meryem
Mon 28 March 2011, 09:01 pm GMT +0200
HİCRET
H-c-r (hecera) kökünden türeyen Hecr ve Hicran, bir insanın başkasından bedenen, dille veya kalben ayrılması ve uzaklaşmasıdır. Muhaceret veya Hicret, aslında, başkasından uzaklaşma anlamındadır.[1007]
1. Hicretin Türleri:
Hicret iki türlüdür:
1) Bir yerden başka bir yere göç,
2) Allah'a hicret. Birincisi maddi ve bedeni, ikincisi ise ruhi ve manevi hicrettir.[1008]
a. Allah'a/Allah Yolunda Hicret:
İnsanın şeytandan ve her türlü kötü duygu ve düşüncelerden (Allah dışındaki şeylerden} arınıp Allah'a hicreti ana yurdu maddi anlamda mutlaka terketmeyi gerektirmez. Böylece hicret kavramı, daha geniş bir dinî ve ahlâki anlam kazanır. Böyle bir hicret, kesintisiz sürer. Şeytandan Allah'a hicret etmeyen bir kişi, gerçek mü'min olamaz:
"Allah yolunda hicret eden, çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a aittir. Allah, bağışlar ve merhamet eder."[1009]
Âyetteki "murâgamen kesîran" (bereketli yer) bölümü, "çok tenha yollar" biçiminde de karşılanır. Böylece bu, kişinin "şeytandan Allah'a yolculuğu"nun ilk adımlarında hiçbir zaman kendisini bırakmayacak olan buruk bir yalnızlığın mecazî ifadesidir.[1010]
Hz İbrahim, kavmine Allah'a iman çağrısı yaptığında, ona inanmamışlar ve tehditte bulunmuşlardı. Ancak Hz. Lût, Hz. İbrahim'e inanmıştı. Kavminin bu tutumu karşısında Hz İbrahim, onlara şöyle dedi:
"Doğrusu ben rabbime (rabbimin dilediği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz o, güçlü ve bilgedir."[1011]
Hz İbrahim, kendi kötü ve zalim çevresinden "kopma"sında (i'tizâl) ve Kuzey Mezopotamya'da bulunan Harran'a oradan da Suriye ve Filistin'e maddi olarak göç etmesinde (Meryem, 19/48-49) olduğu gibi, bu âyette de hicret sözcüğü, açıkça hem maddi, hem de manevi anlamda kullanılmıştır.[1012]
"(..) Allah yolunda hicret etmedikçe münafıklardan dost edinmeyin (..)"[1013]
âyetindeki hicret sözcüğü iki şekilde, yorumlanmıştır:
1) Zahirî anlam, küfür diyarından iman diyarına göç ediştir.
2) Ancak buradaki hicret sözcüğüne şehevâtin, kötü ahlâkın ve günahların terki ve reddi anlamı da verilmiştir.[1014]
Allah yolunda hicret edenlere, hem dünyada güzel bir yer, hem de âhirette ecir vardır.[1015] Hicret eden, sonra öldürülen veya ölenlere Allah güzel rızık verecek, hoşnut olacakları bir yere yerleştirecektir.[1016]
b. Kötülük Diyarından Başka Bir Diyara Hicret:
Hicret sözcüğü, daha çok gayri müslim ya da zulümle ve kötü yönetilen bir diyardan, islam ilkelerine göre yönetilen veya göçmenlere ana yurtlarından daha iyi yaşayabileceklerine dair ümit ve söz veren bir diyara yapılan göçü anlatır.[1017]
A) Öz Diyarını Gönüllü Terk:
Allah, hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolunda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örtecektir.[1018]
B) Öz Diyarını Zorla Terk:
Öz diyarını zorla terk, yurttan sürülmek veya çıkarılmakla gerçekleşir. Bu durumda, zulme uğrayanların kendilerini savunma hakları da doğar.[1019]
2. Hicretin Sebepleri:
İnsanlar, zulüm, baskı ve eziyet altında dayanılmaz acılarla karşılaşır veya yurdundan zorla çıkarılır ve sürülürse hicret etmekten başka çıkar yol kalmaz.[1020]
a. Zulüm, Baskı Ve Eziyet:
Zulüm, baskı ve eziyet gibi şiddete ve kan dökücülüğe dayalı, insan haklarını çiğneyen bir ortamda yaşamaktansa, böyle bir kötülük diyarından uzaklaşmak gerekir:
"Haksızlığa (zulme) uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri, andolsun ki dünyada güzel bir yerde yerleştiririz. Âhiret ecri ise daha büyüktür. Keşke bilseler! Onlar sabreden ve yalnız rablerine güvenen kimselerdir."[1021]
"Rabbin, türlü eziyete (fitneye) uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihad eden (üstün çaba gösteren) ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin, şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."[1022]
b. Yurttan Çıkarılma/Sürülme:
Allah, hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolunda/uğrunda eziyete uğratılanların, bu yolda savaşan ve öldürülenlerin günahlarını örtecek, âhirette de onlara cennetleri verecektir.[1023] Allah'ın verdiği ganimet mallan, özellikle yurtlarından ve mallarından edilmiş, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir yoksullarındır.[1024]
3. Hicret Yükümlüleri:
Hicret yükümlüleri, meleklerle mustaz'af (ezilen) kişiler arasında geçen bir âhiret diyalogu çerçevesinde şöylece belirtilir:
"Melekler, kendilerine yazık edenlerin canlarını aldıkları zaman, onlara 'Ne yaptınız bakalım?' deyince, 'Biz yeryüzünde zavallı (mustaz'af) kimselerdik' diyecekler. Melekler de 'Allah'ın arzı geniş değil miydi?' cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası, ne kötü dönüş yeridir! Çaresiz kalıp bir yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar bu yargının dışındadırlar. Allah'ın, işte bunları affetmesi umulur. Allah, affedici ve bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde bereketli yer ve genişlik bulur. (..)"[1025]
Buna göre, geçerli bir mazereti olmayanlar, kötülük diyarından göç etmekle yükümlüdür. Hicret etmekten korkanlar, göçecekleri yeni yurtlarında çok bereketli yer ve genişlik bulacaklarına inanmalıdır. "Yeryüzünde zavallıydık" mazereti böyle bir durumda geçerlilik kazanmayacaktır.
Çaresiz kalan ve bir yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar ise, hicret etmekle yükümlü değildir. Bu geçerli mazeretleri dolayısıyla, Allah onları bağışlayacaktır.[1026]
4. Hicretin Sonuçları:
Hicret, önemli bir durumdur. Hicret edenler, yeni yurtlarında bir takım sıkıntılarla karşılaşır. Bu yüzden hicret edenleri sevme, koruma ve maddi-manevi destekleme yükümlülüğü doğar. Ayrıca, bazı durumlarda göçmenlerin sınanması gerekir. Göç edemeyenlerin de kaldıkları yerde korunması insani bir görevdir.[1027]
a. Göçmenleri Sevme, Koruma Ve Destekleme Yükümlülüğü:
Ağırlıklı olarak savaş ve barış ilişkilerini ve bunların sonuçlarını ele alan Enfal Sûresi'nin son bölümü, bu ilişkileri hicret ve sonuçları bağlamında da ele almaktan geri durmaz:
"Doğrusu, inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler ve kucak açıp yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenlerle sizin bir dostluğunuz (onları himaye göreviniz) yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olan topluluktan başkasına karşı, onlara yardım etmeniz gerekir. İnkâr edenler, birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde kargaşalık (fitne) ve büyük bozgun (fesad) çıkar. İnanıp hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara bağışlanma ve cömertçe rızık vardır. Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir. Birbirinin mirasçısı olan akraba (birbirine sıkıca bağlı müminler), Allah'ın kitabına göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah, her şeyi bilir."[1028]
Bu âyetler öbeği, görüldüğü gibi, hicretin sonuçlarını ayrıntılı biçimde ele almaktadır. Buna göre, göçmenleri veya göç etmemiş mü'minleri koruma ve destekleme yükümlülüğü vardır.
Âyetler, Öncelikle göçmenleri koruma ve destekleme yükümlülüğünü ele alır. Bu çerçevede, göçmenler "Muhacirûn", onlara kucak açıp yardım ve destek sağlayanlar ise "Ensâr" adını alır. İnanıp hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler ve muhacirlere kucak açıp yardım edenler, birbirlerinin dostu, yani müttefikidir, birbirlerine destek olurlar. Bunlar gerçekten mü'min kimselerdir. Onlara mağfiret ve bol nzık vardır.
Tarihi çağrışımı aşarak gözönüne alınması gereken Ensâr'm psikolojik durumunu şu âyet, çok veciz biçimde dile getirir:
"Daha önceden yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri bir zaruret/sıkmtı içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından (açgözlülükten) korunabilmiş kimseler, mutluluğa ereceklerdir."[1029]
Cimrilik, açgözlülük ve ihtiras, hem bu dünyada, hem de âhirette mutluluğu elde etmenin önündeki en önemli engellerdir. Ensar, işte bu engelleri aşabilen kişilerdir.[1030]
b. Göç Etmeyenleri Koruma Yükümlülüğü:
İnanıp göç etmeyenleri, göç edecekleri vakte kadar koruma yükümlülüğü yoktur. Ancak, dini inanç ve tercihlerinden ötürü zulüm ve baskı altında olurlar ve bundan kurtulmak için yardım isterlerse, ittifak ya da içişlerine karışmazlık andlaşması yapılmış olanlar dışındakilere karşı, onlara yardım eli uzatılır.
Andlaşma bulunan topluluklara karşı, İslam devletinin ya da cemaatinin, gayrimüslim yönetimlerin müslüman uyrukları lehinde silahlı yahut kuvvete başvurarak müdahalesi, mevcut andlaşmanın öngördüğü yükümlülükleri ihlali olacağından, kuvvete dayalı bir çözüme izin yoktur. Bu tür sorunların çözümü, ya iki taraf arasında yapılabilecek andlaşmalarla, ya da baskı altındaki müslümanların İslam diyarına göç etmesi yoluyla sağlanabilir.[1031]
c. Mali Ödeme Yükümlülüğü:
Muhacirlere, sevgi ve korumanın yanında, mali ödemeler de yapmak gerekir:
"İçinizde imkan ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesinler. Affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah, bağışlayan ve merhametli olandır."[1032]
Bu âyetin, kızı Hz. Aişe hakkında ortaya atılan söylentilere katıldığı için, o güne kadar destekleyip yardımda bulunduğu muhacirlerden olan yakını Mistah'a bir daha yardımda bulunmayacağına dair yemin eden Hz. Ebu Bekir'le ilgili olduğu belirtilir. Âyetin inişi üzerine Hz Ebu Bekir, Mistah'a yeniden ödeme yapmaya başladı, bundan asla vazgeçmeyeceğini belirtti.[1033] Ancak âyette kullanılan üslûp, mesajın zamanla ve kişiyle kayıtlı olmadığım gösterir. Bu bakımdan, âyetteki öğreti, tarihî şartlan aşkındır.
Bu gönüllü ödemeler yanında, devletin de elde ettiği ganimetlerden, muhacir yoksullara ödeme yapma zorunluluğu vardır:
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları; bilhassa yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır."[1034]
d. Sınama:
Hicret edenlerin iyi niyetli olup olmadıklarını öğrenmek gerekir, bunun için sözlü güvence de yeterlidir:
"Ey mü'minler! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse, onları deneyin (hicretlerinin sebebini inceleyin). Allah, onlann imanlarını çok iyi bilir. Onların mü'min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara geri çevirmeyin. Bu kadınlar, o inkarcılara helal değildir. İnkârcılann bu kadınlara verdikleri mehirleri iade edin. Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenizde bir engel yoktur. (..)"[1035]
Hicri 6. yılda yapılan Hudeybiye Andlaşması, müslümanların tarafına geçen Kureyşlilerin iadesi zorunluluğunu öngörüyordu. Kureyş, kocalarının arzusu hilafına müslüman olan ve Medine'ye hicret eden kadınlar için de bu kuralın uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Hz, Peygamber onların bu taleplerini reddetti. Dinî inançları dolayısıyla değil de, dünyevi menfaat ümidi ve endişesiyle göç edenlerin ise, iman ettikleri beyanında bulunması gerekir.[1036]
5. Hicretin Karşılığı:
İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah da bağışlar ve merhamet eder.[1037]
Allah, hem yurtlarını terkeden muhacirlerden, hem de onlara kucak açan ensardan hoşnuttur:
"İyilik yarışında önceliği kazanan (es-sâbikûne'l-evvelûn) muhacirler ve ensar ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnutturlar. Allah onlara, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur."[1038]
Evinden, Allah'a ve peygamberine hicret ederek çıkan kimse ölürse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah, bağışlar ve merhamet eder.[1039] İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlere, Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kazananlar onlardır. Rableri onlara katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez nimetler bulunan temelli ve ebedi kalacakları cennetleri müjdeler. Büyük ecir Allah katmdadır.[1040] Haksızlığa (zulme) uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret eden kimseler, dünyada güzel bir yerde yerleştirilir. Âhiret ecri ise daha büyüktür.[1041]
İnanıp hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındıranlara, bağışlanma ve bol rızık vardır.[1042] Allah yolunda hicret edenlere, sonra öldürülen veya ölenlere güzel bir rızık vardır, hoşnut olacakları yere konulurlar.[1043] Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, Allah yolunda ezaya uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin günahları (seyyiâtı) örtülecek, Allah katından bir nimet olarak, içlerinden ırmaklar akan cennetlere konulacaklardır.[1044] Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzereyken, peygambere uyan muhacirlerin, ensarın ve peygamberin tevbelerini, şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir.[1045]
6. Hicret Etmeyenler:
Geçerli bir mazeretleri olmayan ve "yeryüzünde zavallı kişilerdik" diyenlere, melekler, "Allah'ın arzı geniş değil miydi ki hicret edesiniz?" cevabını verecektir. Böylelerinin varacağı yer, kötü bir dönüş yeri olan cehennemdir. Çaresiz kalan ve yol bulamayan zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar ise bundan müstesnadır.[1046]
Hicret etmeyen münafıklar, Allah yolunda hicret etmedikçe dost edinilmez. Eğer yüzçevirirlerse, savaş hükümleri uygulamaya girer, yakalanır ve bulundukları yerde öldürülürler.[1047]
İnanıp hicret etmeyenlerle bile, hicret edene kadar, din uğrunda yardım istemeleri dışında, bir dostluk (sorumluluk) sözkonusu değildir.[1048]
[1007] Râgıp el-Isfahâni, age, 782. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 218.
[1008] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 218.
[1009] Nisa, 4/100.
[1010] Muhammed Esed age, 1/163 (126).
[1011] Ankebût, 29/16-26.
[1012] Muhammed Esed, age, 2/809 (21).
[1013] Nisa, 4/89.
[1014] Râgıb el-Isfahâni. age, 782.
[1015] Nahl, 16/41.
[1016] Hac, 22/58-59. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 218-219.
[1017] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 220.
[1018] Âli İmran, 3/195. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 220.
[1019] Bkz. Âli İmran, 3/195; İsra, 17/76-77; Haşr, 59/8. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 220.
[1020] Ne yazık ki insanlığın uzak ve yakın tarihi, bunun acı örnekleriyle doludur. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 220.
[1021] Nahl, 16/41-42.
[1022] Nahl, 16/110. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 220-221.
[1023] Âli İmran, 3/195.
[1024] Haşr, 59/8. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 221.
[1025] Nisa, 4/97-100. Ayrıca bkz. Ankebut, 29/56.
[1026] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 221-222.
[1027] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 222.
[1028] Enfal, 8/72-75. Son cümle İçin bkz. Ahzâb, 33/6.
[1029] Haşre, 59/9.
[1030] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 222-223.
[1031] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 223-224.
[1032] Nur, 24/22.
[1033] Vahidî, Esbabu Nuzûli'l-Kur'an, s. 332.
[1034] Haşr, 59/8.
Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 224.
[1035] Mümtehme, 60/10.
[1036] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 224-225.
[1037] Bakara, 2/218.
[1038] Tevbe, 9/100.
[1039] Nisa, 4/100.
[1040] Tevbe, 9/20-22.
[1041] NahI, 16/41.
[1042] Enfal, 8/74.
[1043] Hac, 22/58-59.
[1044] Âli İmran, 3/195.
[1045] Tevbe, 9/117. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 225-226.
[1046] Nisa, 4/97.
[1047] Nisa, 4/89.
[1048] Enfal, 8/72. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 226-227.