- Hicap ve inat

Adsense kodları


Hicap ve inat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ayten
Sat 30 May 2009, 10:19 pm GMT +0200
Hicap ve inat


Tesettürü, hep hukuk ve siyaset parantezinde tartışıyoruz. Fakat konuyu inanca saygı kavramı içinde tutmak, o nispette önceliğe sahiptir. Ne var ki, örtüyü inanç gereği hak kabul etmeyenler, yasakçı tavrı ısrarla sürdürüyor. Klişeleşmiş “ilke ve inkılap” sömürüsü, tesettür serbestliğinin önünü kesmede klasik bir tehdit aracı olarak kullanılmaya devam ediyor.
Hak ve hukuk kaygısı taşımadan resmî ideolojinin gölgesinde yasakçılığa sığınmak, dünden bugüne bazı çevreler için gerilim rantı yüksek bir meta haline getirilmiştir. Bu yüzden dinî otoriteler, “Tesettür inancın gereğidir” demiş olsalar da ibadet ve ubudiyet kavramları, yasağı sona erdirmede şu ana kadar belirleyici olmadı.
Görüldüğü kadarıyla örtü yasağından yana olanların dünyasında, hicap yani örtü gibi Kur’anî bir vecibe yer bulmuyor. Hatta o kadar ki, siyasetçi bir muhalefet lideri “Tesettür imanın ve ibadetin şartları arasında var mı?” diyebilmektedir. O ve onun gibiler kendi dünyalarında bulunmayan bu dinî yükümlülüğü, keyifleri öyle istediği için,   “yok” haline getirmekte hiç zorlanmıyorlar. Toplumun yüzde sekseninin tesettür serbestliğinden yana olması da onları hiç ilgilendirmiyor. İnanan insanın hâlinden hiç mi hiç anlamıyorlar.

Tesettüre ilk itiraz Batı’dan
Tesettür tartışmasının toplumsal hafızamızda yaklaşık bir asırlık geçmişi var. Tesettüre ilk itirazın Batı’dan geldiğini belki çoğumuz bilmiyor. Batılı bazı odaklar geçmişte tesettür aleyhine zihinlerde bir yasak ve utanç tabusu oluşturmaya ayrı bir önem verdiler. 19. asır sonu ve 20. asır başında bazı aydınlar,  Batı’nın din aleyhindeki bu telkinlerinden oldukça etkilendiler. Bunun sonucunda dinden ve dindardan “ar” eden aydın tipi belirmeye başlamıştır. Dinî değerlerle kendi arasına mesafe koyan bu Batıcı çevreler, bazen doğrudan doğruya dine saldırmak cüretini kendisinde bulmuş, bazen de dolaylı saldırı yollarının arayışında olmuştur. Kur’an’a çöl kanunu denilmesinden tutunuz, dindarlığın, sanat ve edebiyat alanında alay konusu yapılmasına varıncaya kadar her vesile kullanılmıştır. Dayanağı Kur’an’da bulunan tesettür vecibesinin yaklaşık bir asırdır tartışma hedefinde tutulması, Batıcı aydın tipinin inançlara hasım ve hicapsız kimliği ile yakından ilgilidir. Merhum Akif’in “Bacımın namusu batıyor rezilin gözüne” ifadesi bu kimliğin şiirsel teşhisidir.
Düne kadar tesettürü eleştiren Batı kamuoyunun önemli bir kesimi, bugün tesettürün bir insan hakkı olduğunu söyleyecek noktaya geldi. Örtüyü yasaklamanın kendi kriterleri açısından bir hak ihlali olduğunu hiç komplekse kapılmadan seslendirebiliyorlar. Fakat “inkılap” dersini Batı’dan aldığını söyleyen bizim bazı  aydınlarımızda hak saygısına doğru bir değişimin belirtisi henüz görünmüyor. Hâlâ tek tip düşüncenin tezgâhında dokunmuş, vesayet altında bir toplum tasavvurundan öteye geçebilmiş değiller. Toplumun bin yıllık değerlerine yasak getirerek milleti bölmeye çalıştıkları yetmiyormuş gibi, “örtü yasağı kalkarsa bölüneceğimiz”  korkusunu salmaya çalışıyorlar. Hâlbuki insanların örtülü veya açık olarak aynı evde, aynı sokakta, aynı mahallede, aynı iş yerinde, aynı okulda yan yana barış içindeki birlikteliği toplumsal gerçeğimizdir. Bu barış ve dayanışma tablosu, dünden bugüne, bugünden yarına en büyük güvencemizdir. Yasaktan yana olanlar bu gerçeği görmekte ve kabulde, nedense zorlanıyorlar.
Yasakçı yüzde yirmi azınlığın, yüzde seksen karşısındaki bu inadı acaba nasıl açıklanmalı? Örtü yasağından yana olmakla ne kazanacaklar? Acaba din bunlara hiç lazım değil mi? Yasakçılıklarını rasyonelleştirebilirler. Acaba, kendileriyle baş başa kaldıkları zaman vicdanları aynı şeyi söyleyebilir mi? Muhakkak vicdanları yalan söylemeyecek, insaniyet damarı kurumamışlara, yasaktan yana olmakla yanlış yaptıklarını devamlı hatırlatacaktır.

Tesettür itirazlarına ilk cevap Bediüzzaman’dan
Örtünme vecibesini yerine getirmek isteyenler üzerinde bir asırdır korkutma ve saldırılar hiç eksik olmadı. Örtünmeyi dinî ve ahlakî bir vecibe kabul edenler, ağır faturalar ödeseler de, inançlarını yaşamaktan hiç vazgeçmediler. Bu konuda 20. asrın ilk yıllarından itibaren kendisini öne atanların başında, şüphesiz Bediüzzaman Said Nursî gelir. O, 1918’lerde Genelkurmay’ın kontenjanından tayin edildiği, devrin İslam Akademisi konumundaki Darü’l-Hikmet-i İslamiye üyesi iken Batı’dan gelen tesettür itirazlarına cevap vermek zorunda kalmıştı. Onun Cumhuriyet öncesi ve Batı kaynaklı örtü karşıtlığına verdiği cevaplar, ne gariptir ki, 1930’lu yıllarda önüne davalık suç sebebi olarak konuldu ve mahkûmiyetle sonuçlandı. İdam talebiyle 1935‘te çıkarıldığı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde  “tesettüre taraftarlık” suçlamasına karşı şunları söylüyordu:
 “Bu risalenin (Tesettür Risalesi) aslı, başta Doktor Abdullah Cevdet olarak Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına tesettür ayetine ettikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir. Böyle bir cevab-ı ilmî, değil bundan on beş sene evvel, her zaman takdirle karşılanır. Bu hürriyet-i ilmiyeyi, elbette hürriyetperver bir hükümet-i Cumhuriye tahdit etmez.”
Bediüzzaman’ın genelde iman hizmeti, özelde tesettür serbestliği yolunda verdiği mücadele yüzünden şahsen maruz kaldığı baskı ve saldırılar, adeta yakın tarihin tarifidir. Dünü ve bugünü daha iyi anlamamız için onun bu konuda söyledikleri, önemli bir kaynaktır. Ahzap Suresi’nin  59. ayeti, “tesettürü emrediyor” dediği için bir defa  hüküm yemiş olmasına rağmen, sonradan açılan ve beratla sonuçlanan davaların iddianamesinde ”tesettür taraftarı olduğu” iddiası, temel suçlamalardan birisi olarak hep yer almıştır.

“Gardrop devrimi”, vatandaşa dayatılıyor
Tesettür başta olmak üzere, insanların nasıl giyineceğini belirlemek, Cumhuriyet yönetimlerinin önceliklerinden birisi oldu. İnsanın giyim şeklini belirlemek sözde medeniliğin ölçüsü ve göstergesi olarak algılandı. Bu vesayetçi anlayış, sonradan “gardrop devrimi” adıyla eleştirilse de hukuk eliyle vatandaşa dayatılmıştır. Hâlen de dayatılmak isteniyor. Hâlbuki bu toplumun insanı, bu zihniyetten hiçbir zaman hazzetmedi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında jandarma ile sokaktaki kadının örtüsüne uzanan kamusal el, otuz yıldan beri üniversite kapısında yasak kıyafete karşı nöbet tutuyor. Rüştünü doldurmuş genç kızlar, vesayetçi yönetim sebebiyle otuz yıldan bu yana üniversiteye giremiyor, eğitim hakları gasp ediliyor. Hiçbir laik ülkede bu uygulama yok. Batı üniversiteleri, tesettüre yasak koymadığı gibi, yasak lafını etme ihtiyacını bile duymuyor. Tahsil için kapısına giden her tesettürlüye eğitim kapısını, hiç itirazsız ardına kadar açıyor. Bizde ise, dayanağını inançlarda bulan örtünme vecibesi, pervasızca “inkâra” ve “itiraza” uğruyor.
Tesettüre taraftar olanla karşı çıkanın buluşacağı ortak nokta, laikliğin de gereği olan “din ve vicdan hürriyeti”dir. Dün bu hürriyete nasıl ihtiyaç var idiyse, bugün de var. Medenî toplum düzeyine, tek taraflı dayatmayla değil, özgürlüğe karşılıklı saygı ile ulaşılabilir.
Bir milletin meclisinde değişik partilerden parlamenterlerin yüzde sekseni tarafından kabul edilen bir özgürlük düzenlemesine karşı çıkarak yasağın sürmesinin yollarını aramak, demokratlık değildir, medenilik hiç değildir. Bu hâl, olsa olsa, azınlığın dikta arayışıdır. Siyasî genetikleri diktaya odaklı olanların tavrıdır. Kendileri dışında kalanlar için özgürlüğe tahammülsüzlerin tavrıdır. Bu diktacı azınlığın ikbali hep baskıdan beslendi. Hatta her fırsatta kendi insanını aşağılamaktan zevk aldı. İslamî kimliği hatırlatan her şey, onların keyfini bozdu ve bozuyor. Onun için millete uygun gördükler şey, “sopa”yı gösterip korku salmaktır. Hâlâ aynı işi yapıyorlar. Yasakçılar, ne yaptılarsa, hepsini milletin iyiliği için yaptıklarına inandılar ve bizim de kendilerine inanmamızı bekliyorlar. Tıpkı Hindistan’a “medeniyet” götürdüğünü iddia eden sömürgecilerin Hint halkından beklediği gibi...

cerendemir
Mon 7 October 2013, 12:32 am GMT +0200
At gözüyle bakıp inanan insanların savundukları şeyden vazgeçmeleri çok zordur.Ama Rabbim eğer onların kalp gözünü açarsa her şey değişir inşallah.

halim
Sat 5 September 2015, 12:21 am GMT +0200
Esselamu aleykum; Allah mazlumun her daim yanında zorluğu verse bile ardından bir kolaylık geliyor.İnşaallah bugün onu elde kardeşlerimiz ilerde daha hayırlı yerlere geleceklerdir inşaallah.

Allah razı olsun

Zehra.hunerli
Thu 4 October 2018, 12:35 pm GMT +0200
Rabbim hakkiyla tesetturu yasamayi bizlere nasip etsin gecmise kiyasla ortuye deger veriliyor cok sukur ..ama tesettur ne kadar hakkiyla yaşanıyor orasi ...Rabbim eksiklerimizi tamamlamayi nasip etsin...ins ...Amin

Bilal2009
Thu 4 October 2018, 01:12 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim her Müslüman erkek ve kadına insanın zaten fıtratında olan tesettürü nasip eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun

Fatma6969
Thu 4 October 2018, 06:22 pm GMT +0200
Tesettürü laf olsun diye değil Allah’ın emri diye uygulayıp savunanlardan olabilmek duasıyla...

Sevgi.
Thu 4 October 2018, 11:43 pm GMT +0200
Aleyküm Selâm. Tesettür sadece kapanmaktan ibaret diğildir. Öncelikle bunun bilincinde olmamız gerekir. Tesettür ilk kalpte başlamalı Rabbimizin yasak buyurduğu her ne varsa uzak durmak için. Zaten kalpte bu bilinç oluşursa gerisi Allah Kerim... Rabbim bizlerie hakkıyla her haliyle tesettüre girenlerden eylesin inşaAllah. Amin Ecmăin 🌸
Bilgiler için Allah Razı olsun