- Hepsi Hikâye mi

Adsense kodları


Hepsi Hikâye mi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 12 June 2012, 03:34 pm GMT +0200
Tarih: “Bizim Hikâyemiz” mi, “Hepsi Hikâye” mi?
Celil CİVAN • 51. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


Bu yılki Erdal Öz ödülünü alan İhsan Oktay Anar, Hulki Aktunç’un ifadesiyle tarihî roman yazmıyor ama “romanı tarihselleştiriyor”. Ancak bu tarihselleştirme, tarih romanları yazan diğer yazarların tutum ve iddialarının aksine resmî tarih söylemine dönük daha sağlam bir eleştirel tutumu sergiliyor. Anar’ın üslubu tarihe dönük yeni bir yaklaşım için gerekli ipuçlarını işaret ediyor.

Türkiye’de tarihle ilişki sadece resmî söylemin baskısı dolayısıyla değil, gayrı-resmî bir tarih anlayışının oturacağı düzlemin ne olması gerektiğine dair eleştirel bir yaklaşım getirilemediği için de hâlâ mesele olmayı sürdürüyor.

Nuray Mert, muhafazakâr ve liberal tarih kitaplarını ele aldığı yazısında, bu tür kitapların eleştirdiği resmî tarih kitaplarına benzer bir indirgemeci, yoksayıcı ve genelleyici dili kullandığını söylüyordu (“Cumhuriyet Tarihini Yeniden Okumak”, Doğu Batı, sayı: 47). Murat Belge de tarihsel romanların yazarların entelektüel, ideolojik kimliklerine göre nasıl biçim aldıklarını, dahası bu tür romanların geçmişi anlamak, anlatmak yerine bugünü anlamlandırmak, bir anlamda bugünün bir alegorisini sunmak için yazıldıklarını söylüyordu (Genesis, İletişim).

Bu yılki Erdal Öz ödülünü alan İhsan Oktay Anar, Hulki Aktunç’un ifadesiyle tarihî roman yazmıyor ama “romanı tarihselleştiriyor”. Ancak bu tarihselleştirme, tarih romanları yazan diğer yazarların tutum ve iddialarının aksine, resmî tarih söylemine dönük daha sağlam bir eleştirel tutum sergiliyor. Böylece Anar’ın üslubu tarihe dönük yeni bir yaklaşım için gerekli ipuçlarını işaret ediyor.

Postmodern tarih anlayışı, tarihin bir kurgu olduğunu söyler. Ancak bu yaklaşım tarihin önemini azaltmayı amaçlamaz. Ayrıca tarihin metinselliğine vurgu yaparken tarihin (historia) etimolojisindeki hikâye ve anlatıya değinir. Burada önemli olan onun kurgusal olduğu, olabildiği kadar postmodern tarihin geçerli, resmî tarih söylemine eleştirel bir yaklaşım sergileme imkânına da açık olmasıdır. Postmodern tarih kuramı, mevcut tarihsel söylemin eleştirisini de içerir:

“[T]arih gerçekten olmuş olaylar üzerine yazılan yorumlardan oluşmaktadır. Tartışma konusu olan, olayların varlığı ya da yokluğu değil, ancak onların nasıl yazılıp yorumlandığıdır. Bu yüzden yazılı tarih her zaman metinseldir. Bunu göz önüne alan postmodern roman, tarihin metinselliğini ve metinlerin de çoğul anlamlara açık yorumlanma özelliğini tarihsel gerçeklerin saptırılması olarak görmez. Postmodern görüşe göre tarihsel gerçeklerin içinden pek çok farklı öykü üretilebilir. Yani postmodern roman, tarihe yeni açılardan bakmayı, belirsiz noktaları yorumlamayı ve resmî tarihte göz ardı edilen kopuklukları yeniden yazmayı denemektedir”. (Serpil Oppermann, Postmodern Tarih Kuramı, Phoenix)

Postmodern tarih anlayışı, resmî tarihin tekil söylemine karşılık çok anlamlı bir söyleme atıf yapar: “Bu yazarlar hem kurmacanın hem de tarihin yazar tarafından biçimlendirilen ve değişik yorumlara açılım yapan çok anlamlı metinler olarak yazıldığını sergilerler”.

Bu tür bir yaklaşım tarihin bir metin olduğunu söylerken ‘kendimizi’ nasıl anlattığımız sorusunu da ima eder. Zira eğer tarih bir kurgu veya hikâye ise, tarihimiz de kendimize dair bir hikâyeden, Oppermann gibi söylersem metinsellikten başka bir şey değildir.

Tarihin hem hikâye (historia) hem de bilgi (historien) olduğunu göz önüne alırsak İhsan Oktay Anar resmî söylemin uzağında bir hikâye anlatarak sadece resmî tarihsel söylemi eleştirmekle kalmaz, bize dair de yeni bir hikâye anlatmayı ister. Öyleyse Anar, tarihî roman yazmasa da romanı tarihselleştirmekle tarihi (bizim hikâyemizi) anlatmanın derdine düşmektedir.

İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’ndan en son yazdığı Suskunlar’a kadarki romanlarına yönelik dilsel, söylemsel bir analiz, özellikle Osmanlı’ya ve tasavvufa dair atıfları gösterecektir. Böylece Anar romanlarında resmî tarih söyleminin reddettiği Osmanlı’yı kültürel ve dilsel yapılarıyla birlikte yeniden inşa eder; başka bir ifadeyle “göz ardı edilen” bir tarihsel alanı “metinselleştirir”. Alper Çeker’in ifadesiyle “dili ve alt metinleri ile ülkemizdeki hâkim anlayışla muhalefet olarak yorumladığımız bu roman tarzı” bize büyük harfli tarihi değil ama tarihin hikâye anlamına ağırlık vererek bizim “hikâyemiz”i, üstelik “kendi” dilimizle anlatmak ister (Alper Çeker, Cumhuriyet Dönemi Muhalif Türk Romanı, Özgür).

Tarihin metinselliği bizim hikâyemizi anlatarak bir kimlik inşasına da atıf yapar. Böylelikle İhsan Oktay Anar, göz ardı edilen bir tarihi yeniden kurgulayarak mevcut resmî kimliğe de eleştirel bir yaklaşım sergiler. Ne kadar göz ardı edilirse edilsin, mevcut bir resmî kimliğin altında başka bir damarın var olduğunu imâ eder.

Popüler tarih kitaplarının, tarihsel romanların ve tarih programlarının revaçta olduğu günümüzde tarihle ilişkimizde hâlâ sorunlar var. Bu sadece resmî ve “gayr-ı resmî” tarih söylemleri arasında kalmış olmanın sıkıntısı değil. Asıl mesele tarihi överken de eleştirirken de onunla aramıza ister istemez bir mesafe koymaya devam etmemiz. Demem o ki, tarihe “bizim hikâyemiz” demek yerine “hepsi hikâye” veya “hikâye işte” gözüyle bakmamız. İşin ilginç ve ironik tarafı ise bu soruna dönük bir çözümün bir tarihçiden değil ama bir hikâye anlatıcısından gelmesi!