- Hicaz bölgesi

Adsense kodları


Hicaz bölgesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafiza aise
Thu 19 May 2011, 11:34 am GMT +0200
c- Hicaz Bölgesi

Genel bilgiler: İslâm Tarihi için Arap Yarımadası’nın en önemli bölgesi hiç şüphesiz Hicaz’dır. Zira İslâm dini bu bölgenin önemli şehirlerinden Mekke’de doğmuş, Medine’de gelişip yayılmıştır. Bölgenin bir diğer önemli şehri de Taif’tir. Bu bakımdan, Hicaz bölgesi tarihini ele alırken, Mekke, Medine ve Taif ile bunların çevresi üzerinde duracağız.

Mekke, dinî ve ticârî bir merkezdi. Burada bulunan Kâbe dinî bir merkez olma hüviyetini Hz. İbrahim zamanından itibaren İslâm'ın doğuşuna dek korumuştur. Buna ek olarak, Yemen’den başlayıp Akabe Körfezi'ne ulaşan ticaret yolu, Mekke ve Medine’den geçerek Akdeniz limanlarına bağlanmaktaydı. Ayrıca Mekke çevresinde yılın belli zamanlarında panayırlar kuruluyordu. İşte Kâbe’nin dinî bir merkez oluşu ve Hicaz’ın, Yemen - Suriye ticaret yolu üzerinde bulunması bölgenin önemini daha da artırmıştır.

Hicaz, Kuzey ve Güney Arabistan’ın aksine Bizanslılar veya Sâsânîler gibi güçlü devletlerin işgal maksatlı saldırılarına maruz kalmamıştır. Tarih boyunca çeşitli devletlerin Hicaz'a hâkim olma çabaları çok defa sonuçsuz kalmıştır. Bunda, arazinin dağlık, yollarının dar ve bölgeye asker sevkinin güç oluşunun etkisi vardır. Bunun yanında Hicaz, ekonomik yönden yabancıların iştahını kabartacak bir zenginliğe sahip değildi; herhangi bir işgalci devletin elde edeceği ganimet ve vergi geliri, orduya yapılacak masrafı bile karşılamayabilirdi. Dolayısıyla İslâm'ın doğduğu sıralarda Hicaz ve Necid, Arap Yarımadası'nın en önemli bölgeleri haline gelmiştir. Çünkü bu ikisinin dışında kalan bölgeler yabancı istilalarına maruz kalmıştı. Neticede Hicaz halkı, nesiller boyunca hürriyet havasını teneffüs etmiş, nesebine ve diline yabancı unsurlar karışmadan sâfiyetini koruyabilmiştir.

Mekke: Kureyş’ten Önce Mekke’nin İdaresi: Mekke’nin İslâm tarihinde ve Müslümanlar nazarında önemli yeri vardır. Hz. Peygamber burada doğmuş, büyümüş, evlenmiş, kendisine peygamberlik görevi verilmiş ve peygamberliğinin de on üç yılını burada geçirmiştir. Kâbe, Mescid-i Harâm, Safâ ve Merve adlı kutsal ve meşhur mekanlar burada bulunur. Haccın menâsikinden bir kısmının îfâ edildiği Arafât, Müzdelife ve Minâ, Mekke çevresindedir. Müslümanlar namazlarını Kâbe’ye yönelerek kılarlar. İslâm'ın beş şartından birisi olan hac, bizzat Mekke'ye gitmek suretiyle yerine getirilir.

Mekke’yi ilk olarak mesken edinenlerin Amâlika olduğu söylenir. Daha sonra buraya Güney Arabistan kökenli Cürhüm kabilesi yerleşmiştir. Cürhümlüler zamanında İbrahim Peygamber hanımı Hâcer ve oğlu İsmail ile birlikte Mekke vâdisine gelerek Kâbe'yi inşa etmiştir. Hz. İsmail burada büyümüş ve Cürhümlülerden bir kızla evlenmiştir. Aslen İbrânî olan Hz. İsmail, Yemen asıllı Cürhümlülerden Arapça öğrenmiştir. Onun neslinden, el-Arabü’l-Müsta’ribe, yani Araplaşmış Araplar denilen kuzey Arapları türemiştir. Hz. İbrahim zamanında hac ibadeti farz kılınmış ve Mekke güvenli belde olmuştur. Hz. İsmail vefatına kadar Kâbe’nin idaresini bizzat kendisi yürütmüş, ondan sonra oğlu Nâbit bu görevi üstlenmiştir. Nâbit’ten sonra Kâbe’nin idaresini ele geçiren Cürhümlüler aynı zamanda Mekke'ye de hakim olmuşlardır. Hz. İsmail’in torunları herhangi bir çekişme içine girmeksizin Cürhümlülerle birlikte yaşamaya devam etmişlerdir. Mekke İsmailoğullarına dar gelmeye başlayınca bir kısmı Arap Yarımadası'nın çeşitli bölgelerine dağılmışlardır.

Zaman geldi, Cürhümlüler Kâbe’ye saygısızlık yapmaya, Mekke'ye dışarıdan gelen ziyaretçilere zulmetmeye ve Kâbe’ye hediye edilen mallara el koymaya başladılar. Bu arada Yemen’den Mekke çevresine gelen ve Merru’z-Zahrân’a yerleşen Huzâa kabilesi, Bekir b. Abdümenât kabilesi ile birleşerek Cürhümlüleri Mekke’den uzaklaştırdı (207). Bu olaydan sonra Mekke’nin idaresi Huzâalıların eline geçti. Bu kabilenin Mekke idaresi iki yüzyıldan fazla devam etti. Bu dönemde çok önemli ve olumsuz bir gelişme yaşandı. Huzâa kabilesinin başkanı Amr b. Luhay, Hz. İbrahim’in tevhid inancını temelinden değiştiren puta tapıcılığın ve birçok putun Kâbe’ye yerleştirilmesinin öncülüğünü yaptı. Suriye’de Belkâ yakınlarındaki Maâb denilen yerden Mekke'ye put getirerek Kâbe’ye dikti. Çevrede putperestlik yayıldı. Hz. İbrahim’den kalma bazı inanç ve ibadet şekilleri de putperestlikle birlikte mevcudiyetini devam ettirdi.

Mekke’de Kureyş İdaresi: Kureyş kabilesi, Huzâalıların hakimiyeti boyunca Mekke çevresinde, akrabaları olan Kinâneoğullarının arasında dağınık bir şekilde yaşıyorlardı. Kureyş kabilesine adını veren Fihr b. Mâlik’in altıncı nesilden torunu olan Kusay b. Kilâb, Mekke ve Kâbe’nin yönetimini ele geçirdi. Kusay küçük yaşta iken babası vefat etmiş, annesi de Suriye'li bir adamla evlenmişti. Kusay'ın çocukluğu da Suriye'de annesinin yanında geçmişti. Hz. Peygamber’in beşinci göbekten dedesi olan Kusay, Mekke'ye döndü ve Huzâalıların başkanı olan Huleyl b. Hubşiyye’nin kızı Hubbâ ile evlendi. Bu evlilikten Abdüddâr, Abdüluzzâ, Abdükusay ve Abdümenâf adlı çocukları dünyaya geldi. Kusay, kayın babasının ölümünden sonra, Kâbe’nin anahtarlarını eline geçirmek istedi. Ancak Huzâalıların şiddetli muhalefeti ile karşılaştı. Sonunda Suriye’de bulunan ana bir kardeşi Rizâh’ın da yardımıyla, hacla ilgili görevleri elinde bulunduran Sûfelileri ve Kâbe hizmetlerini yürüten Huzâalıları yenilgiye uğrattı. Bundan sonra Mekke’de Huzâalıların idaresi sona erdi ve Kureyş'in hakimiyet dönemi başladı.

Kusay, idareyi eline alır almaz, daha önce Mekke çevresinde dağınık bir şekilde yarı göçebe hayatı yaşayan Kureyş kabilesini bir araya toplayarak Mekke’nin Harem bölgesine yerleştirdi. Kureyş kabilesinin boylarını Kâbe'nin etrafına inşâ edilen evlerde iskâna tabi tuttu. Kabilesini bir araya topladığından dolayı “mücemmi'” (birleştirici) ünvanını aldı. Kendi yakın akrabalarını şehrin iç kısımlarına, uzak akrabalarını da dış kısımlarına yerleştirdi. İç kısma yerleşenlere Kureyş el-Bitâh, dış taraflara yerleşenlere Kureyş ez-Zavâhir adı verilir. Bu suretle Kureyş kabilesi göçebelikten (bedevîlik) yerleşik hayata (hadarîlik) geçmiş oluyordu. Kureyş el-Bitâh, İslâmiyetin ortaya çıktığı sıralarda başlıca şu kabilelerden oluşuyordu: Hâşim, Ümeyye, Nevfel, Muttalib, Zühre, Abdüddâr, Esed, Teym, Mahzûm, Adiy ve Sehm.

Kusay, Mekke’nin idaresi ve hac hizmetlerinde bazı yenilikler yaptı; Kâbe’nin yanına, Kureyş kabilesinin önemli işlerinin görüşüldüğü Dârünnedve’yi inşâ etti. Kureyş kabilesinden her sene para toplayarak yemek hazırlamaya, hac mevsiminde hacılara, fakirlere ve yiyeceği olmayanlara Mekke’de, Mina’da ve Arafat’ta ikram etmeye başladı. Bu vazife ileride “rifâde” adıyla kurum haline gelecektir. Kusay, Kâbe avlusuna deriden bir havuz yerleştirerek şehir dışındaki kuyulardan develerle tatlı su taşımaya ve hacıların su ihtiyacını bu suretle karşılamaya başladı. Bu vazife de ileride "sikâye" adıyla kurumlaşacaktır. Ayrıca Mekke’nin çeşitli yerlerine kuyular kazdırdı. "Hicâbe" ve "sidâne" adıyla bilinen Kâbe’nin perdedarlığı, bakımı ve anahtarlarının muhafazası görevini elde etti. "Livâ" adı verilen Kureyş'in bayrağını taşıma imtiyazını üstlendi.

480 yılı civarında vefat eden Kusay, vefatından önce üzerindeki görevleri oğlu Abdüddâr’a vasiyet etti. Ancak Kusay'ın torunları arasında bu görevler yüzünden ihtilaf çıktı. Abdümenâfoğulları olan Hâşim, Abdüşems, Nevfel ve Muttalib, o sıralarda Kureyş ticaretini geliştirerek uluslararası boyutlara ulaştırmışlar, bu suretle hem çevre ülkelerin hükümdarları ve hem de Araplar nezdinde şöhret kazanmışlardı. Bu dört kardeş, Abdüddâroğullarının elinde bulunan ve Kusay’dan intikal eden Hicâbe, Rifâde, Sikâye, Livâ ve Dârünnedve’yi ele geçirmek istediler. Sonuçta Kureyş ikiye bölündü. Esed, Zühre, Hâris ve Teymoğulları, Abdümenâfoğullarını desteklediler. Bunlar birbirinden ayrılmamak ve ittifak kurdukları kabileleri yalnız bırakmamak üzere Mescid-i Haram’da kokulu su dolu bir kazana ellerini batırıp, sonra da Kâbe’ye sürerek yemin ettiler. Bunun için kendilerine “Mutayyebûn” (koku sürülmüşler) denildi. Hz. Peygamber’in kabilesi olan Hâşimoğulları da Mutayyebûn’a dahildi.

Öte yandan Sehm, Cumah, Adiy ve Mahzûmoğulları, Abdüddâroğullarıyla ittifak kurdular. Bunlar da, birbirinden ayrılmamak ve müttefiklerini yalnız bırakmamak üzere Kâbe’nin önünde yemin ettiler. O nedenle kendilerine “Ahlâf” (müttefikler) denildi. Mutayyebûn ve Ahlâf grupları, birbirlerinin kökünü kazıyıncaya kadar savaşmaya karar verdiler. Fakat sonunda barış gerçekleşti. Buna göre Hicâbe, Livâ ve Nedve ‘nin eskiden olduğu gibi Abdüddâroğullarının elinde kalması, rifâde ve sikâyenin ise Abdümenâfoğullarına verilmesi kararlaştırıldı. Rifâde ve sikâyeyi Hz. Peygamber’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf üstlendi. Her iki taraf da yaptıkları bu antlaşmayı hiç bozmadan İslâm'ın ortaya çıkışına kadar devam ettirdiler. Kusay'ın ihdas ettiği görevlerden rifâde ve sikâye İslâm'ın doğduğu sırada Hâşimoğullarının; livâ, nedve ve hicâbe, Abdüddâroğullarının; Kusay’dan itibaren nesilden nesile intikal eden ordu komutanlığı görevi ise Ümeyyeoğullarının elinde bulunuyordu.

Kusay'ın vefatından İslâm'ın doğuşuna kadar yaklaşık bir buçuk asır kadar bir süre geçmiştir. Bu zaman zarfında Mekke’nin idaresiyle ilgili olarak yeni görevlere ihtiyaç duyulması sebebiyle Kusay'ın ihdas ettiği görevlere zamanla yenilerinin eklendiği görülmektedir. İslâm'ın doğduğu sırada Mekke’nin idaresi ile ilgili on iki kadar görev göze çarpmaktadır. Bu görevler ve görevleri yürüten kabileler şunlardır: Rifâde: Mekkelilerden para toplayıp fakir hacılara yemek vermek; bu görev Hâşimoğullarının elinde idi. Sikâye: Hacıların su ihtiyacının karşılanması; bu görev de Hâşimoğullarının elinde idi ve son olarak Abbas b. Abdülmuttalib tarafından yürütülüyordu. Nedve: Mekke’nin ve Kureyş kabilesinin önemli işlerinin görüşüldüğü Dârunnedve’deki başkanlık görevidir. Bu, Abdüddâroğullarının elinde idi ve Nedve adı verilen kurul burada toplanırdı. Nikah merasimleri burada yapılır, erkek çocuklar burada sünnet edilirdi. Ordu komutanları savaşa çıkarken sancağı buradan alırlardı. Barış zamanında sancak meclis salonunda muhafaza edilirdi. Hicâbe (Sidâne): Ka’be’nin perdedarlığı, bakımı ve anahtarının muhafazasıdır. Abdüddâroğullarından Osman b. Talha’da idi. Livâ: Kureyş'in bayrağını taşıma imtiyazıdır. Abdüddâroğullarında idi. Ukâb: Kartal veya karakuş manasına gelen Ukâb, Kureyş'in sancağı idi. Savaş sırasında ortaya çıkarılır ve onu ordu komutanı taşırdı. Eşnak: Diyetlerin ödenmesi ve zararların tespiti görevidir. Teymoğullarının elinde olan bu görevi Hz. Ebû Bekir yerine getiriyordu. Kubbe ve E’inne: Kubbe, savaş zamanında bir çadırın kurulması ve Kureyşlilerin orduyu techiz için getirdikleri savaş malzemelerini ve paraları burada toplama görevidir. E’inne ise savaşta Kureyş ordusundaki süvari birliğine kumandanlık yapmaktır. Bu ikisi Mahzumoğullarından Halid b. Velid’in uhdesinde idi. Sifâret: Kureyş'in yabancılar nezdinde temsil edilmesi. Adiy kabilesinin elinde olan bu görevi Ömer b. Hattab yürütüyordu. Eysâr: Bir işe başlamadan önce “Ezlâm” adı verilen oklarla bir çeşit kumar oynamak ve fala bakmak. Cumah’tan Safvân b. Ümeyye bu işe bakıyordu. Meşûra veya Meşveret: Kureyş kabile reislerinin bir işe karar vermeden önce bu işe bakan kimseyle istişare etmeleridir. Esed’den Yezîd b. Zem’a bu görevi yürütüyordu. Hukûme veya Emvâl-i Muhaccere: Bu görev putlara sunulmuş olan malların saklanmasıdır. Sehmoğullarından Hâris b. Kays buna bakıyordu.[11]

İslâm’ın doğuşundan kısa bir süre önce Mekke'de, Bizans İmparatorluğuna bağlı bir krallık kurma teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bizans İmparatoru Jüstinyen, Kureyş'in Esed kolundan olan ve Hristiyanlığı kabul eden Osman b. Huveyris'e bir taç vermiş; ayrıca eline kendisini Mekke kralı tayin ettiğini içeren bir de mektup vermişti. İmparator mektupta Mekkelilerden Osman b. Huveyris'i kral olarak tanımalarını ve kendisine vergi vermelerini istemişti. Jüstinyen'in mektubu ve tacıyla Mekke'ye gelen Osman b. Huveyris, Kureyş kabilesini toplayarak durumu iletmişti. Ancak bizzat kendi ailesinin ileri gelenleri "Mekke'nin özgürlüğe alışmış halkı kendilerinin bir kral tarafından idare edilmesine asla razı olmazlar" diyerek karşı çıkmışlardı. Dolayısıyla imparatorun isteği reddedilmişti. Çünkü bu istek kabul edilseydi, Kureyş'in, Bizansla o dönemde çekişme halinde bulunan İran'la ticârî ilişkileri tehlikeye düşebilirdi. İmparatorun isteğinin yerine getirilmemesi üzerine Bizanslılar Suriye'ye giden Kureyş tüccarını rahatsız etmeye ve hatta tutuklamaya başlamışlardır. Fakat bu baskılar da sonucu değiştirmemiştir.

Mekke’nin ve Kureyş kabilesinin siyâsî tarihinde önemli yer tutan ve Hz. Muhammed (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken meydana gelen Ficâr Savaşları ile, Hilfülfudûl Antlaşması'nı Hz. Peygamber’in gençliğini işlerken ele alacağımız için burada bu iki konu üzerinde durmayacağız.

Yesrib (Medine): Hz. Peygamber buraya hicret ettikten sonra Medine adını alan Yesrib’in eski sakinleri Amâlika kavmi idi. Amâlika dağıldıktan sonra, m. ö. VI. yüzyılın başlarında Bâbil Kralı Buhtunnasr’ın Kudüs’ü işgal edip oradaki Yahudileri Bâbil’e götürdüğü sırada kaçıp kurtulan bazı Yahudiler Hicaz bölgesine giderek Hayber, Vâdi’l-Kurâ, Fedek ve Yesrib’e yerleştiler. Hristiyanlığın Suriye’de yayılmasından sonra Romalıların sıkı takibine uğrayan Suriye ve Filistin Yahudilerinden bazıları da Hicaz’a göç ettiler. Yesrib’e yerleşenler Benî Kurayza, Benî Nadîr ve Benî Kaynukâ' adlı Yahudi kabileleridir. Hicaz’a yerleşen Yahudiler Arap kabile geleneğini benimsediler ve Arap isimlerini aldılar. Bunlar ziraat, ticaret, kuyumculuk, demircilik, dokumacılık, silah ve zirâî alet imalatı ile meşgul oluyorlardı. Yahudiler, Araplar gibi özel mahallelerde ikamet ediyorlardı. Bu arada Yemen’de Me’rib Barajı'nın yıkılması üzerine muhtemelen II. veya III. yüzyılda kuzeye göç eden güney Araplarından Ezd kabilesinin iki kolu olan Evs ve Hazrec Yesrib’e yerleştiler. Abdüleşheloğulları Evs’in, Neccâroğulları da Hazrec’in İslâm'ın doğduğu sırada meşhur olan kollarındandır.[12]

Tâif: Mekke’nin yaklaşık yüz yirmi kilometre güneydoğusunda bulunan Tâif’te Sakîf kabilesi oturuyordu. Havası serin olduğu için Mekkelilerin sayfiye merkezi idi. Ayrıca Ebû Uhayha, Utbe ve Şeybe b. Rebîa, Abbas b. Abdülmuttalib gibi pek çok Kureyşlinin orada arazileri ve üzüm bağları vardı. Sakîf kabilesi ziraat ve ticaretle meşgul oluyordu. Tâif, kuru üzüm, deri sanayi ve şarap üretimi ile meşhurdur. Bağcılığın yanında arıcılık da yapılıyordu. Başta Ebû Süfyan olmak üzere Kureyş tacirleri Tâif’te üretilen malları Arap Yarımadası dışına ihraç ederlerdi.

Görüldüğü gibi İslâm'ın doğduğu sırada Hicaz'da siyâsî bir birlik ve merkezî bir otorite mevcut değildi. Sosyal düzeni sağlamada kabileler ve gruplar arasındaki güç dengesinin, kan bağına dayalı üniter yapının, gelenek ve örfün, hakemlerin, kabile meclis ve başkanlarının, şehir eşrâfının önemli yeri vardı.[13]


11. Ezrakî, Ahbâru Mekke, Mekke, 1352, 1357; İbn Habîb, el-Munammak fî Ahbâri Kureyş, tah.Hurşid Ahmed Fârık, Haydarâbâd 1964; Corci Zeydan, el-Arab, s. 275-280; Cevad Ali, IV, 5-127; W. M. Watt, "Kuraysh", Eİ2, V, 434-435; Mustafa Fayda, Halid b. Velid, İstanbul 1990,s. 21 vd.; İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, Ankara 1997, s. 33-68.

12. Cevad Ali, IV, 128-142.

13. Cevad Ali, IV, 142-157.

Kevšer
Wed 26 August 2015, 08:37 pm GMT +0200
  Paylaşım için Rabbim Razı olsun inşaAllah kardeşim.Bu güzel bilgileri öğrenmemize vesile oluyorsunuz.

ikranur 7d
Wed 26 August 2015, 08:52 pm GMT +0200
çok güzel bir paylaşım olmuş. başka bir bilgi öğrenmemize vesile oldunuz. Allah (c.c.) razı olsun.

mevlüde06
Fri 28 August 2015, 01:24 pm GMT +0200
Hicazın coğrafi ,sosyal,ekonomik ve siyasi yapısını da öğrenmiş olduk..
Ve İslam dini için önemini ..
Allah razı olsun paylaşımınız için

[Muhammed]
Sat 5 September 2015, 12:59 pm GMT +0200
Ve Alleykümselam Ve Rahmetullah Ve Berekatuh...Konu çok ayrıntılı anlatılmış.Rabbim c.c razı olsun İnşaAllah yeni bilgiler öğrenmemize vesile oldupunuz için.Allah c.c razı olsun İnşaAllah...

halim
Sat 12 September 2015, 11:17 pm GMT +0200
Esselamu aleykum ; İnşaallah hicaz bölgesine gidip oradaki mübarek mekanları görür manevi havasını teneffüs edenlerden olmak duasıyla...

Allah razı olsun

admin
Sat 3 December 2016, 07:36 pm GMT +0200
Maşallah beğenerek okuduğum bu konu çok güzeldi Allah c.c razo olsun