtihi ve immâ li aczihi, ve immâ li-teşrifi'l- mustahlifi"

Hilâfet demek, başka birine niyabet etmek demektir. İster niyabet edilen kimse gâîb kayıp olsun, ister ölüm sebebiyle olsun, isterse azcinden durumunun sağlık ye­ter­siz­li­ğin­den dolayı, yahutta bu hâlife yapılan kimse, kendisini halîfe yapan kimse tarafından yüceltilmek için de böyle bir vazifeye getirilmiş olabilir.

"Leane" meşhur lugatında (Arabic Englishlexicon) da, "halife" kelimesinin manasını (successor) yerine geçen diye, kaydettiği gibi bundan başka (Vicegerent) = nâib (vekil), manasına geldiğini de yazmıştır.

Hilâfet işinde, kendisine halife tayin eden, nâib kılan kimsenin ölmüş olması veya mevcut bulunmaması da şart değildir.

İmâm Râgıb'ın yazdığı gibi:

"Halefe fulânen, kâme bil'emri, anhü, immâ ma'hü ve immâ bâ'dehü."

Filan kimse filan kimseye halife tayin oldu demek, onun işini eline aldı demektir. İster onunla bir arada ol­sun, ister onun bulunmaması ondan sonra olsun.

Bu kelimenin kökünden bir yığın kelimeler de türetil­miştir. Bu türetmelere göre mâna itibariyle bazı değişik­likler de oluşabilir.

Halefe hilafeten: Cümlesinin manasındaki "halife olmak" ya onun arkasından gelmektir, yahut da onu takib etmek demektir.

"Halefehü hilâfeten, kâne halifetehü ve bakiye ba'de hü ve câ'e ba'dehü." Onun halifesi oldu, onun halifesi idi, ondan sonra kaldı veya ondan sonra geldi, demektir. (Tâcül-arüs)Kur'ânı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

"Onun ardından da (ayetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıpnasıl olsa bağışlanacağız diye­rek Kitab'a varis olan birtakım kötü kimseler gedi"

(A'raf: 169)

"Musa, kardeşi Harun'a dedi, benim kavmimin ara­sında sen benim yerime geç naibim ol."

(A'raf: 142)

Dedi: Siz benden sonra ne de kötü niyabet ettiniz?

(A'raf: 150)

"Biz isteseydik, yeryüzünde sizin yerinize geçen melekler yaratırdık."

(Zuhruf: 60.)


"Tehallefe"nin manası ise, ardından yol tutmak de­mektir. onun yolunu geriden takibetmektir. Gerek Medine halkına, gerekse civarındaki Araplara Resulullah'dan geri kalmaları yakışık almazdı."

(Tevbe 120).


"Ahlefe" harap olmuş, dağılmış şeyi asıl haline ge­tirmek, önceki haline döndürmek, yahut bunun .yerine bir şey vermek, bozulmuş şeyin yerine konacak bir şey koymak demektir.

"Allah sana bedel verdi ve senin için bu iyidir, de­mek, yani sana onun yerine geçen bir şey verdi. Senin elinden çıkmış bulunanın yerine bir şey verdi. Sana bu­nun yerine bir karşılık verdi."

(Nihaye, ibn - i Kesîr)

Nitekim Hak Taalâ buyurmuştur ki:

"Her ne infak ederseniz (başkalarına verip onları ge­çindirirseniz) o zaman O da bunun yerine konacak size bir şey verir. İşte O rızk verenlerin en iyisidir."

(Sebe: 39.)

Hadis-i Şerifde de şöyle buyurulmuştur:

"Allah, gazinin nafakasını tekeffül etmekle ona bedel verir."

Hallefe ve istahlefe'nin mânası da kendisine halife tayin etmek demektir.

Filan kimse filan kimseyi halife kıldı. Yani kendi yeıine geçen birisi kıldı.

(Tâc - ül - arûs)


Onun yerine onun işini görecek bir kimse kıldı. Ni-te­kim istahlefe de böyledir.

İstahlefe dendiği zaman, "menûbün anh": niyabet edilen kimse şeklinde anlaşılmaz, o zaman bunun mâ­nası şu olur: "Kendisine halife kıldı", onun yerine onun işini görecek birisi kıldı.

"İstahlefe fülânen, ey ce'alehü halifeten lehü."

Yani, bir kimse filan kimseyi kendi yerine geçirdi. Kendi yerine işlerine bakacak adam kıldı.

Eğer, "halife kılan", işlerinin emanet eden kimse açıkça belli olsa, o zaman kendisinin, yerine geçen veya naib tayin edilmiş bulunan şahsın da bahsi geçmiş olur. "İstahlefe fülânen min fülânin; ey ce'alehü mekânehü" Filan kimse, filan kimseden yerini ele aldı demek, yani onun yerine geçti demektir.

(Ekreb ül - mervarid)

Buna göre, Kur'an-ı Kerim'de sadece "istihlâf" keli­mesi kullanılmış olup, fakat "müstahlefün - leh" (yerine geçilmiş olan) dan bahsedilmemiştir.

"Biz onları yeryüzünde halife edeceğiz, nitekim on­lardan evvelkileri de etmiş idik."

(En – Nur: 55).

Burada "istîhlâf" ın mânası şöyledir: Allahu Taalâ onları yeryüzünde kendisine halife tayin etti. Fakat her nerede "müstahlefun leh": (yerine geçilecek kimse) den bahsedilmişse, orada mâna, başka birisinin yerine başka birisinin halife tayin edilmesi vardır. Fakat, ne zaman, bir evvelki nâib ortadan kaldırılırsa, elbette onun yerine başka bir yeni nâib geçeceğinden bahs edilir. O zaman, bu mefhum her ikisine de şâmil olur. Nitekim biz de kendi konuşmalarımızda böyle bir ifade kullanırız. En üst mevki sahibi, filan kimseyi filan kimsenin yerine tayin etti ve filan falan kimseden sonra nâib oldu deriz. Meselâ: "İstahlefe'l - Melikü'l- Lordu Ardene ba'de'l - lordi Raydinge fi vilâyeti'l Hindi." O zaman bu cüm­lenin mâ­nası şöyle olur: Kral, Lord Arden', Lord Ri­ding'den sonra Hindistan ülkesinde iş başına geçirdi. İşleri ona emanet etti etti. Kendisine nâib kıldı. Yahut da şöyle söylememiz icabeder: Lord Arden, Lord Riding'den sonra Hindistan ülkesinde Krala vekalet etti. Bu iki mefhumun arasında herhangi bir tezat ve çelişki yoktur. İki cümle de aynı mânadadır. Burada ikisi birden bulunmuyorlar ki, zıt şeylerin bir araya toplanmış olması vuku bulsun; birisi iş başında iken, ondan sonra, yani o çekildikten sonra, di­ğeri iş başına geçmektedir.

Bunun gibi:

"İn yeşâ' yüzhibküm ve yestahlif min ba'dikü'm mâyesâ'ü."

Dilerse, sizi ortadan kaldırır ve sizden sonra istedi­ğini istihlaf ettirir (İş başına geçirir). Buradan şöyle bir mâna anlaşılmaktadır: Allahu Taalâ, sizin yerinizi başka­sına verecek; aynı zamanda şu da anlaşılır ki, Allahu Taalâ sizden sonra başkasını kendine "nâib" tayin ede­cektir: Fakat lugatin hakikî manasında her iki tarafı da düşünürsek yine bu iki mananın ikisinin mevcudiyeti bir­birlerine zıt ve aykırı değildir.

"Ce'alehü halîfeten" in mânasına gelince, bu cümle­nin mânası sadece halife kıldı demektir. İster bu halife, nâib olsun, ister yerine geçen olsun, hangi mânada olursa olsun bu mefhumla cümle tamamlanmaz; bu cümleye bir tamamlayıcı cümle yahut mefhum lâzım ge­lir. Bunun için "müstehlafün - leh": (yerine geçilen) yahut "menu-bün - anh": (kendisine niyabet edilen) den de sözedilmesi lâzımdır. İster bu mefhumlar açıkça yahut da umumî olarak bahsedilsin; ne şekilde olursa olsun cümle tamamlanmalıdır. O zaman cümlenin mefhumu açık olur. Meselâ:

"Ve'zkürû iz ce'aleküm Hülefâ'e min ba'di kavmi Nûhin."

(A'râf: 69)

Hatırlayın ki, sizi Nuh kavminden sonra halife kıldı.

"Ve'zkürû iz ce'aleküm hülefâ'e min ba'di kavmi Adin."

"Hatırlayın ki sizleri Ad kavminden sonra halife kıldı."

(A'râf: 74).

"Sümme ce'alnâküm hel'ife fi'l - ardi min ba'dihim li - nanzure keyfe ta'melûne"

Sonra sizi onların ardından yeryüzünde halife kıl
dık ki, nasıl İş tutacağınızı görelim? (Yûnus: 14).

Fakat her nerede "mustahlefün - leh" den işaret yok ise, orada bir "mustahlefün - leh" in mukadder ve giz­lenmiş olduğunu cümlenin gelişinden hesaplamak lâzım­dır. Meselâ:

"Yâ Dâvûdu innâ ce'alnâke halîfeten fi'l - ardı. Ey Dâvûd; biz seni yeryüzünde halife kıldık."

(Sad 26),

"İnniy câ'ilün fi'l - ardı halîfeten. Ben yeryüzünde ha­life kılacağım."

(Bakara: 30).

Bunlar ve bunlar gibi olan diğer ayet-i kerime'lerde, (halîfe) kelimesi "kılmak" ile bir arada zikredilince şu sualin cevabı verilmesi icabediyor: "İnsanı halife kılan kimdir?" Siz eğer derseniz, insandan önceki mahlûkat yahut da geçmiş kavimler, milletler, padişahlar, daha eski halifeler... O zaman yine cümle noksan kalmış olur. Bazı âyetlerin mânası, cümle ile tamamlanmıştır; fakat bazısı­nın daha tamamlanmamış halde görünür. Meselâ:

"Ve yec'alüküm hülefâ'e'l - ardı."

Sizi yeryüzünün halifesi kılar.

Cümlesinde "hülefa" kelimesi, "yeryüzüne" muzaf­dır. İzafe ettirilmiştir (tamamlama yapılmıştır). Bu cümle­nin kelime kelime tercümesi "yeryüzünün halîfesi" olur. O zaman, bu cümleden, "yeryüzünde daha önce bir mahluk vardı da onların yerine halîfe kıldım" mânası nasıl çıkarılabilir? Ve yine:

"İnnîy câ'ilün fi'l - ardı halîfeten" in mânasını da bu şekilde düşünürsek yeryüzünün daha evvelki sakinlerine halîfe olmak icabeder. O zaman, şu suâl karşısında kal­mış oluruz: Allahu Taala, niçin Kur'an-ı Kerim'de bu yer­yüzünün daha evvelki sakinlerinden ve bunların kimler, ve neler olduklarından hiç bahsetmemiştir? Onların ye­rine insanı halife kıldığına dair bize herhangi bir haber vermemiştir? Vermiş ise, nerede? Eğer vermemiş ise, o zaman, diyebiliriz ki, lisan ve edebiyat bakımından bu cümlenin mânası hangi şekilde anlaşılmaya daha fazla yakındır? "Ben vaziyetleri belli olmayan: (Mechulülhal) yeryüzü sakinlerine bir halife tayin etmekteyim" mi? Yoksa aynı cümleden şöyle bir mâna mı anlaşılır? "Ben yeryüzünde kendime bir nâib tayin etmekteyim" mi? Şimdi eğer dinleyici Arapçanın gramerini bilse ve Mevlâ­nâ'nın[60] öne sürdüğü olduğu aklî mukaddemelere de tamamen uzak olduğunu kabul etsek bile, yine bu cüm­leyi duyan bu iki mânadan hangisinin asıl maksat oldu­ğunu kolaylıkla anlamış olacaktır.