- Hendek savaşı

Adsense kodları


Hendek savaşı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Sat 15 January 2011, 08:24 am GMT +0200
Hendek Savaşı


398. Müslüman-Yahudi ilişkileri Uhud Savaşı’ndan sonra daha da kötü bir hale gelmiş ve bu durum, Benû Nadir Yahudileri ile bir savaşa yol açmıştır. Bu kabilenin mensupları yenilip de teslim olunca, Resulullah (AS), bu Yahudilerin eski bir müttefiki olan Abdullah ibn Ubey’in de araya girmesi üzerine, kendisiyle savaşanları sınır dışı etmekle yetinip, kendilerine sahip oldukları arazileri satmaları, alacaklarını tahsil etmeleri ve sonra da tüm malvarlıklarıyla birlikte çekip gitmeleri için izin vermiştir. Bu konuya daha sonra döneceğiz. Bu Yahudiler, Medine’nin yaklaşık 200 km. kuzeyindeki Hayber’e yerleştiler Her halde bu durumdan hiç memnun olmadıkları için, derhal çevreye heyetler gönderdiler. Bunlardan biri de, Medine aleyhine tahrik ederek, düşmanca faaliyetleri yeniden başlatmak üzere Mekke’ye geldi; Hiç kuşkusuz, bu heyet, İslam Devleti’ne yönelik bir saldırı ittifakı tasarılarının ana hatlarını da ortaya koydu. “Sonra Yahudiler Gatafanlılara giderek, Resulullah (AS) aleyhine kendilerine yardım ederlerse bir yıl süreyle Hayber’in hurma rekoltesinin hepsini onlara vereceklerini söylediler. Bunlar da seve seve kabul ettiler. Fezâre kabilesinin başkanı Uyeyne ibn Hısn, bu öneriye en çabuk razı olan kişiydi. Son olarak, aynı amaçla Benû Suleymlere gittiler; onlar da kabul etti. Daha sonra Yahudiler çevredeki tüm Arap kabilelerini dolaştılar ve hepsi de onlarla birlik oldular. Kureyşliler bu sefere çıktığında, ittifak anlaşması yaptıkları kabileler ve Kinâne, Sakîf ve diğer topluluklar arasında bulunup da kendi etki ve nüfuzları altına almış oldukları tüm gruplar kendileriyle birlikte hazır durumdaydı. Böylece, başkanlarının komutasında çok sayıda Arap kabilesi ve kendi kabilelerinin tüm ileri gelenleri olduğu halde toplandılar.”426 Haritaya bir göz atacak olursak, Gatafân ve Fezâre kabilelerinin Medine’nin kuzeyinde; Benû Suleymlerin doğuda; Mekke, Kinane ve Sakîflilerin ise güneyde oturduklarını görürüz. Bir başka deyişle, Medine üç taraftan kuşatılmış ve tehdit altında idi. Bununla da bitmiyordu. Suriye ve Mezopotamya bölgelerinden Medine’ye gelen hububat yüklü kervanlar Dûmetu’l-Cendel’den (Arabistan’ın üst kuzey bölgesi) geçiyordu. Tam bu sırada, Dûmetu’l-Cendel bölgesinin başkanı Ukayzir’in bu kervanların hayatî önem taşıyan trafiğine engel olması basit bir rastlantı olamazdı.427 Olayların bu biçimde gelişmesini ancak Hayberli Yahudilerin ekonomik alandaki etkilerine bağlayabiliriz. Muhammed (AS), bunun üzerine, çok uzak olmasına rağmen Dûmetu’l-Cendel’e bir askerî sefer (seriyye) düzenleme gereği duyarak, ordusunun başında Medine dışına çıktı.

399. Yahudi-Mekke ittifakının benimsediği strateji şöyle özetlenebilir: Resulullah (AS)’ı Medine’den uzaklaştırıp, onun yokluğundan yararlanarak Gatafân, Suleym, Mekke ve diğer yerlerden toplanacak güçlerle şehre dört bir yandan saldırmak; daha sonra da baş şehrinden uzak kalmış olan Peygamberi ve beraberinde bulunan az sayıdaki arkadaşlarını kuşatarak bu sıkıntıdan sonsuza dek kurtulmak. Planın tutmaması için ortada bir neden yoktu. Ancak insan bir iş yapmaya niyetlenir, sonucu takdir edecek olan ise Allah’tır.

400. Nitekim, Yahudilerin niyetlendiği bu kötü niyetli girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Bunlardan ilki şu idi: Büyük bir kabile olan Huzâ’a içinde, yüzyıllardan beri Resulullah (AS)’ın ailesi ile dostluk ve ittifak bağları olan birçok kol vardı. Ayrıca, Mekkeli müşriklerle çok sıkı ittifak bağları olan ve Ehâbişlerin bir kolunu meydana getiren Benû Musta’lik gibi kabileler de vardı. Musta’likler, doğal olarak Mekkelilerin safında yer almış ve Medine’ye saldırmak üzere askerî yığınak yapmaya başlamışlardı. Bunlar, Kızıl Deniz kıyısındaki Kudeyd yakınlarında, Mekke ile Medine arasındaki el-Mureysî adlı su kaynağında oturdukları için, giriştikleri savaş hazırlıkları çok geçmeden Resulullah (AS)’ın kulağına kadar geldi. O da, Musta’liklerin yeğenleri olan Eslemliler arasından seçmiş olduğu özel görevlileri bilgi toplamaları için gönderdi. Düzenlenen komplonun tüm ayrıntılarını öğrenemese de, edindiği bilgilere dayanarak, H. 5 yılının428 Şaban ayında acil olarak savunma amaçlı bir askerî sefere çıktı ve Musta’liklere baskın yaptı. Tarihçilerin verdiği bilgiye bakılırsa, Müslümanlar bu baskında bir şehit vererek, bu bedevilerin hepsini kıskıvrak yakalamıştır. Bunların hayvan sürülerinin yanı sıra, hanımları ve kızları da esir alınmıştır. Ancak birkaç saat sonra, düşmanın Resulullah (AS)’ın en bağlı dostlarından biri haline geldiğini görürüz. Nedeni ise şuydu: Resulullah (AS), bu kritik dönemde, kendi sahabesinin de gönlünü kırmadan, onların desteğini kazanmak istiyordu. Ganimetin (hayvan sürüleri, kadınlar vs.) savaşçılar arasında bölüştürülmesinden sonra, Resulullah (AS), esir düşen kabile başkanının kızını, değerini ödeyerek satın aldı ve kendisine nikâhladı. Bu durumda, Müslüman savaşçıların ellerinde köle olarak bulunan savaş esirleri, Resulullah (AS)’ın hanımı dolayısıyla onun akrabası durumuna geldiğinden, bu, Müslümanlar için hoş bir durum değildi. Sonunda herkes, hiç tereddüt etmeden, kendi payına düşen ganimetten vazgeçti. İki yüz ailenin hiç beklenmedik bir biçimde özgürlüğüne kavuşması üzerine, Musta’likler, kaybettikleri on savaşçıyı çabucak unuttular ve sonunda onlar da İslam’ı kabul ettiler.429

401. İkinci başarısızlık ise şu idi: Medine’nin güneyinde sekiz günlük bir mesafeye gitmiş olan Müslüman savaşçılar, Musta’lik seferi dönüşü sırasında, Fezare kabilesinin kuzeyden baskın yaparak, o sırada savunma gücünden yoksun bulunan İslam baş şehrine saldırı düzenlemelerinden endişe ediyorlardı.430 Fakat Fezareliler sırlarını saklamak ve boşluktan yararlanarak öteki müttefiklerle birlikte Medine’ye saldırıya geçmek yerine, bu davranışlarıyla kendilerini ele verdiler ve böylece başarı şanslarını azalttılar.

403. Üçüncü başarısızlık: Münâfık Abdullah ibn Ubey’in, Medine’den sürülen Nadîrli Yahudilerin önde gelen dostlarından biri olduğu bilinmekteydi. Ona taç giydirilerek Medine kıralı yapılması tasarısı, Medinelilerin İslam’ı kabul etmesi üzerine suya düşmüştü. Kendisi de, ancak Bedir’de Müslümanların zafer elde etmesinden sonra İslam’a geçmişti. Uhud Savaşı esnasında, İslam ordusunun üçte birlik bölümünü peşine takarak, son anda Resulullah (AS)’ı yalnız bırakmıştı. Benû Nadir Yahudilerini Resulullah (AS)’ın haklı isteklerine karşı koymaya ve direnmeye kışkırtan da hep o idi. Sürekli olarak iki yüzlü davranıyor ve Müslümanlar arasında huzursuzluk çıkarmaya çalışıyordu. O sıralarda içinde bulunduğu yoğun faaliyetlere bakılırsa, herhalde onun da bu büyük komployu hazırlayanlarla işbirliği içinde olması gerekir. Musta’liklere karşı düzenlenen seferde Resulullah (AS)’ın yanında yer almıştır. Daha önce Ensar ile Muhacir arasına kurnazlıkla fitne tohumları ekmeyi başarmış ve Resulullah (AS), tarafları yeniden uzlaştırabilmek için büyük çaba harcamıştır.431 Giriştiği oyunda maskesi düşen Ubey, şeytanî bir şeyler arıyordu: Resulullah (AS) bu sefere eşi Ayşe ile birlikte katılmıştı ve kadınlar artık yüzlerini bir peçe ile örtüyorlardı. Doğal ihtiyaçlarını gidermek için karargâhtan uzaklaştığı bir gün, hizmetçileri onun yokluğundan kuşkulanmadıkları için -çünkü zayıf ve ince yapılı biriydi-, tahtırevanını içi boş olduğu halde devesine yükleyip yola koyulmuşlardı. Ordunun konakladığı yere gelen Ayşe etrafı bomboş görünce ne yapacağını bilememiş ve oturup ağlamaya başlamıştı. Biraz sonra, gönüllü olarak bu savaşa katılan Müslümanlardan biri bu yerden geçerken “ölmüş” ve defnedilmeden öylece bırakılmış bir kadın bulduğunu zannederek şaşırdı ve yaklaştı. Durumu öğrenince, Ayşe’yi devesine bindirip, kendisi de yaya olarak onu İslam ordusuna ulaştırdı. Ortada olağan üstü hiçbir şey yoktu. Ama Abdullah ibn Ubey intikam almak için bundan yararlandı ve Resulullah (AS)’ın temiz eşine her türlü iftirayı (ifk) attı. Resulullah (AS) Medine’ye döndüğünde durumu uzun uzun araştırdı ve sonunda gerçeği öğrendi. Nitekim Kur’an’ın bazı ayetlerinin nazil olmasıyla da bu olay tamamen aydınlanmış oldu.432 Bu münafığın çevirdiği oyun ve entrikalar, H. 8 yılında ölümüne kadar sürmüştür; O sırada, Resulullah (AS) bu Abdullah’ın oğlunu şefkatle sevdiği ve Abdullah kendi gömleğini Abbas’a (Peygamber’in Bedir’de gayrı müslim olarak esir düşen ve savaş sırasında gömleğini kaybeden amcası) verdiği için, Resulullah (AS) de kendi gömleğini, öldüğünde onurlu bir şekilde gömülmesi için Abdullah’a bağışlamıştı. Ancak Resulullah (AS)’ın gösterdiği bu kadirşinaslık tamamen kendi kişisel tutumu idi ve o sırada yeni nazil olan bir ayetle, Resulullah (AS) da olsa kimsenin münafık olduğu bilinen birinin cenaze namazını kılması yasaklanmış oluyordu.433

403. İslam düşmanlarının içine düştüğü dördüncü başarısızlık ise şu idi: Düşmanlarının da tahmin ettikleri gibi, Resulullah (AS) nihayet küçük bir askerî birliğin başına geçerek, Medine’nin kuzeyinde iki haftalık bir yolculukla varılan Dûmetu’l-Cendel halkını cezalandırmak üzere yola çıktı. İbn Hişâm’ın ifadesine göre,434 Resulullah (AS), alışkanlıklarının tersine, yarı yoldan geri dönerek hızla Medine’ye geldi. Birkaç hafta sonra da Medine şehri, Mekke, Hayber vs.den gelen müttefiklerce kuşatılmıştır.

404. Kur’an, Müslümanların o sırada içinde bulunduğu kaygı verici durumu şu cümlelerle tasvir ederken hiç de mübalağa etmemiştir:

        “Ve bakışların yıldığı, yüreklerin ağıza geldiği zaman…”435

405. Resulullah (AS)’ın Mekke bölgesinde yaşayan Huzâ’alılar arasındaki müttefikleri bu askeri harekât planından haberdar olur olmaz, derhal Resulullah (AS)’ı uyarmak için harekete geçtiler. Bindikleri hecin develeri, genellikle on günde aşılabilen yolu dört gecede aldılar.436 Bu habercilerin Resulullah (AS)’le buluşmak için Dûmetu’l-Cendel yolunu mu tuttukları, yoksa Resulullah (AS)’ın Medine’de bıraktığı vekilin uyarı haberini bizzat kendisinin mi üstlendiğini bilemiyoruz. Resulullah (AS)’ın tam yarı yoldan geri dönmesine, Dûmetu’l-Cendel yolu üzerinde bulunan arazilerinden geçerken, Fezârelilerin ağızlarından kaçırdıkları bazı bilgiler de yol açmış olabilir.

406. Her ne olursa olsun, Medine’ye döner dönmez, Resulullah (AS) hemen savunma hazırlıklarına başladı. Önceleri şehrin içinde kalıp, dışarıdan gelebilecek bir kuşatmaya direnme yolu düşünülmüştü. Çünkü evlerde yiyecek ve içecek türünden ihtiyaçları karşılamak üzere her şey bol miktarda vardı. Şehrin çevresinde çok sayıda bahçeler ve bunları birbirinden ayıran çitler vardı. Sokaklar daracıktı. Bu nedenle, açık araziden gelebilecek her türlü saldırıyı kolaylıkla savuşturacak kadar korunaklıydılar. Ama düşmanla ilgili olarak, bu komploya katılan müttefik kabilelerin sayısının sürekli arttığını, düşmanın asker mevcudunun 12.000 gibi o devirde hiç de duyulmamış bir rakama ulaştığını bildiren haberler geldikçe durum daha da endişe verici bir hal almış ve evlere kapanıp kalmaktan başka önlemlere başvurma gereği ortaya çıkmıştı. Resulullah (AS) atına binip, yanına birkaç sahabesini de alarak, bölgede bir keşif turu yaptı. Özellikle şehrin batı yakasındaki savunma olanaklarının çok zayıf olduğu görüldü. Art arda yapılan istişarelerde, ateşli bir Müslüman olan Selmân-ı Fârisî, kendi ülkesinde, bir askerî sefer durumunda, hem geceleyin düşman tarafından gelebilecek saldırılara hem de düşman süvarilerinin savunma hatlarını aşıp geçmelerine engel olmak için, şehirlerin ve ordu karargâhlarının etrafına hendek kazıldığını söyledi. Yeni düşüncelere her zaman açık olan Resulullah (AS), bu görüşü benimseyip, kentin Müslüman mahallelerinin daha iyi savunulması için bir hendek kazılmasına karar verdi ve çalışmalara bizzat katıldı. Kazı işlemi henüz tamamlanmıştı ki, H. 5 yılının Şevval ayında düşman ufukta göründü. Bu sırada Müslümanların savaşçı mevcudu 3.000 kadardı. Düşmanın müttefik güçleri ise bunun en az dört katı idi.437 Bedevîler karşılarında böyle bir hendek bulacaklarını beklemedikleri için, ne yapacaklarını şaşırdılar. Hendek, gece-gündüz Müslümanlarca çok iyi kontrol altında tutuluyordu; ve korkunç düşman süvarilerini durduracak kadar da genişti. Ancak karşı taraf henüz tüm kozlarını ortaya koymamıştı: Benû Nadîrlilerden bir heyet, henüz Medine’de oturan ve Müslümanlarla düzgün ilişkiler içinde olan Benû Kurayza Yahudileriyle görüşüp, güçlükle de olsa onları Müslümanların tarafını terk etmeye ve hatta şehrin içinden Müslümanlar üzerine hücuma kalkmaya ikna etmeyi başardı.438 Bu yeni gelişme, Müslümanların bütün savunma stratejilerini alt üst etmişti. Her geçen dakika çok değerliydi ve gerçekten de Resulullah (AS) çok çabuk davrandı. Bir yandan ortaya çıkabilecek daha da kötü durumlar için hazırlıklara girişerek, Yahudi mahallelerini iki yandan çevirmek üzere güçlü askerî birlikler sevketti; bunların geceleyin zaman zaman attıkları savaş naraları ve çığlıklar sonunda Benû Kurayzalılar, her ihtimale karşı mallarını ve ailelerini korumak için evlerine kapanmanın daha uygun olacağına inandılar. Bu konu ile ilgili anlatımlara bakılırsa, ertesi gün bir Cumartesi idi ve böyle bir şükran gününde Müslümanların Yahudilerden gelebilecek bir saldırıdan korkuları olamazdı. Öte yandan, Resulullah (AS) diplomatik bir hücumda da bulundu: Kuzeydeki Gatafân ve Fezâre kabilelerinden gelen paralı askerlerle tamamen ayrı bir barış anlaşması yapmak üzere onlara bir heyet gönderdi. Fakat Müslüman heyeti onların istediği ücreti reddetti.439 Bu insanlar kin ve öfke doluydu ve Medine’ye karşı baskın ve yağmalar düzenliyorlardı (bk. § 854). Bir heyet de, bu kez gizlice, başka bir yöne doğru yola çıktı.440Gerçekten, Eşca’ kabilesinin oldukça meşhur başkanı Nu’aym ibn Mes’ûd İslam’ı kabul etmiş, ama bu haber henüz etrafa yayılmamıştı. Resulullah (AS)’ın isteği üzerine, bu zat önce Kurayza Yahudilerine giderek, onlara şöyle dedi:

        “Ben uzun zamandan beri sizin dostunuzum. Harekete geçmeden önce iyice düşünmek gerek. Medineli olmayan müttefik güçlerin eninde sonunda kendi yurtlarına döneceğini ve sizin burada tek başınıza kalacağınızı söylemeye bile gerek yok. Onların Muhammed’i öldürebilecekleri de henüz kesin değil. Bana kalırsa siz, Müslümanlarla yaptığınız barış anlaşmasını bozmadan önce, bazı güvenceler sağlamalısınız. Örneğin, müttefik güçlerden sonuna kadar savaşacaklarına ve hangi nedenle olursa olsun sizi bırakıp gitmeyeceklerine dair onlardan rehine isteyiniz.”

        Eşca’lı (Nu’aym ibn Mes’ûd) daha sonra sırasıyla bütün kuşatmacı grupları dolaşarak, onlara şöyle dedi:

        “Benim sizinle dost olduğumu herkes bilir. Az önce öğrendiğime göre Kurayza Yahudileri Muhammed’le tekrar ittifak yapıp, samimiyetlerini kanıtlamak için, sizin aranızdan bir takım ileri gelen kimseleri, öldürmesi için Muhammed’e teslim etmeyi vaat etmişler. Şimdi kendinizi iyi kollayın. Ayrıca, bana kalırsa, hem Peygamber Muhammed’e karşı girişilen bu mücadeledeki samimiyetinizi kanıtlamak, hem de Müslümanlar böyle bir hareketi beklemedikleri için, bu Yahudilerden Cumartesi günü saldırıya geçmelerini isteyiniz. Böylece daha emin ve daha güvenli bir şekilde başarıya ulaşılacaktır.”

        Bu işi de tamamladıktan sonra, İslâm karargâhı içerisinde, Yahudilerin bazı Mekkeli müşrikleri Müslümanlara teslim edeceklerine dair haberler yaydı. Kendisine durumu soranlara Resulullah (AS) müphem bir şekilde şu karşılığı verdi:

        “Herhalde böyle yapmalarını onlara biz emrettik” (Le’allenâ emernâhüm bizâlik).441

        Bu söz, bir düşman ajanı olan Mes’ûd el-Eşca’î (kahramanımız Nu’aym’ın babası?) tarafından karşı ordugâha ulaştırıldı. Tabiî ki, Müslümanlara karşı bir saldırıya katılmadan önce, müttefik güçlerden rehine talebinde bulunan Kurayza Yahudilerine hiç kimse kendisini teslim etmek istemezdi. Rehine vermek istenmeyişi, Kurayzalılarda, müttefiklerin kendilerini Resulullah (AS)’ın merhametiyle baş başa bırakacakları kanaatini uyandırdı. Ayrıca Sabba (Cumartesi) gününün kutsallığının çiğnenmesi isteği, güvensizliklerini daha da artırıp, dinî duygularını yaraladı. Büyük suikast tertibi de böylece suya düşmüş oldu.

407. Düşman ancak kısa süreli bir savaşa hazırlıklıydı ve bu işin uzayıp gitmesi hem insanlar hem de binek hayvanları için yiyecek stoklarının ciddi bir biçimde azalmasına yol açıyordu. Hiç kuşkusuz çok yüksek fiyata, Benû Kurayza Yahudilerinden bazı yiyecek maddeleri ve hayvan yemi satın aldılar. Ancak bu malların tamamı, karargâhlarına taşıma sırasında bir Müslüman akıncı birliğinin eline düştü (bk. Samhûdî, 2. bs., 304). Havalar iyice soğumuş, Medine’nin şiddetli soğuğu Mekkelilerin sefaletini iyice artırmıştı. Üstelik, bizden önce bu konuyla ilgilenenlerin gözünden kaçtığı anlaşılan bir şey daha vardı: Şevval ayının sona ermesiyle Haram aylar devreye girmekte ve müşriklerin savaşmaya izin vermedikleri Mekke’de Hac mevsimi başlamaktaydı. Mekkeliler bu dönemde şehirlerinden uzak kalıp, böylece önemli bir gelir kaynağını gözden çıkaramazlardı. Bu durumda, Mekkelilerin komutanı Ebû Sufyân evine dönmek üzere kuşatmayı kaldırmış, paralı askerler de geçip gitmekten başka çare bulamamışlardır.

408. Resulullah (AS)’ın o sırada haklı olarak öngördüğü gibi bu, Mekkelilerin her türlü saldırganlığının sonu olmuş ve bundan böyle Müslümanlar hasımlarına karşı inisiyatifi ele geçirmişlerdir.442


426 Belazurî, I, § 730; İbn Hişâm, s. 669; Genel olarak bk. Hz. Peygamber’in Savaşları adlı kitabım (§ 116-156).

427 Mes’ûdî, Tenbîh, s. 248.

428 Tarih olarak 4, 5 ve hatta 6. yıl verilmektedir. Biz Belâzurî’nin (§ I 729) vermiş olduğu H. 5 tarihini esas aldık. Bu konudaki tartışmalar için bk. Makrızî, I, 214; Beyhakî (Delâ’il, II, 127b), Hicrî takvimi Hicretten bir yıl sonra başlatanların h. 4 yılını, bir yıl önce başlatanların ise 6 yılını kabul ettiğini söylemektedir ki, bu durumda verilen tarihlerde bir çelişki yok demektir.

429 İbn Hişâm, s. 725-29.

430 Makrızî, I, 204.

431 Makrızî, I, 199-203; İbn Hişâm, s.726-27.

432 Nûr: 24/11-20, ; İbn Hişâm, s. 731 vd.

433 Tevbe: 9/84; İbn Hişâm, s. 927; Makrızî, s. 496. Bu ikinci kaynaktaki bilgilere göre (s. 291-92), Hudeybiye anlaşması sırasında Kureyşliler, ayrıcalıklı bir kimse olarak bu münafığı Ka’be’nin etrafında yapılan tavafa katılmak üzere Mekke’ye davet etmişlerdi. Ancak oğlu, onun bu teklifi kabul etmemesi için ikna etti.

434 İbn Hişâm, s. 668.

435 Ahzâb: 33/10

436 Şe’mî, Sîre (el yazması nüsha), Hendek maddesi.

437 İbn Hişâm, s. 673.

438 A.g.e., s. 674-75.

439 A.g.e., s. 676; Taberî, I, 1474.

440 İbn Hişâm, s. 680-682; Sarahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, I, 84-85.

441 İbn Hacer, İsâbe, Nº 3074.

442 Kenzu’l-‘Ummâl, V, 5285 (Buhârî, İbn Hanbel, Tayâlisî ve Taberânî’den naklen).