- Hicaz Ve Irak Ekollerinin Hadise Karşı Tutumları

Adsense kodları


Hicaz Ve Irak Ekollerinin Hadise Karşı Tutumları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 15 September 2011, 03:24 pm GMT +0200
4. Hicaz Ve Irak Ekollerinin Rey Ve Hadise Karşı Tutumları


 
Burada değinmek istediğimiz önemli bir husus, bilhassa ilk iki asır içe­risinde Hicaz ve Irak ekollerinin hadis karşısındaki tutumları ve reye baş­vurmadaki durumlarını açıklığa kavuşturmak ve bu konuda yaygın olan yanlış anlayışa işaret etmektir. Böylece Ebu Hanife hakkında önemli bir cerh sebebi olarak zikredilen reyi çokça kullanma keyfiyetinin sadece ona münhasır olmadığı da anlaşılmış olacaktır.

Daha önce de gördüğümüz gibi fıkhı bakımdan ashab-ı hadisin Hi­caz'da, ashab-ı reyin de Irak'ta hakim olduğunu söylemek adet olmuştur. İki medresenin varlığı tarihi bir vakıa olmakla beraber rey ve hadis ihtilali üze­rine kurulan böyle bir ayırımın en azından ilk iki asır için doğruluğunu ka­bul etmek güçtür. Zira Hicaz dışında ve hatta ashab-ı reyin hakim olduğu söylenen Irak'ın Bağdad, Küfe, Basra, Vâsit gibi şehirlerinde pek çok hadisçinin yaşamış olduğu tarihen sabittir. Bu sebepledir ki böyle bir ayırımın yanlışlığı müsteşriklerin de dikkatini çekmiş bulunmaktadır. Goldziher şöyle der:

"Umumiyetle inanılmaktadır ki Malik, Irak'ta inkişaf bulmuş olup, müntesipleri ilahiyatçıların isimlendirdikleri şekilde, reyin mutlak otorite sayıldığı nazariyatçı mektebin tam karşısındadır. Nitekim iddiaya göre Ma­lik, reyin meşruiyetini kabullenmeyi reddetmiş ve bundan dolayı da kendi Hicaz mektebi, Iraklı temayülden ayrılmış olacaktı. Fakat Malik'in temel eserinin tetkiki bizi bu noktada hataya düşmekten alıkoymaktadır. Malik, amelî hayatın ihtiyaçlarım karşılamak bahis konusu olduğu zaman -ki onun asıl hedefi işte bu idi- elde mevcut tarihî kaynakların kifayetsizliğine kani olduğunu gösterecek şekilde rey mektebinin imkânlarından oldukça faydalanmıştır. Bunun içindir ki Medine rivayetiyle icmaını eksik bulduğu haller­de kendisini müstakil kanun koyucu saymakta oldukça ehil görmektedir. Bir kelimeyle o, zaman zaman "ıraklılaşmak" (tearraka) la ayıplanacak derecede reyi kullanacaktır."

"Müslüman ilahiyatçılar onu gayet iyi tanıyorlardı. Nasıl Iraklıların re­yinden bahsediyorlarsa aynen devamlı olarak Malik'in reyinden bahsetmek­tedirler ve fiilen Muvatta'da "raeytü" (reyim, şahsi fikrim şudur ki) tabirinin geçtiği parçalan bulmak zor değildir. Hatta Malik, kendi fikrini öğrenmek isteyen müritleri tarafından "eraeyte" ibaresiyle isticvap edilmiştir ki, bu şekil sorgu muhaddislerce şiddetli şekilde yasaklanmış olup, rey mekteplerinde pek müstameldi".[153]

Schacht'ın tespiti de aynı istikamettedir. Şöyle der:

"Hadisçiler, Medi­ne'ye münhasır değildi. İslam ülkesinin bütün büyük merkezlerinde mevcut idiler. Onlar bu merkezlerde mahalli hukuk ekollerine karşı fakat yine de onlarla temas halinde olan gruplar teşkil ediyorlardı".[154]

"Hanefilerin rey ehli diye isimlendirilmesi, ancak hüküm çıkarırken re­yi çok iyi kullanmalarından ileri gelmiştir" diyen Kevserî devamla, "nerede olursa olsun, ister Irak'ta, ister Medine'de fıkhın bulunduğu her yerde rey de onunla birlikte bulunacaktır" demektedir.[155]

Kevserî, bu görüşünü teyiden, bir Hanbelî aliminden şu nakilde bulu­nur:

"Bilesin ki ehl-i rey sözü izafe edildiği yere göre, hükümlerde rey ile iç­tihat yapan herkese şamildir. Bütün İslam alimleri buna dahildir. Çünkü müçtehitlerin hepsi içtihatlarında akıl ve reye başvurmadan yapamazlar".[156] Kevserî'ye göre bu anlamda rey bütün İslam hukukçularının övülmeye layık bir niteliği olup derin bir anlayış ve kavrayışı ifade eder.[157]

İbn Hazm, Medine ehlinin kendilerini, sünnet ehli sayıp, bununla hadi­si bile kendi amellerine arz etmeyi prensip haline getirecek derecede iftihar etmelerine şiddetli bir şekilde çatarak şöyle demektedir:

"Onlar,'Medine eh­linin icmaı ile hareket ettik' diyorlar. Sonra sadece Malik'in görüşünü alı­yorlar. Aslında onlar, Hz. Ömer, oğlu Abdullah, Hz. Aişe, Said İbnü'l-Müseyyib, Kasım, Salim ve bunun gibi diğer Medine ehlinin görüşlerini en fazla terk eden insanlardır. Onlar, İbnü'l-Kasım el-Mısrî ve Sahnûn el-Ifrıkî'nin reylerini benimsemekle sadece Malik'in mukallidi olmaktadırlar. Çünkü Kasım, Malik'ten aldı. Sahnûn ise İbnu'l-Kasım yoluyla Malik'ten aldı. Mesruk, Esved ve Alkame'nin, Hz.Aişe, Ömer ve Osman'dan aldıkları­na hiçbir şekilde bakmıyorlar. Sonra da Medine ehlinin amelini aldıklarını söylemeye utanmıyorlar".[158]

İbn Hazm, Kûfe'deki tabiîlerin, Medine'de bulunan sahabilerden ilim aldıklarım ispat sadedinde, "Alkame ve Mesruk, Ömer, Osman ve Hz. Aişe'den ve yine Ata Hz. Aişe'den çok miktarda ilim almışlardır" de­mektedir. [159]

İbn Hazm, Medine ve Küfe tabiîleri arasında ilim, marifet ve adalet yö­nünden hiçbir fark olmadığını birçok örneklerle ispat etmektedir.[160]

İbn Hazm'ın da belirttiği gibi h.l. asırda her bölgede ilimle uğraşan ta­biîlerin ilim kaynağı sahabeydi ve bunun başka türlü olması da mümkün de­ğildi. O dönemde sahabeden alınan ilmin tamamına yakını ise Kur'an ve ha­dis bilgisinden ibaretti.

İbn Abdilberr, çeşitli beldelerde reyleriyle şöhret bulmuş çok sayıda tabiîye işaretle şöyle diyor:

"Nass bulamadığı zaman reyiyle içtihad edip fetva veren, asıllara kıyas eden tabiîlerden Medine ehli olanlar: Said İbnü'l-Müseyyib, Süleyman b. Yesar, Kasım b.Muhammed, Salim b. Abdillah b. Ömer, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe, Ebu Seleme b. Abdirrahman, Harice b. Zeyd, Ebu Bekr b. Abdirrahman, Urverü'bnüz-Zübeyr, Eban b. Osman, İbn Şihab, Ebu'z-Zinad, Rebia, Malik ve ashabı... Küfe ehlinden olanlar: Al­kame, Esved, Ubeyd, Şureyh el-Kâdî, Mesruk, Şâ'bî, İbrahim Nehaî, Said b.Cübeyr, Haris el-Uklî, Hakem b.Uteybe, Hammad b. Ebi Süleyman, Ebu Hanife ve ashabı, Sevrî, Hasan b.Salih, İbnü'l-Mübarek ve diğer Kûfe'li fukaha..."[161]

Her iki medresede de nass bulunmadığı zaman fetva vermekten çeki­nen ve ondan uzak duran kimseler bulunduğu gibi, rey ve kıyas yolunu ter­cih ederek fetva veren kimseler de vardı. Birinci grubun Irak'taki temsilcisi Şa'bî, ikinci grubun temsilcileri ise İbrahim ve Mücahid idi.

İsmail b. Ebi Halid şöyle naklediyor:

"Şa'bî, Ebu'd-Duhâ, İbrahim ve ashabımız mescidde toplanıyorlar ve hadis müzakere ediyorlardı. Onlardan bir fetva istendiği zaman, eğer yanlarında bir delil yoksa gözlerini İbrahim Nehaî'ye dikerlerdi".[162] Ayrıca İbrahim Nehai’nin

"Ben bir hadis işitir, ona yüz şeyi kıyas yaparım" dediği nakledilir.[163] Aynı bölgenin insanı olan Şa'bî'den ise, reyi küçümseyen ve ondan nefret ettiğini belirten birçok rivayet nakledilmiştir. Bunlardan biri şöyledir:

"Ona bir şey soruldu, yanın­da haber olmadığı için cevap vermedi. Öyleyse reyinle konuş denildi. Şöyle cevap verdi:

“Reyimi ne yapacaksın, reyime işe”.[164]

Hicaz'da da durum bundan farklı değildi. Daha önce de belirtildiği gibi Said İbnü'l-Müseyyib reyiyle fetva verenler arasında zikrediliyor, Malik'in hocası Rebia ise reyi çok kullandığından dolayı "Rebiatü'r-Rey" diye isim­lendiriliyordu. Ebıı'l-Esved'e; "Medine'de Rebia'dan sonra reyci kimdir?" di­ye sorulunca;

"Asbah'lı ğulam (yani Malik)" diye cevap verdi. İbn Rüşd'e göre ise Malik, rey ve kıyasta "emiru'l-mü'minin" idi.[165] Medine ehlinin hadisle amele önem verdiği şeklindeki yaygın kanaat, İmam Muhammed zamanında da hakim olmalı ki o, bu kanaatin yanlışlığı­na, verdiği bir örnekle işaret eder ve Medine ehline hitaben şöyle der:

"Me­selâ İbn Abbas'ın, burnu kanadığında namazdan ayrılıp abdest aldığını, son­ra konuşmadan namaza devam ettiğini rivayet ettiniz. Yine Said İbnü'l-Müseyyib'in de aynı şekilde davrandığını naklettiniz. Fakat buna göre amel etmediniz", İmam Muhammed devamla; "Bu hadisleri onların fakihi Malik b. Enes rivayet ettiği halde bu ve benzeri rivayetler nasıl terk edilir. Medine ehlinin hadisle hüküm verdiklerini iddia eden kimseye şaşarım. Onlar riva­yet ediyorlar, sonra onu açıkça rivayet harici bir şey için terk ediyorlar" de­mektedir.[166]

Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Nitekim bizzat Malik'in:

"Ben bir beşerim, hata eder ve isabet ederim. Reyime bakınız. Kitab'a ve sünnete uygun ne varsa alınız. Kitab'a ve sünnete uymayanı terk ediniz" [167] dediği rivayet edilmektedir.[168]



[153] Goldziher, Muhammedanische Studien, II (Fransızcasından Türkçeye çev. M.Said Hatîboğlu, II. 217-218); Krş.. Muslim Studies, 11,201.

[154] Joseph Schachl, İslâm Hukukuna Giriş (çev. A.Şener, M. Dağ). 45.

[155] Kevserî. Nasbu'r-Râye'nın mukaddimesi. I. 21.

[156] Age., I, 21

[157] Kevser, Nasbu'r-Râye'nin Mukaddimesi, 1, 20.

[158] İbn Hazm, el-İhkâm, IV. 206.

[159] Age., IV, 210.

[160] Age., IV, 209 vd.

[161] İbn Abdilberr, Câmi'.II, 61-62.

[162] Isfahanı. Hılye, IV, 221.

[163] İbn Abdilberr, Cami'. II, 66.

[164] İbn Sa'd, Tabakat, VI. 250.

[165] Hûlî, Malik, III. 641.

[166] Şeybâni, Kitabü'l-Hucce ala Ehli’l- Medine, I, 66-67. 68.

[167] İbn Abdilberr, Cami1, II, 32; İmanı Malik'in reyciliği konusunda ayrıca bkz. Kılıçer, 91-96; Hûlî.

Malik, III, 714-722.

[168] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 39-42