rray
neslinur
Sun 7 February 2010, 10:22 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Hibe
HİBEDEN RÜCÛ BABI
MÜTEFERRİK MESELELER FASLI
HİBE KİTABI
METİN
Hibe bahsinin ariyet bahsinden sonra gelmesinin sebebi açıktır.
Hibe, sözlükte; mâlik olsun, olmasın, bir diğerine yardım ve ihsan-da bulunmaktır.
Bir terim olarak hibe, bir şeyi meccânen, ivazsız (karşılıksız) olarak bir başkasına temlik etmektir.
İvazsızlık hibenin şartı değildir.
Bir kimse diğerine, birisinin üzerindeki alacağını temlik ederek kab-zını emrederse, geçerli olur.
Çünkü bu temlik nesnenin hibesine rücû eder.
Hibenin sebebi, hibe edenin hayrı irade etmesidir. Hayrı irade eden kimse sevgi ve güzel sena gibi
dünyevi bir karşılık göreceği gibi, hüsnü niyetli olduğu takdirde, uhrevî karşılıklar da görür.
İmam Ebû Mansûr şöyle der: «Müminin çocuğuna tevhid ve imanı öğretmesi nasıl vecibse, ona
iyiliği ve cömertliği öğretmesi de öyle vacip-tir. Zira her hatanın başı dünya sevgisidir.» Nihâye.
Hibe mendûbtur. Kabulü ise sünnettir. Resûlulah (S.A.V.), «Birbirinizi sevmeniz için hediyeler
veriniz.» buyurmuştur.
Hibe yapan kimsede bulunması gereken sıhhat şartı âkil, bulûğ ve mülktür. O halde çocuğun,
mükâteb de olsa kölenirv hibesi geçerli de-ğildir.
Hibe edilen şeyde bulunması gereken sıhhat şartı ise, taksimi ka-bil olan şeylerde muşa (ortak)
olmaması, makbuz (kabza müsait) ve başkasından ayrılmış olması ve ileride açıklanacağı üzere
başkasıyla meşgul olmamasıdır.
Hibenin rüknü, ileride açıklanacağı gibi icâb ve kabuldür.
Hibenin hükmü ise. hibe olunan şahsa lüzum ifade etmeyen mülkün sübutudur. Çünkü hibe edenin
hibeden dönme ve fesih hakkı vardır.
Hibede muhayyerlik şartı yoktur. Fakat hibe eden kimse hibe ettiği kimseye muhayyerliği şart koşar
ve o da birbirlerinden ayrılmadan önce o şartı kabul ederse, hibe geçerli olur.
Bu tabirin muktezasınca muhayyerlik şartı ile hibe yapılsa, hibe geçerli, şart batıldır. Halbuki gerçek
böyle değildir. Eğer böyle olmuş olsaydı, hibe olunan kimsenin ihtiyerı meclis ile takyit edilmezdi.
Öyleyse doğrusu şöyle demesiydi: «Hibenin sahih olmaması muhayyerlik şartı iledir.» Ayrıca ibra
meselesinde teşbih edatı olan «keza»yı atmalıydı. Çünkü muhayyerlik şartıyla yapılan ibrada ibra
sahih, şart batıldır. T. Şu kadarı var ki, ibra meselesinde iki görüş vardır. Birisi ibranın sahih, şartın
batıl olması, ikincisi ise, ibranın da batıl olmasıdır. Şarihin burada ikinci rivayeti kabul ettiğini
sanıyoruz.
Vâhib (hibe eden) hibe olunan kimsenin zimmetindeki hibenin da-vasından muhayyerlik şartı ile
ibra ederse, ibrası geçerli olur. Ancak koş-muş olduğu muhayyerlik şartı bâtıldır. Hülâsa.
Fasit şartlarla hibenin bâtıl olmaması da hibenin hükümlerindendir. O halde kölenin azad edilmesi
kaydıyla birşey hibe edilmesi halinde hibe geçerli şart bâtıldır.
Hibe, «sana hibe ettim», «Sana verdim.», «Şu yemeği sana yedirdim» gibi icâb sözleriyle, bu sözler
şaka yollu söylense bile, geçerlidir. Fakat, «Sana tarlamı yedirdim» dese, bunun aksine ariyet olur.
Bu sözle ancak tarlanın gelirini bağışlamış sayılır. Bahır.
Hibe, «Bu cariyenin fercini sana hibe ettim.» gibi kendisiyle hibe edi-len şeyin bütünü kastedilen
parçanın hibesiyle de, «O şeyi senin için kıldım.» demekle de geçerli olur. Fakat. «Bu şeyi senin
ismine kıldım.» veya «Bu cariyeyi sana helâl kıldım.» demekle öncekinin aksine hibe olmaz. Ama
eğer bunlardan önce hibeyi ifade edecek bir söz varsa, bun-larla da hibe geçerli olur. Hülâsa.
İZAH
«Sebebi açıktır ilh...» Çünkü hibeden önce açıklanan ariyet bir şe-yin menfaatinin karşılıksız
temlikidir. Hibe ise şeyin kendisinin karşılıksız olarak temlik edilmesidir.
«Meccânen ilh...» İbni Kemal vasiyetin hibe tarifinin dışında kalması için bu ifadeye «halen»
kelimesini ekleyerek, «Bir aynı meccânen ve pe-şinen temlik etmektir.» demiştir. Çünkü vasiyet de
bir şeyi bir kimseye mec-cânen temliktir. Ancak bu temlik! peşin olarak değil, gelecek için
yapıl-maktadır.
«İvazsız ilh...» Yani ivaz şartı kılınmadan. O halde burada, «şart» ke-limesi düşürülmüştür.
Musannıf da Kenz´de olduğu gibi, «meccânen» kelimesi yerine, «İvazsız» deseydi, ifade daha açık
olurdu. Zira meccâ-nen kelimesinin anlamı da karşılıksız demektir. Yoksa meccânen ifade-si, ivazın
şart olmaması anlamına gelmemektedir.
Ebussuud gibi Hâmevî de buna itiraz ederek, «İvazsız kelimesi, ivazın şart olmadığına delildir.
Çünkü ivaz şartıyla hibe, ıvazsızlığı şart koş-mayı nakzeder. Bu yüzden, ikisi bir araya nasıl
getirilir.» demiştir. O hal-de Musannifin bu yanlış ifadesiyle maksat tamamlanmamaktadır. Çünkü
burada maksat tarifin hem ivazsız, hem de ivazlı hibeyi kapsamasıdır. Azmiye´de de dikkat çekildiği
gibi, eğer bu kastedilmezse, ivazlı hibenin tariften çıkması gerekir.
Ben derim ki: Gerçek şudur ki, eğer, «bilâ ivaz (ivazsız)» tabirinin üzerindeki «ba» harfi cerri
mülâbese anlamına alınır, hazfedilen bir vas-fa ait kılınarak temlik kelimesine hâl yapılırsa, o zaman
zikredilen mah-zur ortaya çıkar. Fakat eğer o hazfedilen vasfı hâl yapmayıp ikinci ha-ber yapılırsa, o
zaman o mahzur ortaya çıkmaz. O zaman mânâ şöyle olur: Hibe, satım akdi ile kira akdinin aksine
ivaz şartı olmadan bir ayn´ın temlikidir. Bu durumda zikredilen itirazlar vârid olamaz.
«İvazsızlık hibenin şartı değildir ilh...» İvazlık hibenin şartı olsaydı, bu tarif ivazlı hibeyi içine
almazdı. H.
«Alacağını temkîl ederek ilh...» Bu söz takdir olunan bir sorunun cevabıdır. Şöyle ki, Musannıfın
«ayn» kelimesi ile kayıtlaması, borçlusu olmayan bir kimsenin alacağını bir başkasına hibe yoluyla
temlik et-mesini, sahih olduğu halde, hibenin tarifi dışında bırakmaktadır. Çünkü, alacak ayn
değildir. İşte Musannıf bu mukadder soruya bu ifade ile cevab vermektedir. Yani taraftaki ayn hem
peşin aynı, hem de gelecekteki aynı içine almaktadır. O halde bir diğerinin üzerindeki alacağını
borçlu-suna değil, bir başkasına temlik ettiğinde, ayn olması bile kabzettiği an ayn olur.
Fuzalâ´dan bazılarına göre bundan dolayıdır ki, başkasının üzerin-deki alacağını temlik etmek
ancak kabzla tamamlanır. Kabzdan önce hi-be eden dönebilir veya kabzdan men edebilir. Çünkü
onun kabzı ancak mâlikin niyabeti ile mümkündür. İşte «Hibe edilen kimse, hibe edileni
kabzetmeden hibe eden ölürse» meselesi bu görüş üzerine bina edilmektedir. Düşün.
Bu meselede bir diğerine temlik edilen alacağın kabz emri aynı mec-liste mi verilmelidir, yoksa
daha sonra mı? Açık olan, hibe ettiği mecliste vermesidir.
Adam alacağını borçlusuna hibe ederse, bundan geriye dönemez. Çünkü bu temlik mecazen
ibradır. Mecazi olan birşey de nakzedilemez. Allâhu teâlâ en iyisini bilir.
«Sahih olur ilh...» O adam parasının alınması hususunda mâlikin vekili gibi olur.
Bahır´da, Muhit´ten naklen şöyle denilmiştir: «Birisi diğeri üzerinde-ki alacağını bir başkasına hibe
ederek kabzını emretse, o da alacağı kabzetse, bu hibe istihsânen caizdir. O halde kabzeden adam
alacağı mâlikin yerine ve niyabet hükmü ile kabzediyor, sonra da hibe hükmüy-le kendi nefsi için
kabzetmiş oluyor. Eğer hibe eden kabzı için izin ver-mezse, kabzetmesi caiz olmaz.»
Ebussuud da, Hâmevî´den naklen şöyle der: «Bu ifadeden anlaşılı-yor ki, insanın kendisi için
dondurulmuş bir alacağını onun izinsiz olarak alınmasından sonra, kabza için vermedikçe, bir
diğerine hibe yoluyla tem-lik etmesi geçerli değildir. Ama eğer kabza izin verirse geçerli olur. Bu bir
fetva hadisesidir.»
Eşbâh´ta da böyle bir temlikin geçerli olduğu söylenmiştir. O za-man hibe edilen şahıs önce
müvekkil adına alıyor, sonra da kendisi için. Bu ifadenin gereği, kabzdan önce onu alacağı
kabzetmekten azledebilmesidir.
«İmam şöyle der ilh...» İmam Ebû Mansur´un bu sözü hibenin uhrevi kısmını beyan etmektedir.
«Mükateb de olsa ilh...» Mükâtebin dışındaki müdebber, Ümmü´l-Veled ve yarı köle olan köleler de
öncelikle hibe yapamazlar.
«Sıhhat şartı ilh...» Yani sıhhat üzere devam etmesi izahı ileride gelecektir.
«Makbuz ilh...» Birisi incisini kaybetse, kaybettiği inciyi, «Ara bul, senin olsun.» diyerek birisine
hibe etse, o da bularak kabzetse, geçerli olur mu? Ebû Yusuf, «Bu fasit bir hibedir. Zira bu hibe
güvensizlik üze-rine yapılmıştır. Emniyetsiz hibe de geçerli değildir.» demiştir. İmam Züfer ise bu
hibenin caiz olduğunu söylemiştir. Haniye.
«Taksimi kabil olan şeylerde ortak (muşa) olmaması ilh...» Açıkla-ması ileride gelecektir. Nesnenin
ortak olmaması şartı hibeye aittir. Fa-kat ortak olan bir şeyin iki kişiye sadaka verilmesi, sağlam
görüşe göre caizdir. Bahır. Bunun aksine ortak olan bir şeyin bir kısmının sadaka edilmesi geçerli
değildir. Nitekim, Hibenin müteferrikât bahsinin sonun-da ortak malın hükümleri zikredilmiş,
Câmiü´l-Fusûleyn´de de ortak malın hükümleri için bir başlık konulmuştur.
FAYDALI BİR MESELE :
Birisi evinin yarısını ortak olarak hibe etmek istese, hibenin geçerli olması için evin yarısını belirli
bir para karşılığı hibe etmek istediği kim-seye satar, sonra da onu borcundan ötürü ibra eder.
«İcab ilh...» Hizânetü´l-Fetâvâ´da şöyle denilir: «Birisi oğluna bir
mal verse, oğul o malda tasarruf etse, mal yine babanındır. Ancak tem-like delâlet edecek bir delil
olursa, o zaman mal babanın değil oğlunun olur. Biri.
Ben derim ki: Hızânetü´l-Fetâvâ´nın ifadesi, ifade ediyor ki, hibe için icâb ve kabulü bizzat telâfuz
etmek şartı değildir. Hibe için temlike de-lâlet eden karineler yeterlidir. Meselâ, birisi bir fakire
birşey verse, ne veren, ne de fakir hiçbir şey söylemeseler, bu geçerli bir hibe olur. Hedi-ye ve
benzeri şeylerde de böyle olur. Bu unutulmasın.
Buna şu şekilde örnek verebiliriz: Bir kimse karısına veya bir baş-kasına birşey verse ve, «Bu şeyi
sana hibe ettim.» dese, o da, «Kabul ettim.» demeden o şeyi kabzetse, geçerli olur. Çünkü hibe
konusunda kabz, rükün yerine geçer. O halde adamın kabzetmesi, «Kabul ettim.» anlamına
gelmektedir. Velvâlîciye.
İbni Melek, Mecmâ adlı eserin şerhinde. Muhit´ten naklen şöyle der: «Adam hibe ettiği zaman hibe
edilen şeyin kabzını da emrederse o kabz meclisle sınırlı olmaz. Onun o meclisten sonra
kabzetmesi de caizdir.»
«Kabuldür ilh...» Bunda ihtilâf vardır. Kûhistânî´de, «Ben sana hibe ettim.» sözüyle hibe geçerlidir.
Bu gösteriyor ki, kabul hibenin rüknü değildir. Nitekim buna Hülâsa ve diğer kitaplarda da işaret
edilmiştir.. Kirmânî de hibede icâbın tam bir akit olduğunu zikretmiştir. Mevsut adlı eserde de,
«Hibede kabz, satım akdindeki kabul gibidir.» denilmiştir. Bun-dan dolayı eğer alacağını
borçlusuna hibe etmiş olsa, borçlunun, «Kabul ettim» demesine ihtiyaç kalmaz. Kirmanî´de olduğu
gibi, şu kadarı var ki, Kâfî ve Tuhfe adlı eserlerde kabulün de rükün olduğu zikredilmiştir. Hibede
icâba ihtiyaç olduğu Kirmanî´de de zikredilmiştir. Çünkü insanın malı bir diğerine temliksiz intikâl
etmez. Kabule de ihtiyaç vardır. Çün-kü hibe mülkü başkasına sabit kılmaktır. Ancak adam hibe
etmeyeceğine yemin etse, sonra da hibe etse, karşıdaki kabul etmese bile hânis (ye-minden
dönmüş) olur. Çünkü yeminden maksadı cömertliğini açığa vur-mak değildir. Halbuki burada
cömertliğini açığa vurmaktadır. Doğru olan Kirmanî´deki birinci görüştür. Yani hibe kabule muhtaç
değildir. Zira, Tevilât adlı eserde de açıkça, «Kabul gerekli değildir.» denilmiştir. Bun-dan dolayı
Hanifî âlimleri, eğer adam kim alırsa onun olsun diyerek ma-lını yolun kenarına bıraksa, bu caizdir
demişlerdir.» denilmiştir. Bunun tamamı aşağıda gelecektir.
«Muhayyerliği şart koşarsa ilh...» Meselâ, bir kimse bir şeyi hibe et-tiği şahsın üç gün muhayyer
olması şartıyla hibe etse.
«Muhayyerlik şartıyla ibra ilh...» Muhayyerlik şartı geçerli değildir. Şöyle ki, adam üç günlük
muhayyerlik hakkı tanıyarak borcundan dolayı borçlusunu ibra etse, ibrası geçerli muhayyerlik şartı
bâtıl olur. Minâh. Bu mesele Muhayyerlik şartı konusundaki meseleye aykırıdır.
«Şaka yoluyla ilh...» Makdisi,(*) bu konuda Bahır sahibini reddet-miştir. Biz de Bahır´ın hamişinde
Makdisî´ye cevap verdik.
(*) Makdisi´nin ifadesinin metni şöyledir: «Hülasa adlı esrde olan şudur: «Bir kimse bir diğerinden
şaka yollu hibe taleb etse, o da ciddi olarak hibe ve teslim etse, hibe geçerlidir. Çünkü burada hibe
eden şaka yapmamıştır. Hibe olunan kimse de geçerli bir sözle kabul etmiştir.» Musannıf´ın,
Hülasa´dan naklen metinde olan konuya delil getirmek için naklettiği bunu ifade etmiyor. Çünkü
Hülasa´da olanın benzeridir. Hülasa´nın ifadesi şöyledir: «Adam karısına şaka yollu, «Şunu bana
hibe et» dese, kadın da, «Hibe ettim» diyerek teslim etse, caizdir» Kuhistani´de olan da bunu ifade
etmiyor. Onun ifadesinin metni de şudur: «Şaka yollu olan da hibeye girer. Mesela adam birisine,
«Sen şunu bana hibe ettin» dese, o da «Evet, hibe etmiştim» dese, diğeri «Kabul ettim» dese,
öbürü de teslim etse, hibe caizdir. T. da da böyledir.»
«Bu şeyi senin adını kıldım onun aksine ilh...» Bahır´da şöyle denir: Musannıf, «Senin için kıldımû
sözüyle kayıtlamıştır. Adam, «Senin adına kıldım» dese hibe olmaz. İşte bundan ötürü Hülâsa´da,
«Eğer adam oğlu için bağ dikmiş olsa ve «Ben bu bağı oğlum için kıldım» dese hibe olur. Fakat,
«Ben onu oğlumun adı ile kıldım» dese iş tereddütlü kalır. Ancak geçerli olmaya daha yakındır.»
Minâh ve Hâniye´den naklen, «Eğer adam diktiği bağ için, «Ben onu falan oğlum için kıldım» dese,
hibe olur. Çün-kü «kıldım» (cal) kelimesi temlik etmekte kullanılır. Adam, «Ben oğlu-mun adı ile
dikiyorum» dese, hibe olmaz, fakat, «Ben bu bağı oğlumun adı ile kıldım» dese hibe olur. Çünkü
halk bu ifadeyi hibe ve temlikte kullanır.» denilmiştir. Minâh´ın, Hâniye´den nakledilen ifadesinde,
Hü-lâsa´da olan meseleye muhalefet vardır. Bu da açıktır.»
Remlî şöyle der: «Ben derim ki, Hâniye´de olan ifade halkın örfüne «daha yakındır.»
Bu meselenin bir tamamlayıcısı (tekmilesi) vardır, ancak, ondan sarf-ı nazar edilmiştir. Çünkü o
tamlama ve çakı anlamı muhalefet üzerine ik-rar ediyor. Onda şu görüş de vardır ki, Hâniye´nin
ifadesinde, «kıldım» (cal) kelimesi mevcuttur. Bu ifadeden kasıt da ancak temliktir. Hülâsa´da ise
bunun aksine adı geçen kelime yoktur. Evet, halkın örfüne göre bu ifadelerden kasıt mutlaka
temliktir. Düşün.
«Hibe olmaz ilh...» Burada şu kalmıştır ki, adam birisine, «Şu elbi-seyi sana temlik ettim» dese,
eğer hibeye delâlet edecek bir kârine var-sa hibedir ve geçerlidir. Eğer hibeye delâlet edecek bir
şey yoksa hibe olmaz. Çünkü «temlik» genel bir ifadedir ki, satım akdine, vasiyete, kira akdine ve
diğer akitlere de şâmildir. Bu konuda bizim Hâmidiye´nin, Hibe konusunun sonunda yazdıklarımıza
bakınız.
Kâzurûnî´de de, «Ben sana şu elbiseyi temlik ettim» demiş olsa, bu .sözden maksat hibedir.»
denmiştir.
FER´Î MESELELER :
Birisi diğerine, «Seni şu kumaş veya dirhemlerle faydalandırdım.» dese, o da kumaşı veya
dirhemleri kabzetse, hibe olur.
Birisi mehr-i müsemmâ ile evlendiği kadına, «Seni şu kumaş veya dirhemlerle faydalandırdım»
dese. bu da yine hibe olur. Serahsî´nin, Muhît´inde de böyledir. Fetâvâyı Hindiyye.
Bir kimse karısına, elbise yaptırıp gitmesi için bir miktar dinar ver-se, kadın aldığı dinarları birisine
muameleten vermiş olsa, o dinarlar ka-dın için kınye olur.
Adam küçük çocuğuna elbise yaptırsa, o elbise çocuğun mülkü olur. Bunun gibi büyük çocuğuna
elbise yaptırsa ve ona teslim etse, yine onun mülkü olur. Bezzâziyye.
Birisi diğerine elbiselik bir kumaş vererek. «Bunu el, giyin» dese o da alıp giyinse hibe olur.
Birisi diğerine bir miktar dirhem vererek, «Bunu al kendine intak et» dese karz olur. Bakani.
Adam çocuğuna elbise yapsa, elbiseyi başkasına veremez. Ancak yaptığı zaman «Bu ariyettir»
derse, o zaman başkasına verebilir.
Birisi talebesine veya çırağına elbise yapsa, talebe veya çırakta kaçsa, başkasına veremez. Ancak
yaptığı zaman, «Bu ariyettir» demişse, başkasına verebilir. Bezzâziyye. Hâmiş´te de böyledir.
METİN
Birisi diğerine, «Şunu sana ömrün boyun verdim» dese, ömür boyu hibe olur. «Seni şu hayvana
bindirdim» dese, eğer niyeti hibe ise, ari-yet bahsinde geçtiği gibi hibe olur.
«Şu elbiseyi sana giydirdim» veya «Ben yaşadıkça sen şu evde otur» dese, hibe olur. Çünkü, «Evde
otur» sözü tefsir değil, işarettir. Çünkü fiil, ismi tefsir edemez. Öyleyse o kimseye mülkünde
oturması için işaret etmiştir. Diğeri dilerse işareti kabul eder, dilerse kabul et-mez. Fakat, «Benim
evim sana hibedir oturman için» veya «Oturman için hibedir» dese, hibe olmaz. Belki ariyet olur.
Çünkü hibe edilişinde şüphe vardır. Ariyet ise daha yakındır. Yalnız, «oturmak» hibe edilemez,
çünkü bu ayn´ın temliki değil, menfaatin temlikidir.
Özet olarak, ifade ayn´ın mülkiyetini bildiriyorsa hibedir, menfaati bildiriyorsa ariyettir. Eğer her
ikisini de içine alma ihtimali varsa, o za-man niyete bakılır. Nevazil.
Bahır´da şöyle denilir: «Adam, «Bu ağacı oğlumun adına dik.» de-miş olsa. akla en yakını, onun
hibe oluşudur ve bu hibe geçerlidir.»
Hibe kabule de geçerlidir. Yani hibe olunan kimsenin kabulüyle de hibe geçerli olur. Hibe eden için
ise hibe yalnız icabla geçerli olur. Çünkü o teberru edendir. Hatta, «Ben kölemi falan kimseye hibe
diyorum» diye yemin etse, o da kabul etmese, günahkâr olmaz. Ama bunun aksine kölesini hibe
etmeyeceğine yemin ettikten sonra hibe etse, öbürü kabul etmese de günahkâr olur.
Satım akdi bunun aksinedir. Adam, «Bunu falan kimseye satmaya-cağım» diye yemin etse, sonra
satsa, öbürü kabul etmezse günahkâr olmaz. Çünkü satım akdinde yalnız icâb yeterli değildir.
Kabul de satım akdinin şartlarındandır.
Hibe edildikten sonra, taraflar meclisten ayrılmazdan önce, hibe edi-lenin izinsiz olarak hibe
bulunan şeyi alması geçerlidir. Çünkü hibede kabz, kabul gibidir. Kabzın kabul gibi oluşu da
meclise has bir hükümdür.
Meclisten sonra kabz, izne tâbidir. Muhit adlı eserde, «Hibe ettiği zaman kabzı da emrederse, o
zaman onun izni meclisle sınırlanmaz, Meclisten sonra da kabzı caizdir.» denilmiştir.
Kabza imkân da kabzetmek gibidir. Meselâ birisi diğerine kilitli bir sandıktaki elbiseyi hibe etse ve
sandığı ona verse, kabzetmeye imkânı bulunmadığından kabzetmiş sayılmaz. Ama kilitli olmayan
bir sandığın içindeki elbiseyi hibe etmiş olsa ve sandığı verse, o zaman kabza im-kân
bulunduğundan kabzetmiş gibi olur. Çünkü hibedeki kabz imkânı satım akdindeki tahliye gibidir.
İhtiyar.
Dürer´de şöyle denilir: «Tercih edilen görüşe göre. fasid de değil, sahih hibede, kabz tahliye ile
sahihtir.»
Netif isimli kitabta da: «On üç akid vardır ki, kabzsız geçerli değil-dir.» denilmiştir.
Hibe eden kimsenin kabzı yasaklaması hâlinde, mecliste olsa bile, onun kabzetmesi geçerli
değildir. Çünkü açık ifade, delâletten daha kuv-vetlidir.
Hibe kâmil bir kabzla da tamamlanır. Hibe olunan şey hibe edenin mülkünü meşgul etse bile. Ama
hibe edenin mülkü onu meşgul ederse, o zaman geçerli olmaz. Çünkü bunda asıl şudur: Hibe
olunan şey hibe edenin mülkü ile meşgûlse, onun mülkiyeti hibenin tamamlanmasına engel olur.
Eğer hibe edenin mülkünü hibe edilen meşgul ediyorsa, hibenin tamamlanmasına engel olmaz.
Meselâ birisi diğerine içinde ekmeği bu-lunan bir dağarcığı veya içinde eşyası olan bir binayı veya
üzerinde eğe-ri bulunan atı hibe etse ve o halde teslim etse, hibe geçerli olmaz.
Bunun aksine, dağarcığın içindeki ekmeği veya evin içindeki eşyayı veya atın üzerindeki eğeri hibe
etse ekmek de, eğerde, eşyada hibe ge-çerli olur. Çünkü bunların herbirisi hibe edenin mülkünü
meşgul etmek-tedirler. Bunların meşguliyeti veren adamın mülkü ile değilse hibenin
ta-mamlanmasına engel olmaz. Rehin ve sadaka olduğu gibi. Çünkü kabz hibenin tamamlanma
şartlarındandır. Bunun tamamı İmâdiye´dedir.
Eşbâh adlı eserde de, «Meşgul olan şeyin hibesi caiz değildir. Ancak, baba eğer küçük çocuğuna
hibe ederse, caizdir.» denilmiştir.
İZAH
«Dilerse işareti kabul eder ilh...» Yani mülkünde oturması için işaret etmiştir. Dilerse bu işareti
kabul eder, dilerse etmez. «Şu yemek sana, ye.» veya «Şu elbise sana, giy» demesi gibi. Bahır.
«Bu ağacı oğlunun adına dik ilh...» Bu konudaki sözü yukarıda sun-duk.
Ben derim ki: Bir kimsenin, «Şunu senin adına yaptım» demesi, geç-tiği gibi hibede geçerli olmaz.
Böyle olunca akla gelme bakımından da-ha düşük derecedeki birşey, sıhhate nasıl yakın olur.
Sâyıhânî.
Ben derim ki: «Bu ağacı oğlumun adına dik» sözü ile, «Şunu senin adına kıldım» sözü arasında fark
vardır. Şöyle ki, «Senin adına yaptım» sözündeki hitap oğluna değil, bir yabancıyadır. Fakat,
«Oğlumun adına dik» demesi ise halkın örfüne göredir. Binaenaleyh bu ifadede akla en yakın olanı
geçerli olmasıdır. Düşün.
«Hibe kabulle de geçerlidir, ilh...» Velevki o kabul sözle değil, fiille olsun. Meselâ adam iki kişiye,
«Şu cariyeyi birinize hibe ettim dileyen onu alsın.» dese, onlardan birisi aldığı takdirde ona hibe
olmuş olur. Kabul ettim demese dahi onun alması, kabul sayılır.
Muhît adlı eserde yer alan; «Bu ifade delâlet ediyor ki, hibede kabul şart değildir.» sözü kapalıdır.
Çünkü hibede bağışlanan şeyi kabzetmek fiilen onun kabulüne delâlet eder. Bahır.
Ben derim ki: Kanaatimce, Muhît adlı eserdeki kabulden maksat, sözle kabulün şart olmamasıdır.
Muhît sahibinin bu görüşü üzerine baş-kasının görüşü de ilâve edilerek, hibede kabulün şart olması
veya şart olmaması şeklindeki bu iki görüş arasında uygunluk sağlanmış olur. Zi-ra, «kabul şart
değildir» sözünden anlaşılan, sözle kabulün şart olmadı-ğıdır. «Kabul şarttır.» djyen görüş de kabul
ister sözle, ister fiille olsun şarttır, şeklinde anlaşılır. Biz bunun benzerini, «Ariyet» konusunda
sun-duk. Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
Orada şöyle yazmıştık: «Eğer hibe edilen şey hibe edilen şahsın elin-de ise, mal sahibinin, «Sende
olanı bana hibe ettin» sözüne karşılık, onun da sözle, «Kabul ettim» demesi şarttır. Nitekim ileride
gelecektir.»
«Satım akdi bunun aksinedir ilh...» Çünkü diğeri kabul etmediği tak-dirde günahkâr olmaz.
«Kabız bağışlananı teslim almaya engel bir hâlin olmaması ile sa-hihtir ilh...» Tatarhâniye´de şöyle
denmiştir: «Bu farklılık sahih hibede-dir. Fasit hibeye gelince, ittifakla teslim almaya hazır olma
kabz de-ğildir. En sağlam görüşe göre hibeyi ikrar etmek, kabzı ikrar demek değildir.» Haniye.
«Netif adlı eserde, «Onüç akit vardır ki, kabz olmadıkça geçerli değildir.» denmiştir ilh...» Bu onüç
akit şunlardır: 1 - Hibe, 2 - Sadaka, 3 - Rehin, 4 - Muhammed bin Hasan, Evzâî, İbni Şûbrime, İbni
Ebî Leylâ ve Hasan bin Sâhih´in görüşlerine göre vakıf, 5 - Birisine ömür boyu verilen şey, 6 -
Hediye, 7 - Cenini satmak, 8 - Sulh bedeli, 9 - Selem akdinde sermaye, 10 - Selemde mal bedeli.
Selemde peşin veri-len paranın bir bölümü geçersiz (züyuf) olur ve taraflar akit meclisinden
ayrılmazdan önce bu geçersiz paranın karşılığı kabzedilmezse, selemde bu paranın karşılığı olan
hisse bâtıl olur. 11 - Sarraflıkta. 12 - Cinsle-ri ayrı olan, ölçüyle alınıp satılan şeylerde vade değil,
fazlalık caiz olur. Arpayı buğdayla satmak gibi, 13 - Cinsleri ayrı olduğu halde, demiri tunçla veya
tuncu bakırla yahut bakırı kurşunla satmak gibi tartılan bir şeyi tartılan herşeyle satmış olsa, vade
değil, fazlalık caiz olur. Minahü´l-Gaffâr. Hâmiş´te de böyledir.
«Kabızla ilh...» Bağışlayanın ölmeden önce hibeden söz etmesi şart-tır. O hibe ölüm hastalığında
bir yabancıya yapılsa bile kabz yine şart-tır. Nitekim bu konu Vakıf kitabında da geçti. Hâmiş´te de
böyledir.
«Tam bir kabzla ilh ...» Meselâ birisine bir bina hibe edilmiş olsa, o da iki kişiye hibe edilen binanın
kabzı için vekâlet vermiş olsa, o iki kişi-nin binayı kabzetmeleri caizdir. Haniye.
«Hibenin tamamlanmasına engel olur ilh...» Çünkü kabz hibede şarttır. Fusûleyn. Zeylâî´nin,
«Bağışlayanın mülkü, eğer bağışlanan malı meş-gul ediyorsa, akit fasit olur.» sözü bunu ifade eder.
İmâdiye de olan ifadeden anlaşıldığına göre ise, böyle bir hibe fasit değil, fakat eksiktir.
Hâmevî de, Eşbâh´ın haşiyesinde, «İhtimal ki bu meselede iki riva-yet vardır. Taksimi mümkün olan
ortak mülkte hibenin fasit olup olma-dığı hususunda ihtimal bulunduğu gibi bunda da ihtilâf vardır:
Nitekim Binâye´de olduğu gibi sağlam olan görüşe göre, bu hibe tamamlanmayan bir hibedir.
Öyleyse bu konuda da bağışlayanın mülkünün hibe olunanı meşgul etmesinde -hibe fasit değil,
eksik olmaktadır. Şeyhimizin yazısı ile olan ifade budur. İşte bu ifadeden Dürrü´l-Muhtâr´m işaret
ettiği ko-nu anlaşılmış oluyor. Öyleyse Mürrül-Muhtâr sahibi önce bu iki görüş-ten birisine işaret
ederek «Hibe tamam değildir» demiştir. Sonunda da ikinci yani, «Hibe geçerli değildir.» sözüne
işaret etmiştir. Düşün.» Ebussuud.
Bu konuda genel kaide şudur: Hibe edilen şey eğer hibe edenin mülkü ile yaratılış bakımından
bitişik olur ve bunu ayırmak mümkün bu-lunursa, o şeyi mülklükten ayırıp teslim edinceye kadar
hibe caiz olmaz. Meselâ, tarladaki ekini biçmeden veya ağaçtaki meyveyi toplamadan hi-be etmek
gibi. Bunun aksine ekilen bir tarlayı, üzerinde meyve olan bir ağacı hibe etse, yine caiz değildir.
Ancak bu teslim ile caiz olur.
Eğer hibâ edilen şey hibe edenin mülküyle yaratılıştan değil, birlik-te bulunma yüzünden bitişikse,
yine o şeyin hibe edilmesi caiz değildir. Meselâ, atın üzerindeki eğeri hibe etmiş olsa, caiz olmaz.
Çünkü eğer, at ile kullanılır. Onu hibe ettiği takdirde hibe edenin onu kullanma hakkı vardır. Bu da
kabzetmede eksikliği gerektirir.
Eğer bitişik değilse caizdir. Meselâ eğerli bir atı eğersiz olarak hibe etse, bu hibe caizdir. Çünkü at
eğersiz de kullanılır. Atı değil, üzerindeki yükü hibe etmesi de caizdir. Çünkü yük atla değil başka
şeylerle de ta-şınır. Meselâ, yine bunun gibi, bir kimse içindeki eşyayı değil evi hibe etse, evin
eşyasını boşaltıp teslim edinceye kadar hibe caiz olmaz.
Eğer evi değil, evin içindeki eşyayı hibe ederek onu teslim etse, caiz olur. Mecmâ Şerhi. Muhit adlı
eserde de böyledir.
«Hibe edilen başka bir mala bitişikse, bu durum hibenin tamamlanmasına mani olmaz. ilh...» Buna
göre, başka mal kendisine bitişenin hi-besi caiz, fakat kendisi başka mala bitişik olan şeyin hibesi
ise caiz olmaz. Fusûleyn.
«Ben derim ki: Bu söz mutlak değildir. Çünkü ekin ve ağaç. toprağı meşgul edenlerdir, toprakla
meşgul olanlar değillerdir. Bununla birlikte yere bitişik oldukları sürece bunların hibesi de caiz
değidir. Ama eğer yerden ayrılır ve teslim edilirlerse caiz olur. Fusûleyn üzerine Hayreddin.
«İçinde ekmeği bulunan dağarcığı ilh...» İçinde eşya olan bir binayı hibe etse, binayı teslim ettikten
sonra da binadaki eşyayı hibe etse, ikisinde de hibe caizdir. Çünkü binayı hibe ettiği zaman, hibe
edenin artık onda bir şey kalmamaktadır. Birincisinde, eşyayı hibe ettiği zaman, binanın kabzına
artık mani ortadan kalkmıştır. Şu kadarı var ki, bundan sonra da binada bir iş kalmamıştır ki,
eşyanın kabzı binada tamamlan-sın. O halde birinci kabz -ki eşyayı kabzdır- bina hakkında
geçerliliğe dönüşmez. Bahır, Muhit´ten.
Bu ifadede bir düşme vardır. Aslı şudur: Hibe özellikle eşyada caizdir. Mesela, ona evin içindeki
meta hibe edilse, o da ev ile birlikte metaı kabz etse, sonra ona ev de hibe edilse, hibe ikisinde de
caizdir.
«O halde teslim etse ilh...» Fusûleyn sahibi şöyle demiştir: «Bunda bir görüş vardır. Çünkü at, eğer
ve gemi meşgul etmektedir. Kendisi on-lar tarafından meşgul edilmiş değildir.»
Hakir diyor ki: Asıl mesele bunun aksinedir. Açık olan .doğrusu da ancak bunun aksidir.
Kâdıhân´da olan da bunu teyid eder. Meselâ, bir kimse süs takımları ve elbisesi olan cariyeyi hibe
ederek o halde tes-lim etse, hibe caizdir. Yalnız üzerindeki süs takıları ile üzerinde setr-i avretten
fazla olan elbisesi, örf icabı hibe edenindir. Öyleyse cariyeyi değil üzerindeki ziynet ve elbiseyi hibe
etmiş olsa, o hibe caiz değildir. Onları cariyeden çıkarıp hibe ettiğine teslim ettiği zaman hibe
geçerli olur. Çünkü elbise ve takılar cariye üzerinde bulunduğu sürece, asıl olan, cariye tarafından
işgal edilmektedirler. Bu yüzden onların hibesi caiz değildir. Nûru´l-Ayn.
«Bunların işgal edilmesi, bağışlayanın mülkü ile değilse ilh...» Bu görüş Musannıfın, «Bağışlayanın
mülkü ile meşgul değilse,» görüşünün illetidir. Zira Musannıf bunu hibe edenin mülkü ile
sınırlamıştır.
Ben derim ki: Bahır, Minâh ve bunlardan başkasında diğerinin mülkü ile bağışlananın başka bir
hakla meşgul olması şu şekilde açıklanmıştır. Bağışlanan şeyin bağışlamadan sonra, bir
başkasının hakkı olduğu or-taya çıksa veya onu bağışlayan kimse veya bağışlanan kimse onu
gasbetmişse, meşgul hibe söz konusu olur. Bu konuda bizim Bahir üzerinde Câmiü´l-Fusûleyıi´den
naklen yazdıklarımıza bakınız.
«Rehin ve sadaka gibi ilh...» Yani rehin ve sadaka rehin veren ve sadaka verenin mülkü ile meşgul
değilse, onun tamamlanmasına engel değildir. Muhit ve başka eserlerde olduğu gibi. Medenî.
Minâh´ta da şöyle denilmiştir: «Evin veya çuval gibi içinde eşya alan bir şeyin bağışlanmasında
bilinen açıklama ve cevap rehin ve sadakada olduğu gibidir. Çünkü rehin ve sadakada da kabz,
rehin ve sadakanın tamam olması için şartıdır.»
«Baba küçük çocuğuna hibe ederse ilh...» Meselâ baba oğluna ken-dinin içinde oturduğu veya
içinde eşyası bulunan bir evi bağışlamış olsa veya başkası tarafından oğluna babasının oturduğu
veya babasına ait eşyanın bulunduğu bir ev hibe edilmiş olsa, bu hibe caizdir. Çünkü o ev her iki
durumda da onu kabzedenin mülkü ile meşguldür, işte bu gö-rüş Hâniye´de olana aykırıdır. Çünkü,
Haniye önce böyle bir hibenin kesin olarak caiz olmadığını söylemiştir. Sonra da Mücerred adlı
eserdeki Ebû Hanîfe´nin görüşünden naklen böyle bir hibenin caiz olduğunu söy-lemiştir Çünkü bu
halde bu kimse oğlunun yerine kabzetmiş olmaktadır.
Ebussuud´un Eşbah´ın haşiyelerinde Velvaluciye´den ve Bezzaziyye´den naklettiği ve fetvanın da
ona göre verdiği cevazıdır. Bu görüş Ebu Yusuf´a aittir.
neslinur
Sun 7 February 2010, 10:24 pm GMT +0200
METİN
Ben derim ki: Mezhebte tercih edilen görüşe göre; ariyet olarak oturulmakta olan binaya, ariyet alan
bir miktar eşya koysa, daha sonra bu binayı mal sahibi ariyet alıp oturana bağışlasa, caiz olur. Yine
kadının kocasıyla birlikte oturduğu binayı kocasına bağışlaması da caizdir. Çün-kü kadın ve kendi
eşyası kocasının elinde olduğu için teslim sahih olur.
Vehbâniye´nin beytini değiştirerek şöyle dedim: Bir kadının, içinde eşyası bulunan ve kocasıyla
birlikte oturduğu evin! kocasına hibe et-mesi geçerli olur. Bu görüş güvenilir bir görüştür.
Cevhere´de şöyle denilir: «Başkasının mülkü ile meşgul olan bir şeyin hibesinin hilesi şudur: Önce
onu meşgul eden kimse hibe ettiği kişiye binanın içindeki kendi eşyasını emanet olarak verir. Sonra
da bi-nayı ona hibe ederek teslim eder. Bu halde o hibe geçerli olur. Çünkü o bina elindeki
eşyasıyla meşguldür.
Hibe edilenin elinde mâlikin mülkünden olan boş, taksim edilmiş ve-ya taksimi kabil olan şeyin
hibesi caizdir. Ama taksimden sonra kendisinden intifa edilemeyecek küçük bir ev veya hamam
gibi şeylerin muşaen (hisseli şekilde) hibesi sahih değildir. Çünkü taksimi kabil olan şeyin hibesi
halinde kabzı tamam olmaz.
Eğer hissesini ortağına veya bir yabancıya hibe ederse, taksim edil-meden önce hibesi caiz
değildir. Çünkü burada tam bir kabz tasavvur edilemez. Nitekim bütün kitaplarda böyledir. Öyleyse
doğru olan mezhep de ancak budur.
Seyrefiye´de, İtabî´den naklen şöyle denir: «Tercih edilen görüşe gö-re bazı âlimler tarafından
denilmiştir ki, ortağına hibe etmesi caizdir.»
Bir kimse, ortak olan malını taksim ederse, engel ortadan kalktığın-dan hibe geçerli olur. Eğer hibe
ettiği şey! hisseli olarak teslim ederse, hibe olunan kişi ona mâlik olmadığı gibi onda tasarruf da
edemez. Ta-sarruf ettiği takdirde zamin olur. Hibe edenin ondaki tasarrufu ise ge-çerlidir. Dürer.
Şu kadarı var ki, hibe konusunda Fusûleyn´den naklen Dürer´de şöy-le denilmiştir: «Fasit hibe
kabzla mülkiyeti ifade eder. Fetva da bununla verilir.»
Bu misli Bezzâziye´de de İmadiye de tashih edilenin aksine mev-cuttur. Şu kadarı var ki «fetva»
sözü «sahih» sözünden daha tekidüdir. Nitekim musannif hisseli malın diğer hükümlerini geniş
olarak zikret-miştir.
Mâlik öldükten sonra fasit hibede yakınlarının rücu hakkı var mı-dır? Dürerde «evet» denilmiştir.
Şurunbulâliye´de de, «Bunun rücu hak-kı kendisiyle fetva verilen görüşe göre açık değildir.» diye
takip edil-miştir.Çünkü, «fasit hibe kabzla mülkiyeti ifade eder,» denilmişti.
Kabzın tamamlanmasına engel olan, akit sırasındaki hisseli oluş-tur. Sonradan meydana gelen
ortaklık değildir. Meselâ, hibe eden kişi hibe ettiği şeyin bir kısmından şâyien rücu ederse, bu
durum ittifakla hibeyi fasit kılmaz. Ama bağışlanan şeyde başkasının hakkı olduğu or-taya çıkarsa,
bu yeni bir şüyu değil, belki akid zamanındaki bir suyu-dur. Bu sebeple hibeyi fasit kılar. Meselâ
adam bir tarlayı ekini ile birlikte hibe etse ve ekinle birlikte teslim etse, .sonra ekinin başkası-nın
hakkı olduğu ortaya çıksa hibe yalnız ekinde değil, tarlada da fa-sit olur. Çünkü bu durumda taksimi
kabul eden bir şeyin bir kısmı şüyûen başkasının hakkı olmaktadır.
Hibe olunan şeyin başkasının hakkı olduğu delil ile ortaya çıkarsa, hibeden önce olduğuna istinad
edilir. O halde Sadru Şeriâ´nın ve ona tabi olan İbni Kemal´in dedikleri, gibi sonradan olmuş
sayılamaz, belki hibeye yakın şüyu sayılır.
Memedeki sütü, koyun üzerindeki yünü, topraktaki hurma ağacını ve ağaç üzerindeki hurmayı hibe
etmek açık değildir. Çünkü bu hibe hisseli malın hibesi gibidir ki geçerli değildir.
Fakat sayılanlar yerlerinden ayrılarak hibe ve teslim edilseler en-gel olan şüyu ortadan kalktığı için
caiz olur. Ama bu ayırmanın mâlikin izni ile hibe olunan kişi tarafından yapılması yeterli midir?
Dürer´in açık ifadesine göre, evet yeterlidir.
Ama bunun aksine buğdayda buğdayın ununun, susamda susamın yağının, sütün içindeki yağının
hibe edilmesi geçerli değildir. Çünkü bun-lar henüz madumdurlar. O halde ancak yeni bir akidle
bunlara mâlik olunur.
İZAH
«Binaya ilh...» Bu «bina» kelimesi burada fazlalıktır. Çünkü burada bunu meşgul eden mâlikin malı
değildir. Halbuki burada kasdolunan hi-be edenin mülkü ile meşgul olandır.
«Ariyet olarak verilen ilh...» Yani bir kimse kendi çocuğuna, içinde meccânen oturanların
bulunduğu bir binayı hibe etse, hibe geçerlidir. Bu kimse kendi oğlunun yerine kabzetmiş sayılır.
Ama binada ücretle oturuyorlarsa, caiz değildir. Bu şekilde Hâniye´den nakledilmiştir.
«Boş ilh...» Musannıf, «boş» kelimesi ile kayıtlamış olup amaç, ağa-cın üzerindeki hurmanın
hibesinden kaçınmaktır. Zira ağacın üzerindeki hurmanın hükmü gelecektir. Dürer.
«Taksimden sonra ilh...» Taksimi kabil olmayan hisseli bir şeyin hi-besinin geçerli olması için. hibe
edilenin miktarının bilinmesi şarttır. O halde köledeki hissesinin ne kadar olduğunu bilmeden hibe
etmesi caiz değildir. Çünkü hibe edilen meçhul olduğu için anlaşmazlığa sebeb olur. Bahir. Bu
mesele için Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
«Hamam gibi ilh... » Burada bir görüş vardır ki, şüphesiz mutlaka hamam taksim olunmayan
cinstendir. H. Hâmiş´te de böyledir.
«Bütün kitaplarda ilh...» Zeylâî ve Bahır´ın sahibi bunu açıkça söylemişlerdir. Minâh.
«Doğru olan mezheb de ancak budur ilh...» Minâh´ta olduğu gibi ortağın meselesine bakınız.
«Tercih edilen görüşe göre ilh...» Remlî der ki: «Müellifin, yani Minah sahibinin yazısı ile bunun
karşılığında şu şekilde bir şey bulunmuş-tur: Size gizli değildir ki, bu meşhur olan görüşün
aksinedir.»
«Taksim edilirse ilh...» Yani taksim eden ister hibe edenin kendisi, ister vekili, isterse onun izniyle
hibe edilen kişi olsun. Bu durumların hepsinde hibe tamamlanır. Nitekim az bir fıkıh bilgisi olan bir
kimseye de bu açıktır. Remlî. Zira fasitte değil, sahih hibede teslime hazır hale getirme kabz
hükmündedir. Câmiü´l-Fusûleyn.
«Hisseli olarak teslim ederse ilh...» Fetâvâyı Hayriye´de şöyle denil-miştir: «Zahiri rivayete göre
hisseli olarak teslim ederse mülk ifade et-mez. Zeylâî´de «Hibe ettiği şeyi hibe ettiği kimseye hisseli
olarak teslim ederse, hibe olunan kişi hibeye mâlik olamaz. Hatta onda tasarruf da yapamaz. Helak
olduğu takdirde de ona zamin olur. Hibe eden kişinin de onda tasarrufu geçerlidir.» denilmiştir.
Tahâvî. Kâdıhân da onu zik-retmiştir. İbni Rüstem´den de bunun benzeri rivayet edilmiştir. İsâm da
fasit hibenin mülk ifade ettiğini zikretmiştir. İsâm´ın zikrettiğini meşâyihten bazıları da almıştır.
«Fasit hibe bazı meşayihe göre mülk ifade etmekle birlikte, bütün âlimler hibe edenin hibe edilen
kişiden -velevki onun mahremi olsun- fa-sit hibe ile hibe ettiğini geriye alacağında icmâ etmişlerdir.
Câmiü´l-Fusûleyn´de de, Fazlî´nin Fetâvâsma işaret edilerek, «Fasit hibe ile hibe edilen bir şeye
helak olduğu zaman hibe edenin hibesinden rücû edece-ğine -velevki. hibe ettiği kişi mahrem
akrabası olsun- fetva verdim. Zira geçtiği üzere fasit hibe helak edildikten sonra kıymeti ile tazmin
ettirildiği gibi, helâk olmazdan önce de geri alınması hibe edenin hakkıdır.» denilmiştir.
«Hibe eden kimse, fasit hibede nasıl dönme hakkına sahipse, o öl-dükten sonra onun varisi de
hibeden rücû edebilir. Çünkü fasit hibe geri alınmaya müstehâktır. Helâktan sonra da fasit satım
akdinde olduğu gibi alış-veriş yapanlardan birisi öldüğü zaman, onun varisi onu tazmin ettirme
hakkına sahiptir. Çünkü fasit satım akdiyle satılan şey, helak ile nasıl tazmin olunursa, redde de
müstehâktır. Kaza´nın tahsisi kabul ettiği bilinen gerçeklerdendir. Buna göre; sultan, birisini Ebû
Hanîfe´nin mezhebi ile hüküm versin diye hâkim tayin ederse, tayin olunan hâkimin hükmü Ebû
Hanîfe´den başkalarının mezhebinde geçerli değildir. Çünkü o, sultanın tahsisi ile diğer bir
mezhebe göre fetva vermekten azledilmiş sayılır. O takdirde, o hâkim, Ebû Hanîfe´nin mezhebinin
dışın-da, ülkedeki diğer insanlar gibi olmaktadır. Hanefî âlimleri de, -Allah onlara rahmet etsin-
bunu nassen söylemişlerdir. Hayriye´de olan bu-rada bitmektedir.
Bu görüş ile Hamidiye´de ve Naciye´de de fetva verilmiştir. Cevhere ve Bahır´da bunu kesin
söylemişlerdir.
Müptağî´den de şöyle nakledilmiştir: «Bir kimse hibe ettiğini hibe olunan kişiye satsa, geçerli
değildir.;»
Nûru´l-Ayn´da da, Vecîz´den naklen şöyle denilir: «Fasit hibeyi kabzeden helak olduğu takdirde
zamin olur. Fasit hibede mülkiyet ancak iva-zın adası ile sabit olur. Bunu İmam Muhammed Mebsut
veya Asi adlı eserde nassen zikretmiştir. Bu da ancak Ebû Yusuf´un görüşüdür. Zira hibe ivazlı
akde dönüşür.»
Nûru´l-Ayn´da bundan önce de şu zikredilmiştir: «Ebû Hanife´ye gö-re taksimi kabil olan birşeyde
hisseli olarak hibe mülkiyet ifade etmez. Kûhistânî´de de mülkiyet ifade etmediği yazılıdır.
Muzmarat´ta olduğu gi-bi, tercih edilen görüş de ancak budur. Bu, Ebû Hanîfe´den de rivayet
edilmiştir. Doğru olan da budur.»
Amel, ancak İmam Muhammed´in üzerine ten´sis ettiği ve Ebû Hanî-fe´den rivayet edildiği bilinen
zahiri rivayete göre olur. Her ne kadar bu-nun aksi açıkça fetva verilen görüştür, denilse de hüküm
değişmez. Bil-hassa geleceği gibi onun habîs mülk olduğu yerde. Bildiğin gibi o hi-bede tazminat
da vardır. Habîs olduğundan da hibe edilen kişiye bir men-faati yoktur. Bunu ganimet bil. Bu
meseleler çok vuku bulduğu gibi halkın çoğunluğu da buna uyarı yapmamıştır. Zira muhalifin
görüşü üzerine de tazmin gerekmektedir. Bir de benim gıyabımda yapılacak duaların bana yararlı
olacağını umduğumdan bu meselede çok nakil yaptım.
«Kabızla ilh...» Fasit hibede de kabzla mülkiyet ifade edilmekle bir-likte elde edilen mülk habîs
(çirkin) mülktür. Fetva da bununla verilir. Kûhistânî. Yani yukarıda geçtiği gibi insan ona da zamin
olur. Uyan.
Minâh´ın haşiyesinde, «Fasit hibede kabz her ne kadar mülkiyet ifade ederlerse de fasit satım
akdinin bozulmasına hüküm verildiği gibi bunu da fasit olduğu bozulmasına hükmedilir»
denilmiştir. Düşün.
«Bezzâziyye´de de ilh...» Bezzâziyye´nin ifadesi şöyledir: «Fasit hi-bede kabzla mülkiyet sabit olur
mu? Natıfî demiştir ki: «İmam-ı Azam´a göre fasit hibede, kabz mülkiyet ifade etmez. Bazı fetvada
da, «Fasit hi-bede mülkiyet fasit olarak sabit olur. Bununla da fetva verilir» denmiş-tir. Asi adlı
eserde de şu husus ifade edilmiştir: Evinin yarısını bir baş-kasına hibe ve teslim etmiş olsa, hibe
olunan kişi de evin hibe kısmını satsa caiz değildir. İşte Asl´daki bu ifade delâlet ediyor ki, fasit hibe
mülk olmaz. Zira kabzdan sonra da görülüyor ki satım akdi ibtal edili-yor. Fetvada da ifade
edilmiştir ki, «Tercih edilen görüş ancak Asl´da olan bu ifadedir.» Ben, bazı fuzalânın yazısı ile
Minâh´ın haşiyesinde bunu naklettikten sonra senin de gördüğün gibi fasit hibede kabzın mülk
ifade etme rivayetini ve onunla fetva vermeyi bazı fetâvâyı nisbet etmiş-lerdir. O halde o rivayet
Asl´ın rivayetine aykırı değildir. Bundan ötürü de Kâdıhân, Asl´da olan rivayeti tercih etmiştir.
Musannıf, «fetva lâfzı» ifadesi hakkında söylediği genel değildir, de-nilebilir. Bilhassa,
Bezzâziyye´den nakledilen ifadeleri gördükten sonra. Sen de düşündüğün zaman hükmedersin ki
Asl´da olan ifadenin delâ-let ettiği daha tercihlidir.
«Takip edilmiştir ilh...» Bizim Hayriye Fetvalarından naklettiğimiz bilgilerden anlaşıldığına göre
bunda bir görüş vardır.
«Sonra meydana gelen şüyu değildir, ilh...» Ben diyorum ki: Hastalığında elindeki tek evini hibe
etmiş olsa, sonra da ölse, varisleri de bu hibeye icazet vermeseler, hibe yalnız bu evin üçte birinde
kalır, üçte ikisinde ibtal edilir. Nitekim bu kısım Hâniye´de de belirtilmiştir.
«Bir kısmı şüyûen başkasının istihkakı olmaktadır, ilh...» Yani hük-men. Zira ekin ile tarla bitişik
olma hükmüyle, bir şey gibidirler. Bunların biri başkasının istihkakı olduğu zaman sanki taksimi
kabil olan his-seli malın bir kısmının istihkakı gibi olur. Hisseli olan bir şeyin bir kısmı başkasının
hakkı olduğu zaman geri kalanda da hibe bâtıl olur. Kâfî adlı eserde de böyledir. Dürer. Hâniye´de
de, «Ekin, müşaa (hisseliye) ben-zemez» denilmiştir.
«Delil ile ilh...» Bakılır: Başkasının hakkı olduğu hibe olunan şahsın ikrarı ile ortaya çıkarsa o
zaman o hakkın hibeden önce olduğuna da-yanılır. Eğer hibe edenin ikrarı ile ortaya çıkarsa, acık
olan onun ikrarı-nın lağvıdır. Zira o başkasının mülkü ile ikrar etmiştir.
«Çünkü muşa (hisseli) gibidir ilh..» Dürer Şerhi sahibi, «Bu sayı-yoktur. Şu kadarı var ki bunlar
müşânın hükmündedirler. Hatta bu say-dıklarımız -memedeki sütü, koyunun üzerindeki yünü,
topraktaki hurma ağacını veya ağaç üzerindeki hurmayı- yerlerinden ayrılsa ve hibe edi-len kişiye
teslim edilse, hibe geçerli olur.» demiştir.
Ben derim ki: Onun, «Muşa (hisseli)nin benzerleridir» sözünden bu tür hibenin her şeyde müşânın
hükmünü alacağı anlaşılmasın. Çünkü eğer her şeyde müşâ´mn hükmü gibi olursa, toprak sahibi
tarafından hurma ağacının hibesinin caiz olmaması gerekir. Bunun aksi de böyledir. Bir bahçenin
ağaçlarını değil yalnız bahçenin toprak mülkiyetini hibe et-mesi de caiz olmazdı. Halbuki açık olan
bu gereğin aksidir. Yani yuka-rıdaki her iki tür hibe de caizdir.
Onun, «müşa menzilesindedir» sözü ümit ediyor ki, onun elindeki nüsha bu şekildedir. Yoksa
şarihin bizim elimizdeki nüshadaki ifadesi, «o, müşa gibidir» şeklindedir. Dürer şerhinin ifadesi ile
şöyledir: «Şu kadar var ki, o hibe müşa hibesi hükmündedir.» Şarihin bizim elimizdeki nüshasının
ifadesinin anlamı ile Dürer şerhinin ifadesinin anlamı birdir.
Muşa ile muşa gibi olanın arasındaki fark nedir? Muşa olan bu mül-kün en küçük parçasında dahi
diğer ortağın mülkiyet hakkı mevcuttur. O halde hibeyi yapan ortaklardan birisi de olsa onun hibesi
geçerli de-ğildir. Çünkü bu durumda hibede şart olan tam bir kabz tasavvur olu-namaz. Topraktaki
ağaç, ağaçtaki hurma tarladaki ekinin her biri bir şahsın olsa meselâ: Bahçedeki ağaç birinin,
bahçenin toprak mülkiyeti bir diğerinin, hurma ağacı bir kimsenin, ağaç üzerindeki hurma diğer bir
kimsenin, tarla birisinin, içindeki ekin eğer birinin olsa, o halde ağacın sahibi ağaçlarını bahçenin
sahibine veya bahçenin sahibi, bahçesini için-de ağaçları olan kişiye hibe etmiş olsa, bu hibe
geçerli olur. Zira her ikisinin mülkü de diğerihin mülkünden ayrıdır. O halde hibenin şartı olan tam
kabz bunlarda meydana geliyor ve geçerli oluyor. Bu saydıklarımızı hiç kimsenin böyle açıklıkla
yazdığını görmedim. Şu kadar var ki, bu hüküm fakihlerin sözünden alınmıştır. Eğer bunun aksine
bir nakil bu-lunmuşsa, bize düşen ancak o nakle teslim olmaktır.
FER´Î BİR MESELE:
Bir kimsenin diğerinin 10 dirhemi olsa, o da onu ödese, alan kimse onun bir danik (2 kırat) fazla
olduğunu görse, onu alacaklıya veya malı satana hibe etmiş olsa, bakılır: Eğer dirhemler sağlam
ise ve parçala-mak ona zarar verirse o sahih olur. Çünkü taksimi mümkün olmayan bir müşâ´dır.
Yine altın ve gümüş paraların, meselâ, bir beşibirlik altının bi-razın» birisine hibe etmiş olsa, eğer
kesip parçalamak o hibe edilen kıs-mı vermek beşibirlik altına zarar veriyorsa, hiç kesip
parçalamadan onun bir kısmını hibe etmek geçerlidir. Yok eğer kesip parçalamak zarar ver-miyorsa
taksim etmeden onun bir kısmını hibe etmek geçerli değildir. Bezzâziyye.
«Dürer´in açık ifadesine göre evet, yeterlidir ilh...» Ben derim ki: Hâniye´de bu mesele açıklıkla
zikredilerek şöyle denilmiştir: «Eğer adam tarlayı değil yalnız tarladaki ekini, ağacı değil yalnız
üzerindeki hurmayı hibe etse ve hibe ettiği kişiye de ekini hasat yapmaya veya ağaçtaki hurmaları
toplamaya izin verse, hibe edilen şahıs da bunları aynen yap-sa, bu hibe caizdir. Çünkü mal
sahibinin izni ile hibe ettiği şeyi kabzetmek, ister hibe ettiği mecliste, ister ondan sonra olsun
geçerlidir.»
Hâmidiye´de, Çâmiü´l-Fetâvâ´dan naklen, «Birisi, diğerine tarladaki ekini veya ağaçtaki hurmayı
veya kılıç kabzasındaki sonradan takılan ziy-neti veya bir binadaki bir odayla bir diğer adamın
üzerindeki dinarlarını veya bir yığın buğdaydan beş ölçek hibe etmiş olsa ve hibe ettiği kişiye de
hasat yapmayı veya hurmaları toplamayı, kılıcın kabzasındaki süs eşyayı çıkarmayı, bir diğer
adamın üzerindeki alacağını kabzetmeyi veya bir yığın buğdaydan hibe ettiği beş ölçeğin
ölçülmesine izin verse, o da yapsa, bu hibe istihsânen geçerlidir.» denilmiştir.
«Asla geçerli değildir ilh...» Yani her ne kadar bu saydıklarımızı his-seleri ayırarak teslim etse yine
geçerli değildir.
«Çünkü bunlar madumdurlar ilh...» Yani hükmen madumdurlar. Me-selâ; hayvanın karnındaki
cenini hibe etmiş olsa ve «Doğumundan sonra sana teslim ederim» dese, caiz değildir. Çünkü o
ceninin varlığı ihtima-lidir. O halde o madum gibidir. Minâh.
«Yeni bir akitle ilh...» Bunun yeni bir akitle olmasının sebebi şudur: Zira buğday, başka bir hale
dönüşerek un olmuştur. Bu dönüşümden son-ra bu gasb bahsinde açıklandığı üzere ayn
olmaktadır. Yani bunun ge-çerli olmaması, teslimi mümkün olmamasından değil, başka bir ayn
ol-masındandır. Muşa (hisseli) ise bunun aksinedir. Çünkü o, her zaman mülkiyete zıd´dır. O halde
engel ortadan kalktığında onun hibesi caiz olur. Minâh.
METİN
Eğer hibe edilen şey, hibe olunan kişinin elinde ise, -gasp veya emaneten elde etmiş olsa, yeniden
bir kabz olmasa bile- ona hibe edil-diği zaman, «Kabul ettim» demesiyle o şeye mâlik olur. Çünkü o
zaman, o kendi nefsine âmil olmaktadır. Bunda asıl kaide şudur: iki kabz bir cinsten olursa, biri
diğerinin yerine kâim olmuş olur. Ama kabz şekil-leri birbirine zid olursa üstün olan, ednâ planın
yerine kâim olur. Aksi olmaz. Yani ednâ olan üstün olanın yerine kâim olmaz.
Çocuğun üzerinde genel bir velayeti olan kişinin kabzıyla hibe ta-mamlanır. Çocuğun üzerinde
genel velayeti olan kişi onu geçindiren kişi-dir. O halde baba olmadığı zaman kardeş, amca
gibilerinin çocuk on-ların aileleri içerisinde ise, kabulü ile akit tamamlanır ve sahih olur.
Eğer hibe edilen şey -biliniyorsa ve kabul edilen velinin veya ema-netçinin elinde ise. Zira velinin
kabzı çocuğun kabzının yerine geçer. Bunda bir kimsenin kendi başına yapabileceği her akitte
yalnız icab yeterlidir. Eğer çocuğa bir yabancı bir şey hibe ederse, çocuğun velisi-nin kabzıyla hibe
tamamlanır.
Veli de sayacağımız şu dört kişiden birisidir: Baba, sonra babanın varisi sonra dede, sonra da
dedenin varisi, Çocuk bunların evlerinde ol-masa dahi bunların kabzetmesi yine yeterlidir. Bunlar
olmadığı takdirde amca veya kardeş gibi onu ailesi içerisinde barındıran kişinin çocuğa hi-be
edilen şeyi kabzıyla yine hibe tamamlanır.
Çocuğa hibe edilen şeyi annesinin veya çocuk sokakta bulunmuş ise onu bulup bakan adamın
kabzı eğer çocuk onların evlerinde de-ğilse, kabz tamamlanmaz ve hibe geçerli olmaz. Çünkü
bunların ço-cuğun üzerinde velayeti yoktur.
İZAH
«Kabul ettim ilh...» Burada kabul nassan şart kılınmıştır. Çünkü «ka-bul» kelimesi olmadığı takdirde
o mal onun eline onun rızası olmadan geçmiş olmaktadır. Çünkü burada mal daha önceden elinde
olduğundan kabza ihtiyacı yoktur. O halde ekindeki şeyin ona hibe edildiği zaman, o bizzat sözlü
olarak, «kabul ettim» demezse o hibe caiz olmaz. Zira o halde onda zarar olduğu zannedilir. Ama
hibe edilen şey onun elinde de-ğilse, ona hibe eden kişi, onun kabzını emretse yukarıdaki
meselenin ak-sine kabzettiğinde hibe geçerli olur.
Zira hibe edilen kimsenin, kabz olduğu takdirde, sözlü olarak, «ka-bul ettim» demesi şart değildir.
Çünkü o kabza teşebbüs ettiği an onun kabzı kabul ve onun rızası ile de mülk eline geçtiğinden ona
mâlik olmuş bulunur. T. Özet olarak.
İşte bu yazdığımız açıklama, Musannıfın «o zaman o, kendi nefsine şâmildir» sözünün mânâsıdır.
«Yeniden bir kabz olması bile ilh...» Yani o hibe edilen şeyin bulun-duğu yere dönüp yeniden
oradan kabz etmesine gerek yoktur. Kûhistânî.
«Bir diğerinin ilh...» Meselâ; mâlikin yanında emanet olan şeyi emanetçiye, ariyet olarak vermesi
yeni bir kabzdır. Çünkü vedîa ve ariyedeki kabz emanetendir. Bunların birisinin kabzı diğerinin
yerine geçer. Yu-karıda açıklandığı gibi.
«Ednânın yerine ilh...» O halde fasit satım akdindeki mebiin veya gasbolunan şeyin kabzı, geçerli
bir satışla satılan mebîin kabzının yerine geçer. Emaneten kabz bunların yerine geçmez. Minâh.
«Aksi olmaz ilh...» Meselâ emanet (vedia) kabzı ile hibe kabzı bir cinstendir, Çünkü her ikisi de
emanet kabzıdır. Ama vedîa kabzı ile sa-tın alma kabzı biribirlerine zıttırlar. Çünkü satın alma
kabzında alınan şeyin semenine zamin olunmaktadır. O halde emanet olarak kabzolunan bir şey
satın alma kabzının yerine geçmez. Muhit adlı eserde olduğu gibi. Tahâvî´nin şerhinde bunun misli
aynen bulunmaktadır. Şu kadarı var ki, bir cinsten olanı iki kabzdan üstün olanın ednâ olan yerine
kâim olması mutlak değildir. Çünkü birisi diğer bir şeyle yükümlü olduğu takdir-de, meselâ satış,
semenle rehin de deyni ile tazminlidirler ki, bunların kabzı, vacip olan kabzın yerine geçmez.
Mustasfâ adlı eserde de oldu-ğu gibi. Onun misli Zahidî´de de vardır. Şu halde mâlik emanetçiye
yanındaki emaneti satmış olsa, yeni bir kabz gerekir. Çünkü birinci kabzı emanet kabzı idi. İkinci
kabzı ise satış ile yapılan kabzdır. Satış ile ya-pılan kabz semen ile tazminli olduğu için ikisi aynı
cinsten değildir. Bu bahsin tamamı İmâdiye´dedlr. Kûhistânî.
«Çocuğun üzerinde ilh...» Çocuk eğer baliğ ise, velisinin yanında bulunsa bile kendisinin
kabzetmesi şarttır. Tatarhâniye.
«Genel bir velayeti ilh...» Yani çocuğun malında tasarruf hakkı olmazsa dahi yine kabzedebilir.
«Akit ilh...» Yani yalnız icâbla. Nitekim sarih de buna işaret etmektedir. Hâmiş´te de böyledir. Eğer
çocuğa hibe edileni bildirir veya çocuğa hibe edilen şeyin hibe edildiğine dair şahit gösterirse bu
da böyledir, Şahit göstermesinin sebebi ise, öldükten sonra inkârdan korunması içindir. O halde
bildirme gereklidir. Çünkü bildirme kabz yerinedir. Bezzâziyye.
Tatarhâniye´de de şöyle denilmiştir: «Kölesini bir ihtiyaç için gön-derse veya Dârû´l-İslâm´da kölesi
kaçsa, gönderdiği veya kaçan köleyi oğluna hibe etmiş olsa, hibe geçerli olur. O halde baba
ölünceye kadar köle dönmez ise köle, babanın malında miras olmaz.»
«Hibe edilen şey ilh...» Musannıfın bunu söylemesi, sanıyorum ki, «Ben malımdan o şeyi çocuğuma
hibe ettim» demesi ve benzerinden kaçınılması içindir.
«Biliniyorsa ilh...» İmam Muhammed şöyle der: «Bir kimsenin küçük oğluna hibe ettiği şeye şahit
gösterir o şey de biliniyorsa hibe geçerlidir. Çünkü asıl maksat çocuğuna hibe ettiği şeyi
bildirmektir. Yoksa şahit göstermek, gerekli olan bir şart değildir. Zira hibe ilânla tamamlanır.»
Tatarhâniye.
«Emanetçinin elinde ilh...» Veya ariyet alanın elinde ise yine kabz gerçekleşir. Ancak gasbedicinin
veya rehinin alanın yahut fasit bir satın alma ile müşterinin elinde olması kabz yerine geçmez.
Bezzâziyye.
Sâyıhânî de şöyle der: «Hibe ettiği birşey gasbedilmiş veya kiraya verilmiş ise, kira akdi ise, akdin
bitimi ile, gasb ise gasbedilenin geri dönmesiyle benzerlerinde tamamlandığı gibi bunlarda da hibe
tamam olur.»
«Kendi başına yapabileceği her akitte ilh...» Meselâ kendi malını baliğ olmayan çocuğuna satması
gibi. Ki, bunda yalnız Icab yeterlidir. Tatarhâniye.
«Babanın vasisi ilh...» Sonra velî, sonra hâkim ve hâkimin vasisi. Ni-tekim «Mezun» bahsinde
gelecektir. Vekâletten hemen önce husûmet bahsinde geçtiği üzere babanın vasisi de baba gibidir.
Anne de vasî gi-bidir. Eğer çocuk onların yanında ise, çocuğa yapılan hibeyi kabzetmeye anne
mâliktir. Burada annenin vasîliği çocuğun babası, dedesi ve on-ların vasilerinin olmadığı
durumlardadır.
Sadr da şöyle der: «Annenin kabzı için babanın olmayışı şart de-ğildir.» Başka bir yerde de bir kişi
hakkında şöyle zikretmiştir: «Eğer´baba küçük kızını birisi ile evlendirse, o koca küçük kıza yapılan
hibeyi kabzetme hakkına sahiptir. Ama zifaftan önce bulûğdan sonra kocasının karısına yapılan
hibeyi kabzetmesi caiz değildir.»
Tecrid´de de baba hayatta olmadığı takdirde baliğ olmayan zevceye yapılan hibenin kocası
tarafından kabzedilmesinin caiz olduğu yazılıdır.
Baba ve vasisi, dede ve vasisi gaip olsalar ve onlardan hiçbir ha-ber olmasa, çocuğa yapılan hibeyi
ona velayet eden kişinin kabzetmesi caizdir. Bu dört kişiden birisinin mevcut olduğu yerde başka
birisi ço-cuğa yapılan hibeyi kabzedemez. Çocuk ister o kimsenin yanında olsun, ister olmasın ve o
kimse çocuğun ister yakın akrabası olsun, ister ya-bancı olsun.
Bu dört kimseden hiçbirisi olmazsa, çocuk kimin evinde ise, onun çocuk adına kabzı caizdir.
Çocuğun, yanında bulunmadığı kimsenin kab-zı ise caiz değildir. Bezzâziyye.
Bahır´da, «Burada, bulunmaktan maksat hazır olmaktır.» denilmiştir.
Gâyetü´l-Beyân´da da şöyle denir: «Anne ve çocuğu yanında bulun-duran kişi babanın huzurunda
çocuğa yapılan hibeyi kabza mâlik de-ğildirler. Bazı meşâyih de, baba hazır bile olsa, çocuğu
yanında bulun-duran -koca gibi- kimsenin kabzının caiz olduğunu söylemişlerdir. İşte bundan
kaçınmak içinde metinde, «sahih görüş» tabirini kullanmıştır.»
Küçük yaştaki kızın kocası varsa, babasının huzurunda dahi ona yapılan hibeyi kabzedebilir. Ama
anne ile çocuğu yanında bulunduran ko-cadan başka bir kimse bunun aksinedir. Çünkü bunlar
ancak sahih gö-rüşe göre babanın ölümünden sonra veya hiçbir haber almayan bir tarzda gâib
olduktan sonra kabza mâliktirler. Çünkü bunların tasarrufu ba-banın havalesi ile değil zaruretten
dolayıdır. Babanın huzurunda ise zaruret yoktur. Cevhere.
Bu dört kişiden hangisi kaybolursa velayet derecesi bakımından on-dan sonra gelenin kabzetmesi
caizdir. Çünkü o hibenin kabzını gaip ola-nın gelişine tehir etmek çocuğun menfaatini yok etmektir.
O halde ço-cuğun menfaatini yok etmektir. O halde çocuğun velayeti, gaip olan ve-liden sonra
derecesine göre intikâl eder. Nikâhta olduğu gibi.
Bu dört kişiden birisi hazır olduğunda bir başkasının kabzetmesi,
çocuk, kabzeden kimsenin yanında olsa dahi veya kabzeden kişi çocuğun kardeş, amca, anne grbi
neseb bakımından yakın akrabası olsa da-hi caiz değildir. Bedâyî. Özetle.
Babanın huzurunda, çocuğu yanında barındıran kişinin çocuğa ya-pılan hibeyi kabzetmesine
gelince, bazı âlimler tarafından o kabzın caiz olmadığı söylenmiştir. Bazı âlimler de, «kabzın caiz
olduğunu söylemiş-lerdir. Fetva da bununla verilir. Müştemilü´l-Ahkâm.
Bu konuda doğru olan caiz olmasıdır. Hibe edilen kişi, çocuk yaşta bir kız olduğunda babasının
huzurunda kocasının kabzının caiz olduğu gibi. Haniye. Fetva da bu kabzın caiz olması üzerinedir.
İstirûşini.
Fakat bildin ki, Hidâye ve Cevhere adlı eserler babının huzurunda çocuğu yanında bulunduran
kimsenin kabzetmesi caiz olmadığının geçer-li olduğu üzerindedirler. Bedâyî adlı eserin müellifi de
bu âdem-i ceva-zın kesin olduğunu söylemiştir.
Kâdıhân ve diğer fetâvâ sahipleri ise bu görüşün aksini sahih gör-müşlerdir. Yani babasının
huzurunda çocuğu yanında bulunduran kişi-nin kabzının geçerli olduğunu söylemişlerdir. Sen de
Kâdıhân ve diğer fetâvâ sahiplerinin zikrettiği görüş üzere ol. Kâdıhân´ın caiz gördüğün-den
dönülmez. Zira o fakihtir. Bilhassa bu meseledeki çocuğun menfaati gözönüne alınmıştır. Fetva
sırasında düşün.
Bu bir fetva vakası olduğu için bu meselede çok nakil yaptım. Bu nakillerin bazılarını da Molla Ali
Türkmânî´nin hattından naklettim. Ona güvenerek dayanıyorum. Çünkü onun sikâlığı sabittir. Allah
ona rahmet etsin.
«Bunlar olmadığı takdirde ilh...» Hiç haber alınmayan uzak bir yerde oldukları takdirde, amcası gibi
veli olacak bir hısımının unların ye-rine kabzetmesiyle hibe akdi tamam olur.
neslinur
Sun 7 February 2010, 10:26 pm GMT +0200
METİN
Bu çocuk eğer mümeyyiz ise, malın kazanılmasını anlıyorsa, babası hazır olsa dahi onun kendi
nefsi için kabzı geçerlidir ve hibe tamam olur. Müctebâ. Çünkü çocuk zarar ihtimali olmayan, sırf
menfaat olan şeyde baliğler gibidir. Hatta ona iş görmeyecek kör bir köle hibe edilmiş olsa, ki ona
menfaati olmadığı gibi külfette getirse, onun kabulü geçerli ol-maz. Eşbâh.
Ben derim ki: Bercendî isimli kitapta, «Babının huzurunda çocuğu yanında bulunduran kişinin ona
hibe edileni kabzetmesi hususunda fakihler arasında ihtilâf vardır. Bazı âlimler tarafından bu kabzın
caiz ol-madığı söylenmiştir. Doğru olan da ancak caiz olmasıdır.» denilmiştir.
Kûhistânî´nin açık ifadesi ise onun caizdir diyen görüşü tercih etti-ğini, gösteriyor. Kûhistânî bu
tercihi Fahrü´l-İslâm ve diğerlerine de isnad etmiştir. Ancak, Musannıfın Hülâsa adlı esere isnad
edip dayandı-ğını söylediği, Kûhistânî´nin tercihinin aksinedir. Yani bu kabzın caiz ol-mamasıdır. Şu
kadar var ki, Musannıfın, «vasi babasının huzurunda ol-sun» görüşü yukarıda geçen, «annesi ve bir
yabancı» ifadelerine bağla-nırsa Musannifin metni de caiz olduğu ihtimalini taşır.
Mümeyyiz çocuğun hibeyi kabulü geçerli olduğu gibi reddi de geçer-lidir. Sirâciye.
Sirâciye kitabında, «Çocuğun hasenatı kendisinedir. Anne ve baba-sına da ona dini terbiye
vermelerine karşılık ecir ve sevab vardır. Anne ve babasına çocuğa hibe edilen yenilecek bir şey ise
onu yemeleri mu-bahtır. Bazı âlimler de mubah olmadığını söylemişlerdir.» denilmiştir.
Sirâciye´nin bu sözleri, çocuğa hibe edilen yenilmeyecek bir şey ise anne ve babasına onu almanın
mubah olmadığını ifade etmektedir. An-cak ihtiyaç olması halinde mubahtır.
Çocuğun sünnetinde çocuğun yanına bırakılan hediyeler, eğer elbi-se ve oyuncak gibi çocuğa
uygun ise, çocuğundur. Fakat eğer hediye-ler çocuğa uygun değilse, bakılır: Eğer hediye eden
babanın akraba ve tanıdıklarından ise babasınındır. Annenin akraba ve tanıdıklarından ise
annenindir. Hediyeyi getiren ister, «Bu hediye çocuğundur» desin, ister demesin.
Fakat hediye eden kişi, «Ben bunu babaya veya anneye hediye et-tim» derse geçerli söz onundur.
Düğünde gelinin odasına getirilen hediyeler de bunun gibidir. Hü-lâsa.
Hülâsa´da şöyle denilir: «Çocuğuna veya talebesine elbise yapsa, sonra başkasına vermek istese,
veremez. Ancak elbiseyi yaptığı zaman, «Bu ariyettir» derse, başkasına verebilir.»
Müctebâ isimli kitapta da, «Giymekle elbiseye mâlik olunur. Ama yorgan, yastık gibi bir şeyi birisi
üstüne veya başının altına alsa, elbi-senin aksine bunlara mâlik olunmaz.» denilmiştir.
Hâniye´de şöyle denilir: «Sevgi bakımından bazı çocukların diğerle-rine tercih edilmesinin zararı
yoktur. Çünkü bu kalb işidir. Yine yapılan ihsanlarda da zarar vermeyi kasdetmiyoruz. Bazı
çocukların diğerlerine tercih edilmesinde bir mahzur yoktur. Ebû Yusuf´a göre, çocuklar eğer zarara
uğruyorlarsa o zaman aralarında eşit davranmak gerekir. Kıza da oğul gibi eşit şekilde verilmelidir.
Fetva da Ebû Yûsuf´un görüşü üze-rinedir. Ancak sağlıkta malın hepsinin bir çocuğa hibe edilmesi
caizdir. Fakat baba günahkâr olur.»
Yine Hâniye´de, «Çocuğun malından karşılıklı olsa bile, bir şeyin hi-be edilmesi caiz değildir. Çünkü
hibe başlangıçta teberrudur. Baba ço-cuğunun malını teberru edemez.» denilmiştir.
Yine Hâniye´de, «Çocuğa hibe edileni hibe eden kimsenin hibesinden dönmemesi için hâkim
satabilir.» denilir.
İZAH
«Annesi ilh...» Metindeki Musannıfın, «velev babasının huzurunda, sözü ile daha önce gecen,
«annesi ve ecnebi» ifadelerinin bağlanması caizdir.
«Reddi de geçerlidir ilh...» Çocuğun velisinin kabul etmemesinin hükmüne bakılsın. Acık olan
velinin reddinin geçerli olmamasıdır. Hatta velinin reddinden sonra çocuk kabul etmiş olsa, kabulü
geçerlidir. T.
«Çocuğa hibe edilen ilh...» Tatarhâniye´de, İmam Muhammed´den nassen şöyle denilir: «Anne ve
babanın çocuğa hediye edilen şeyden yemeleri mubahtır.»
Zahire kitabında da, «Buhara meşaylhinln ekserisi çocuğa hibe edi-len şeyden anne ve babanın
yemesinin mubah olmadığı görüşündedirler. Fetâvâyı Semerkand´da da, «Eğer çocuğa meyve
hediye edilirse, o mey-veden anne ve babasının da yemesi arzu edilirse, onların yemesi helâldir. Şu
kadarı var ki, hediyenin çocuğa yapılması, hediyenin küçük görül-mesi içindir.» denilmiştir.» denir.
Ben derim ki: Fetâvâyı Semerkand´ın sözü ile yukarıdaki görüşler arasında uygunlug hâsıl olur. Bu
da karinelerle ortaya çıkar. O görüşe göre burada yenilen bir şeyle yenilmeyen bir şey arasında fark
yoktur. Belki yenilmeyen bir şeyde bu daha açıktır. Düşün.
«İfade etmektedir ilh...» Bunun aslı Bahır sahibinindir. Minâh sahibi de ona tabi olmuştur.
«İhtiyaç olması halinde ilh...» Tatarhâniye´de şöyle denir: «Babası eğer çocuğunun malına
muhtaçsa bakılır: Eğer baba ile evlâdın ikisi de şehirde iseler, babası da fakirliğinden dolayı onun
malına muhtaçsa, çocuğun malından yiyebilir. Ama eğer şehir değil, bir sahrada iseler yenilecek
birşey olmadığından babası çocuğun malına muhtaç ise, ço-cuğun malını piyasadaki kıymeti ile
yer.»
«Söz onundur ilh...» Çünkü temlik eden odur.
«Gelin odasına ilh...» Yani hediye eden ya erkeğin veya kadının akrabalarındandır veya hediye
eden, «Ben bunu damada veya geline hedi-ye ediyorum» der. Tatarhâniye´de olduğu gibi.
Fetâvâ-yı Hayriye´de, düğünde diğerleri tarafından gönderilen he-diyeler karz hükmünde midir,
yoksa değil midir? diye sorulmuş ve şöy-le cevap verilmiştir: Bu meselede yaşadıkları bölgenin
örfü muteberdir. Örfe göre karşılıklı olarak gönderiliyorsa onun karşılığını aynen vermek gerekir.
Eğer misliyattan ise misli verilir, kıymet takdir edilen (kıymetli bir eşya ise) kıymeti verilir. Eğer örf
bunun aksine ise, yani onu karşılık beklemeden hibe yoluyla veriyorlarsa, onun hükmü de diğer
hükümleriyle birlikte hibe gibidir. O halde helak edilirse o hibe geri alınamaz. Çünkü bunda asıl
şudur: «Örfen maruf olan birşey, şartla maruf olan gibidir.»
Ben derim ki: Bizim memleketimizde örf ortaktır. Evet, bazı köylerde düğünde gönderileni karz
addederler. Hatta düğünlerde köyün katibini getirerek hediye edilenleri ve hediyeleri yazdırırlar.
Hediye edilen kişi de birisi düğün yaptığında deftere müracaat ederek onun hediye ettiği de-ğerde
birşey hediye eder.
«Çocuğuna ilh...» Eğer çocuğu küçükse, Büyük çocuğa gelince ona teslim etmek gerekir.
Câmiü´l-Fetâva´da da olduğu gibi. Talebeye gelince, o da büyükse büyük çocuk gibi, ona da teslim
etmek gerekir.
Hibe eden kişi hibesinden dönme hakkına sahihtir. Ama hibe ettiği kişi bir yabancı ise dönmek
tahrimen mekruhtur.
«Veremez ilh...» Sarihin, «veremez» sözünü bu kerahet üzerine hamletmek mümkündür. Sâyıhâni.
«Talebesine ilh...» Talebe meselesini, elbise ona verildikten sonraya farzedilir. Tatarhâniye´de, «Bir
kimse öğrencilerine bir şey almış olsa, öğrenci bunu ona onu geri vererek kaçsa, eğer aldığı sırada
ariyet ol-duğunu beyan etmişse, onu bir başkasına verebilir.» denilmiştir.
«Fetva da Ebû Yûsuf´un görüşü üzerinedir ilh...» Yâni Ebû Yûsuf´un görüşü ki kızla oğluna eşit
olarak vermek, İmam Muhammed´in sözü gibi erkeğe iki kıza bir vermekten daha efdaldir. Remli.
«Karşılıklı olsa bile ilh...» İmam Muhammed, babanın çocuğun ma-lından bir şeyi karşılıklı olarak
hibe etmesini caiz görmüştür. Nitekim gelecek babın sonunda bu husus zikredilecektir.
Bu hususta Mecmâ´da şöyle denilir: «İmam Muhammed, müsavi bir karşılıkla babanın küçük
çocuğunun malından birşey hibe etmesi caizdir demiştir.»
Müteferrikât konusunun hemen önünde açıklaması gelecektir.
Ebû Mutî´den kendisine, «Benim bağıma gir, üzüm al.» denilen kim-senin bağdan ne kadar üzüm
alabileceği sorulunca, «Bir tek saikım ala-bilir.» diye cevap vermiştir. İtabiyye´de, «Tercih edilen de
ancak budur» denilmiş, Ebulleys de, «Böyle bir durumda bir insanın doyabileceği ka-dar üzüm
alabilir» demiştir. Tatarhâniye.
Tatarhâniye´de, Tetirhme´den naklen, «Ömer Nesefi´ye şu sorulmuş-tur: Bir baba çocuklarına,
«Falan yerdeki arazimi alın, aranızda taksim edin» dese ve babanın maksadı da onlara temlik etmek
olsa, onlar araziyi aralarında taksim etseler ve taksim üzerinde anlaşsalar, babalarının bu sözü ile
mülkiyet onlara sabit olur mu. yoksa babanın onlara, «Ben bu araziyi size temlik ettim» veya tekrar
tekrar. «İfraz edilen hisseyi sa-na temlik ettim» demesi mi gerekir? Ömer Nesefî, «Babanın,
«Aranızda taksim edin» sözüyle mülkiyet sabit olun» demiştir. Bu mesele Hasan´dan da sorulunca,
o da, «Mülkiyet onlara aralarındaki taksimle sabit olur» demiştir» denilir.
Nasırî´nin, Tecnîs´inde, «Birisi küçük oğluna bir bina hibe etmiş olsa sonra da o bina ile diğer bir
bina almış olsa ikinci aldığı da küçük oğlunundur. Yalnız İmam Züfer buna muhalefet etmiştir. Eğer
oğluna bir miktar mal verse, oğlu o malda tasarrufta bulunsa, o mal temlike delâ-let edecek bir
kârine varsa çocuğun olur.» denilmiştir.
Fâkih´ten. «Bir kadın kocasının üzerinde kalan mehrini küçük oğlu-na hibe etse, baba da çocuğun
yerine kabul etse» diye sorulunca, «Ben bu meselede susuyorum» cevabını vererek, «Bununla
birlikte cevaz ihti-mali de vardır. Meselâ birisinin diğerinin yanında vedîa (emanet) olan kölesi olsa,
köle kaosa, kölenin sahibi onu emanetçinin oğluna hibe etse caizdir» demiştir.
Fakih´e mesele ikinci kez sorulunca da, «Caiz değildir» diye cevap vermiştir. Fakih İbulleys de,
«Biz. caiz olmadığına dair olan bu görüşü tu-tarız» demiştir.
İtabiyye´de, «Tercih edilen de, «caiz değildir» sözüdür» denilir. Tatarhâniye.
METİN
Küçük yaştaki, baliğ olmayan kadının kocası, zifaftan sonra kadına hibe edileni kabzetse, kadının
babası huzurda olsa bile, kocanın kabzı sağlam görüşe göre doğrudur. Çünkü kocası o anda onun
yerine kâim-dir. Babanın kabzı, kadının mümeyyiz olduğu halde kabzetmesi gibi ge-çerlidir.
Baliğ olan bir kadına yapılan hibenin kabzı kocasına değil bizzat kendisine aittir.
Küçük yaştaki kadına zifaftan önce edilen hibeyi kocasının kabzı geçerli değildir. Çünkü henüz
üzerinde velayeti yoktur.
İki kişi bir adama ortak oldukları bir binayı hibe etseler, sahihtir. Çünkü bunda şüyu (ortaklık)
yoktur. Bunun aksine bir kişi iki baliğ kim-seye bir binayı hibe etmiş olsa, taksimi kabul olan
birşeyde şüyu oldu-ğundan Ebû Hanîfe´ye göre sahih değildir. Fakat bir kişi iki kişiye bir bi-nadan
taksimi kabil olmayan bir odayı hibe etse ittifakla sahih olur.
Yukarıda. «İki baliğ kimse» diye sınırlamamızın hikmeti şudur: Eğer bir kimse bir binasını biri baliğ
diğeri baliğ olmayan iki kimseye hibe ederse, küçük olan büyüğünün yanında otursa veya biri
büyük diğeri küçük iki oğluna hibe etse ittifakla caiz değildir.
Biz burada, «hibe» ile sınırladık. Çünkü iki kişiden birşeyi rehin al-mak kiralamak ittifakla caizdir.
Bir kimse on dirhemi iki fakire hibe veya tasadduk etse. geçerli olur. Çünkü fakire hibe etmek
sadakadır. Sadakadan maksat da yalnız Allah rızasıdır. Allah rızasında da şüyu (ortaklık) yoktur,
çünkü birdir.
Bir kimse on dirhemini iki zengine hibe veya tasadduk etse, geçerli değildir. Çünkü zengine sadaka
da vermiş olsa hibe sayılır. O halde şüyu olduğundan bu hibe geçerli değildir. Yani ona mâlik
olamaz Ne za-man ki; onu taksim eder, hisselerini ayrı ayrı teslim ederse, o zaman ge-çerli olur.
FER´Î MESELELER:
Birisi iki kişiye bir dirhem hibe etse, eğer hibe edilen dirhem sağ-lam para ise, hibesi de geçerlidir.
Eğer mağşuş (gümüş-bakır karışımı) ise geçerli olmaz. Çünkü bunun taksimi edilmesi mümkündür.
Taksim edilebilen dirhem ise mal hükmündedir.
Elinde iki dirhem olan birisi diğerine, «İki dirhemden birini sana hi-be ettim» veya «her iki dirhemin
de yarısını hibe ettim» dese, eğer dir-hemler eşit iseler hibe caiz değildir. Eğer muhtelif iseler o
zaman caizdir. Çünkü o halde taksimi kabil olmayan muşa (ortaklık) hükmündedir. Bun-dan dolayı
eğer o iki dirhemin üçte birini hibe etmiş olsa mutlaka caiz-dir.
Kendi binası ile komşusu arasındaki duvarını hibe etmesi caiz-dir. Bir binadan bir odayı hibe etmek
de caizdir. İşte bu delâlet ediyor ki, hibe eden kimsenin binasının tavanı hibe ettiği duvarın
üzerindedir. Binanın duvarları ile müşterek oluşu ve o binadan bir odanın hibe edil-mesi hibenin
sıhhatine engel değildir. Müçtebâ.
İZAH
«Binayı ilh...» Burada binadan maksat, taksimi kabil olmayan binadır.
«Bunun aksine ilh...» Yani bir kimsenin iki kimseye hibe etmesi. Hâmiş´te «Birisi bir adama iki
elbise yererek, «Bu ikisinden istediğin sa-na, diğeri de senin falan oğluna» dese, eğer baba ile oğlu
birbirlerinden ayrılmadan önce vermişse bu hibe caizdir. Ayrıldıktan sonra ise caiz değildir. Çünkü
ikisi de baliğdirler. Baba baliğ olan oğlunun yerine kabz-edemez» denilmiştir.
Birisinin diğeri üzerinde nakit bin kuruşu olsa, bin kuruş da geliri olsa ve «Ben ikisinden birisini
sana hibe ettim» dese, bu hibe caizdir. Ancak, beyan etmek, hibe edene, o öldükten sonra da
vârislerine aittir. Bezzâziyye.
«İki baliğ kimseye ilh...» Yani fakir olmayan iki baliğ kişiye. O zaman geçerli değildir. Ama eğer bu
iki kimse fakir olurlarsa, vermiş olduğu sadaka olacağından geçerlidir. İleride de gelecektir.
«Taksimi kabil olan ilh...» Kûhistânî´ye bakınız.
«İki baliğ kimse» diye sınırlamamız ilh...» Bahr´ın ifadesi böyledir. Musannif da Bahra tâbi olmuştur.
Bu ifadenin açık şekli ise, eğer hibe ettiği kişiler çocuk ve onun yanında iseler, İmameyn´e göre bu
hibe ca-izdir. Bezzâziyye´de de bu şekil hibenin caiz olduğuna delâlet edecek bir ifade vardır.
Ben derim ki: Uygun olan bu kaydın olmamasıdır. Zira hibe edilen kişilerin ikisi de baliğ veya her
ikisi de küçük olsalar veya biri büyük biri küçük olmuş olsa, Ebû Hanîfe´ye göre, hiçbir fark yoktur.
Çünkü İmam-ı Azam mutlak şekilde ifade etmiştir. O halde, onun mutlak zikret-mesi, her ikisi de
baliğ olsalar, her ikisi de küçük olsalar, veya biri bü-yük diğeri küçük olsa, aralarında bir fark
olmadığım ifade eder. Ancak, birinci veya ikinci meselede İmameyn Ebû Hanîfe´ye muhalefet
etmişler-dir. Remli.
«Küçük büyüğün yanında olsa ilh...» Bunun doğrusu, «Küçük hibe edenin yanında olsa»dır.
Nitekim Bahir ve diğer kitapların ifadesi de buna delâlet eder.
«İki oğluna ilh...» Hâniye´de şöyle denilir: «İki oğluna bir binayı hibe etse, oğullardan birisi küçük ve
babasının yanında olsa, bütün âlimlere göre bu hibe fasittir. Ama bunun aksine iki büyük oğluna
hibe ederek bi-nayı onlara teslim etse, hibe caiz olur. Zira hibe ve kabz vakitlerinde şüyu yoktur.
Ama hibe ettiğinde hibe ettiği oğullarından birisi küçük olursa, hibe ettiği en küçük çocuğuna hibe
ettiği hissede kabz anında şüyu imkânı vardır. Onun için de caiz değildir» Düşünülsün.
Bundan anlaşılıyor ki, bu açıklama İmameyn´in görüşü üzerinedir. İmam Ebû Hanîfe´ye göre ise,
hibenin fesadı bakımından baliğ olanlarla baliğ olmayanlar arasında bir fark yoktur. Onun içinde
hibe fasittir.
«Caiz değildir ilh...» Bunun hilesi ise, önce hibe ettiği binayı büyü-ğe teslim etmesi, sonra da
ikisine hibe etmesidir. Bezzâziyye.
Bezzâziyye´nin bu ifadesine göre, baba eğer iki baliğ olmayan ço-cuğuna hibe ederse, bunlardan
herhangi birisinin kabzetmede öncelik hakkı bulunmadığı için hibe geçerli olur. İki çocuğun
velisinin bir oldu-ğu durumlarda, onun kabzında şüyu bulunmadığı için kabzı geçerli olur. Bunu
Haniye´nin, «Benim şu binam küçük çocuklarıma» demesi geçer-sizdir. Çünkü bu hibedir.
Çocuklarını tek tek açıklayana kadar hibe bâ-tıl olur.» sözü de teyid eder.
Hâniye´nin bu sözü ifade ediyor ki, «Benim binam küçük çocukları-ma» dediğinde kimlere olduğunu
beyan ederse, geçerli olur.
Ankaravî´de, Bezzâziyye´den naklen şunu gördüm: «Bir küçük ile bir büyüğe hibe edildiği zaman, o
hibenin geçerli olması için, hibe edilen bi-nayı önce büyüğe teslim ettikten sonra ikisine hibe
etmelidir.»
Hizâne´de geçen, «Bir kimsenin iki küçük çocuğuna bir binayı sada-ka olarak vermesi caiz değildir»
ifadesinin hükmü, bizim açıklamalarımı-za aykırı düşmez. Çünkü Hızâne´deki ifade metin ve
sertlerde olan ifa-delere zıttır. Sâyıhânî. Yâni, bir kimsenin tam velayet yetkisine sahip ol-duğu
birisine hibe etmesi halinde, hibe mücerret akitle tamam olur.
«İttifakla ilh...» Çünkü kabzda bir ayrılık yoktur.
«Sadakadır ilh...» Bizim bu babtan sonra metinde gelecek, «sada-ka da hibe gibidir» meselesine,
bakınız. Açıklama oradadır.
Muzmarat´da, «Eğer. «Bu binayı ikinize hibe ettim» dese. hibe edi-len kişilerin ikisi de fakir
olurlarsa, mezhep âlimlerinin icmaı ile hibe sahihtir.» denilmiştir. Tatarhâniye.
Şu kadarı var ki bundan sonra da şöyle denilmiştir: «Asıl´da bir bina-nın iki kişiye hibe edilmesi
caiz değildir. Sadaka da böyledir.» O halde onun, «Sadaka da böyledir» sözü, sadaka iki zengine
verilse hibe gibi-dir demektir. En açık olan bu meselede iki rivayet vardır.
Bahır´da şöyle denilir: «Önce zikrettiği fark Hidâye´de geçerli kabul edilmiştir.»
«İki zengine hibe veya tosadduk etse, ilh...» Bu Ebû Hanîfe´nin sö-züdür. İmam Muhammed ve Ebû
Yûsuf´a göre sadaka da caiz değildir. Ancak sadaka konusunda Ebû Hanîfe´den iki rivayet vardır.
Haniye.
«Mâlik olamaz ilh...» Yukarıda geçtiği gibi fetva verilen görüşe göre fasit hibe de kabzla temellük
edilir. İşte bu görüş bizim aşağıda tercih edildiğini belirttiğimiz görüşe binaendir.
«Eşit durumda iseler ilh.. » Yâni tartıda da, sağlamlıkta da eşit ise-ler.
«Caizdir ilh...» Bu görüş Hâniye´de olana zıttır. Zira Haniye de açık-lama şu sözün üzerine
verilmiştir: «İkisinin de yarısını sana hibe ettim.»
Haniye sahibi sonra da, «Hibe eden adam hibe ettiğine, «ikisinden birisini hibe ettim» dese, ister o
dirhemlerin ikisi şartı ve sağlamlıkta eşit, ister muhalif olsunlar, caiz değildir» demiştir.
«Üçte birini hibe etmiş olsa ilh...» Bu görüş ifade ediyor ki, Musan-nıfın yukarıda, «ikisinin yarısını
hibe ettim» sözünden maksat, ikisinden biri demektir. Yoksa her birinin ayrı ayrı yarısı demek
değildir. Yoksa o zaman, «iki dirhemin yarısı» sözü ile, «üçtebir» sözünün arasında şüyûda bir fark
yoktur. Ama Musannifin, «ikisinin yarısı» sözünü onlardan birisi olarak hamletsek yine geçerli
olmaz. Çünkü, «onlardan birisi» meçhul bir ifadedir.
«Mutlaka ilh...» Yani o iki dirhem ister birbirlerine eşit, ister muha-lif olsunlar. Minâh.
«Duvarını hibe etmesi caizdir ilh...» Zahire´de. «Arsayı değil üze-rindeki binayı hibe etmek caizdir»
denilmiştir. Fetâvâ´da da, İmam Muhammed´den naklen, «Birisi tarladaki ekini hibe etmiş olsa. hibe
olu-nan şeyi biçip teslim edene kadar kabzı tamam olmaz. Satın almakta ise satıcı, sattığı şeyle
müşteriyi başbaşa bırakırsa, o, kabz olmuştur.» denilmiştir. Tatarhâniye´nin Müteferrikât bahsi. Biz
bunun benzerini Remlî´nin, Fusûleyn haşiyesinden naklen takdim etmiştik.
HİBEDEN RÜCÛ BABI
METİN
Hibe edenin, hibe edilen kişi hibeyi kabzettikten sonra hibeden rücû etmesi geçerlidir. Ancak bu da
rücûa engel olacak hallerin olmama-sıyla mümkündür. Kabzdan önce hibe tamamlanmadığından
rücû ge-çerli değildir.
Hibeden rücû etmek tahrimen mekruhtur. Bazı âlimler tarafından da tenzihen mekruhtu»
denilmiştir. Nihâye.
Hibe ettiği zaman rücû hakkını düşürse bile yine o hak ondan düş-mez. Haniye.
Cevâhir´de, «Hibedeki rücû hakkından ibra etmek geçerli değildir» denmiştir. O halde birisi
hibedeki rücû hakkından ötürü birşey üzerine sulh yapmış olsa, o sulh geçerlidir. Bu sulh bedeli de
hibenin ivazı (kar-şılığı) olur. Şu kadarı var ki. hibenin karşılığını konuşmak, akit yaparken şart
koşmaktır. İleride gelecektir ki, karşılığı şart koşmak akitte olur.
Hibeden dönmeye engel olan haller yedi tanedir.
Ziyâde-i Muttasıla: Hibe edilen malda, hibeden sonra fazlalık mey-dana gelse, bu hibeden dönmek
geçerli olmaz. Ancak bu fazlalığın ayn´a bitişik olması gerekir. Rücûdan önce bitişik olan ziyade zail
de olsa yi-ne dönemez. Meselâ çocuğun genç olması sonra yaşlanması gibi. Şu kadarı var ki,
Hâniye´de buna aykırı bir görüş vardır. Şöyle ki: Eğer o fazlalık giderse dönebilir. Kûhistânî de buna
dayanmıştır. Bu akılda tu-tulsun. Çünkü düşen bir daha dönmez. Meselâ hibe edilen toprakta
ya-pılan bina veya dikilen ağaç eğer yerin tamamına ziyade sayılırsa, hibe-den dönülmez. Eğer
hepsine ziyade sayılmazsa dönülür. Eğer bina veya ağaç toprağın yalnız bir parçasında ziyade
sayılırsa, yalnız o parçasından dönülemez. Zeylâî.
Muttasıl ziyade sayılan haller şöyle sayılabilir: Hibe edilen hay-van hibeden sonra etlense,
güzelleşse, eğer kumaş ise dikilse veya boyansa veya küçültülse ya da büyütülse veya sağır köle
ise hibeden son-ra duysa, ama ise görse, kâfir ise İslâm´a girse, hasta ise tedavi olsa ve yine hibe
edilen köle cinayet işlemişse hibeden sonra cinayetinin affı veya Kur´an´ı okuyamayan bir köleye
hibe edilen kişinin Kur´ân-ı Kerim´i okumayı ve yazıyı öğretmesi, Kur´ân-ı Kerim´e nokta ve hareke
koymayı öğretmesi ve hibe edilen şeyin bir şehirden bir şehire, meselâ Bağdat´ tan Belh´e nakli
gibi. Bu saydıklarımızın herhangi birisi hibeden sonra hibeye mutasıl olursa, hibeden dönmeye
engel olur.
Bezzâziyye´de de, «Gebelik eğer hayvan ve cariyeden yararlanma-yı artırmışsa hibeden dönmeye
engeldir. Eğer gebelik onlara noksanlık getirmişse rücûa engel olmaz.» denilmiştir.
Eğer hibe edilen kimse ile hibe eden arasında, ziyade konusunda anlaşmazlık çıksa, meselâ; hibe
eden, «Bu ziyâde, mal bende iken var-dı» hibe edilen kimse de, «Hayır, bana geldikten sonra ziyade
meydana geldi» deseler, ziyade büyüme gibi kendiliğinden olan birşey ise o za-man söz hibe
edenindir. Ama yapılan binada dikiş ve boyada söz hibe olunan kişinindir. Haniye. Hâvî.
Bunun benzeri Muhit adlı eserde de vardır. Şu kadarı var ki, Muhit´te: «Eğer o süre içinde o bina
yapılmaz ise bu. hükmünden, istisna edilmiş-tir. Söz yine hibe edenin olur» denmiştir.
Muttasıl olmayan, ayrılabilecek bir ziyade hibeden dönmeye engel değildir. Meselâ, hibe edilen
cariyenin hibeden sonra doğurduğu çocuk veya kolu kesilen kölenin alacağı erş veya ağacın
üzerindeki meyve gibi şeyler. Bunlarda ziyadede değil, asılda rücû edilebilir. Ancak, doğum yapan
cariyenin çocuğu ondan müstağni olana kadar, cariyeden de dö-nülmez. Kûhistânî böyle
nakletmiştir. Bercendî de, diğerleri de bu son hükmün Ebû Yusuf´un görüşü olduğunu
nakletmişlerdir.
Hibe edilen cariye gebe kalsa, hibe eden, cariye doğurmadan hibe-den dönebilir mi? Sirâç adlı
kitapta, «dönülmez» denilmişken, Zeylâî ise, «dönülür» demiştir.
Cevhere´de, «Borcu bütün varlığını içine alan hasta bir kimse cariye-sini hibe etse ve ölse, cariye
ile cinsi temasta bulunmuş ise, tercih edi-len görüşe göre, ondan çocuğu ile birlikte dönülür»
denilmiştir.
İZAH
Hâmiş´te, «Hibe eden kişi ben dönme hakkımı düşürdüm dese, onun rücû hakkı düşmez»
denilmiştir. Bezzâziyye.
«İlerde gelecektir ilh...» Yani Müctebâ´dan. Remlî şöyle der: «Cevâhir´de olan Müctebâ´nın sözüne
dahil değildir. Çünkü Cevâhir´de, «Rücû> hakkından nassen sulh yapmak geçerlidir. O halde rücû
hakkında sulh. yapmak zımnen rücû hakkının düşmesini gerektirir. Kasten rücû hakkını düşürmek
ise bunun aksinedir. Çünkü çok şey vardır ki kasten sabit ol-madığı halde zımnen sabit olur. Bu,
mücerret bir hak olmadığı için buna karşılık (ivaz) olmak, rücûa engel değildir. Bu ifade de açıktır.
Müctebâ´ da olan ise diğer bir meseledir» denilmiştir.
«Karşılığı şart koşmak ilh...» Bu şart koşma konusu ilerde gelecektir.
«Hibeden dönmeye mani olan ilh...» Bu bazı âlimlerin, «Rücûa hibe-deki ziyade engel olur. Bu
engeller, zel, mim, ayın, ha, ze, kaf, ve he harfleri ile başlayan yedi tanedir.
Remlî, «Babam allâme Şeyhülislâm Muhyiddin, bu rücûa engel olanı halleri şiir şeklinde şöyle
sıralamıştır: «Yedi şey, hibeden dönmeye en-gel olur. 1 - Muttasıl ziyâde, 2 - Ölüm, 3 - Karşılık
vermek, 4 - Hi-be edilen kişinin mülkünden çıkması, 5 - Hibe edilen cariye ise hibe olu-nan kişinin
evlenmesi, 6 - Hısımlık, 7 - Hibe edilen şeyin helak olması»-demiştir.
«Haller ilh...» Denilmesin ki engellerden birisi de fakirliktir. İleride geleceği gibi fakire yapılan
hibeden dönülmez. Çünkü o sadakadır. Şurunbulâliye.
«Zel, ziyadeye işaret eder ilh...» Musannıf, Zel´i ziyâde ile kayıtla-mıştır. Çünkü noksanlık, gebelik ve
kumaşın -ister hibe edilen tarafını marifetiyle olsun, ister olmasın- kesilmesi gibi hibeden dönmeye
engel, değildir. Bahır. Gebelik hakkında ilerde açıklama gelecektir.
«Anında birşey fazlalaşırsa ilh...» Bundan anlaşılıyor ki, hibe edilen şeyin fiyatının artması rücûa
engel değildir. Bahir.
«Kıymet ilh...» Bu kıymet kaydıyla yalnız ayn´ın kendisindeki ziyadeliğin engel olduğu
anlaşılmaktadır. Meselâ, çocuğun uzaması, hibe edi-len şeyin hatâen cinayet işlediği takdirde hibe
edilen kişinin onu fidye ile kurtarması gibi. Bahır. Bahsin tamamı Bahır´dadır.
«Genç olması sonra ihtiyarlaması ilh...» Bu ifadede bir görüş var-dır. Şöyle ki, İsticâbî´nin dediği
gibi bu engelin ortadan kalkması kâbilindendir. Kûhistânî´nin ifadesi ise şöyledir: «Engel olan
ziyâde ortadan kalkarsa rücû hakkı yeniden doğar. Meselâ bir kimse hibe edilen toprakta bina
yapsa, bina kaldığı sürece o arsanın hibesinden rücû edilemez. Fa-kat sonra binayı yıkarsa, rücû
hakkı yine avdet eder. Muhit ve diğer ki-taplarda olduğu gibi.»
Kûhistânî´nin ifadesinden anlaşılanın Nihâye adlı eserde olana ay-kırı olduğu zannedilir.
Nihâye´de, «Birşey ziyadeleştiği zaman ondan sonra rücû hakkı ar-tık avdet etmez.» denilmiştir.
Nihâye sahibi, bunu ziyadeleşme ve nok-sanlık bir arada olduğu haller için söylemiştir. Nitekim
bunu bizzat ken-disi açıklamıştır.
Ben derim ki: Tatarhâniye´de, «Eğer hibe edilen şeyde bir bina ziyadeleşmişse rücû hakkı yine
vardır. Zira dönmeye engel olan hal, ayn´ın kendisindeki ziyadeleşmedir. Hibe edilen toprakta
yapılan bina, topra-ğın kendisinde bir ziyadelik getirmiyor. Şemsü´l-Eimme Serâhsi´de böyle
zikretmiştir» denilmiştir.
«Eğer sayılmazsa dönülür ilh...» Hâniye´de, «Bir kimse bir bina hibe etmiş olsa, hibe olunan kişi o
hibenin misafirhanesinde tandır veya mut-fak misali birşey yapmış olsa, hibe eden kişi hibesinden
dönebilir. Çün-kü böylesi yapmalar binaya ziyadelik değil noksanlık getirir.» denmiştir.
«Bir parçasında ilh...» Yani arsa büyük ise.
«Hasta ise tedavi etse ilh...» Hibe edilen köle veya hayvan hibe edildiğinde hasta ise, adam tedavi
ederek onu iyileştirmişse, hibe eden rücû edemez. Ama hibe edilenin yanında hastalansa da o
tedavi etse, bu rücû hakkına engel değildir. Bahir.
«Hibe edilen şeyin bir şehirden bir şehire ilh...» Zeylai şöyle der «Hibe edilen şeyi bir yerden bir
yere aktarsa ve onun kıymeti artsa, nakli halinde bir takım şeylere muhtaç ise, Müntekâ´da
zikredilmiştir ki, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed´e göre ondan rücû hakkı düşer. Ebû Yûsuf´a göre
ise ondan rücû hakkı düşmez. Çünkü o ziyadeleşme hibe edilen şeyin ayn´ında olmamıştır. O halde
o fiatın artışı gibi olur. Burada Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed´in delilleri şudur: Dönülmesi, hibe
edilen kişinin kira bedeli ve naklindeki çektiği zahmetin ibtalini tazammun eder. Bu ise rücûa engel
olur. Kölenin nafakası ise bunun aksinedir. Çünkü kö-leye nafaka vermek bir menfaatin karşılığıdır.
Nakil masrafları ise karşı-lıksızdır.»
Ben derim ki: Serahsî´nin, Siyer-i Kebir şerhinde şöyle gördüm: «Hi-be edilen şey dâru´l-harbte ise,
hibe edilen kişi onu dâru´l-harbten çıkar-sa, hibe eden kişi artık ondan rücû edemez. Çünkü hibe
olunan şeyde hibe edilen kişinin çabası ile bir ziyadeleşme olmuştur. Eğer onu çıkart-masaydı o
helak olacaktı. Onu oradan çıkartmakla onu helâktan koru-muştur.»
Şu kadarı var ki bunu şu surette zikretmiştir: «Bir kimse bir eşyasını terketse ve «Bunu kim alırsa
onundur» dese, bunu doksan dokuzuncuda zikretmiştir.
«Bezzâziyye´de ün...» Ben derim ki, Bezzâziyye´de zikredilen Hülâsa adlı eserde de kesin bir şekilde
zikredilmiştir.
«Noksanlık getirmişse ilh...» Hidâye´de şöyle denilir: «Cariyeler bu meselede muhteliftirler.
Cariyelerden bazıları gebe kaldıkları zaman ren-gi sararır, bacakları incelir. Bu gebelik onda
noksanlık sayılır ve hibe edenin rücûuna engel olmaz.»
Hidâye´nin bu sözünü, «Eğer, cariyenin gebeliği hibe edilen kişiden değilse» şeklinde anlamak
uygundur. Eğer o gebelik hibe edilen kişiden ise o zaman rücû hakkı bulunmaz. Çünkü cariyeye
hibe edilen kişiden gebe kalması ile öyle bir vasıf sabit olmuştur ki o vasfın zail olması mümkün
değildir. Çünkü o cariye o halde hibe edilen kişi ile evlenmiş ve ümmü´l-veled olmuştur. Hibe edilen
kişiden bilfiil doğum yapması gibi.
Bu meseleyi müteahhirûnden bazıları da fıkhen zikretmişlerdir. Yine müteahhirûn hibe edilen kişi,
hibe olunan köle ile mudebber anlaşması yap-sa, (yani, «ben öldükten sonra hürsün» dese) ondan
rücû hakkı kesilir demişlerdir. T.
«Doğurduğu çocuk ilh...» Bu çocuk ister nikâhtan, ister zinadan ol-sun. Bezzâziyye.
«Ebû Yusuf´un görüşü ilh...» Ben derim ki, Haniye. Ebû Yusuf´un görüşünün aksine dayanmıştır.
Zira o, «Eğer hibe edilen câriye doğurur-sa, hibe eden kişi derhal cariyenin hibesinden rücû
edebilir» demiştir. Ebû Yusuf ise, «Çocuk annesiz yaşayabilecek duruma geldiği zaman ço-cuktan
değil cariyeden rücû edebilir.» demiştir.
Biz gebelik meselesini ilk bahsinin başında Musannıfın, «Çocuk an-nesine tâbi olur.» görüşü
üzerine yazdık. Oraya bakınız.
«Câriye gebe kalırsa ilh...» Yukarıda geçtiği gibi, gebelik hayrı ziyadeleştirirse rücûa engel olur.
Noksanlık getirirse rücûa engel olmaz. Bu-nunla yukarıda geçen arasında tevafuk edilsin. Sâyıhânî.
«Doğurmadan ilh...» Bundan anlaşılan, eğer doğurursa, rücû hakkı, bina söküldüğünde arsanın
hibesinden rücû hakkı sabit olduğu gibi, bun-da da sabit olur.
«Zeylâî ise, «dönülür» demiştir ilh...» Çünkü gebelik noksanlık geti-rir. Nehir´den naklen
Hıyâru´l-Ayb babında geçti ki gebelik hayvanlarda değil cariyelerde ayıp sayılır.
FER´Î MESELELER:
Hastalığında birşey hibe etmiş olsa, teslim etmeden ölse, hibe bâ-tıl olur. Çünkü eğer vasiyet olmuş
olsa idi, onda sülüse (üçte bir) itibar edilirdi. O halde o gerçekten hibe olmuş olur ki hibenin
tamamlanması da ancak kabzla olur.
Hasta bir kimse bir malı olmadığı halde kölesini hibe etse, sonra ölse, öldüğünde hibe edilen kişi,
hibe olunan köleyi satsa, onun satışı bozulmaz. Yalnız hibe olunan kişi kölenin üçte ikisine zamin
olur. Eğer onu azad etmiş olsa, hibe eden kişide borçlu olduğu halde başka malı da yoksa, eğer o
azad etme hibe edenin ölümünden önce ise caiz olur. Ölümünden sonra ise, caiz olmaz. Çünkü
hastalıkta azad vasiyet sayı-lır. Borç olduğu sürece vasiyet ancak borcun dışında kalanda
geçerli-dir. Hasta olan adam, kölesini kendisi ölümünden önce azad etse ve ölse, kölenin azadı
caizdir. Çünkü öldüğü evin mülkü yoktur. Bezzâziyye.
Ben Molla Ali Sağir´in, Mecmâ adlı eserinde kendi el yazısıyla, Ceşâhirü´l-Fetâvâ´dan naklinde şunu
gördüm: «Ebû Hanîfe hacda iken Kû-fe´de bir devir meselesi vâki oldu. Her fırka bir çeşit konuştu.
Ebû Hanî-fe döndüğünde bu devir meselesini ona sordular. Ebû Hanîfe hiç düşün-meden ve hiçbir
rivayet nakletmeden, «O dönen hisseyi attığınız zaman mesele doğrulur.» dedi. Bunun örneği
şudur: Bir ölüm hastası, diğer bir ölüm hastasına bir köle hibe ederek ona teslim etse, sonra o da
köleyi yine kendisine hibe edene hibe ederek teslim etse, sonra ikisi beraber ölmüş olsalar, ikisinin
de o köleden başka malları olursa, bu hibelerin yalnız üçte biri geçerli olduğu için mesele de devr
olur. Ta ki devre döner. Birşey artana kadar döner. Malda artış olduğu zaman üçte birde de artar.
Üçte birde arttığı zaman ona dönende de artar. Ona dönende arttığı zaman üçte birde yine artış
olur. Sonra bu böyle devam eder. O zaman bunun hesabını düzeltmeye ihtiyaç vardır. Hesabı
düzeltmenin yolu ise, üç, üçte biri olan bir rakamı bulmaktır. Ki en az üç tane üçte bir olan rakam da
dokuzdur. O zaman diyebilirsin ki, hibe bu dokuzdan üçünde geçerli olur. İşte bu üçten bir hisse ilk
hibe eden kimseye verilir.
«İşte bu hisse ortağa dönen hissedir. Bu, meselenin aslından düşü-rüldüğü zaman sekiz kalır. Bu
sekizden de mesele çözülmüş olur. İşte Ebû Hanîfe´ye ait, «payı atınız ki mesele geçerli olsun.»
sözünün manası budur. O zaman hibe, sekizde üçünde geçerli olur. Üçüncü hibe de yal-nız bir
hissede olur. O halde birinci hibe eden kimseye dokuzda altısı düşer. Bizim çözdüğümüz iki katıdır.
Biz ikinci hibeyi de verdiğimizin üç-te birinde tashih ettik. Sabit oldu ki, bu meselenin tashihi ortada
dö-nen sehimin İslahı ile olur. Bazı âlimler de döneni terk et havada dönsün demişlerdir.» Özetle.
İmam Muhammed´den de bu meselede bir nakil vardır.
«Bir kimse cariye ile cinsi temasta bulunmuşsa ilh...» Hibe edilenle veya başkası ile cinsi temasta
bulunmuş ise, onu ölen kimsenin alacaklı-larının ukr´u ile birlikte geri verir.
neslinur
Sun 7 February 2010, 10:29 pm GMT +0200
METİN
Mim harfi hibe akdi yapanlardan birisinin ölümüne (mevt) işaret eder. Yani hibe ederek teslim
ettikten sonra taraflardan birisi ölürse, hi-beden dönülemez. Eğer teslim etmeden ölürse, hibe bâtıl
olur.
Taraflar kabzın, ölümden önce veya sonra yapıldığı konusunda ihti-lâf etseler, hibe edilen şey
vârisin elinde ise, geçerli olan vârisin sözüdür.
Musannıf, ölümle düşen görevleri şiir şeklinde şöyle ifade etmiş-tir: «Kefaret, diyet ve haraç düşer.
İki ortaktan birisi zengin olduğu hal-de köleyi azat etmiş olsa, ortağının hissesini tazmin etmesi
gerekli iken,, öldüğü takdirde o tazminat düşer. Bunun gibi nafakalar ve hibeden rücû hakkı da
düşer. Bunların tümünün hükmü ölümle düşer.»
Ayn harfi ivaza (karşılık) işaret eder. Yani hibede karşılık olursa, hi-beden rücû hakkı düşer. Şu
şartla ki, hibe edilen kişi, karşılığı verdiği vakit bunun hibenin karşılığı olduğunu ifade edecek bir
lâfzı zikretmeli-dir. O halde hibe edilen kişi hibe edene, «Bu senin hibenin karşılığıdır» veya «Bu
senin hibenin reddidir veya karşılığıdır.» demiş olsa, hibe eden kişi de onu kabzetse, hibeden rücû
hakkı düşer.
Eğer hibe edilen kişi hibe ederse birşey verdiğinde, «Bu hibenin karşılığıdır» demese, iki taraf da
hibesinden dönebilir. İşte bunun içindir ki, kabz, ifraz ve şüyû´nun bulunmaması gibi hibenin
şartları verilen ivaz için de şarttır. Hibenin karşılığı olarak verilen şey onun cinsinden olsa veya
ondan az olsa bile böyledir.
Metnin bazı nüshalarında, «hibe» yerine, «akit» kelimesi konulmuş-tur. Bu yanlıştır.
Babanın çocuğa hibe edilen şeyin karşılığında çocuğun malından bir şey vermesi caiz olmaz.
Ticaretle izinli köleye, birşey hibe edilmiş olsa, o da sonra onun karşılığında birşey vermiş olsa, her
iki tarafın da rücu hakkı vardır. Bahır.
Bir hıristiyan tarafından müslüman bir kişiye bir şey hibe edilmiş olsa, onun hibesi karşılığında
müslüman ona şarap veya domuz vermiş olsa, geçerli değildir. Zira müslüman domuz ve şaraba
mâlik olmadığı gibi onları başkasına temliki de geçerli değildir. Bahır.
Karşılık yapan şeyin hibe edilen malın bir bölümü şeklinde olma-ması şarttır. O halde hibe edilen
bir şeyin bazısı geri kalan kısma kar-şılık hibe edene verilmiş olsa geçerli değildir. Hibe eden kişi
geri kalan kısımdan da rücû edebilir.
Fakat hibe edilen iki ayrı şey ise, birini diğerinin karşılığı olarak hi-be edene vermek, eğer o iki şey
iki ayrı akitle hibe edilmişse, geçerli olur. Eeğer ikisi bir akitle hibe edilmişse o karşılık geçerli
değildir. Zira akitlerin ayrı olması ayn´ın değişik olması gibidir.
Hibe ve hibeden rücûda dirhemlerin ayn´ının kâim, mevcut olması ge-rekir. Müctebâ.
Buğdayın ununun, buğdayın karşılığı olarak verilmesi geçerlidir. Ya-ni birisi diğerine bir miktar
buğday hibe etse, hibe edilen kişi hibe ola-rak aldığı buğdayı un haline getirdikten sonra hibe
edene vermiş olsa, geçerlidir. Çünkü buğday öğütüldükten sonra vasfı değişmiştir.
Bunun gibi, bir kimse hibe edilen kumaşın bir kısmını boyayıp hibe-nin karşılığı olarak vermiş olsa
veya hibe edilen kavutun (kavrulmuş un) bir kısmını yağla karıştırarak verse, geçerli olur. Haniye.
İZAH
«Mim ilh...» Hibe eden veya edilenden birisinin dinden çıkmasından dolayı Dârü´l-harbe iltihakına
hükmedilse bakılır. Hibe edilen kişi ölse, mülkiyet varislerine intikal ettiğinden hibe eden kişinin
rüçû hakkı dü-şer. Eğer hibe eden ölürse, seri nass ancak rücû hakkını hibe edene tanıdığından
varis de hibe eden olmadığına göre hibeden rücû hakkı yine düşer. Dürer.
Ben derim ki: Açıklamaya göre hibe eden kişi, dinden çıksa ve onun darü´l-harbe sığınmasına
hükmedilmiş olsa. hüküm yine böyledir, yani hibeden rücû hakkı düşer. Bu konuda acık bir nakle
başvurulması gerekir.
«İhtilâf etseler ilh..» Yani hibe edeple .hibe edilen kişi değil, ifade tarzı her ne kadar bunu hatıra
getiriyorsa da bu kayıt şart değildir. Me-selâ hibe edenin varisi, hibe edilen kişiye, «Sen o köleyi
onun hayatın-da kabzetmedin, sen onu ölümünden sonra kabzettin» dese, hibe edilen kişi de, «Ben
onu hayatında kabzettim» dese, köle vârisin elinde ise. T.
«Söz vârisindir ilh...» Zira kabız o anda bitmiştir. Miras ise, kabız-dan öncedir. Bu yüzden söz
vârisindir. Bahır.
«Kefaret ilh...» Kefaretin çeşitleri yani oruç, yemin, zihâr, hatâen cinayet kefaretlerinin tümü,
adamın ölümü ile düşer. Ama eğer öldüğün-de bu kefaretlerden herhangi birisi ile mükellef ise ve
mükellef bulun-duğu kefareti vârislerine vasiyet ederse o zaman düşmez.
Haraç verenin ölümüyle ondaki haraç verme mükellefiyeti düşer.
«Diyet ilh...» Bir kimsenin üzerinde bir diyet borcu varsa, vermeden ölürse, bu diyet ondan düşer.
«Nafakalar ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.
«Ayn harfi ivaz´ı gösterir ilh...» Birisi diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş
vermesini şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste
trampa edilmezse caiz değildir. Haniye.
«Rücû hakkı düşer ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.
«Ayn harfi ivaz´ı gösterir ilh...» Birisi diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş
vermesini şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste
trampa edilmezse caiz değildir. Haniye.
«Rücû hakkı düşer ilh...» Yani hem hibe edenin, hem de hibenin karşılığını verenin rücû hakları
düşer. Ankaravî´de olduğu gibi. Sarihin ifa-desi de buna işaret eder. Sâyıhânî.
Hâmiş´te şöyle denilir: «Kadın, kendisini bir veya iki talâkla boşayan kocası ile iddet bittikten sonra
evlenmeyi isterse, onu boşayan koca, «Benim sana borcum olan eski mehrini hibe edersen
evlenirim» dese, kadın da bu alacağı mihri onunla evlenme karşılığı olarak hibe etse, sonra erkek
onunla evlenmese, fakihler, «Erkek ister onunla evlensin, ister evlenmesin o mehrin hibesi geçerli
değildir, mehir onun üzerinde yine borç olarak kalır. Zira kadın mehrini nikâh karşılığı kılmıştır.
Nikâhın karşılığı olan malı vermek kadına değil, erkeğe aitir.» demişlerdir.» Haniye. Fetâvâ-yı
Hayriye´de bununla fetva verilmiştir.
«İki taraf da ilh...» Zira mutlak temlik başlangıçta temlik ihtimali taşıdığı gibi, karşılık için temlik
ihtimalini de, taşır. O halde rücû hakkı şüphe ile ibtal edilemez. Mustasfâ.
«Hibesinden rücû edebilir ilh...» Bu bahiste bir söz vardır, o da şu-
dur: Bilinen asıl, ifade edilen gibidir. Nitekim bu Kâfî adlı eserde belirtilmistir. Halkın örfünde ise,
hibe edilen kişi hibe edene birşey verirse, bundan hibenin karşılığı anlaşılır. Utandığından bu senin
hibenin karşılığıdır diyemez. O halde uygun olan bedeli zikretmese bile böyle bir hibeden
dönülmesidir.
Hâniye´de şöyle denilir: «Bir kimse karısına hediyeler gönderse, karısı da onun karşılığında
birşeyler gönderse, zifaf yapsalar, sonra ayrılsalar, erkek gönderdiklerinin ariyet olduğunu iddia
ederek geri almayı istese, kadın da karşılık olarak verdiğini geri almak istese, burada eşya
hakkında makbul olan kocanın sözüdür. Çünkü koca temliki inkâr etmiştir. Kadın da ancak
gönderdiklerini hibenin karşılığı zannettiğinden o da gönderdiklerini alabilir. Kocanın yaptığı hibe
olmadığı gibi, kadının gönderdikleri de ivaz olmaz. Her iki taraf da karşılıklı göndermiş oldukları
eş-yayı alabilirler. Ebûbekir İskâf´da, «Kadın gönderdiği zaman açıkça Kocanın gönderdiklerinin
karşılığı olduğunu söylese bile gönderdiklerini geri alabilir. Fakat kadın bunu açıkça söylemezse
bakılır: Eğer gönderdiğinde ivaza niyet etmişse kadının niyeti bâtıl ve gönderdiği hibe olur. Bu
meselede ihtilâf olduğu açıktır» demiştir. Yakûbiye.
«Az olsa bile ilh...» Yani gönderdiği ivaz, hibeden az olsa bile. Çünkü ivaz gerçekte hibenin bedeli
değildir. Eğer hibe edilenin gerçekten bedeli olmuş olsa, o zaman ribâ olması ihtimali olurdu.
«Karşılığında ilh...» Eğer çocuğa hibe edilene karşılık babası çocuğun malından verirse, bu karşılık
bâtıl olduğundan hibe eden kişi hissesinden rücû´ edebilir. Bezzâziyye.
«Çocuğun malından ilh...» Baba çocuğa yapılan hibenin karşılığını kendi malından verirse bu
geçerli olur. Çünkü ilerde yabancı birinin hi-beye karşılık birşey vermesinin geçerli olduğu meselesi
gelecektir. Sâyıhânî.
«Rücû hakkı ilh...» Çünkü ticaretle izinli köle birşey hibe etme hak-kına mâlik değildir. O halde onun
karşılık vermesi geçerli olmaz.
«Bahir ilh...» Zira ticaretle izinli köle başlangıçta nasıl hibe etme-ye mâlik değilse, sonra da hibenin
karşılığını vermeye mâlik değildir. Sâyıhânî.
«Hibe ilh...» Birisine dirhemler hibe edildiğinde o dirhemlerin aynının verilmesi gerekir. Eğer onu
başkasıyla değiştirirse hibeden yüz çe-virmiş olur. Ama hibe ettiği dirhemlerden başkasını teslim
etse, yeni bir hibe olur. Hibe edilen kişi onu kabzetse, dirhemler cinsinden veya başka bir cinsten
karşılık vermiş olsa, o zaman rücû hakkı düşer. Bu meselede dinarlar da dirhemler gibidir. T.
«Rücûda ilh...» Yani hibe eden kişinin rücû hakkı yoktur. Ancak, hi-be ettiği dirhemler bizzat
mevcutsa rücû edebilir. Fakat hibe edilen kişi, hibe edilen dirhemleri sarfetmişse bu rücûa engel
olur. T.
«Öğütüldükten sonra ilh...» Yani buğday öğütüldükten sonra o buğ-dayın aynı veya bir bölümüdür
denilemez.
«Verse ilh...» Yani bir bölümü hibeye ivaz kılsa geçerli olur. Çün-kü boyamak veya yağlamakla bir
ziyadelik meydana gelmiştir. Sanki boyanın kumaş veya yağla karıştırılan kavut başka bir şey olur.
METİN
Bir kimseye iki cariye hibe edilmiş olsa, o cariyelerden birisinin ço-cuğu olmuş olsa, hibe edilen
kişi de cariyeden olan çocuğu hibe karşılığı hibe edene verse, eğer çocuk hibeden sonra olmuşsa
artık o cariyelerin hibesinden dönülmez, karşılık da geçerli olur.
Hibe olunan bir şeyin karşılığında, hibe edilen kişi değil bir yaban-cı birşey vermiş olsa, muhâlea
bedeli gibi -artık hibe edenin rücû etme hakkı düşer. Bu, yabancı hibe karşılığını hibe edilen kişinin
izni olma-dan vermiş olsa da böyledir.
Karşılığı veren yabancı, velev hibe edilenin emri ile olsa da hibe karşılığı verdiğini rücû ederek
alamaz. Ama hibe edilen kişi yabancıya, «Ben zaminim. Benim yerime ver» dese ve o da verse, o
zaman rücû hakkı vardır. Çünkü hibenin karşılığını vermesi, üzerine vacib değildir.
Fakat bir yabancı borcunu ödediği takdirde, ödeyen kimse öde-diği parayı borçludan alır. Bunda
asıl, kendisinden ötürü insanların hap-sedildiği ve ödettirildiği herhangi bir şeyin ödenmesini
emreden kişi emri ile zımanı şart koşmasa dahi ödeyenin kendisine rücû edeceğini isbat etmiştir.
Fakat kendisinden ötürü insanların hapsedilmediği veya sürekli taleb edilmediği birşev için rücû
hakkı yoktur. Hibe gibi. Ancak, «Ben zaminim» diyerek, sımanı şart koşarsa, ödeyen o kimse geri
alabilir.
O halde borçlu, bir diğerine, «Borcumu öde» dese, o da ödemese, «Ben zaminim» demese dahi,
borcu ödeyen kişi rücû eder, parasını alır. Çünkü borcun edası borçlunun üzerine vacibtir. Şu
kadar var ki, yazdığı-mız asıldan, «Bir kimse bir diğerine, «Binamın yapılmasına yardım et» de-se
veya esir, bir kimseye, «Beni satın al» demiş olsa, bu her iki durum-da da rücû etmeyi şart koşmasa
dahi, rücû edip parasını alma hakkına sahiptir.» meselesi istisna edilir. Hâniye´nin kefalet bahsi.
Halbuki o adam bu her iki şeyde de hapsedilemez ve taleb edilemez ve sıkıştırılamaz.
Hibe edilen şeyin yarısı üzerinde hak iddia edilirse, o zaman ivazı veren kimse de ıvazın yarısı ile
rücû eder. Ama eğer ivazın yarısına müs-tahak çıkarsa geri kalanı reddetmedikçe hibe eden kişi
hibesinden rücû edemez. Çünkü ivaz kılınan şeyin yarısını başlangıçta ivaz etmiş olsaydı geçerli
olurdu. Öyleyse devamı da geçerli olur. Şu kadarı var ki´ burada hibe eden ivazı teslim edip
etmemekte muhayyerdir. Buradaki ivazdan maksat da hibede şart koşulmayan ivazdır. Ama eğer
hibe edilirken kar-şılık vermesi şart koşulursa, ileride geleceği gibi, bu hibe değil mübadele olur. O
halde ivaz hibe üzerine tahsis edilir. Hibenin hak ileri sürülen ivazın karşılığı olan kısmından rücû
edebilir. Nihâye.
Nasıl ki, ivazın hepsi başkasının hakkı olmuş olsa, eğer hibe ettiği şey helak olmamış, mevcut ise
hibenin hepsinden dönebilir. Ama ivazın hepsi istihkak edilmiş olmakla birlikte hibe edilen şey
muttasıl bir ar-tışla ziyadeleşse, dönemez. Hülâsa.
Eğer hibenin tamamı bir başkasının istihkakı çıkarsa, hibe edilen ki-şi, hibenin karşılığında verdiği
ivazı eğer mevcut ise geri alabilir. Ama eğer ivaz helak olmuş ise, mislî birşeyse mislini, kıyemî
birşeyse kıy-metini alır. Gaye.
Eğer hibenin yarısına ivaz verilmiş ise, hibe edilen kişi karşılığını al-madığı kısmından döner. Bu
dönüşte, şüyu da zarar vermez. Çünkü son-radan olmuştur.
Uyarı: Müctebâ da şöyle nakledilmiştir: «Eğer hibe aklinde şart koşulmuşsa ivaz hibeden dönmeye
engel olur. Meselâ, «Ben bu koyunu sa-na veriyorum sen de karşılığında koyun vereceksin»
denilirse. Eğer akit-te böyle bir şart koşulmadan hibe yapılmışsa, daha sonra ivaz verilmiş ise,
hibeden dönemez.»
Bu meseleyi Müctebâ dışında açıkça söyleyeni görmedim. Mezhebin türlü kitaplarında ivazdan
hibede şart kılınması mutlak olarak zikredil-miştir. Nitekim daha önce geçmişti.
İZAH
«Rücû ederek alamaz ilh...» Yani ivaz veren kişi karşılığı verdikten sonra hibe edilen kişinin ortağı
bile olsa, ister onun izniyle, ister izinsiz versin, rücû hakkı yoktur. Zira karşılık vermek hibe edilenin
üzerine vacib değildir. Nasıl ki birisi diğerine, «Teberru ver» demiş olsa, teberru veren adam
verdikten sonra rücû edip teberruluyu emreden kişiden ala-madığı gibi. Ancak gerek hibenin
karşılığında, gerekse teberru eden adam hibe edilen kişi veya teberru´yu emreden kişi, «Sen ver,
ben zaminim» derse, o zaman her iki durumda da döner, verdiğini alır. Ama borçlu bu-nun
aksinedir. Meselâ borçlu kimse birisine, «Benim borçlarımı öde» derse, o adam ödedikten sonra,
borçlu olan, «Sen öde, zaminim» demese bile, ödedikten sonra, döner borçludan alır. Zira borcu
ödemesi borçlunun üzerine vacibtir. Minâh.
«İvazın yansı ile rücû eder ilh...» Cevhere´de şöyle denilmiştir: «Bu hibe, taksimi kabil olmayan
şeyden ise rücû edebilir. Ama eğer hibe edilen şeyin bazısı başkasının hakkı çıktığında, eğer
taksimi kabil ise, hi-be geri kalan kısımda da bâtıl olur. O zaman hibe edilen kişi ivazın hep-sini
alır.»
Zira anlaşılıyor ki hibe edilen kişi hibeden başkasının istihkakı çı-kan kısma mâlik olmamıştır. O
halde hibenin aslı ibtal edilir. Çünkü hi-be taksimi kabil olan müşâda yapılmıştır.
«Ama eğer ivazın yarısına müstehak olursa ilh...» Hibe eden kişi hi-benin yarısı ile rücû edemez.
Çünkü ivazın kalan kısmı hibenin hepsinin karşılığıdır. Zira başlangıçla da kalan kısım hibeye ivaz
olarak verseydi uygun olurdu. Ancak burada hibe eden kişi muhayyerdir. Çünkü hibenin yarısının
karşılığında ivaz vermek onun rücû hakkını düşürmez. Ancak iva-zın hepsini ona teslim etmekle
rücû hakkı düşer. O da binanın tam karşı-lığını teslim etmediğinden onun geri alma hakkı vardır.
«Muhayyerdir ilh...» Çünkü ivazı teslim etmemiştir.
«Şart koşulmayan ivaz ilh...» Yani hibe ettiği zaman karşılığı şart koşmadığı ivazdır.
«Eğer hibenin yarısına ivaz verilmiş olsa ilh...» Veya hibenin bazısı-nın karşılığında ivaz vermiş
olsa. Meselâ hibe bin dirhem ise, bunun kar-şılığında bir dirhem varsa, o zaman bu vermiş olduğu
ivaz bir dirhem kar-şılığında hibe aktini feshetmektir. Hibe, eden kişi geri kalan kısımdan dö-nebilir.
Müştemilâtı olan bir binanın hibesinin karşılığında bir oda ver-miş olsa, hüküm yine böyledir.
Bezzâziyye.
«Şüyu da zarar vermez ilh...» Yani yarısından dönmekle meydana gelen şüyu (ortaklık) da zarar
vermez. Bu meseleyi açıklıkla söyleyeni görmedim. Bunu söyleyen Minâh sahibidir.
Ben diyorum ki: Bu mesele, Gâyetü´l-Beyân adlı eserde açık olarak zikredilmiştir. Gâyetü´l-Beyân´ın
ifadesi şöyledir: «Bizim ashabımız, «Hi-bede hibe eden kimsenin hibeden dönme hakkını düşüren
ivaz, hibe ak-dinde şart koşulan ivazdır. Ama hibe aktinden sonra hibe edilen kişi onun karşılığını
verirse, hibe eden kişinin yaptığı hibeden rücû hakkı düş-mez. Çünkü yapılan ivaz, hibe edilen kişi
üzerinde bir hak değildir. An-cak o, o karşılığı hibe edenin rücû hakkını düşürmek için vermiştir. O
halde onun verdiği ivaz, başlangıçta bir hibedir. Ama hibe akdinde şart koşulan ivaz bunun gibi
değildir. Çünkü akitte şart koşulan ivaz, hibe-nin hükmünü satım akdi hükmüne çevirir. Hatta o
zaman hibe eden ki-şi şuf´a (ön alım) hakkı ve ayıpla sebebiyle geri verme haklarına sahihtir»
demişlerdir. Bu duruma göre, hibe aktinde şart koşulan ivaz doğrudan hibe edilenin karşılığından
yine ashabımız, «ivazda hibedeki şartlardan kabz ve şüyû´un bulunmaması gibi şartların verilen
ivazda da geçerli olması gerekir. Çünkü o ivaz hibedir. Şerhü´l-Akta´da böyledir.» demiş-lerdir.»
Tuhfe´de de, «Hibe aktinden sonraki ivaz, rücû hakkının düşürülme-si içindir. Akit başlangıçta, ne
de sonuçta ivazlı akit anlamını taşımaz. Ancak hibe aktinden sonra verilen ivaz^ hibe edilen kişinin,
«Şu senin hibenin karşılığıdır.» demesiyle yapılan hibe ivaz olur. Bu ivaz da eğer kabzolunursa,
hibeyi ibtal eden veya geçerli kılan şartlarla hibe olur. Ama akitten sonra ivaz verirken, «Bu hibenin
karşılığıdır» demezse, o zaman başlangıçta hibe olur ki, bu durumda her ikisi de hibelerinden
dö-nebilirler.» denilmiştir. Kısaltarak alınmıştır.
Tuhfe´den yapılan bu nakilden anlaşılan, bunların ikisi ya iki görüş ya iki rivayettir. Birincisi rücû
hakkını ortadan kaldıran ivazdır ki, bu iva-zın verilmesi veya konuşulması hibe akti yapılırken
şarttır. İkincisi ise, rücû hakkını düşürmek için akitte konuşulması gerekli değildir. Ancak hibeden
rücû hakkını düşürmek için ivaz verildiğinde, «Bu evvelce yap-mış olduğu hibenin karşılığıdır»
demek gerekir. İşte bu hilaf hibedeki rücû hakkının düşürülmesi üzerinedir. Ama hibenin sonunda
bir satım akdine dönüşmesine gelince, orada hibe akti yapılırken ivazının da ko-nuşulması veya
verilmesi mutlaka şarttır.
«Mezhebin füru kitapları ilh...» Ben derim ki, açık olan, ivazın akit sırasında konuşulması, ancak
ivazın hibe edilen şeye karşılığının mutlak değil tevzii hususundadır. Yani hibe aktinde ne kadar
ivaz konuşulmuşsa aldığı ivazın karşılığından dönemez, geri kalanından dönebilir. O zaman
Müctebâ´da olan, mezhebin fürû kitaplarındaki mutlak ifadelere aykırı olmaz. Ebussuud el-Mısrî.
«Nitekim daha önce geçti ilh...» Yani buğday ununun hibe edilen buğdaya, hibe edilen iki cariyeden
birinin cariyelere ivaz olduğu konu-sunda geçmişti.
METİN
He harfi, hibe edilen şeyin elden çıkışı(hurucu)nı ifade eder. Yani hibe edilen şey, hibe edilen
kişinin mülkiyetinden çıkarsa hibe eden kişi hibesinden dönemez. Velevki hibe edilen de hibeyi
başkasına hibe etsin. Ancak hibe edilen kişi üçüncü şahsa yapmış olduğu hibeden dönerse, ilk
hibe eden kimse de hibesinden rücû edebilir. İkinci hibe edenin rücûu ister hâkimin hükmü ile, ister
tarafların rızaları ile olsun sonuç de-ğişmez. Hibe, hibe edilen kişiye yeni bir sebebten dolayı dönse
bile aşağıda geleceği "gibi, rücû etmek hibeyi feshetmektir. Meselâ, üçüncü şahıs kendisine hibe
edilen şeyi ikinci şahsa sadaka olarak verse veya satsa, birinci hibe eden kimse hibesinden
dönemez. İkinci şahıs hibe edilen şeyin yarısını satsa, rücûa engel durum bulunmadığından geri
kalan kısmından dönebilir.
Musannıf burada hibe edilen şeyin hibe edilenin elinden bütün ola-rak çıkmasıyla kaydetmiştir.
Yani hibe edilen şey hibe edilen kişinin mül-kiyetinden her yönüyle çıkarsa hibe eden kişi
hibesinden rücû edemez.
Musannıf daha sonra bu usul üzere konuyu şöyle açıklamıştır: «Eğer hibe edilen kişi hibe edilen
koyunu kurban etse veya hibe edilen şeyi sadaka adaşa ve o hibe edilen şey kesilip et halini almış
olsa, bu du-rum rücû hakkına engel değildir. Çünkü kurban olmakla her yönüyle hibe edilen kişinin
mülkiyetinden çıkmamıştır. Hibe edilen bu koyun eğer te-mettü haccı veya Kran haççı için ihrama
giren veya adakta bulunan bir kişiye hibe edilse, o da bunu kurban etse, yine rüçûa engel değildir.
Minhâc´da, «Eğer birisine bir elbise hibe edilmiş olsa, hibe edilen kişi onu Allah için tasadduk etse,
hibe eden kişinin rücû hakkı vardır. Yalnız Ebû Yusuf buna muhalefet ederek, «Rücû edemez.»
demiştir. Ama hibe edi-len koyunu bir kimse kurban etmek için değil de eti için kesmiş olsa, bütün
âlimlerin ittifakiyle hibe eden rücû hakkına sahiptir» denilmiştir.
PRATİK BİR MESELE:
Borçlu olan veya üzerinde hataen cinayet diyeti olan köleyi efen-disi köleden alacaklı şahsa ve
cinayetin velisine hibe etmiş olsa, borçlu ise borcu düşer, diyetle yükümlü ise diyet düşen Ama
efendisi eğer bu kölenin hibesinden rücû ederse, istihsanen geçerli olur. İmam Muhammed ve Ebû
Hanîfe´den bir rivayete göre, efendinin, kölenin hibesinden rücûu ile kölenin borcu ve diyeti avdet
etmez. Nitekim bir kimse kızını bir erkeğe hibe ettikten sonra rücû eylese, kızın nikâhı avdet etmez.
Haniye.
Zel harfi hibe vaktindeki zevciyete işarettir. Şu halde bir kimse bir kadına hibede bulunsa, sonra bu
kadınla evlense yaptığı hibeden rücû edebilir. Eğer karısına hibe ederse, bunun aksine rücû
edemez.
PRATİK BİR MESELE :
Efendinin, Ümmü´l-veled olan cariyesine, hastalığında dahi yap-mış olsa hibesi geçerli değildir. Bu
hibe vasiyet de olmaz. Çünkü köle veya cariye hacir altındadırlar. Onların mülk edinme ehliyetleri
yoktur. Ama ümmü´l-veled olan cariyesine «Ben öldükten sonra şunu sana vasi-yet ediyorum»
dese, vasiyeti geçerli olur. Zira ümmü´l-veled efendisinin ölümüyle azad edilir, vasiyet edilen şey de
ona teslim edilir. Kâfi.
Kâf harfi de karabete (yakın hısımlığa) işaret eder. Bir kimse kendi-sine neseben haram olan
hısımlarından birisine bir şey hibe etse o kı-sımı zımmî veya müste´men de olsa, hibesinden rücû
edemez. Şümhî.
Ama bu kimse neseben değil süt kardeşi gibi süt yoluyla haram olan birisine -bu süt kardeşi
amcası oğlu olsa bile- veya kayınvalidesi, hanımının kızı gibi sıhrî hısımlık yoluyla haram olan
birisine veya bir ya-bancının kölesi olan kardeşine veya öz kardeşinin kölesine hibe yapmış olsa,
hibesinden dönebilir.
Ama eğer efendi ile kölenin her ikisi de onun akrabalık yoluyla mah-remi iseler, sağlam görülen
görüşe göre, ittifakla o hibesinden rücû ede-mez. Çünkü bu hibe hangisine yapılmış olursa olsun,
rücûa engeldir. Bahır.
PRATİK BİR MESELE :
Bir kimse kardeşi ile bir yabancıya ikisine birlikte taksim edileme-yen birşey hibe etse, onlar da onu
kabzetseler, o yabancının hissesinden, rücûa engel bir hal olmadığında rücû edebilir. Dürer.
İZAH
«Feshetmektir ilh...» Yani hibe edilen şey, ikinci defa hibe eden şah-sa döndüğü zaman bütün
hakları ile döner.
«Birinci hibe eden kimse ilh...» Çünkü rücû hakkı bu ´mülkte henüz sabit değildir. Dürer. Muhit´ten
naklen.
«Rücû hakkına engel değildir ilh...» Hibe edilen kişinin de hibe edi-len koyunu kurban etmesi
caizdir. Minâh´ın Müctebâ´dan naklettiği gibi.
«Borçlu olan köle ilh...» Çocuğun köle olan birisinin üzerinde vasiyet edilmiş bir alacağı olsa,
çocuğun vasisi o köleyi çocuğa hibe etse, sonra vasi hibesinden rücû etmiş olsa, zahiri rivayete
göre, vasinin dön-me hakkı vardır. İmam Muhammed´den rivayete göre vasi rücû edemez. Çünkü
ona borçludur.
«İstihsânen ilh...» Hâniye´de şöyle denilir: «Kıyasa göre hibeden rü-cû hakkı yoktur. Kıyas, Hasan´ın
Ebû Hanîfe´den, Muâllâ´nm Ebû Yusuf tan, Hişâm´ın da İmam Muhammed´den rivayetidir. Ebû
Yusuf´un görü-şüne göre borçlu olan veya hataen cinayetten diyet borcu olan köleyi hibe eden kişi
hibeden rücû etse, borç ve hataen cinayet diyeti tekrar avdet eder. Ebû Yusuf, İmam Muhammed´in
metindeki görüşünü çok fa-hiş niteleyerek şöyle demiştir: Eğer bir köle küçük bir çocuğa borçlu
olsa. kölenin efendisi köleyi o çocuğa hibe etse, çocuğun vasisi hibe edilen köleyi kabul ve kabz
etmiş olsa, borç kölenin üzerinden düşer. Bu hi-beden sonra efendi hibeden rücû ederse, eğer
dımânı ona yüklesek de, kölenin borcu avdet etmez, o zaman vasinin hibeyi kabul etmesi, çocuğa
zararlı bir tasarruf olur. Vasi zararlı olan böyle bir tasarrufu yapmaya mâlik değildir.» O halde
kölenin hibesinden rücû ettiği takdirde kölenin borcu da avdet eder. Nikâh meselesine gelince,
bunda Ebû Yusuf´tan iki rivayet vardır. Rivayetin birinde hibe eden kişi hibesinden rücû eder-se
nikâh avdet eder.» denilir.
«Bunun aksi gibi ilh...» Yani kadın bir erkeğe birşey hibe etse, son-ra o erkek kadını nikâhlasa,
kadının her ne kadar kocası olmuş olsa da kadın rücû edebilir.
«Neseben haram olan akrabasına ilh...» O halde, akrabası ölüp de haram olmayan veya mahremi
olup da akrabası olmayan kimse. Dürer. Bi-rincisinin örneği, amca oğludur. Amca oğlu onun
sütkardeşi de olmuş olsa, yine bu hüküm dışındadır. Çünkü Musannif, «neseben haram olan
hısımlar» demiştir. Amcası oğlu ise her ne kadar hısımı ise de neseben mahremi değildir. Çünkü bir
kimse amcasının oğlu ile evlenebilir. O hal-de amcası oğluna yaptığı hibeden rücû edebilir.
Şurunbulâliye´de oldu-ğu gibi. İkincisinin örneği de sütkardeştir.
«Amcası oğlu olsa bile ilh...» Yani onun sütkardeşi amcası oğlu ol-muş olsa bile. İşte bu da,
«neseben» tabirinden anlaşılıyor. Çünkü amcaoğlu sütkardeş olunca mahrem oluşu neseben değil
süt yoluyla sabit olmuş bulunur.
«Sihri hısımlık yoluyla haram olan birisine ilh...» Bu, rücûa engel değildir. Bakani.
«Hanımın kızı gibi ilh...» Bir de gelinleri ve damatları gibi. Oğlunun karısına veya damadına hibe
etse, bunlar rücûa engel değildir. Çünkü bunların mahrem oluşları neseb yoluyla değil, sıhriyet
yoluyladır.
«Hibesinden dönebilir ilh...» Zira bu hibede mülkiyet her yönüyle yakınına değildir. Eğer ihtiyaç
içinde ise köle ona hibe edilene diğerle-rinden daha hak sahibidir. Hibeden dönebileceği görüşü
İmam-ı Azam´a göredir. Ebû Yusuf ile İmam Muhammed´e göre, ise, kardeşi bir yabancının kölesi
olduğu takdirde, ona yapmış olduğu hibeden döner. Çünkü» mülkiyet yabancınındır. Fakat
kardeşinin kölesine yaptığı hibeden dö-nemez. Çünkü onun mülkiyeti direk kardeşinin olmaktadır.
Bahır´da ol-duğu gibi.
«Akrabalık yoluyla mahremi iseler ilh...» Bunun şekli şöyledir: Ada-mın iki kızkardeşi ve her birinin
birer oğlu olsa, bu çocukların birisi tey-zesinin oğlunun kölesi olsa veya adamın birisi babadan
diğeri anadan iki kardeşi olsa ve-bunlardan birisi diğerinin kölesi olsa, bu her iki şekilde de köleye
yapılan hibeden rücû edilemez.
METİN
He harfi hibe edilen şeyin helakine işarettir. Eğer hibe edilen kişi helak olduğunu iddia ederse
yemin etmeden sözü tasdik edilir. Çünkü o, hibe edilen şeyin geri verilmesini inkâr etmektedir. Ama
eğer hibe eden kişi, «Hibe ettiğim şey şudur» derse, o zaman bunu inkâr eden hibe edilen-kişi de,
«Onun işaret ettiği şey, hibe edilen şey değildir» diye yemin eder. Hülâsa.
Nitekim hibe edilen kişi, «Bana hibe edenin kardeşiyim» iddiasında bulunursa, hibe edenin, onu
inkâr ettiğinde, yemin etmesi gerekir. Çün-kü hibe edilen kişi hibeyi değil, nesebin sebeb olacağı
malı iddia etmek-tedir. Haniye.
Rücû geçerli değildir, ancak tarafların rızasıyla veya hâkimin hük-müyle sahih olur. Bunda âlimlerin
ihtilâfı vardır. O zaman hükümden önce değil, hükümden sonra hibe edilen kişi taleb edilen şeyi
geri ver-mediği takdirde ona tazmin ettirilir. Hibe eden kişi ya hâkimin hükmüy-le veya tarafların
rızasıyla hibesinden dönerse, o zaman bu rücû aktinin asıldan feshi ve onun eski mülküne mâlik
olmasıdır. Yoksa hibe edene hibe etmek değildir. İşte bunun içindir ki, hibenin rücûunda hibe eden
kişinin kabzı şart değildir.
Ortak olan bir şeyin hibesinden rücû etmek geçerlidir. Eğer hibeden rücû hâkimin hükmü veya
tarafların rızası ile hibe aktinin feshi değil, hibe olunan kişinin tekrar hibe edene hibesi olsaydı, o
kabzetmeden hi-be geçerli olmazdı. Bu rücûdan sonra hibe eden, hibe ettiği şeyi mut-laka, yani
ister hâkim hükmü ile, isterse (hükmen) tarafların rızalarıyla olsun, satın aldığı kimseye geri
verebilir.
Ama bunun aksine bir mal aldıktan sonra onu satsa, o malı ondan alan kabzettikten sonra o malda
eski bir ayıp ortaya çıksa, onu bu kim-se geri veremez. Çünkü burada rıza ile bir alışveriş
yapılmıştır. Ama hibe edilen bir şeyi hâkim hükmü ile geri almış olsa, onu ayıbı görüldüğü tak-dirde
daha önce aldığı kimseye geri verebilir. Çünkü müşterinin hakkı aldığı malın sağlam olmasıdır.
Çünkü bu fesih değildir. Hatta aldığı ma-lın, ayıbı yok olmuş bulunsa, hakkını elde etmiş olacağı
için, artık malı geri verme hakkı yoktur. O halde hibe ile satınalma arasında bir fark vardır.
Fakihlerin, «Bu rücû, hibe aktinin asıldan feshi» sözünden mak-satları, gelecekte aktin üzerinde
herhangi bir izin kalmamasıdır. Yoksa hibe aktinin izinin bâtıl olması değildir. Eğer maksat hibe
izinin asıldan bâtıl oluşu olsaydı, hibe edilen şeyden hayvan ise doğan yavrunun ağaç ise
meyvenin, tarla ise ekinin de hibe edene rücû ettiği an avdet etmesi gerekirdi. Halbuki hibeden
rücûda hibe edilen şeyin geri alınması ile ondan meydana gelen fazlalıkların iadesi gerekmez.
Fusûleyn.
Eğer hibe eden ile hibe edilen kişi yukarıda sayılan yedi engelden birisi olduğu takdirde ki bu
durumda hibesinden rücû edemez, hısımlara yapılan hibede olduğu gibi rücû üzerinde ittifak
etseler, bu ittifak caizdir. Cevhere.
Müctebâ´da, «Hibede, yakın akrabaya sadaka vermekte ikâle an-cak kabzdan sonra olur. Çünkü
ikâle de hibedir.» denilmiştir. Müctebâ´ da bundan sonra da şöyle denilir: «Herhangi bir şey ki,
taraflar hâkime başvurduklarında hâkim fesheder, onun hükmü budur. Eğer borç borç-lunun
çocuğuna hibe edilirse caiz olmaz. Çünkü çocuk kabz yetkisine sa-hip değildir.»
Dürer de, «Herhangi bir engelden dolayı hibeden rücûun bâtıl olu-şuna hükmedilse, sonra o engel
ortadan kalksa, yine hibe edenin rücû hakkı döner.» demiştir.
Hibe edilen şey hibe edildikten sonra telef olsa ve onun hibe ede-nin değil başkasının hakkı olduğu
ortaya çıksa, asıl hak sahibi telef olan şeyi hibe edilene tazmin ettirir. Hibe edilen kişi ise hibe eden
kişiye taz-min ettiğinden dolayı rücû edip tazmin ettirmez. Çünkü hibe, teberru edi-len bir akit olup,
onda eksiklikten salim olma vasfı aranmaz. Ariyet de bu meselede hibe gibidir. Çünkü ariyet alan
da kendi nefsi için ariyet verenden kabzetmiştir. Onda akit olmadığından aldatma da olamaz. Bu
konunun tamamı İmâdiye adlı eserdedir.
Hibe, muayyen bir karşılık şartıyla yapılsa, o hibe başlangıçta hibe olduğu için her iki ıvaz da da
karşılıklı kabz şarttır, ivazın taksimi, tak-simi kabil olan şeyde şüyûen yapılmış olsa, bâtıl olur. Bu,
başlangıçta hibe olmakla birlikte, sonucu bakımından satım akdi olur. O halde ayıp veya görme
muhayyerliği kılınırsa, ayıp çıkması halinde geri verilebilir. Onunla şüf´â hakkı da alınabilir. Bu
meselede, «Ben sana şu malı hibe ettim, senin de şunu bana ivaz olarak vermen şartıyla, «derse, o
zaman başlangıçta hibe, sonunda satım akdi olur. Ama eğer, «Ben sana şunu sununla hibe ettim.»
demiş olsa hem başlangıçta, hem de sonuçta sa-tım akdi olur.
Musannıfın burada ivazı, «muayyen» kelimesiyle kayıtlamasının se-bebi, eğer ivaz meçhul olursa,
onu şart kılmak bâtıl olur. O zaman meç-hul bir ivaz karşılığında hibe ederse, başlangıçta da
sonuçta da hibe akdi olur.
PRATİK BİR MESELE:
Vakfeden kişi bir yer hibe etmiş olsa ve onun değiştirilmesini ivazı şart kılmadan şart koşsa, bu
hibe caiz değildir. Ama eğer ivazı şart kılarsa satım akdi gibi olur. Nesihî bunu zikretmiştir.
Mecmâ adlı eserde de, «İmam Muhammed, babanın çocuğunun ma-lını eşit bir ivazla bir diğerine
hibe etmesinin cevazına hükmetmiştir. İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf ise caiz olmadığı
görüşündedirler» denilmiştir.
Ben derim ki: İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf´un görüşüne göre vakfedi-len şey ile çocuğun malı
arasında fark vardır.
İZAH
«Hibe edilen şeyin helaki ilh...» Hibe edilen şeyin kendiliğinden he-lak olması. Hibe edilen kişinin
hibe edileni helak etmesi de hibeden rücûa engeldir. Nitekim, açık olan da ancak budur. Fetâvâ
sahipleri de bunu açıkça zikretmişlerdir. Remlî.
Ben derim ki: Bezzâziyye´de şöyle denilir: «Eğer hibe edilen kişi, hi-be olunan şeyin bir kısmını
helak etmiş olsa, hibe eden kişi geri kalan kısmından rücû edebilir.»
«Nesebin sebeb olacağı malı iddia etmektedir ilh...» Yani neseb yoluyla gerekecek malı taleb
etmiştir. Zaten kastı da nesebin isbatı değil malın isbatıdır. Minah.
«Sahih değildir ilh...» Kâdıhân şöyle demiştir: «Birisi diğerine bir elbise hibe etmiş olsa. sonra da o
elbiseyi ondan alsa ve helak etse. hi-be edilen kişiye helak ettiği elbisenin kıymetini tazmin eder.
Zira hi-beden rücû ancak hâkimin hükmü veya tarafların rızasıyla olur.» Sâyıhânî.
«Hâkimin hükmüyle ilh...» Hibe eden kişi hibe ettiği kimsenin ölüm hastalığında hâkimin hükmü
olmadan hibeden rücû ederse, rücû hakkı hibe edilen kimsenin malının ya hepsinden veya üçte
birinden alınır. Bu meselede iki rivayet vardır.
İbni Sem´a, «Kıyasa göre üçte birinden değil malının hepsinden alı-nır» demiştir. Haniye.
«Geri vermediği takdirde ilh...» Yani taleb edildiği halde geri verme-miş olsa bu durum tecavüz
sayıldığından tazmin ettirilir. Öyleyse, rücû ile hükmedilmezden önce, köleyi azad etmiş olsa, azadı
geçerlidir. Âmâ eğer hükümden önce taleb edildiği halde vermese, hibe edilen şey ken-diliğinden
helak olmuş olsa, hibe edilen kişinin mülkiyet hakkı mevcut olduğundan zamin olmaz. Hükümden
sonra zayi olsa, yine zamin olmaz. Çünkü kabzın başlangıcında zaminiyet yoktur. Bu da kabzın
devamıdır. Bahır.
«Hibe etmek değildir ilh...» Nitekim İmam Züfer hibeden rücûda hi-be edilen şeyin hibe edene
verildiğinde, onun hibe edilen kişi tarafından evvelce ona hibe eden kişiye hibe olduğu
görüşündedir.
«Şayi olan birşeyde ilh...» Meselâ, hibe ettiği birşeyin bazısında rücû etmesi gibi. Çünkü bu
takdirde hibe edilen mal ortak mülk haline gelir.
«Satın aldığı kimseye geri verebilir ilh...» Zira hibe etmezden önce malın ayıbını bilmediği için
hibeden sonra malını geri aldığı takdirde ayı-bını görmesiyle, ayıplı malın ayıbı eski bir ayıp ise,
muhayyerlik hakkına sahip olduğu için o malı aldığı kimseye geri verebilir. Ebussuud.
«Salim olması ilh...» Hatta aldığı mal ayıplı olsa, aldıktan sonra bu ayıp kendiliğinden yok olsa, artık
geri veremez.
(*) İkale; Bir mal satılıp teslim edildikten sonra, karşılıklı rıza ile satın aktini bozmak anlamına gelir.
Satıcı parayı, alıcı malı iade eder.
«İkâle de hibedir ilh...» Bezzâziye´nin ifadesi şöyledir: «Sadaka verilen kişinin sadaka ile ikâle(*)
edilmesi istense, o da ikâle yapmış olsa, kabzedene kadar ikâlesi caiz olmaz. Çünkü ikâle kendi
başına bir hibedir. Yine bunun gibi, hibe eğer mahrem olan bir hısımına yapılırsa, ondan da rücû
ancak ittifakla olur. Herhangi bir şey ki tarafların hâkime müracaat-ları ile hâkim o şeyi feshetse, o
şeyin feshinin hükmü ancak tarafların ittifakı ile olur.» Bu meselenin tamamı Bezzâziyye´dedir.
«Herhangi birşey ki, taraflar hâkime müracaat ettiklerinde hâkim fesheder ilh...» Bazı âlimler
demiştir ki: «Açık olan burada, «la» kelime-sinin düşmesidir. Asıl olan, ifade hâkimin feshettiği
değil de, hâkimin feshedemeyeceği anlamına gelir. Nitekim Hâniye´de de bu şekilde be-lirtilmiştir.
İşte bu düzeltme ile yukarıdaki ifadenin mânâsı acık olur. O zaman o ifadeden anlaşılan, genel
olarak mahrem hısımlar ile diğerlerine yapı-lan hibeden rücûu hâkimin hükmiyle değil ancak
tarafların karşılıklı an-laşmasıyla olur.
«Eğer borç, borçlunun çocuğuna hibe edilirse ilh...» Aşağıda, dayanılan görüşün borçlunun
çocuğuna yapılan hibenin geçerli ve caiz olduğu gelecektir. Sâyıhânî.
«Rücû hakkı döner ilh...» Musannıfın bu sözü, önceden Haniye´den naklettiğine dayanır.
Kûhistânî´de bu söze itimad etmiştir. Lâkin şu ka-darı var ki Musannifin oradaki, sözünde bu
Hâniye´den nakledilenin ak-sine itimad etmeye işaret vardır. Yani engel ortadan kalkarsa da rücû
hakkı dönmez.
Ben derim ki: Dürer´in buradaki mutlak ifadesinde bir görüş vardır. Şöyle ki: Rücûa engel olan
sebeb bazen hibe edilen şeyin mülkiyetinden çıkmasıdır. Sonra aynı şey yeni bir sebeble tekrar
hibe edenin eline geç-miş olsa, bunda rücû hakkı sabit olmaz. Bazen de rücûa engel sebeb evlilik
olur. Bu evlilik sonradan ortadan kalksa bile hibeden rücû hakkı dönmez. Meselâ bir kimse evli iken
karısına birşey hibe etse, evlilik devam ettikçe o hibe ettiği şeyi ondan geri alamaz. Onu boşamış
olsa yine ala-maz. Çünkü hanımına hibede bulunduğu sırada evlilik akdi mevcuttur. Nitekim bunu
fakihler açıkça zikretmişlerdir. Ancak bu arada şu noktayı da belirtmişlerdir: Meselâ, bir kimse hibe
edilen bir binaya bir oda ilâve etse, sonra o oda yıkılsa o binada rücû hakkı avdet eder. Veya hibe
edilen şeyi bir diğerine hibâ etmiş olsa, sonra da rücû edip aynı şeyi geri alsa onda rüçû hakkı
avdet eder. Öyleyse engelin kalkmasından kast olunan, ârizi engeldir. O halde hibe edilen mal
elden çıktıktan sonra, yeni bir sebeble hibe edilen kişinin eline geçse ilk hibe eden tarafından
verilen değil, sonradan meydana gelen bir mülk gibidir. O halde ikinci bir sebeble hibe edilen şeyin
hibe edilen kişinin eline dönmesi bunun aksinedir. Bundan dönülebilir. Benim tesbit edebildiğim
noktalar bun-lardır.
«Karşılıklı kabz şarttır ilh...» Taraflar akit meclisinde bulununca kar-şılıklı kabz şarttır. Akit
meclisinden sonra ise. tarafların izni ile olur. Eğer karşılıklı kabz olmasa her ikisi de hibesinden
dönebilir. Veya yalnız birisi kabzetse, yine kabzedenle kabzetmeyen eşit olduklarından yaptık-ları
akitten rücû edebilirler. Gâyetü´l-Beyân.
«Sonucu bakımından satım akdidir ilh...» Yani ivaz şartı ile yapılan hibede her iki ivazda
kabzedilirse o zaman sonucu bakımından satım akdi olur. Gâyetü´l-Beyân. Şu kadarı var ki, ivazın
miktarında ihtilâf ederler-se, taraflara yemin gerekmez. Çünkü Makdisî´de Zahire adlı eserden
naklen şu ifade vardır: «Taraflar yapılan hibenin ivazlı olduğunda ittifak etseler, sonra ivazın
miktarında hibe eden kişinin kabzından önce ihti-lâfa düşseler hibe edilen şey mevcut ise hibe
eden kişi hibe edilen ki-şiyi tasdik etmekte veya hibeden rücûunda veya helak olmuşsa onun
kıymetini almakta muhayyerdir. Ama eğer ivazın aslında ihtilâf ederlerse o zaman makbul olan söz,
ivazı inkâr etmekte hibe edilen kişinindir. Eğer hibe edilen şey mevcutsa hibe eden kişi rücû
edebilir. Ama eğer hibe edilen şey hibe edilen kişi tarafından tüketilmişse hibe edene hiç bir şey
yoktur. Eğer hibe eden kişi hibeden rücû etmek istediğinde hibe edilen kişi, «Ben senin
kardeşinim» veya «ben ona ivaz verdim» veya «Sen onu bana tasadduk ettin» dese o zaman
makbul olan söz istihsânen hibe eden kişinindir.» Özetle alınmıştır.
«Fark vardır ilh...» Babam Şeyh şöyle demiştir: «Çocuk ile vakfede-nin arasında fark vardır. Şöyle
ki: Vakfeden kişi, araziyi vakfettiğinde de-ğiştirilmeyi şart kılarsa o değiştirme karşılıklı ivaz ifade
edecek bir akitle meydana gelir. Bu akit de vakfedenin şartına dahildir. Babanın çocuğun malını
hibe etmesi bunun aksinedir.» Remlî de, Minâh´ın haşi-yesinde böyle demiştir. Medenî.
neslinur
Sun 7 February 2010, 10:33 pm GMT +0200
MÜTEFERRİK MESELELER FASLI
METİN
Bir kimse cariyesini hibe etse, ama karnındaki çocuğu hibe etmese veya cariyeyi karnındaki
çocuğu iade etmesi şartıyla hibe etse veya hibe etse ve «Cariyeyi bana reddetmen şartıyla hibe
ediyorum» dese, veya cari-yeyi azad edilme şartı ile hibe etse veya onun ümmü´l-veled edilmesi
şar-tıyla hibe etse, veya üçte biri ya da dörtte biri gibi muayyen bir kısmının geri verilmesi şartıyla
bir bina hibe etse veya bir kısmının ivaz olarak geri verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk
etse, hibe geçerlidir. Fakat birinci durumda istisna, diğer durumlarda da şartlar bâtıldır. Çün-kü
istisna veya şart kılınan şey, hibe edilenin ya bir bölümüdür ya da belirsizdir. Hibe ise şartlarla bâtıl
olmaz. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi hibenin karşılığındaki ivazın bilinmesinin şart olduğunu
unutmayınız.
Bir kimse cariyenin hamlini (karnındaki çocuğu) azat etse, sonra da o cariyeyi hibe etse, hibe
geçerlidir. Ama eğer cariyenin hamlini tedbir yapsa yan, «ben öldükten sonra o hürdür» dese,
sonra da cariyeyi hibe etse, bu hibe geçerli değildir. Zira o hami bu kimsenin mülkiyetinde devam
etmekte ve onun mülkünden cariyeyi işgal etmektedir. Fakat bi-rincisi bunun aksinedir. Nitekim
insanın sırf bir şartla borçlusunu borç-tan ibra etmesi geçerli değildir.
Meselâ, bir kimse borçlusuna, «Yarın gelirse veya sen ölürsen ba-na olan borcundan berisin» veya
«Bu hastalığından ölürsen berisin» ve-ya kadın kocasına, «Bu hastalıktan ölürsem mehrimi sana
helâl ettim» dese, bu durumların hepsinde ibra bâtıldır. Zira burada tehlikeye sok-ma ve şarta
bağlama vardır. Ancak olacak bir şarta bağlanırsa geçerli olması için meselâ borçlusuna, «Eğer
senin üzerinde alacağım varsa ben seni o alacağımdan ibra ettim» dese geçerli olur.
Yine bir kimse, «Eğer ben ölürsem benim alacağımdan berisin veya onu sana helâl ettim» dese.
caiz olur. Yapmış olduğu bu ibra vasiyet yerine geçer. Haniye.
Bir şeyi ömür boyu şartıyla hibe etse geçerli olur. O mülk hibe eden kişinin hayatı boyunca
onundur. Hibe edilen kişi öldüğü takdirde de onun vârislerine geçer. Çünkü şartı bâtıldır.
Fakat, «Ben senden önce ölürsem mal senin, sen önce ölürsen be-nimdir» şeklinde yapılan hibe
anlamına gelen rukbâ caiz değildir. Çün-kü rukbâ korkuyla talik ediliyor. Bu rükbâ geçerli olmadığı
gibi verilen :şey ariyet olur. Şümnî. Zira İmam Ahmet ve diğer muhaddislerin, Resûlullah (S.A.V.)
dan rivayet ettikleri: «Her kim ki kendi hayatı kaydıyla bi-risine bir şeyi hibe ederse, hibe edilen şey
hayatı boyunca verilen kim-senin, sonra da vârislerinindir. Siz rukbâ şeklinde hibe yapmayınız.
Kim, «Ben senden önce ölürsem mal senindir. Eğer sen önce ölürsen benim» diyerek rukbâ akdi
yaparsa, rukbâ yapılan şey yine verilen kimsenin vâ-rislerinin olur.» hadisine binâen rukbâ caiz
değildir.
İZAH
«Karnındaki çocuğa hibe etmese ilh...» Hâmli istisna etmek üç kıs-ma ayrılır. Bir kısmında hâmilde
tasarruf etmek caiz ve onu istisna etmek bâtıldır. Hâmlî hibe etmek, nikâhta mehir, muhâlea´da
bedel yapmak ve kasten öldürülen kimsenin sulhüne suhl bedeli olarak vermek gibi. Bir kısmında
ise tasarrufu caiz değildir. Onu satmak, kiraya veya rehin ola-rak vermek gibi. Çünkü bu akitler
şartlarla bâtıl olduğu gibi hamlin istis-nası ile de bâtıldır. Bir kısmında da hem tasarruf, hem de
istisna caiz olur. Vasiyet gibi. Çünkü hamli vasiyet etmek caizdir. O halde onu istisna etmek de
caizdir. Yakûbiye.
«Bir kısmının ivaz olarak geri verilmesi ilh...» Yani hibe vesadakadan bilinmeyen bir şeyin ivaz
kılınması böyledir.
«Bir bölümüdür ilh...» Metinde yukarıda geçtiği gibi ivazın hibe edi-len şeyin bir bölümü olmaması
şarttır. Bu yapılan şekillerde ise ivaz hi-benin bir bölümü olmaktadır. Onun için bu şart bâtıldır.
«Veya meçhuldür ilh...» Bir bölümü binanın hibe edilme durumuna râci olduğu gibi ikinci olan
bilinmezlik de sadaka ve hibedeki ivaza râcidir. O zaman bu gerekçe birincisinin dışındaki üç şekli
içine almamakta-dır. Öyleyse burada uygun olan Hidâye´nin bu şartların bâtıl olduğuna dair yapmış
olduğu açıklamadır. Şöyle ki, bu şartlar aktin muktezasına aykırıdır. O halde, bu şartlar fasit
olduğundan hibe bunlarla bâtıl olmaz. Ancak burada, «Hibe şartlarla bâtıl olmaz.» sözü illetin
tamamlayıcısı yapılırsa o zaman şerh ve metindeki şartların fasit olmasının illeti ta-mamlanmış olur.
«Unutma ilh...» Musannıf burada bu karine ile Zeylâî´nin, Nihâye´ye uyarak söylediği, «bir kısmının
ivaz olarak verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk etse» sözünde kapalılık olduğunu def için
işaret etmiştir. Zira eğer Musannıf burada bu sözüyle hibenin ivaz şartıyla yapılmasını istemişse, o
zaman hibe de, şart da caizdir. Ancak o zaman da Musannıfın, «şart bâtıldır» sözü doğru olmaz.
Ama eğer Musannıfın bu sözden, .kastı, hibe edilen şeyden bir bölümünü ivaz yapmak ise, o zaman
Musannıfın «Hibe edilen şeyin bazısını ivaz etmek» sözü tekrar olur. Zira Musannıfın «Hibe edilen
şeyden bir kısmını geri vermek şartıyla yapılan hibe» sözü buna da şâmil gelir.
Zeylâî´nin, Nihâye´ye uyarak, «Bu sözde kapalılık vardır» sözünün definin özeti şudur: Musannıf bu
sözü ile hibenin ivaz şartıyla yapılma-sını kasdetmiştir. Ancak burada şartın bâtıl olması da ivazın
meçhul olma-sındandır. İşte Bahır´da böyle ifade edilmiştir. Sonra ben Sadrı Şerîa´nın da bunu açık
olarak zikrettiğini gördüm.
Sadrı Şerîa şöyle demiştir: «Fakihlerin bu sözden maksatları, eğer ivaz meçhul olursa, fakat bilinen
bir ivaz şart kılınırsa. o zaman şart geçerli olur.»
«Sırf bu şartla ilh... »
PRATİK MESELELER:
Bir kadın kocasının üzerinde olan mehrini kocasına, kendisinden son-ra her evleneceği kadını
boşama yetkisini kendisine vermesi şartıyla hibe etse, koca bunu kabul etmese, bazı âlimlere göre
kocanın borçlu olduğu mehirden bu sözle ibra olunmaz. Ancak tercih edilen görüşe göre borçlu
kabul etmese bile alacaklı alacağını hibe etse geçerli olur.
Koca, hanımının bu isteğine uyarak, daha sonra evleneceği herhangi bir kadını boşama yetkisini
ona vermiş olsa, mehirden ibra geçerli olur. Eğer mehirden ibrayı kabul edip de hanımına boşama
yetkisi vermese bazı âlimlere göre bu ibra yine geçerlidir. Tercih edilen görüşe göre eğer
ev-leneceği kadının koşama yetkisini ona vermese kadının mehri yine avdet eder.
Yine bunun gibi, kadın kocasına, «Beni bundan sonra, dövmezsen veya sert muamele yapmazsan
veya şu şeyi bana hibe edersen ben seni kalan mehrimden ibra ettim.» dese, hüküm yine
yukarıdaki mesele gi-bidir. Her ne kadar bu şartlar hibenin şartlarından değilse de yine ka-dının
mehri avdet etmez.
Bir kimse karısına, «Mehrini bana hibe edene kadar babanın evine gidemezsin.» dese ve kadın
mehrini hibe etse, bu hibe bâtıldır. Çünkü burada kadın mükreh gibidir. Şemsü´l-İslâm da koca
karısını mehrini hi-be etmesi için dövmekle korkutsa, eğer erkek dövmeye kadir bir kimse ise o
korkutmanın da ikrah olduğunu zikretmiştir. Bahır´da böyle bir korkutma ile karısı mehrini hibe etse
mehir düşer denmiştir.
Hibeyi şarta bağlama kabul edilemez. Nitekim, bir kadın kocasına, «Eğer şunu yaparsan mehrimden
berisin» dese, bu geçerli olmaz.
Bir kimse borçlusuna, «Ölene kadar senden malımı alamazsam sa-na helâl olsun» dese bu şart
bâtıldır. Çünkü şarta bağlamadır. Zimmet-ten berâet de şarta bağlama sayılır. Bezzâziyye.
«Tehlikeye sokma ilh...» Çünkü, «Yarın veya ölürsen» sözleri ala-caklının yarından önce veya
borçludan önce ölmesi ihtimalini taşır. Çün-kü, «sen ölürsen» sözünün anlamı ise, «yarın gelirse
borç senin üzerin-dedir» demektir. Bu her iki durumda da yarından veya borçludan önce alacaklının
ölmesi ihtimali de vardır. Bu sebeble iki durumda da muhatara vardır. Şeyhimiz böyle saymıştır.
Ben diyorum ki: Açık olan, ancak maksat, «Sen eğer şu hastalığın-dan ölürsen» sözü muhataradır.
Yani ölmesinde yararı olan kimse onun ölümünü ister. Yarın gelirse sözü de taliktir. İbranın da ne
talike ne de muhataraya ihtimali vardır. Olan şarttan murad da ibra hâlinde mev-cut olan şarttır.
Fakat, «Eğer ben ölürsem, borçtan berisin» sözü, şarta bağlama da-hi olmuş olsa geçerlidir. Çünkü
bu söz vasiyettir. Vasiyet de şarta bağ-lama sayılır.
Bu meselenin açıklaması Müteferrikâtü´l-Büyû bahsinin, «şart bâtıl-dır.» sözünde geçmiştir.
«Ömür boyu ilh...» Hâmiş´te, «Ömür boyunun anlamı şudur: Evimi bi-risine kendisinin yaşadığı
sürece vermesidir, öldüğünde onun varislerine verilmesidir» denilmiştir.
«Rukbâ caiz değildir ilh...» Rukbâ birisinin diğerine, «Eğer ben sen- den önce ölürsem falan şey
senindir» demesidir. Bunun caiz olmadığını da Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud ve Nesâî´nin merfû
olarak rivayet ettik-leri hadis ifade etmektedir. Rukbâ babında Hâkîm-i Şehîd´in, Kâfî adlı ese-rinin
hamişinde de böyledir.
Bir kimse ölüme götüren baygınlık halinde, «Bu binam vakıftır» de-miş olsa, o vakıf olmaz, yine
miras olur. Yine ölüm hastalığında, «Bu evim benden sonra ölenin üzerine vakıftır» demiş olsa veya
rukbâ yoluy-la, «Evim vakıftır» dese bu sözler hiçbir şey ifade etmez.
Birisi, iki kişiye, «Şu kölem sizden en çok yaşayanındır» dese veya «Şu kölem sizden en çok
yaşayana vakıftır» dese bâtıldır. Çünkü bu rukbâdır.
Birisi diğerine, «Evim senin için hapistir» dese, yine bâtıldır.
Naklettiğimiz bu görüşler Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed´in görüş-leridir. İmam Ebû Yusuf ise,
«Birisi diğerine, «Bu evim senin için hapis-tir» dese o adam onu kabzettiği an onun olur
görüşündeyim. «Hapis» sö-zü de bâtıldır. Yine bunun gibi rukbâ yoluyla, «Bu bina senindir» demesi
de bâtıldır» demiştir.
Yine Ebû Yusuf, «Adamın birisine, «Benim şu evim benim ömrüm bo-yunca senindir, onda otur»
dese bu hibe olur. Bu söz, «bu yemeğim sana-dır, ye» «şu elbisem sanadır, giy» sözleri
mesabesindedir. Eğer birisi di-ğerine, «Bu köleyi onun ve senin hayatınız boyunca sana hibe ettim»
de-se bu caiz olan bir hibedir. Fakat, «senin hayatın boyunca» sözü bâtıldır. Adam birisine, «Şu
binam hayatın boyunca sana umrâ ettim» dese yine hibe olur. Adam birisine, «Sana şunu hayatın
boyunca verdim. Ölürsen benimdir. Ben ölürsem de vârislerimindir» dese veya «Bu bana hibedir,
senden sonra da senden sonra ölenindir» veya bu evde seni hayatın boyunca oturttum. Senden
sonra da senden sonra ölenedir» dese, ariyet olur.
«Eğer, «Bu ev senindir, senden sonra da, senden sonra ölenedir» derse o ev hibe olur. «Senden
sonra» sözü de lâğvdır.» demiştir.
METİN
Karısına hediye olarak bir eşya gönderse, karısı da karşılığında ona bir hediye gönderse, kadın
ister açık olarak hediyenin hibenin ivazı olduğunu söylesin ister söylemesin, zifaftan sonra
ayrılsalar, koca ona gönderdiğini hibe olarak değil, ariyet olarak gönderdiğini iddia ve yemin etse
ve geri almak istese, kadın da göndermiş olduğunu geri almak is-tese, her ikisi de verdiklerinden
dönebilirler. Çünkü burada ne hibe ne de ivaz vardır.
Karı-kocadan birisi diğerinin gönderdiğini helak etmiş olsa. onu taz-min eder. Çünkü âriyeyi helak
eden kimse onu tazmin eder. Haniye.
Borçlunun alacağını hibe veya ibra etmiş olsa borçlusu kabul et-mese dahi o hibe veya ibra tamam
olur. Fakat eğer bu hibe veya ibra sarf veya selem aktinin feshini gerektirmiyorsa böyledir. Şu
kadar var ki, bunu mecliste ve meclisin dışında geri almak isterse, alabilir. Çünkü bunda düşürme
anlamı vardır.
Bazı âlimlere göre bu geri alma ancak mecliste olur. İnâye´de de böyledir. Şu kadarı var ki,
Seyrefî´de şöyle denilir: «Borçlu kabul etme-se ve ayrılıncaya kadar reddetmese birkaç gün sonra
reddetmek istese sahih kavle göre reddolmaz.»
Şu kadarı var ki Müctebâ´da «Sağlam olan görüşe göre hibe tem-liktir. İbra ise düşmektir. Hibe
kabule muhtaçtır, fakat düşürmek değil» denmiştir.
Üzerinde borç olmayan bir kimseye deyni temlik etmek bâtıldır. An-cak şu üç şeyde bâtıl değildir.
Havale, vasiyet ve temlik eden kimse deyni kabzetmesine borçludan başkasını musallat etmiş olsa
geçerli olur. İşte bu meseledendir ki, kadın oğluna babasının üzerinde olanı hibe etse, mutemed
olan o oğlanın babasının üzerindekini almaya mu-sallat edilmesinin sıhhatidir.
Metinde zikredilen bu asla göre şu meseleler çözüm bulur: Birisinin diğerine borcunu, adamın
kendisine borçlanması şartıyla ödese, bu vaiz değildir. Borcu ödeyen kimse, borçlunun satım akdi
için vekili olmuş olsa bile hüküm böyledir. Fusûleyn.
Şu mesele deynin temlikinden değildir: Mal sahibi (alacaklı), «Fa-lan borçlu falan kimseye
ödeyecektir ve benim ismim borç defterinde ariyet olarak yazılıdır.» dese, bu ikrar geçerlidir. Çünkü
bu ikrar temlik değil, ibradır. Hakkında ikrar olunan şahıs da o malı kabzedebilir. Bezzâziyye. Bu
konunun tamamı Eşbâh´ta deyn hükümleri bahsindedir.
Alacaklı, «Benim falan üzerinde olan param falan kimseye verile-cektir.» dese, yine geçerli olur.
Bezzâziyye ve diğerleri.
Ben derim ki: Bu son meselelerin sıhhati kapalıdır. Zira alacağı ken-di nefsine izafe ettiğinden
temlik olur. Borcu üzerinde olmayan kimseye temlik etmek de bâtıldır. Konu üzerinde düşününüz.
Eşbâh adlı eserde İmamın tasarrufu bahsinde Bezzâziyye´nin Sulh bahsine nisbetle şöyle
denilmektedir: «İki kişi, birisinin adına divan»a yazılması şartıyla anlaşsalar, atiyye divanda adı
yazılı olana ait olur.»
Sadaka da hibe gibidir. Çünkü ikisi de teberrudur. O halde kabzedilmeyen sadaka geçerli değildir.
Taksimi kabil olan bir ortak mal (muşa)da bir kısmını sadaka olarak vermek yine geçerli değildir.
Sadakada rücû
da yoktur. Bu sadaka zengine yapılsa da hüküm değişmez. Çünkü sa-dakada kastolunan ivaz değil,
sevâbtır.
Taraflar ihtilâf etseler, veren kimse, hibe olduğunu söylese alan ise sadakadır dese makbul olan
söz, hibe edenindir. Haniye.
İZAH
«Ne de ivaz ilh...» Çünkü kadın onu kocasına hibenin karşılığı ola-rak vermiştir. Kocanın ariyet
olduğunu iddia ederek dönmesi ile artık ivaza gerek kalmaz. O halde, kadın da vermiş olduğundan
dönebilir.
«Kabul etse dahi ilh...» Çünkü borcu hibe veya ibra etmekte düşür-mek anlamı vardır. O yüzden
kabul etmese de tamamlanır. H.
«Sarf veya selem akti ilh...» Çünkü sarf ve selem aktinde akit ka-bul etmeye bağlı bulunmaz. Çünkü
kabul onların her ikisinde de feshi ge-rektirir. Ama hibe de kabul ettim dese, hibe aktinde fesih
olmaz. Minâh.
«Şu kadarı var ki, alabilir ilh...» Yani bu akit her ne kadar kabulsüz tamamlanırsa da -ki onda
düşürme anlamı vardır- şu kadarı var ki, onda temlik anlamı olduğundan geri de alabilir. H.
Eşbâh´ta şöyle denilmiştir: «İbra reddi kabul eder. Ancak, birkaç mesele bunun dışındadır.
Bunlardan birincisi, havale kabul eden kişi, ona yapılan havaleyi ibra etmiş olsa, sonra da reddetse,
bunun reddi kabul edilmez. İkincisi, borçlu alacaklıya, «Sen beni ibra ettin» dese, alacaklı da tora
etmiş olsa, dönemez. Üçüncüsü, alacaklı kefili ibra et-miş olsa, bu ibrasından dönemez. Bazı
âlimlere göre de alacaklı kefili ibra etse de bu reddi kabul eder. Dördüncüsü, adam ibrayı kabul
etmiş olsa, sonra da reddetse reddi makbul değildir.»
«Düşürme ilh...» Bu söz genelleşmenin illetidir. Yani meclisin dışın-da da red geçerlidir. Çünkü
ibrada düşürme anlamı vardır. Zira sarf tem-likin reddi ancak mecliste olabilir. Bu görüş
Musannıfın, «geri almak isterse, alabilir» sözünün illeti değildir. Çünkü onun illeti temlik manası
olan bir şeydir. Burada da sadece temik anlamı yoktur, düşürme anlamı ihtimali vardır. Uyanık ol. H.
«Şu kadarı var ki, Mücteba da ilh...» Bu söz fakihlerin hibe ve ibra-nın bir yönüyle düşürme, bir
yönüyle temlik olduğu sözlerinden neşet eden temlikle düşürmenin birbirine benzemesini
düşündüren sözlerini defetmektedir. Bilindiği gibi bu defetme, meşhur olan görüşün muhalifi-dir.
«Temliktir ilh...» O halde hibe temlik olursa, kabule muhtaçtır. Hâmiş´te, «Herhangi bir kimse
hibenin temlîk olduğuna hükmetmişse o kim-se cevaba yani kabul etmeye muhtaçtır» denilmiştir.
Minâh.
«Düşürmek ilh...» Her kim ki hibe düşürmektir dese, kabule muhtaç değildir. Minâh. Hâmiş´te de
böyledir.
«Kabzetmesine ilh...» Yani alacaklıdan başkasına deynin kabzını temlik etse, o da kabzetse, geçerli
olur. Câmiü´l-Fusûleyn´de, «Üzerinde borç olmayan kimseye borcu hibe etmek caiz değildir. Ancak
hibe eder ve kabzına izin verirse caiz olur. Sikke caiz değildir. Ancak borç üzerin-de olmayan
kimseyi deynin kabzına yetkili kılarsa, o zaman bu mesele, sanki o kabzettiği zaman ona hibe
edilmiş gibi olur. Bu da ancak kabzla geçerli olur.» denilmiştir. Uyanık ol. Remli.
Sâyıhânî de şöyle demiştir: «Üzerinde deyn olmayan kimseyi deynin kabzı için yetkili kıldığı zaman
o, kabzda yetki verenin vekili olur. Sonra da kendi nefsi için kabzda asil olur.»
Bu ifade borcu kabz için yetki verilen borç üzerinde olmayan kimsenin kabzdan önce azlinin
geçerli oluşunu gerektirir. Alacağını üzerinde borç olmayan kimseye hibe ve kabzı için yetkili kılsa
ve izin verse, o kimse de dirhemlerden olan alacak yerine dinarlar olsa, geçerli olur. Çünkü o hak
hibe edilen kişinin olur. Bu sebeble değiştirme hakkına da mâliktir. Bu alacağının kabzı için birisini
yetkili kılsa ve bu yetki verme-de de onun zekât olduğuna niyet etse, caiz olur ve o zekâtın yerine
geçer. Eşbâh´da olduğu gibi.
«Babasının üzerinde olsa ilh...» Yani kadın kocasının üzerinde olan alacak mehrini oğluna hibe etse
ve oğluna da kabzetmesi için emretse, geçerli olur. Bezzâziyye. Medenî.
«Yetkili kılınmasının ilh...» Yani kadın oğluna, kocasının üzerinde olan mehrî hibe etse ve
kabzetmek üzere yetkili kılsa. Nitekim bu açık-lamaya Musannifin meselenin başındaki, «Bu
meseledendir» demesi de işaret eder.
Hâniye´de, «Kadın kocasından olan oğluna, kocasının üzerindeki meh-rini hibe etse, geçerli olan
görüşe göre, bu hibe geçerli değildir. Ancak kadın bu oğlunu kabetmeye yetkili kılsa, bu hibe caiz
olur ve çocuk ba-basından kabzettiği zaman onun mülkü olur.» denilmiştir.
Sarihin, «yetkili kılar» sözünden maksat, Sâyıhânî ve diğerlerinin an-ladığı gibi hükmen yetkili kılma
değil, açık olarak yetkili kılmaktır. Şu kadarı var ki, eğer bu çocuk aklı ermeyecek bir çocuksa, o
zaman onu kabzetmek babasına ait olur. Burada acaba, çocuğa hibe edilen mehir miktarını kendi
malından ayırıp çocuğu için kabzetmek şart mıdır? Veya üzerinde borç olan adamın borç hibe
edildiği zaman yalnız kabulü yeter-li midir? Bu araştırılmalıdır.
«Satım akdi ile vekili de olmuş olsa ilh...» O halde eğer, müşteri-nin borcu karşılığında müvekkile
müşterini üzerinde´ olan alacak para vekilin mülkü olması şartıyla verilmiş olsa, bu caiz değildir.
«Deynin temlikinden değildir ilh...» Yani şu gelecek mesele, üzerin-de borç olmayan kimseye deyn
temlik etmek meselesinden değildir.
«Düşününüz ilh...» Bu itiraza şöyle cevap vermek mümkündür. Mak-sat, dış görünüş bakımından
benim falan üzerindeki alacağım aslında benim değil, falanındır demektir. O halde artık bu
meselede kapalılık kal-maz. H.
Ben diyorum ki: Bu meselenin hilaf üzerine mebni olması mümkündür. Zira Kınye´de, Aliyyi Sadi´ye
isnaden şöyle denilmiştir: «Baba küçük oğluna kendi malından bir şeyi ikrar eder ve o ikrarında da
onu kendi nefsine izafe ederse, o zaman temlik etmiş olur. Eğer kendi nefsine iza-fe etmeyerek
mutlak şekilde söylerse, meselâ, «Evimin altında biri veya şu evin altında biri oğlumundur.» derse,
ikrar olur.»
Kınye adlı eserde daha sonra Necmü´l-Eimme Buhâriye´ye dayana-rak da, «Her iki halde de temlik
değil, ikrardır» denilmiştir.
Minâh´ın ikrar bahsinde de şöyle denilir: «Bu ifadeden anlaşıldığına göre, meselede hilaf vardır. Şu
kadarı var ki, zikredilen asıl ancak meş-hur olandır. Bu asil üzerine de Haniye ve diğer kitaplarda
fer´î meseleler vardır.»
Buna şöyle cevap verilir: Adamın, «Benim alacağım olan deyn» sö-zündeki izafe mülkiyet izafesi
değil, nisbet izafesidir. Nitekim sarih de ikrar bahsinde, «Benim evimde olan herşey falanındır» gibi
sözlerin ik-rar olduğu şeklinde cevap vermiştir. Fakihler de şöyle demiştir: «Benim olduğu kabul
edilen veya bana nisbet edilen herşey» sözleri ikrar ifade sözlerdendir.» Allah daha iyisini bilir.
Bu mesele hastanın ikrarı bahsinin hemen öncesinde geçmiştir. Biz orada bu itirazlara buradan
daha güzel şekilde cevap verdik.
«Kabzedilmeyen sadaka geçerli değildir ilh...» Yukarıda taksimi ka-bul olan birşeyin sadaka olarak
iki fakire verilmesi Musannıfın, «On dir-hemi iki fakire vermek» sözünde geçmişti.
Ben derim ki: Burada muşa (ortak mal) dan maksat, muşa olan bir şeyin bir bölümünü yalnız bir
kimseye vermektir. O halde müşâdan mak-sat, taksime ihtimali olan bir muşadır. İki fakire verilen
sadakada bunun aksine şüyu yoktur. Yukarıda geçtiği gibi. Bahır.
«Zengine de yapılsa ilh...» Hidâye´de yalnız bu tercih edilmiştir. Zi-ra zengine yapılan sadakadan da
aile fertlerinin çok olması hasebiyle, sevap kasdedilebilir. Bahır.
Bu görüş, Rücû babından hemen önce, «Zengine yapılan sadaka, hibedir» sözüne zıttır. Umulur ki,
bunların ikisi ayrı iki sözdür.
METİN
PRATİK MESELELER:
Bir kimse Devlet başkanına bir dilekçe yazarak belli bir toprağın temlikini istese, sultan da bu
konuda tapu senedi (berat) düzenlenme-sini emretse, katibi de «Onu sana mülk kıldım» diye yazsa,
bu akit mec-lisinde kabule muhtaç mıdır. Kıyasa göre, evet, şu kadarı var ki, adamın meclisine
ulaşması güç olduğundan onun dilekçe aracılığı ile istekte bu-lunması, onun orada hazır olmasının
yerine geçer.
Kadın kocasına, kocasının isteği üzerine kocasının rahat geçimini temin için bir mal verse, kocası
da o malı bazı borçlarına verse, bakılır: Eğer kadın onu kocasına hibe veya karz etmişse kadın artık
kocanın alacaklısından onu geri alamaz. Fakat kadın mülkiyet kendisinin olmak üzere kocasının
çalıştırması için vermişse, kocası değil, kadın o malı geri alabilir.
Bir kimse çalıştırması için çocuğuna bir mal verse, çocuk da onu çalıştırsa ve o mal çoğalmış olsa,
baba ölse, bakılır: Baba ona hibe ola-rak vermişse hepsi onundur. Yok eğer hibe etmemişse o mal
mirasa gi-rer. Bu konunun tamamı Cevâhirü´l-Fetâvâdadır.
Birisine bir kap içinde bir hediye gönderilse, eğer o hediye başka bir kaba aktarmakla lezzeti
gidecek cinsten ise, o kapta yemesi mubahtır. Eğer o cinsten değilse, bakılır: Eğer hediye eden ile
edilen arasında kar-şılıklı yemek yedirme varsa, yine mubahtır. Eğer ikisinin arasında böyle, bir
olay yoksa o kaptan yemesi mubah değildir.
Birisi bir topluluğu yemeğe çağırsa, onlara ayrı ayrı sofralar kursa, bir sofrada oturan diğer
sofradan yemek alamaz. Sofrada oturan o yemekten isteyen, bir fakire, hizmetçiye, yabancı bir
kediye, ev sahibinin de olsa köpeğe veremez. Ancak yanık ekmeği verebilir. Çünkü âdeten on-da
izin vardır.
Eşbâh´ta, «Sılatta, yani zekât, kefaret ve nafaka benzeri şeylerde zorlama yoktur. Ancak sılâttan
dört şey müstesnadır: 1) Şüf´â, 2) Karının nafakası, 3) Vasiyet olunan şeyin ayn´ını vermek, 4)
Vakıftır. Sayılan bu dört şeyde vermediği takdirde zorlanır» denilmiştir.
Hakikaten ben Vehbâniye´nin beyitlerini Şurunbulâliye´nin Vehbâniye şerhindeki üslûba uygun
olarak yazdım ve şöyle dedim: Alacağını borç-lusuna hibe eden kimse mutlaka bu hibesinden rücû
edemez. Borcununun yarısından ibra etmek de geçerlidir. Yazıya uygun görüş de budur. Ka-dın
kocasına mehrini kendi yerine hac yapması için verirse veya zulmü terketmesi için mehrini ona
hibe ederse, her iki durumda da sözünü yerine getirmedikçe hüsrana uğrar ve mehirden de
kurtulamaz. Bir er-kek karısını boşama yetkisini mehrinden kendinin zimmetini ibra etmesi ve diğer
bir kadınla evlenmesine şarta bağlarsa yani, «Senin üzerine evlendiğim ve sen beni mehrinden ibra
ettiğin zaman boşsun» dese, ka-dın da ben, seni mehrimden ibra ettim dese, erkek, kadının bu
ibrasını reddetse, ikinci bir kadınla evlenmeye imkân bulur, boşamayı şarta bağ-lanan karısının
talâkı da vaki olmaz. Birisi sattığı malın bedelini kabzettikten sonra, müşteriyi malın semeninin
zimmetinden ibra etse, bu ibra geçerlidir. Müşteri satıcıya evvelce verdiği semene döner. Yani borç
gibi olur ki onu geri alır. Bu, alacaklı borçluyu ondan hakkını tamamen al-dıktan sonra ibra etse
yani, «Seni alacağımdan ibra ettim.» dese, bor-cunun dönüp ona verdiği parayı alması gibidir ve
daha acıktır. Bir kimse arsayı değil, üzerindeki binayı hibe etse, hibesi geçerli olur. Bana göre
bunda üzerinde durulacak bir nokta vardır. Düşününüz.»
Ben derim ki: Bu konuda duraksamanın açıklaması şudur: Fakihler Rehin kitabında, «Bir kimse, bir
arsayı değil binayı rehin etmiş olsa ve ya bunun aksine binayı değil, altındaki arsayı rehin etmiş
olsa, bu rehin geçerli olmaz. Çünkü bu ortak mal gibi olur. Şayi bir şey de rehin or-tak verilemez.»
demişlerdir.
Ben, Hâherzâde´den İmâdiye´de nakledilen, «Borcu hibe eden kimse rücû ederek onu geri alamaz.»
sözüne yukarıdaki beyitte, «daha acıktır» sözü ile işaret ettim. Bazı meşâyih de bunu tercih etmiştir.
Bir kimse, daha sonra evleneceği kadını boşama yetkisini ilk karısına vermiş olsa bile, ikinci
kadınla evlenebilir. İlk hanıma verilen boşama yetkisi, bir borçtan veya mehirden ibra karşılığında
olmuşsa, ikinci evlilikle bu ibra bâtıl olur. Koca bu evlilikle yemininden dönmüş sayılmaz.
İZAH
«Devlet başkanı emretse ilh...» Devlet başkanından dilekçe vererek bir toprağın temlikini istemek
ve buna karşılık Devlet başkanının iste-nilen yeri tapu senedi (berat) düzenleyerek temlik etmesi,
ancak sahipsiz yerde veya sultanın özel mülkünde mümkündür. Ama eğer sultan bu iki yerin
dışında buna bir yer temlik ederse, Devlet başkanı dilediği za-man o kimseyi o mülkten çıkarır.
Nitekim bu husus öşür ve haraç bah-sinde geçmiştir.
«Karz olarak vermişse ilh...» Bu bahis; koca, karısının malında ta-sarruf etse ve bu tasarrufun
karısının izni ile olduğunu iddia etse, konu-sunda gelecektir.
«Eğer hibe etmemişse o mal mirastır ilh...» Yani, babası ona malı verdiği zaman kendisi adına
çalıştırması için vermiştir ki, bu miras olur.
PRATİK MESELELER :
Birisi diğerine bir miktar dirhem vererek, «Bunları infak (istihlâk) et» dese o da bunu yapsa karz
olur.
Birisi diğerine bir elbise vererek, «Bunu giyin» dese, o da giyse hibe olur.
Dirhemle elbise arasındaki fark nedir ki, her ikisinde de temlik ol-duğu halde birisinde hibe,
diğerinde karz olmaktadır. İkisi arasındaki fark şudur: Temlik bazan bir karşılıkla yapılır. Bir şeyin
karşılığında bir şeyi temlik etmek ise bir menfaati temlik etmekten daha aşağıdır. İşte bu karşılıklı
temlik dirhemlerde mümkündür. Zira dirhemleri karzetmek caizdir. Fakat elbisenin temliki bunun
aksinedir. Zira elbise verilerek, «Bu-nu giyin» denildiği zaman, bundan örfen yalnız, hibe temliki
anlaşılır. Velcâlîciye.
Yine Velvâlîciye´de şöyle denilir: «Ortaklardan birisine mal mevcut iken «Kârdan olan hissemi sana
hibe ettim» dese, bu hibe geçerli olmaz. Çünkü bu, taksimi kabil olan birşeyi müşâen (ortak olarak)
hibe etmek olur ki, bu geçerli değildir. Fakat ortağın malı istihlâk etmesi halinde, «Kârdan olan
hissemi sana hibe ettim» dese, bu hibesi geçerlidir.»
Bir kimse ziynet eşyası olarak karısına verse, karısı da onları kulla-nırken ölse, öldükten sonra
kadının kocası ile vârisleri arasında ihtilâf çıksa, vârisler hibe olduğunu iddia ederken koca da
ariyet olarak ver-diğini iddia etse, makbul olan söz yeminle birlikte kocanın sözüdür. Zira koca
hibeyi reddetmektedir. Bu mesele daha iyi anlaşılması için hibe ki-tabının başında
Hizânetü´l-Fetâvâ´dan naklen yazdıklarımıza bakınız.
Remlî şöyle der: «İşte bu halkın (avamın) çoğunun, «Kadının cinsî yönlerinden yararlanmak kadına
verilen eşyanın temlikini gerektirir.» iddiasını açık olarak reddetmektedir. Şüphe yok ki avamın bu
iddiasının bozuk olduğunda şüphe yoktur.»
Bidâye´den yapılan bu naklin açık anlamı kadının giydiği elbisele-ri de kapsamına alır. Ancak bu
kapsama, kadının kocası üzerindeki farz olan elbisesinden fazlası girer. İşte bu görüşe hibe
kitabının baş tara-fında Musannıfın, «Çocuğuna elbise yaptırsa, çocukta bu elbiseyi giyse, baba
artık, giydirdiği zaman açık olarak ariyet olduğunu söylemese, ondan rücû edemez.» sözü de bu
yazılanlara delâlet eder. Bu duruma gö-re, bir kimse kendi çocuğuna yapmış olduğu farz olan
elbiseden rücû edemezse, karısına aldığı, kendisine farz olan elbiselerden de rücû ede-mez.
«Mutlaka ilh...» Yani borçlusuna alacağını hibe ettiği zaman, borç-lusu ister kabul etsin, ister
etmesin, rücû edemez. Bazı âlimler tarafından «Borçlunun hibeyi kabul etmesi, gerekir» denilmiştir.
İşte bu âlim-lerin sözünden Bahr adlı eserdeki ifadelere itiraz ortaya çıkar. Zira Bahir sahibi,
Hibeden rüçû babının baş tarafında şöyle demiştir. «Hibe eden kişi kayıtsız olarak hibe ederse bu
hibe, hibe edilen şeyin aynına yönelir. O halde alacaklı, borçlusuna alacağını hibe eder, o da bunu
kabul ederse dönemez. Ama kabulden önce bunun aksine, dönebilir. Çünkü kabulden önce bu
hibe değil düşürmektir» Zannediyorum ki, Bahır sahibi red ile rücûu birbirine karıştırmıştır.
«Borcunun yarısından ibra etmek de sahihtir ilh...» Kâdıhân, «İki or-tak arasında müşterek bir
alacak olsa, ortaklardan birisi hissesini borç-luya hibe etse geçerli olur. Ama eğer hissesini değil
de borçlusuna bor-cun yarısını hibe etse, o zaman´ bu hibe borcun dörtte birinde geçerlidir. Çünkü
mutlak alacağın yarısı yine her iki ortağındır. Nasıl kî bir kimse ortak kölesinin yarısını birisine hibe
etse, kölenin yarısı değil, dörtte bi-ri hibe edilmiş olur» demiştir. Hâmiş´te de böyledir.
«Hac yapması için ilh...» Bu ifade, iki meseleyi içine alır. Birincisi, kadının mehrini kocasının hac
yapması için terketmesi halinde koca o para ile hac yapmasa, Muhammed bin Mukatil´e göre kadın
mehrini ko-casından geri alabilir. Çünkü kadın bu hibeyi bir karşılık şartıyla yap-mıştır. Bu karşılık
olmayınca, kadının hibeye rızası da yok olur. Rızasız bir hibe de geçerli değildir.
İkincisi, kadın kocasına mehrini kendisine zulmetmemesi .şartıyla hi-be etse, koca da kabul etse,
hibe geçerli olur. Sonra koca yine zulmetse, bu hibe yapılmış ve bitmiştir. Bazı âlimlere göre de
eğer koca hibeden sonra yine zulmederse, kadının hibesi geçerli değildir, çünkü şartı yerine
gelmemiştir. O halde kadının mehri devam eder. Hâmiş´te de böy-ledir.
«Şarta bağlarsa ilh...» Metinde nazım halindeki bu beyt Şurunbulâliye´den sorulan bir meselenin
cevabıdır. Şöyle ki, erkek karısına, «Se-nin üzerine ikinci bir kadınla evlendiğim ve sen beni
üzerimdeki mehrinden ibra ettiğin zaman sen boşsun.» dese sonra da karısının mehrinin tamamını
verdiğini, kendisini ibrayı gerektirecek birşey kalmadığını id-dia etse, kadın kocanın bu iddiasını
inkâr etse erkeğin iddiası her ne kadar kadının hakkının düşmesine bakılarak kabul edilmese de
erkeğin hâniş olmaması için şartın yarlığında ihtilâf ettiklerinde erkeğin sözü ka-bul edildiği gibi
burada da erkeğin sözü kabul edilir mi? Şurunbulâliye bu meseleye şöyle cevap vermiştir: «İbranın
reddi hânis olmayı gerek-tirmez. Zira kadın mehrinin varlığını iddia ederken, erkek de verdiğini
iddia ederek kadının iddiasını reddederse, erkeğin reddi hânis olmayı gerektiren ibranın geçersiz
oluşunda muteberdir. Ancak bu kimse ver-diğini iddia derse, o zaman reddi muteberdir. Nitekim
ileride geleceği gibi bir kimsenin deynini kabzetse, sonra da borçlusunu ibra etse, borç-luda o
ibrayı kabul etse, bu ibra geçerli olur ve borçlu alacaklının kabzettiğini de geri alır.» Özetle.
Bundan anlaşılan, eğer borçlu ibrayı kabul etmezse, ibra geçerli ol-maz. Ben bunu, mücerret
ibradan hânis olma zannını def için yazdım. Bu meselenin açıklamasını öğrenmek için sarihin
Talâkı şarta bağlama ba-bının sonuna bakılsın.
Hâmiş´te şöyle denilmiştir: «Adam karısının talâkını ikinci bir ka-dınla evlenmek ile birinci kadının
mehrinden ibrasına bağlasa, bu şar-ta bağlamadan sonra erkek ikinci bir kadınla evlense, kadın da
kocası-nı mehrinden ibra ettiğini iddia etse, erkek bu iddia karşısında mehrin tamamını verdiğini
iddia etse, makbul olan, hânis olmaması için kocanın sözüdür.»
Şu kadarı var ki Eşbâh´ta da, «Hükümden sonra ibra geçerlidir. Eğer erkek karısının talâkını
karısının mehrinden ibrası şartına bağlasa, sonra da mehrin karısının talâkını karısının mehrinden
ibrasını talik etse sonra da mehrin hepsini verse bu talik yine ibtal olmaz. İbra ettiği takdirde
dü-şürme yoluyla ibrası meydana gelir.» denilmiştir. Hâmiş´te de böyledir.
«Evlenmeye zafer bulur ilh...» Şurunbulâliye´nin ifadesi şöyledir: «Yani şarta rağmen karısına
zulmetmeye nail olur. Çünkü karısı ikinci eş ile birlikte onun nikâhında kalır. Zira şarta bağlanan
boşama ikinci kadının boşaması değil, birinci kadının boşaması idi. O da meydana gel-miştir.»
BİR FAYDA:
Yararlı bir açıklama:
Zâhidî, Kadı Abdülcebbâr´ın, Haviü´l-Mesâilü´l-Münye ismindeki kita-bının üstüne şunu yazmıştır:
«Düğünde gelinin üzerine yaslanacağı yas-tığı birisi kaçırsa ve satsa, eğer o yastık birisinin
kaçırması için oraya konulmuşsa, onun parasını yemesi helâldir.»
Ben diyorum ki: Buna kıyasla düğün ve mevlütlerdeki mumları almak da helâldir. Remli, Minâh
üzerine.
ceylannur
Mon 4 April 2011, 07:34 pm GMT +0200
ALLAH razı olsun payalsımınız için
Sevgi.
Thu 20 April 2023, 04:22 am GMT +0200
Esselâmu Aleyküm bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim
Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah
admin
Fri 28 April 2023, 08:27 pm GMT +0200
Rabbim bizlere hayrın ve iyiliğin ışığı kılsın inşallah.