- Hayyden Gelen Hûya gider

Adsense kodları


Hayyden Gelen Hûya gider

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Mon 24 October 2011, 07:30 pm GMT +0200
Hayy'den Gelen Hû'ya gider


Mart 2005 - 75.sayı



Ali YURTGEZEN
kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Dili isti'mâl etmiyor, istihlâk ediyoruz. Yeni kelimelerle söyleyecek olursak, lisanımızı kullanmıyor, tüketiyoruz. “Tüketmek”ten her ne kadar “bitirmek, eriterek varlığını sona erdirmek” gibi menfi mânâlar çıkarılabiliyorsa da “helâk etmek”ten türetilmiş “istihlâk”, dili kullanırken sergilediğimiz müdhiş hoyratlığı daha iyi ifade ediyor. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor. Dili de kullanıldıktan sonra atılacak bir nesne gibi gördüğümüz için olmalı, bazen yazılıp söylenenlerin mânâ ve maksudunu bulabilmek, atık kokuları ile posa yığınları arasında hayli mesai gerektiriyor.

Bu itinasızlık, hatta nobranlık, mutlaka insan kalitesinin bir neticesidir. Dil yanlışlarının bir mantık rekâketinin tezahürü olduğu doğrudur. Elbette üslûb-i beyân ayniyle insandır. Ancak sebepleri ve neticeleri ile bunların kâffesi “bilgi”den ziyade irfan ve erkân eksiğiyle alâkalıdır. Zira dil sadece günlük iletişime vasıta olan bir gramer ve sözlük malzemesi değildir. Dilin, bir kültür varlığı olarak kelimeleri, kavramları, tabirleri ile bize özgü bir geçmiş zaman zenginliğini, bize ait bir kimliği tevarüs ettirmesi daha mühimdir. Belki bu kültürel arka plan ihmâl edildiği içindir ki konuşa konuşa anlaşamayan bir millet olup çıktık.

Nasip olursa bu aydan itibaren şu veya bu sebeple izzetine halel getirilmiş bazı kavramlarımızın itibarını iadeye, bazı “dil hataları”nı düzeltmeye çalışacağız. Medyada, dil yanlışlarını bir gramer problemi bağlamında ele alan, teknik bilgi eksikliğine dikkat çeken ve galat olanı meşhûr olduğu ölçüde meşrû kabûl eden bazı yazarların bu tutumunun dışında, dilin irfan ve inanç rabıtasından hareket eden bir tavrımız olacak bizim. Galat-ı mebtûn olan, yani ölüme sebebiyet verecek vahametteki yanlışlara meşhûr da olsa müdahale edeceğiz. Dili kullanırken devirilen çamların mâsum birer gaf olmaktan öte, hangi akâid binalarını yıktığını gözler önüne sereceğiz. Maksadımız yanlışlara dikkat çekip doğruyu göstermek kadar, belki bunlardan da önce, bir dil hassasiyetinin lüzûmuna işâret etmektir. Yeniden bir medeniyet inşasına soyunanların, temel referansları o en büyük “ Kitâb”ın bir dil mu'cizesi olması hasebiyle, her şeyden evvel kılı kırk yaran bir dil hassasiyeti taşımaları gerekmiyor mu sizce de?

Gayret bizden, tevfik Allah'tan.

Diyânet İşleri Başkanlığı'nın internet sitesinde bir “web kütüphanesi” bölümü var. Burada, tanıtmak maksadıyla Diyânet'in yayınladığı kitaplardan bölümler aktarılıyor. Çocuklar için kaleme alınmış kitaplardan birinde, bir kasada duran “kâğıt para” teşhis yoluyla, yani şahıslaştırılarak hikâye kahramanı yapılmış. Kahramanımız olan “para”, başından geçenleri anlatırken bir yerde şunları söylüyor: “Oyun bittikten sonra yeni sahibim kumarda kazandığı paralarla içmeye gitti. Atalarımız ne demişler: ‘Haydan gelen huya, selden gelen suya gider.' O da beni alın teriyle değil, bir şans oyunuyla elde etmişti.”

“ Hayy'den gelen Hû'ya gider” deyiminin, emek vermeden, hak etmeden, hatta gayrı meşrû yollarla kazanılan şeylerin fayda sağlamayacağı, kolayca elden çıkarılacağı, bir şekilde hebâ olacağını anlatmak için kullanılması, asırlık tereddî politikalarıyla malûl “kitle”ler için normal sayılabilir. Amma Diyanet gibi bir kurumun bu sözün başındaki “ Hayy ” ile âhirindeki “ Hû”dan gafil olması anormalliğin de fevkinde bir hâl. Niyetimiz Diyanetin yanlışını bulmak değil, tuzun dahi taaffün ettiğini, müdrikemizdeki tahrifatın ciddiyetini göstermek.

Erbâbı , tabirin imlâsından hemen fark etmiştir ki “ Hayy ” ve “Hû” ile kastedilen Allah'tır. Evet, atalarımız bu sözü söylemişlerdir ama “Allah'tan geldik, yine O'na döneceğiz” mânâsıyla , dünyanın fânîliği sadedinde bazan bir teslimiyet ve sabır halini, bazan bir ikazı, bazan da bir dileği ifade için.

Eskiden birisinin vefat haberi alındığında “ innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn ” denirdi. Bu ibâre Bakara Sûresi'nin 156. âyetinin son kısmıdır ve âyetin tamamında meâlen; “(Sabredenlerin) başlarına bir musibet geldiği zaman ‘Biz Allâh'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz' derler.” buyurulmaktadır . Hayy'den gelen Hû'ya gider sözü, Bakara Sûresi'ndeki âyetin farklı kelimelerle tekrarıdır; evvelemirde sabra ve tevekküle davet ederek teselli maksadıyla söylenebilir.

Bu deyimde Allah'ın esmâ ve sıfatları arasından “ Hayy ” ve “Hû” husûsen seçilmiş, bil-iltizam böyle yerleştirilmiştir. Allah lafzının yerini tutan “ Hû ” ile bu zamirin sıfatı durumunda “ Hayy ”, Kur'ân -ı Kerîm'de üç yerde sıfat-mevsuf münasebetiyle bir arada kullanılmıştır. Dolayısıyla deyimin buralara telmihen bir işarette bulunduğu açıktır. “ Hayy ” ile “ Hû”nun bir arada sıfat-mevsuf münâsebetiyle kullanıldığı yerlerden en bilineni Bakara sûresinin 255. âyetinin başıdır. “ Âyet'ül - Kürsî ” diye anılan ve Efendimiz'in “En büyük âyet ” diye nitelediği bu Allah kelâmının başında “ Allâhü lâ-ilâhe illâ hüve'l hayyü'l kayyûm” (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur; O daima diridir ve bütün varlığın idaresini yürütmektedir.) buyuruluyor . Âl-i İmran Suresi'nde bu ibare müstakil bir âyet olarak aynen tekrarlanmış (2. âyet), Gâfir Suresi'nin 65. âyetinde ise “ Hüve'l hayyü lâ ilâhe illâ hû” şeklinde ifâde edilmiştir. Şu halde “ Hayy'den gelen Hû'ya gider” tabiri, ikinci olarak, bu ibarelere ve bunların derûnundaki ilahî mesajlara gönderme yapmak suretiyle dünya hayatının geçiciliğine dair bir ikazı muhtevîdir.

“ Hayy ”, Esmâ -i Hüsnâ'dandır. Bazen Allah'ın subûtî sıfatlarından “Hayat” yerine kullanıldığı da olur. “Ezelî ve ebedî diri, başlangıcı ve sonu olmayan hayat sahibi” demektir. Dünyaya gelişimiz “canlılık kesbetmek ” yahut “hayat bulmak”la imkân sahasına çıktığı için birçok isim arasından Hayy ismi seçilip “gelmek” fiiline menşe yapılarak hususen deyimin başına konmuştur. Böylece hem bu dünyadaki canlılığımızın Allah'ın hayat sıfatının bir tecellisi olduğu, hem de yine bu tecellî keyfiyetinden dolayı bizim hayatımız yahut diriliğimizin “ mecazî ” olduğu anlatılmak istenmiştir. Eskiden Karagöz oynatanların gösterilerine “ Hayy Hak!” nidasıyla başlamalarının sebebi de budur. Bu nida, oyunu seyre gelenlere “Gerçek hayat sahibi ancak Hak Teâlâ'dır . Bizim hayatımız Allah'a nispetle bir gölge oyunu hükmündedir; muayyendir. Üstelik canlı olduğumuz zehabını doğuran fiillerin yaratıcısı, insanın kendisi değildir.” fikrini ihsâs eder.

Vâde tamam olunca Allah'a döneceğiz. “ Hayy'den gelen Hû'ya gider” deyiminde gidilecek merci' herhangi bir isimle değil “ hû ” zamiriyle anılmış. Arapça'da üçüncü tekil şahsı ifade eden “ hû ” zamiri hem Allah'ın zât ismi yerine kullanılarak bir sırriyyeti , hem de bütün ilâhî esmâ, sıfat ve fiilleri meczeden bir vahdeti yansıtır. Nitekim öldükten sonra Cenâb -ı Hakk'ın hangi isim yahut sıfatıyla mukabele göreceğimiz mechûlümüzdür .

Nihâyet bu deyim, tasavvuftaki evrâd ü ezkâr erkânından hareketle bir dileği, bir temenniyi yahut bir yol kâidesini ifade eder. Tasavvufta zikir en temel tezkiye metodudur ve sâlikin hangi safhada hangi lafızlarla zikretmesi gerektiği, tarikatların meşrebine uyan muhtelif usullerle de olsa belirlenmiştir.

Mutasavvıfe “hayat”ı âvam gibi anlamaz. Onlara göre hayat “kalbin hayatı”dır ve “kalbin hayatı nefsin ölümündedir”. Nefsinin esiri olanlar diri gibi görünseler de hakikatte ölüdürler. “Ölmeden evvel ölenler” ise, ikinci defa doğarak ebedî diriliğe nail olmuş bahtiyarlardır. Bu sebeple sülûkunun başında sâlik bir ölü mevkiindedir ve Allah'tan “hayat” talebi için “ Hayy ” ismiyle zikreder. Hayy zikrinde berdevâm olanlar bazan kalbe doğan ani inşirahla cezbe halinde “ Hayy !” diye nara atarlar. Dilimizde bağırmak mânâsına kullanılan “haykırmak” kelimesi bu hâlin hatırasıdır. Aynı şekilde cezbeli zikir halkalarını istihza maksadıyla vasfeden “höykürmek” de “ Hayy ” zikrinden müştak taklîdî kelimelerdendir.

Hayy zikriyle kalbini canlandırıp yola koyulan sâlik , yol boyunca hangi müşkili varsa ona deva olacak esmâ ile seyrini sürdürür. Sonunda “ Hû”ya vâsıl olacaktır.

“Hû”, Cenâb-ı Hakk'ın zât ismi olan “Allah” lafzının aslıdır. Zira “ İsm-i Celâl'in evvelindeki elif-lâm harf-i tariftir. Lâm'ın müşehhed olması tarifte mübalâğa içindir. İsm-i zât sondaki “he” harfidir ki ‘hû' telaffuz olunur.”

“Hû”, zikrin en faziletlisidir. Zira Allah, bir şey taleb edilmeden anılmaktadır. Halbuki meselâ Rezzâk ismiyle mâişet, Şâfî ismiyle şifa umulmaktadır. Hû ismiyle hem bütün dünyevî taleplerin aşıldığı hem de yalnız O'nun zâtının istendiği izhar edilmiş olur.

Bu hâl tevhîd-i zât makamıdır, nefs-i mülhimme mertebesidir, kâmil bir keşiftir. İşte “Hayy'den gelen Hû'ya gider” sözü son olarak bu mazhariyete götüren yolu tarif eder. Demek ister ki bidâyette Allah'tan hidâyet isteyip kalplerini dirilterek yola koyulanlar, neticede vuslata ulaşacaktır.

İmdi, “Hayy'den gelen Hû'ya gider” tabirinin taşıdığı niyet, mânâ kesâfeti, tanzimindeki dikkat ve incelik ile bizim bu söze yüklediğimiz kerîh mânâ arasıdaki korkunç tezadı nasıl izah etmeli? Acaba “Âlim” “Habîr” ve “Müntakîm” olan Allah aslında bugün neye inandığımızı, nasıl yaşadığımızı böylece ikrâr mı ettiriyor bize?