- Hayatı ve dönemi 3

Adsense kodları


Hayatı ve dönemi 3

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 16 September 2010, 01:10 pm GMT +0200
Hayatı ve dönemi 3

KIYAM VE ŞEHADET


40- Bu genç İmam, bütün korkuları kulak ardı ederek hakkı istemeyi veya Ölmeyi -ki hangisine isabet ederse kendisi için o daha hayırlı ve en tutarlı yol olacaktı- hedef seçe­rek kıyam etti.

Nitekim Mes´udi´nin Muruc ez-Zeheb´inde şöyle geçmekledir: "Nihayet Zeyd karde­şi Ebu Cafer b. Ali b. Hüseyin b. Ali ile istişare etti. Kardeşi kendisine Kufelilere pek fazla güvenmemesi biçiminde fikrini beyan etti. Çünkü Kufeliler gaddar ve düzenbazdı. İşte deden AH orada katledildi. Amcan Hasan orada yara aldı. Baban Hüseyin (belki de en yakın dedesi kastediliyor) orada katledildi." Bu durum karşısında Zeyd çekindi fakat uğrunda kararlı olduğu hakkın hakim olmasını istemek duygusu ağır bastı ve şöyle dedi "Ey kardeşim, senin hakkında da yarın Kufe´nin çöplüğünde asılı bulunmandan korku­yorum." Ebu Cafer onunla vedalaştı ve bir daha bir araya gelemiyeceklerini bildirdi."[21]

Bu haber, dış görünüş itibariyle takma adı Ebu Cafer olan İmam Muhammed Ba-kır´ın, Zeyd´in kıyamında Kufe´de bir savaşçı olarak yaşadığını gösteriyor ise de, bu gö­rünüş doğru değildir. Çünkü İmam Ebu Cafer h. 114. senesinde vefat etmiştir. Her ne kadar el-Mekki´nin Menakıb-ı Ebu Hanife adlı kitabında h. 117. yılında Öldüğü yazılıy­sa da biz birinci haberi tercih ediyoruz. Çünkü bizim tercihimiz, Taberi, Îbnu´l-Esir[22] İbn. Kesir vb. gibi güvenilir tarihçilerin üzerinde birleştikleri görüştür. Her iki rivayeti ele alacak olursak, haberin dış görünüşü ile meydana gelen olayların birbirine uymadığı­nı görürüz. Çünkü Zeyd´in kıyam hareketi h. 121, katledilişi ise h. 122 senesindedir. Biz diyemeyiz ki istişare toplantısı kıyama niyet etmenin başlangıcında, Kufe´ye ziyaretçi araştırmacı olarak ve ilmin zırhını giyerek gittiği zamanda meydana gelmişti.

Aksine o, Kufe´lİlerin durumlarını incelemek, davranışlarını ve Ehl-i Beyt´e yardımcı olmalarının miktarını yakından tanımak niyetindeydi. Çünkü kardeşi, istişareden sonra bir daha buluşamayacaklarını söylemişti. Bu da, Zeyd´in o sırada kıyama bilfiil karar, verdiğini göstermektedir. Sonra Zeyd, bunun ötesinde Emevi hükümdarlarının, valileri­nin ve özellikle Hişam´ın çıkardığı zorluklardan önce birçok kez Irak´a gidiş-dönüşlerin-

de kardeşiyle bir araya gelmişlerdir.

Dolayısıyla bjz bu rivayeti reddediyoruz. Belki de Muhammed Bakir´a nısbet edişinde tahrifat yapılmıştır. Olayın hakikati; bu haberin Muhammed b. Ömer b. Ali´ye nis-hlı edilmiş olmasıdır. Tarihi bir tesbit şudur ki. Zeyd´i, kıyam konusundaki kararlılığın­dan caydırmak için Ömer b. Ali ona nasihatlerde bulunmuştur.

41- Şehristani´nin el-Milel ve´n-Nihal adlı kitabında Muhammed Bakır (ra)ın Zeyd´Ie iki konuda münakaşa elliği anlatılmaktadır. Bunların birisi Mutezile üzerinde araştırma yapması ve Vasıl´ın mezhebiyle içice olması, ikincisi ise Falıma ailesinden imam olma konusunda kendi adına davetçi olarak çıkmasını şart koşmasıyla ilgilidir. Bu konuda Şehristani şu ifadelere yer vermektedir:

"Zeyd´Ie kardeşi Muhammed Bakır arasında şu konularda münazara cereyan etti... Zeyd´in Vasıl b. Ata´ya Öğrenci oluşu bozguncu ve zulmedenlerle yaptığı savaşta dedesi Ali´nin hata ettiğinin caiz olabileceği görüşünü benimseyen ve kader konusunda Ehl-i Beyt´in sahib olduğu görüşün aleyhinde söz söyleyen bir kimseden ilim iktibası. Ayrıca bir imamın imam olabilmesinde kıyam etmesinin şart olduğu konusunda tartışmışlardır. Hatta bir gün Muhammed Bakır ona, "senin mezhebinin kesin görüşüne göre baban imam değildir; çünkü o hiç kıyam etmedi, kıyam girişiminde bile bulunmadı" dedi.”[23] Bu noktada azıcık durup bu haberin durumunu tartışmamız gerekmektedir. Eğer ha­ber doğruysa doğruluk sınırını tartışalım:

Birinci bölüm üzerinde durursak şu sonuca varırız ki, ikisi de aynı yaşta oldukları için Zeyd, Vasıî´a Öğrencilik yapmamıştır. Zeyd´in kendisini ilme adamasındaki tutumu Vasıl´ın bu konudaki çabasından daha az değildir. Çünkü Zeyd´in Vasıl ile olan ilgisi, aynı yerde bir araya geldiklerinde alimlerin yaptığı münazaranın dışına taşmamaktadrr. Bu münazaraların akışı içinde fikir iletişiminde bulunmuşlardır. Kader konusundaki tar­tışmalar Ehl-i Beyt arasında yaygındı. İtimada layık ve tutarlı bir kitap olan el-Munye ve´l-Emet adlı kitabında el-Murtaza bu konuyu belgeleriyle kaleme aldı ve Ehl-i Beyi imamlarının kader konusunda insandaki kudretin varlığını isbat ederek tartıştıklarını açıkladı. Nitekim Şia kitaplarında bu görüş onlara nisbet edilmektedir. Vasıl´ın da Mute-zılecıhk akımını Ebu Haşim b. Muhammed Îbnu´l-Hanefiyye´den aldığını söylerler. Aşa­ğıdaki sözler, karşı cevap vermesi ve tartışmasıyla ilgili olarak Hasan b. Ebu Abdillah Cafer es-Sadık´a nisbet edilmektedir.

Şüphesiz efal-i ibad, üç merhalenin dışına çıkamaz:

a) Ya bizzat Allah tarafından olması,

b) Fiile iştirak etmesi açısından hem kul, hem de Allah tarafından meydana getiril­mesi,

c) Bizzat kul tarafından gerçekleştirilmesi.

Eğer bizzat Allah tarafından meydana getirilmişse, fiilin güzel oluşu durumunda hamd edilmeye, çirkin olması durumunda da zemmedilmeye layık olması gerekirdi. Hamdda veya kınamada başkasının payı bulunmazdı.

Eğer fiil hem kuldan ve hem de Allah´tan meydana gelseydi, bu konudaki hamd eşit olarak ikisine, kötülemek de aynı ölçüde ikisine ait olurdu. Bu iki görüş de geçersiz ol­duğuna göre, kendi fiilinin yaratıcısı kul olduğu kesinleşmiş olur. İşledikleri cinayet karşısında Allah Teala onları cezalandırırsa, zaten sorumluluğu kendilerinindir; eğer Al­lah Tcala onları bağışlamışsa, onlar zaten takva ve mağfiret ehlidirler."[24]

İsna Aşeriye´nin İmamiyye kolunun Ehl-i Beyt´ten naklettikleri rivayetler doğru olunca, değişmeyen gerçek şu olur ki, onlar kader ve efal-i ibad konusunda Mu´tezi-le´nin görüşü dışında bir görüşe sahip değillerdir. Ne diyelim ama, özellikle İmam Mu-hammed Bakır Mu´tezile´nin bu konudaki görüşünü paylaşmamaktaydı.

Vasıl’ın sık sık Zeyd´le bir araya gelmesi, Hz. Ali´nin Emevilerle yaptığı savaşlarda kesinlikle hak çizgisi üzerinde olmadığı görüşünü Zeyd´in ondan aldığını göstermez. Çünkü birçok otoriter, bu görüşün Vasıl b. Ata´nın kendisine nisbet edilişinde derin bir şüphe içerisindedirler. Çünkü bu görüşü ona nisbet edenler, Mu´tezile´lere "mu´tezile" admm verilmesinin tek etkeni olarak nitelendirmektedirler. Zira Mutezile hareketinin savaşan iki grubun biribirinden ayrıldığını gören bir gurup sahabe içinde geliştiğini söy­lerler. O iki gurubun bir tarafında Ali (ra) ve taraftarları, diğer tarafında da Muaviye ve ona yardım edenler vardır. Yine aynı kaynaklar, bu fırkanın ortaya çıkış etkeninin baş­langıçta siyasi amaçlı olduğunu belirtirler. Bütün bu görüşler, tartışma götürür konular­dır. Miel ve´n-Nihal ile, İslam fırkalarının bilginleri bu konularda kesin çizgileriyle hiç­bir görüşü benimsemem işlerdir.

Dolayısıyla biz, bu bölümdeki görüşlere içinde hiçbir şüpheye düşmeden kabul gö­rülen bir bölüm bulunacak şekilde yer vermiyoruz.

42- İkinci bölüme gelince; o da, imamın kendi tarafına çağırarak kıyam etmesinin zorunlu olduğu konusundaki tartışmadır. Biz kesin olarak şu kanaatteyiz ki, eğer bu imam olma hadisesinin kıyam anında olması zorunlu ise, bu görüşün kabulü mümkün değildir. Çünkü İmam Muhammed Bakır, Zeyd kıyam etmeden veya kıyama henüz yö­nelmeden önce vefat etmiştir. Dolayısıyla bu haberi kabullenmek sözkonusu olamaz. Fakat bu münakaşa ağabey İmam Bakır ile onun öğrencisi sayılan kardeşi arasında ço­cukluk yaşının bitiminden sonra geçen bilimsel bir tartışma planında meydana gelmişse ve kendisine ilim alanında münakaşa edebilme kariyeri verilmişse, o zaman bu görüş kabul görebilir. Zaten olayla ilgili şahid de vardır. Bu görüşün kabul edilme yönü, yası sı konusunda bir delilin bulunmaması, alimlerin naklettiği haberlerle bu ha-

an hiçkimsenin yalanlamam asıdır. Bu sonucu kabullenmekten kaçınacak bir yerimiz

Diler yönden, İslam´ın ilmini tüm alanlarda araştırdıklar! sürece bu konuda Ehliyle

t aflında tartışmaların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Kendileri hakkında hilafetsında bulunmaları veya bulunmamaları, bilimsel araştırma alanının dışında kalan ayn bir iştir.

Bu görüşün doğruluğuna tanıklık eden belgeye gelince o da, İmam Zeyd´in Irak´a cok gidip-ilmesi ve İmam (ra)´ı Irak halkından şii oJanlan tam olarak tanıyıncaya ka­dar seferlerini ardarda sıralamasıdır. Aşağıdaki haberler bu durumu belgelemektedir. Hisam´ın denetimci gözleri bir an olsun ondan ayrılmamıştır. Dolayısıyle sürekli zorluk­lara sokmak suretiyle peşini bırakmamış, Ehl-i Beyt´ten onun dışında kimseye bu denli kötü davranmamıştır. Hadisenin bu şekildeki cereyanı son buluşmada açıkça görülmüş­tür. İşte buluşmadan sonra Zeyd kıyam etmeye kesin karar vermiştir. Çünkü Hişam onu "hilafet makamını gönlünden çıkarmayan kişi" olarak zikretmiştir.

İki kardeş (kv) arasında geçen bu haber doğru ise. aralarındaki ayrılığın, olduğundan daha geniş boyutlu cereyan etmesi kaçınılmazdır. Çünkü bu düşüncenin varacağı nokta, Ehl-i Beyt´ten olan imamların bulundukları ortam gereği Emevi saltanatına asla rıza göstermedikleri ve Emevi hükümdarlarım imamlık düzeyinde görmedikleri, bilakis İs­lam cemaatlerinin çoğunluğu ona boyun eğseler dahi onlann diktatör bir yönetim oldu­ğunu kabul ettikleri sonucudur. İbn.Teymiye Minhac es-Sünnc adlı kitabında konuya ilişkin açıklamada bulunduğu gibi bu düşünce Ehl-i Sünnetin takındığı ortak tavırdır. Nitekim devlei yönetimini iki kısma ayırmıştır:

a) Kendine ait şartlan içeren peygamberliğe dayalı hilafet devleti,

b) Sultanlık devleti

Emevilerin çoğunluğunun nebevi hilafetin şartlarını yerine getirmediği görülmüştür. Oniarın görüşüne göre hilafetin şartları şunlardır:

a) Kureys/den olmak,

b) Şura esasına dayanmak,

c) Karşılıklı biat yapmak,

d) Adaletli olmak.

Bilmen bir gerçektir ki ikinci şarta yönetimlerde pek fazla rastlanmamaktadır.

43- Lakin Şehristani´nin iki kardeş arasında geçen münakaşa ile ilgili verdiği bilgiler egmce Al-ı Bcyt´e ait haberler yalnız bu olayı göstermeyip, bilakis imam veya halife­si atını kendilerinden birisine verdiklerine ve kendi aralarında bir sıraya koydukları­mda a delalet etmektedir. İşte Ali Zeynel Abidin İmam idi. Bakır da imamdı. Fakat bu imamlık Sıfatıyla onların Emevi ve daha sonraları Abbasi halifelerine "Ya emirel mü´minin sözüyle hitap edişlerini bağdaştırmak nasıl mümkün olabilir? Buna cevap olarak

deriz ki; onlar başlarından eksik olmayan eziyetlere peş-peşe maruz kalmamaları için iç dünyalarındaki düşüncelere perde olarak takiyye metodunu benimsemişlerdir.

Şüphesiz bütün haberlerin geliş şekli, bu imamların topyekün takiyye ilkesini benim­sediklerini göstermektedir. Zeyd de kıyam konusundaki kesin kararı bulunmasıyla bir­likte ilk zamanlar takiyye ilkesini benimsemiştir. O da Hişarn´a "Ya emirel mti´minin" sözüyle hitabetmişti.

İmamlık için kıyam etmeyi şart koşması, ancak kıyam edebilecek gücü kendisinde bulması veya en azından bu hususta bir güç toplamaya uğra§masıyla sınırlıdır. Bu konu­daki haberlerin akışı bizi İmam Zeyd´in Ehl-i Beyt´in çekildiği uzlet haline son vuir-halkla siyasi açıdan bütünleşmeyi arzuladığı sonucuna vardırmaktadır. Nitekim davetini halk arasında yaygmlaştrrdı. Şüphesiz onun muttaki olan babası, başlarına aniden geiı veren o vurgundan sonra Rasulullah´ın değerli Al-i Beyt´i içerisinde bu uzlet halini yeğ­lemişti. Onun bu uzlet hali, zafere ulaşmak ve dayanak elde etmekten bir ümitsizlik du­rumuydu. Çünkü onlar kendilerinde kararlılık ve sabrın bulunmadığı zafer girişimleri ile İmtihan edildiler. Oğlu Muhammed (ra) da aynı siyasi uzlet politikası içerisinde yürüdü. Zeyd´e gelince, bu uzletten sıyrılıp insanlarla bütünleşmeyi uygun gördü ve bu yolda Hi-şam´ın kendi iç dünyasındaki tehlikeyi tasavvur edeceği noktaya kadar vardı. Her ne ka­dar Allah Teala ondan gerçek tehlikeyi (Abbasilerin yaptığı baskını) gizlemişse de, bu tehlike Zeyd hareketinin yaptığı direniş kadar direniş gösterememiştir.

Belki de Hişam Abbasîlik hareketinin Ali taraftarlığı hareketi olduğunu hayal edi­yordu. Çünkü bu hareket, Haşimüik damgası ile damgalanmıştı. [25]


SAVAŞ ALANINDA


44- Zeyd kollan sıvadı ve savaş alanı için gerekli olan malzemeyi hazırlamaya baş­ladı. İlkönce Kufe´ye gitti. Daha önce işaret ettiğimiz ve ileride de açıklayacağımız gibi bir kısım Ehl-i Beyt-i Nebevi´nin ileri gelenleri kendisini Kufelilere fazla güvenmesi noktasında uyarmıştı. Lakin o, kesin kararım vermişti. Çünkü Emevilerle bir arada yaşa­ması imkanının kalmadığına inanmıştı.

Bu amaçla gizli yollarla.Kufe´ye gitti. Fakat bu gizli gidişi denetlenen ve belirli kişi­lerce bilinen bir gidişti. Onun icraatı meçhul değildi. Gizli çalışmalarında evden eve ta­şınıp duruyordu. Nereye konakladığını sadece şüler biliyordu. Şiiler ayrı ayrı gelerek ona biat ediyordu. Biat ediş ibaresi şöyleydi:

"Biz sizi Allah´ın kitabına Nebi (s.a.v)in sünnetine, zulmedenlere karşı cihada, müs-taz´afların haklarını korumaya, mahrum edilenlerin hakkını geri almaya, bu devlet im­kanlarının vatandaşlar arasında eşit dağıtılmasına, haksızlıkların reddedilmesine, hak ehlinin zafere ulaştırılmasına davet ediyoruz. Bu durumlar üzerine biat ediyor musu­nuz?" Eğer onlar "evet" derlerse. İmam onların elleri üzerine elini koyuyor ve şöyle diyor "Ali h´ın ahdi, tnisakı, zimmeti ve Rasulullah (s.a.v)in zimmeti senin üzerine olsun tlak surette bana yaptığın biati harfiyyen yerine getireceksin, düşmanlarımla sava-´caksın, benim için gizli ve aşikar doğru yolu göstereceksin." Biat eden kişi yine "evet" d se elini onun eli üzerine meshederek "ey Rabbim, şahid ol" derdi. Îbnü´1-Esir konusu olarak şöyle söylüyor: Bu ilkeler üzerinde onbeş bin kişi biat etti. Bunun kırk

bin olduğu da söylenir.[26]

îmam´ın Küfe şiilerine Vasit ve diğer şehirlerdeki şiileri de ekleyerek bu sayıyı kırk-bine ulaştırdığı ortaya çıkmaktadır.

İsfahani Mekatiiu´t-TaUbin adlı eserinde der ki: "İmam Zeyd Halid b. Abdullah el-Kasri ile Trak´laki cezaevinde görüşmek için yanlarına geldiğinde Küfe halkı kıyam ko­nusunda üzerine yüklendiler. Irak valisi onun bu gelişine hiç değer vermedi. Bu defasın­da Kufeliler onu kıyama teşvik ettiler ve Zeyd yanlarından ayrılıp Medine´ye doğru gi­derken: "Allah sana merhamet etsin, senin arkanda Küfe, Basra ve Horasan´dan önüne Emevi oğullar: ´:ı çarpışacak yüz bin kılıç varken bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Biz Şam halkındım :;ı bu hesaba çok az sayıyı ilave ettik." dediler. Bunlara rağmen Zeyd onları yüzüstü bırakarak gitti. Onlarsa, Zeyd kendilerine gelinceye kadar peşini bırak­mayıp, destanlar dizdiler.”[27] Bu küsüp ayrılmadan sonra tekrar onlara dönmesini zorla­yan etkenin Hişam´m kötü davranışı ve ihanetini araştırması olduğu ortaya çıkıyor.

İmam onların yanına dönmeye kesin karar verince Davud b. Ali kendisine şöyle de­di: "Ey amcamın oğlu, şüphesiz ki onlar senin şahsiyetini istismar ediyorlar. Değil mi ki onlar, kendileri katında senden daha izzetli olan deden Ali b. Ebu Talib´i orta yerde bı­raktılar ve nihayet katledildi. Ondan sonra Hasan´a gelince, önce ona biat ettiler, ardın­dan üzerine atıldılar, ridasını çekip alarak yara-here içinde bıraktılar. Yine değil mi ki onlar deden Hüseyin´i kıyam ettirdiler, onunla akitleştiler, sonra yüzüstü bıraktılar ve teslim ettiler. Hatta onu katledinceye kadar da bununla yetinmediler. Ne olursun, onlara dönme. Eğer dönersen, sen daha iyi bilirsin amma en az onlar kadar seni savunacak bir kişmm bulunmayacağından korkuyorum." Ve Davud Medine´ye çekip gitti, Zeyd ise Kufe´nin yolunu tuttu.

45- Zeyd biat alıp savaş için hazırlıklara başlayınca yaşça kendisinden daha büyük olan Abdullah b. Hasan b. Hasan´dan bir mektup aldı. Mektup şöyleydi: "İmdi, şüphesiz kufeliler aleni konuşurken kendisini gizleyenin böğürtüsü gibi üflerler. Refah içerisindeyken hercümerc olurlar, biraraya geldiklerinde de çığırtkan kesilirler. Dilleri kendilerini ileri atar ama kalpleri şialaşmaz. Nitekim onların davetleri ile ilgili mektupları bana

yoluyla geldi. Fakat onlardan ümit kesip gönlümden attığımdan dolayı seslerini duymak istemiyorum ve bahislerini duymamak için kalbime bir örtü giydirdim. Onlar hakkında Ali b. Ebu Talib´in şu dediğinden başka bir güzel örnek bulamıyorum: "Eğer başıboş birakılırsanız dalarsınız. Harbetmek zorunda kalırsanız kırılıp-dökülürsünüz. Çoğunluk halk bir imam üzerinde birleşirse kötülersiniz. Bir zorluğa mecbur edilirseniz iki büklüm olursunuz."[28]

Bu uyarıların ardarda gelmesine rağmen Zeyd iki topuğu üzerine iki büklüm olmadı. Aksine savaş alanı yolunda yürüyedurdu. Bu yolda on küsur ay, yukarıda anlattığımız şekilde insanları kendisine biat edilmesine çağırarak yol aldı. Büyük yığınları etrafına topladı. Kıyamın h. 122 yılının sefer ayı başlarında yapılması üzerinde dava arkadaşları­nın ileri gelenleri ile birlikte ittifak etti. Lakin haberler Irak valisine ardarda yağdığı gibi Hişam b. Abdülmelik´e de gidiyordu. Nihayet Hişam, Irak valisi Yusuf b. Ömer´e içinde şu ibare bulunan yazıyı gönderdi:

"Sen büsbütün uyuyorsun. Şüphesiz Zeyd b. Ali Kufe´de kuyruğunu dikmiş kendisi için biat topluyor. Onun isteklerine kulak ver ve kendisine süre tanı. Eğer kabul etmezse onunla savaş."

Irak valisi, İmam Zeyd ve beraberindekileri arayıp dinlemeye yöneldi. Zeyd İçin de ortaya çıkmak ve ileri atılmak zorunluluğu vardı. Dolayısıyle kendisine biat eden taraf­tarlarını çağırdı. Onların biat ettiklerini biliyordu. Fakat onlar şiddeti görür görmez bir­birleri ile tartışmaya ve mücadele etmeye başladıkları gibi İmam´ın görüşlerini de araş­tırmaya başladılar. Ehl-i Beyt´in gürültü çıkarmayı tercih etmediğini iyi bildikleri halde kuru gürültü çıkarmayı yeğlediler.

Zeyd´in ikamet ettiği evde cereyan eden tartışmaları tarih kitaplarının anlattığı şekil­de naklediyoruz.

Onlar Zeyd´e şöyle dediler:

- Allah sana merhamet etsin, Ebu Bekir ve Ömer konusundaki sözün nedir?

- Allah onları mağfiret etsin, Ehl-i Beyti´nden hiç kimsenin kendisini onlardan uzak­ta gördüğünü duymadım. Ben de onlar hakkında hayırdan başka birşey söylemiyorum.

- Öyleyse Ehli Beyt´in kanını neden istiyorsun?

- Belirttiğiniz şahsiyetlerle ilgili söyleyeceklerimin en şiddetlisi bu göreve en layık insanların bizler olduğumuzdur. Fakat o günkü topluluk onları bize tercih ettiler ve bu konuda bizi geri plana ittiler. Bize göre bu durum küfür sayılmaz. Hepsi yönettiler, ada­letli oldular, kitap ve sünnete göre amel ettiler.Onlar şöyle dediler:

- Öyleyse bu savaşmanız neden?

- Şu andakiler, onlar gibi değiller. Şimdikiler halka zulmettiler ve kendilerine de zul­mettiler. Benim davam. Allah´ın kitabına ve Nebisinin sünnetine çağırmak, sünnetleri canlı tutmak ve bid´atlan da ölü hale getirmektir. Öyleyse eğer dinlerseniz hem sizin için hem benim için daha hayırlı olur. Eğer onaylamazsanız, ben sizin üzerinize gönderilmiş bir vekil değilim.

İste orada onu terkettiler, yüz çevirdiler ve biatlarım bozdular.[29]imamlarının da Ca­fer Sadık olduğunu ilan ettiler.

46- İşte bu. ayrılığın ta kendisiydi. Düşman, Zeyd ve taraftarlarına saldırmak için ha­zırlığını yapmıştı. Bu yüzden Zeyd, tesbit etmiş olduğu süreden bir ay önce savaşa baş­lamak zorunda kaldı. Taraftarlarım savaşa "Ya Mansur Ya Mansur" sloganıyla çağırdı. Fakat onun davetine topu topuna 218 kişiden başkası katılmadı. Oysa yalnız Kufe´den zafer veya Ölmek üzerine onbeşbin kişi ona biat etmişti. Lakin bu katılanlardan başka kimse icabet etmedi. Diğerleri zaaf gösterdiler ve yeminlerini de bozdular. Zeyd´in mü-nadilerinden biri onlara şöyle sesleniyordu: "Zilletten izzete çıkınız. Dine ve dünyaya beraber yöneliniz. Siz şu halinizle ne dinde ve ne de dünyadasınız." Lakin onları büyük bir telaş ve çığırtkanlık aldı. Fakat Zeyd. bozguna uğramanın kötü sonuçlarını görse bile metanetini hiç yitirmiyor, aksine şöyle diyordu: "Onların Hüseynilere yaptıklarım yap­malarından korkuyorum. Ancak vallahi umurumda değil! Ölünceye kadar savaşacağım." Peygamberin öz sülalesi ve Ali´nin torunu beraberinde Bedir savaşçılarının sayısının altında veya bir o kadar kişi olduğu halde meydana atıldı. Düşmanının ordusu ise yo­ğun, güçlü ve her an takviye kuvveti olan bir orduydu. İşte Zeyd hesap açısından böyle yetersiz bir sayıyla savaşa girdi. Fakat denge bakımından daha güçlüydü. Savaş alanının stratejik önemi onların lehineydi. Nihayet savaşa girdiler, Emevi ordusunun bir kanadını bozguna uğrattılar ve onlardan yetmişten fazla kişiyi katlettiler. Düşman, sayıca fazla olmakla birlikte bu inanmış ve sabırlı kişilerin göğüs göğüse kılıçla savaşmasından acze düştüler. Okçulardan yardım istediler. Oklarını Zeyd {ra)in ashabına atıyorlar, atıyorlar­dı, işte ancak oklarla onlara üstünlük sağladılar. Zeyd´in alnına bir ok isabet etti ve o ok çıkarılırken ölümü oktan oldu. Dolayısıyle üstünlüklerini ancak dedesi Hüseyin (ra)e re­va gördükleri yolla sağlayabildiler. Çünkü Ali´nin torunlarından hiç birisi meydanda gögüs göğüse çarpışsın da karşıdakini yere sermesin; bu görülmemiştir.

Hışam´ın, Zeyd´in cesedi konusunda işlediği cinayet, Yezid ve İbn Zeyyad´m dedesi­nin cesedi üzerinde işlediklerinin aynısıdır. Defnedildikten sonra cesedi üzerinde uzuv­larını kesmek suretiyle değişiklik yaptı. Oğlu Yahya babasını kimsenin bilmediği bir ye­re defnetmeyi ısrarla istiyordu. Onu bir su kanalının içine gömdü ve düzeltti. Kimse onun tertemiz cesedinin yerini bilmesin diye üzerine otlar koydu. Fakat durumu bilen-erden bınsı Emevi valisine haber verdi. Böylece önceki günahlarının üstünde büyük bir günah daha işlediler; kabri deştiler, naaşı çıkardılar, bütün uzuvlarını kestiler ve Hişam Abdulmelik b. Mervan´ın emri ile Kufe´nih çöplüğüne diktiler.

mevıler açısından bu savaş, İslami değerlerin hiçbir yönüyle saygınlığı olmayan günah dolu bir savaştı. Fakat şöyle bir olay anlatılır: Emevi askerlerinden şatafatlı bir atın üzerindeki bir kişi Rasulullah (sav)in kızı Fatimatüzzehra´ya çirkin bir dille sövüp durdu. (Allah o kişiye ve onu destekleyip oraya gönderenlere lanet etsin.) İşte İmam Zeyd bu olay üzerine o kadar ağladı ki, sakalı ıslandı. Defalarca şu sözü tekrarladı: "Rasulullah´m kızı Fatima için kızgınlık duyacak birisi var mı? Rasulullah (sav)in kendisi için kızgınlık duyacak birisi mi var? Allah Teala için kızgınlık duyacak birisi var mı?" Nihayet Zeyd´in adamlarından biri gizlenerek arkasından koştu ve onu öldürdü. Şatafatlı atından yere atıp ata kendisi bindi. Emeviler bu kişinin üzerine şiddetle saldırdılar. Zeyd´in taraftarlan ise hemen tekbir getirdiler. Şiddetle üzerlerine saldırdılar. Rasulullah (sav)in kızının değeri uğrunda intikam alan adamı kurtardılar. Böylece Zeyd (ra)m gön­lü hoş oldu. Rasulullah (sav)in değeri ve İslam´ın değeri uğrunda intikam alan adamın iki gözünün arasını öptü... Ve şöyle dedi: "Vallahi sen bizim intikamımızı aldm. Vallahi sen dünya ve ahiretin şerefini ve hazinesini elde ettin."[30]

47- Savaş bu acı sonla bitti. Bir kısım tarihçiler Hişam´ın bu sonuca bütün yönleriyle sevinmediğini belirtirler. Şüphesiz ki o, bu işin savaşsız bitirilmesini, Zeyd´in güvenlik altına alınmasını ve yan esir olarak tutulmasını arzuluyordu. Bu duruma Hişam´ın Yusuf b. Ömer´e yazdığı emirnameyi delil göstermektedirler. Çünkü o, Zeyd´Ie savaşılmadan önce güvenlik altına alınmasını talebetmişti. Gerçi bu sözün üzerinde durulmaya değer ama, bu davranışı şefkate ve azıcık bir imana dayandırılamaz. Tarihin akışında ortaya çıkan olaylardaki gerçek sebep onun, kalplerin kinlerini üzerine çekmeyi arzulamamış olmasıdır. Çünkü böyle bir kinin artmasında gizli gizli üreyecek fitnenin tırmanışı yat­maktadır. Bu hususu çok iyi biliyordu. Her ne kadar o kalplerin kurduğu pusulan tama­mıyla bilmese de. Şartlar açısından ele alınırsa bu tarz düşünüsü yerindeydi. Önce Zeyd´in, katledilişine, daha sonra da oğlu Yahya´nın katledilişine içlen acı duyanlar Ab-basilerin yüklendiği haşimilik davetine icabet konusunda büsbütün şaşkına döndüler. Belki de Zeyd´in katledilişi hesapların ince ve dikkatli yapılması, gizli hareket etmenin muhkemliği yanında Abbasilik davasının başarıya ulaşma sebeplerinden birisidir. İşte bu, Ehli Beyt´in saygınlığını, peşkeş çekenler yüzünden Allah Teala´nm üzerlerine in­dirdiği bir cezadır. Elle tutulur ve gözle görülür zulmün bilincinde olmak, kalpleri söz ve saldırıların filizlendirmesinden daha çok yeşertir. Bu, başkaldırıya haykıran umumi bir çağrı ve ağır baskıları yokediştir.

Bilinmesi gerekir ki, bu sebeplerin de ötesinde güneş kadar apaçık ortada olan husus, Mervan b. Hakem´in, oğullarına Ali b. Ebu Talib´in evladına sataşmamalarını vasiyet et­mesiydi. Gerçek şu ki, onlara yapılan zulümlerin uğursuzlukları Süfyan ailesinin ocağı üzerine çökmüştü. Bundan dolayı o, Ali Zeynel Abidin´le dostluk kuruyor, ona değer verme ve el üstünde tutma konusunda ileri gidiyordu. Oğullarına da onun hakkında Vef- H-sünmelerini tavsiye ediyordu. Belki de Hişam, o sırada dedesi Mervan´ın sözü­nü çok iyi hatırlıyordu.havet Mervan´ın, torunları konusunda tahmin ettiği uğursuzluklar gerçekleşti.

Nitekim daha önce, Hişam´ın yukarıda anlattığımız sebepler dolayısıyla çatışmanın 7 vd´in katledilmemesiyle son bulmasını arzuladığını söylemiştik. Bu bir şefkat ve mer­hamet ifadesi değildi. Çünkü ortada Hişam´ın, cesedin uzuvlannı kesip insan kılığından çıkarma ve o tertemiz na´şı korku salarak ürkütmek amacıyla asma konusunda verdiği emrin belgesi vardır. Böylece yapacağını yapmış ve korku saçmıştır. Ama bu korku sa-hş aleyhinde daha köklü tedbirlerin alınmasına ve Abbasilik davasının doğmasına ne­den olmuştur. Zeyd´in kabrinin açılıp başının Hişam´a götürülmesinden on sene sonra da Emevilerin bütün kabirleri deşilmiş ve Abbasilerin katledilmeleri görevini üzerine alan Mervanoğullarının cesetleri üzerinde sofralar yayılmıştır. Mes´udİ´nin Muruc ez-Zeheb adlı eserinde Emeviler arasındaki şamata ve Emevi oğullarının kabirlerinin deşilmesi hakkındaki ibret anlatılmakta ve şöyle denilmektedir:

"Emevilerin bazı şairleri Ebu Talib ailesine ve onların bağlılarına beyitler halinde hi-tabederek şöyle diyorlar:
"Sizin Zeyd´inizi hurma kütüğüne astık. Ama ben hiç kütüğe asılmış mehdi görme­dim."

Zeyd´in asıldığı ağacın altına taraftarlarınca direkler dikildi. Sonra Hişam, Yusufa (Irak valisi) o direklerin yakılması ve küllerinin rüzgarlara verilmesi emrini verdi." Mes´udi devamla Heysem b. Adi et-Tai´nin Amr b. Hani´den naklen şunları anlattığını söyler: "Abdullah b. Ali ile birlikte (Abbasi) Saffah Ebu´l Abbas´ın döneminde Emevi oğullarının kabirlerini deşmeye çıkmıştık. Hişam´ın kabrine vardık. Onu, burnunun bir kısmı dışında hiçbir şeyi çürümeden sapasağlam çıkardık. Abdullah b. Ali ona seksen kamçı vurdu. Sonra onu yaktı. Sonra da Süleyman´ı bir balçığın içinden çıkardık. Onun da omurgası, kaburgaları ve başından başka hiçbir şeyini bulamadık. Onu da yaktık. Ay-nj ışı diğer Emevi oğullarına da tatbik ettik. Onların kabirleri Kmnesrin´deydi. Daha sonra Şam´a vardık ve hemen Velid b. Abdülmelik´in çıkarılması işine koyulduk. Male-Sef Onun kabrinde ne az, ne de çok hiçbir şey bulamadık. Abdülmelik´i de kazdık. Kafa­sının birkaç parçasından başka şey bulamadık. Daha sonra Yezid b. Muaviye´nİn kabri-

azdık. Onun da sadece tek bir kemiğini bulabildik. Lahdinin içinde sanki küllerle çizilmiş siyah bir çizgi bulduk. Sonra da bütün şehirlerdeki kabirlerim adım izleyerek içlerinde bulduklarımızın tamamını yaktık." Biz burada bu belgesel

en vermekle Hişam´ın Zeyd b. Ali´yi katletmesinden dolayı kendisinin Zeyd b. Ali’ye yapığı gibi cesedine yapılan yakma işi nedeniyle misillemeye nasıl nail olduğunu zikretmiş olduk."[31]

Bu sözleri biz, Ahbasilerin, Emevi kabir ve naaşlanna yaptiğı fiilleri temize çıkar­mak için söylemedik. Esasen bunu söylemek şer´an da caiz değildir. Biz sadece Allah Teala´nın takdir edişindeki ibreti gözler önüne sermek için bu sözleri serdettik. Allah şüphesiz taşkınlık yapanları ibret alınması için birbirine düşürür.

Emevilerin önde gelen zalimleri, insanlık sınırını aştılar, taşkınlık yaptılar ve Nebi (sav)in öz sülalesine yapacaklarını yaptılar. İşte diğerleri de yaptıklarının aymsıyle kar­şılık verdiler. Ve Allah Teala´nın takdiri yerini buldu:
"işte böylece kazandıkları günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını bir kısmına mu­sallat ederiz." (En´am 129)
Böylece ibret alacaklar için bu şekilde ibretler meydana geldi. Lakin kuvvet yüksek­lerdedir; ondan ibret alınmaz ve gözler onu gözlemleyemez. [32]


İbret ve Hasret
48- Zeyd, savaş meydanında şehit düştü ve meydanda kılıçların biribirine girdiği, •okların atıldığı yerde Öldü. Hem de yiğitçe, özgürce, yüce bir şahsiyet olarak şehit oldu.. Dini konusunda asla bayağı davranışlara razı olmadı. Batılın yücelip hakkın alçalışını, sünnetin öldürülüp bid´atın diriltilişini, şeriatın yıkılıp zulmün ayakta tutuluşunu görme­ye de razı olmadı. Yine o, en büyük ceddi Muhammed b. Abdullah (sav)in gelenekleş-tirdiği şuranın yerine nefisleri baskı altında tutan ve kalpleri dağlayan istibdadı görmeye de dayanamadı. Ve bu konuda Allah Teala´nın emrine uydu. Çünkü Allah, muhkem ki­tabında şöyle buyuruyor: "(Umuma ait islerde) Onlara danış" (Al-i İmran 159)

Yine Allah Sübhanehü şöyle buyuruyor:

"Onların işleri aralarında istişare iledir." (Şura 38)

Zeyd, kendisi ve dini için münasip gördüğü bu değerli ölüm şekliyle öldü. Siddikle-rin ve Allah´ın kendi katma yaklaştırdığı şehitlerin bile elde edemiyeceği yüce bir dere­ceyi elde etti. Lakin gönüllerde bir sızlanış var... İnanan kimsenin gönlü Rasulün öz sü­lalesine ve onların başlarına gelenlere vahlanışlar gönderiyor... Bilmiyoruz, niçin onun levh-i mahfuz´unda ve takdir edilmiş alın yazısında Hasan ve Hüseyin´in, hakkı talep eden oğullarının akibetinin böyle olması yazılımı... Oysa ki onlar, Rasul-ü Kerim´in ifa­de buyurduğu gibi cennet ehlinin iki genç efendisidirler. Hemen akıl bu noktada örnek alabileceği bir ibreti arayıp tarıyor. Bu noktada akıl hak uğrunda şehit düşmeye ve hakkı söylemeye şu darb-ı meseli getirmekten başka çare bulamıyor. İşte Nebiyyü´l-Kerim şöyle buyuruyor: "Şehitlerin seyyidi, Hamza b. Abdulmuttalib ile zalim sultanın karşı­sında hakkın kelamını söyleyip o sultanın katlettiği kişidir." Onların söyledikleri ve terte-iz ruhlarını yolunda akıttıkları hakkın kelamı, hakkın bizzat kendi varlığı içerisinde arar saklamış, inanan vicdanları harekete geçirmiştir. Zaten Hüseyin´in şehadetinin Süfyani devletini, Zeyd´in şehadetinin de Mervani devletini götürdüğünü bilmen sana yetermi. Allah o devletlerin hükümranlığını ortadan kaldırmış ve Allah Teala´nın şu ke­lamı yerini bulmuştur:

"Böylece biz, zafer günlerini insanların kah bir kesimine, kah diğer kesimine nasib ederiz." (Al-i İmran 140)

Belki de onlar başa geçip üstünlük sağlasalardı, tıpkı sahabenin fakihi ve onların ka­dısı, İslam´ın tartışılmaz süvarisi Ali b. Ebi Talib´in imam seçilmesi konusunda ayrılıkla­ra düştükleri gibi burada da hissi duygular harekete geçecek etraflarındaki eğilimler farklılaşacaktı. Bununla birlikte haklarında hüküm verirken onları lekelemek daha va­him, daha şiddetli, şer ve fesadı daha celbedici olur. Hz. Muaviye´nin muttaki ve asaletli Farisu´l-İslam´ı (İslam Süvarisini) itham konusunda ne yapılacaksa yaptığını görmedin mi? Yine Haricilerin, hidayet rehberi imam hakkında dedikodular çıkardıklarım ve atıla­cak ne kadar çamur varsa attıklarını da görmedin mi? Bu takva sahibi şahsiyetlerin hak­kında söylenen sözler çoğalınca o zaman insanlara Örnek şahsiyet ve yol gösterici ola­cak kim kalır? Gerçek şu ki, İslam için en hayırlısı bu gibi ömek şahsiyetlerin her türlü dedi-kodudan, hatta yalanlardan uzak bulunmaları ve yalnızca yol göstericilik için sah­nede olmalarıdır. Eğer başlarından eksik olmayan zulüm biteviye şiddetlenirse o zaman hakkı kim ilan edecek? Hidayetçi öldürüldüğünde onun katli kalpleri tokmaklayan, akıl­lan düzeni değiştirmeye, organlan da fiiliyata iten bir kıyamet oluverir. İşte bu, Allah´ın çizdiği kaderdir."

´ O´nun katında herşey ölçüyledir. O, gaybı ve hazırı bilir, çok büyüktür, yücedir." (Ra´d 8-9)

49- Bu konuyu, bu büyük felaketi neticelendirerek, müslümanların kalplerini titreten birbirini izleyen ve ardarda gelen olaylar zincirini araştırmaya yönelmeden yüzüstü takmamız, bizim için kolay değildir. Bugün de o olaylar, müslümanlann şuurlarını titretip duruyor. Şüphesiz bu noktada okuyucu şunu sorabilir: Zeyd acaba niçin babasının, ardeşınuı ve yaşıtı olan kardeşinin oğlu Cafer Sadık´ın metodunu terketti? Bu sorunun daha önce anlattıklarımızın içeriğinden anlaşılmaktadır. Şimdi de özet olarak bahsettiklerimizin açıklamasını yapacağız.

Zeyd, Fatımatüzzehra´nın Hz. Hüseyin´den sonraki evlatları arasında çok yer de­ğiştirmesi ve göç etmesiyle sivrilen bîr kimseydi. O´nun Irak´ta çok dolaşması Iraklıları tahrik ve teşvik etti. Muhammed (sav)in aline ait hakları´istemeyi ona süslü göstermeleri karşılığında onların kalplerinde Hz. Ali (ra)ın Ehl-i Beytine karşı şiileşmeyi sağladı. Fa­kat diyemeyiz ki zeki, zarif yapılı İmam Zeyd onların spekülasyonlarına aldandı. Ancak şunu diyebiliriz: Irak´ın içerisinde her tarafı adım adım gezmesi, onu Emevilerin yaptığı zulümler konusunda bilgi sahibi yaptı ve onların işlediklerini gözünde büyüttü. B ;lki de onun Medine´deki evi ve konumu meydana gelen her olay konusunda kendisini bilgi sa­hibi kılmıyordu. Sadece Haccac´ın yaptıkları, işlediği suçlar ve ondan sonra gelenlerin -özellikle Hişam´dan önce Irak valisi olan Yusuf b. Ömer´in faaliyetleri- hakkında bilgi sahibi oluyordu. Hişam, kaskatı bir zalimdi. Onun aleyhinde ve Halid b. Abdullah el-Kasri aleyhinde dedikodular çıkardı. Halid´le yüzleşmesi için onu çağırdı. O ise, Halid´le buluşmakta çekimser kalıyordu, nitekim Hişam, Halid´in yanına gitmesini istediğinde karamsarlığını Hişam´a belirtmişti. Bu konuda İbnu´1-Esir şöyle diyor: "Zeyd Hişam´a kendisinin Yusuf a gitmesini emrettiği zaman şöyle dedi: Eğer beni ona gönderirsen, ar­tık ebediyyen senin ve benim bir araya gelmeyeceğimize and içiyorum."[33]

Bu davranış olaydan duyduğu karamsarlığın ölçüsünü göstermektedir. Bu karamsar­lık, yüce duygular sahibi zatı aradaki bağları koparmaya tahrik etmiştir. Dolayısıyla bu yolculuktan sonra Iraklıların tahrik ve teşviklerine kulak asmaya kalbinde yer vermiştir. Kufeliler onunla defalarca yazışmışlar, bu olaya kulak vermiş ve onu davet etmişler, Zeyd de onlara ağır ve temkinli adımlarla icabette bulunmuştur.

Bir de buna daha önce belirttiğimiz Hişam´m zorluklar çıkarması ve sonra da defa­larca ihanette bulunmasını eklersek, şüphesiz bu olaylar karşısında şahsiyetine önem vermesi ve kahramanlığı açısından Zeyd gibiler için amaçlanan horlanma mukabilinde susmaya müsamaha göstermek düşünülemezdi.

Böylece hakka ve sırat-i müstakime davette bulunarak meydana atılmak için sebep­ler hazırlanmış oldu. Hür bir kimseye göre hak ile birlikte olduklarını açığa vuran kişi ve yardımcılarını doğrulama konusunda bir aşağılanma yoktur. Bu durumda dosdoğru ve güvenilir hür bir önder, insanları hakk için samimi davranmaya zorlar.

Dolayısıyle, kendisine karşı zorluk çıkarmalar ve ihanetler ortaya çıktığında kendisi­ne susmayı öğütleyen, Iraklılardan; özellikle o zamandaki Küfe halkından uzak durmam sini isteyen seslere kulak asmadı.

Bütün bu anlatılanlara şu da eklenebilir: Zeyd, Vasil´Ia bir araya geldi ve Mü´tezi-le´nin görüşlerini müzakere etti. Nihayet Zeyd, itikatta mezhep olarak Mu´tezile´yi seçti. O´nun üzerinde ittifak edilen ve hiç kimsenin ihtilaf etmediği temel ilkelerinden birisi "emr-i bil-ma´ruf ve nehy-i anilinünker"dir. İşte Ali´nin torunu kötü değerleri dimdik ayakta, alenen işlenir ve yaygın, iyi değerleri ise ihmale uğramış ve demode durumda görülüyor, buna paralel olarak bütün işleri tepetaklak olmuş ve ters çevrilmiş, tıpkı biribiriyle kesişen çemberler gibi hepsinin biribirine karıştığını da gözlemliyordu. İşte böyle Ve belki de "emr-i bil-ma´ruf ve nehy-i anilmünker" işine ciddiyetle sarılması bir borç oluyordu.
Öte vandan Vasıl da aynı temel ilkeyi kendi stiline göre uygulamaya koyuyordu.

stjli çeşitli milel ve nihai (Milletlere ve Mezhepler) ehli ile mücadele etmek, zın-d k ve neva ehlinin yaydığı şeyler konusunda İslam´ı savunmaktı. Zeyd b. Ali dedesi Hüseyin (ra) ile Ali (ra)dan miras aldığı stil üzerine hareket ediyordu. Onun da zalim hükümdarlar karşısında tavrı, hakkı müdafaada bulunmak ve onlara karşı koymak şek­lindeydi. Zeyd (ra) dan geriye kalan bu düzlemdeki tartışmaların hepsi onun sadece sün­neti dimdik ayakta tutmak ve bid´atleri yoketmek, İslami değer yargılarını da her türlü başıbozukluk, zulüm ve abesliklerden temizlemek için kıyam ettiğini göstermektedir.

İşte Zeyd (ra), bu noktada boynunun borcu durumuna gelen temel ilkeyi uyguluyor­du; Bu temel ilke de "emri bi´l-ma´ruf, nehy-i anilmünker"dir. Ne var ki, bu temel ilkeyi en mükemmel tarzda uygulama noktasında Ehl-i Beyt´in de Kerbela şehidi (ra) konusun­da İslam´ın tepesine balyoz gibi inen büyük felaketten sonra uyguladıkları, takiyye ilke­sini terketmiştir. Allah, o Kerbela şehitlerinin katillerine kıyamete kadar lanet etsin.

Ve belki de "emr-i bi^ maruf ve nehyi ani´l-münker"in gerekliliğinde esas olarak al­dığı bu temci ilke, onu "imamın ancak kendisi için davetçi olarak kıyama kalkmadıkça imam sayılamayacağı" hususunu söylemeye iten´faktördür. Bu kıyamını, kendisini hak için adadığını ilan etmek ve hak ile ortadan kaldırmak istediği baül konusunda hakkın kendisine yardım ederek etrafında kümelenmelerini sağlamak için yapıyordu.

Bunlar, Zeyd´in kucakladığı ve uğrunda kendisini ileri attığı yüce ilkelerdir. Bu ilke­ler sayesinde hakka bizzat hak için inanan her kuşaktaki insanlar tarafından övgüye la­yık görülüyor, bundan dolayı zarefe ulaşamadı diye de saygınlığından hiçbir şey kaybet­miyordu. Çünkü kişi hakka imanı ve onun şanını yüceltmek için araçları benimsemesi oranında erdemliliğe hak kazanır. Her ne kadar bir zorlukla karşılaşmayı arzu etmeyen hakka imanı zayıf olan kalpler sıkıntıya dayanamasalar da kendisini fedai olarak tekba-Şina ilen atan kimsenin imanı ve ileri atılmasında hiçbir horlanma sözkonusu olamaz. Bu konuda tümüyle kınamaya layık olan, zafere ulaşma anında duyarsız davranandır.

mam Zeyd´i bırakıp kaçanlar, Emevilerin tahakkümü altında yaşamaya layıktırlar. Vunku bazı güzel sözlerde şöyle denilmiştir: "Siz nasıl olursanız Öyle yönetilirsiniz. hükmü atında bulunanların renklerinden yansıyan bir renkten ibarettir." Zeyd

endısım yücelerde yaşatan ve mü´minlerin kalplerini titreten şehadete layık kişiydi. ılatı m güç ve kudretinden daha üstünü yoktur. [34]


ZEYD’İN HALİFELİĞE TALİP OLMASI
50- Burada şöyle bir konu gündeme gelir: Acaba Zeyd kendi şahsına oy toplamak için mi kıyam etti? Hem Zeydiler, hem de tarihi olayların akışı ve Zeyd´in kendisini ile­ride de açıklayacağımız gibi halife olanlar arasında görmesi bu kanıyı doğrulamaktadır Zeydiler, Zeyd´in imam olduğuna ve onun hakkın zafere ulaşmasına davet için bir imam olarak kıyam ettiğine kanaat getirmektedirler. O, kendi içtihadının gereği ortaya koydu­ğu imamlık şartlarını yerine getirmiştir. Çünkü bir taraftan Fatıma´mn evladındandı, di­ğer taraftan da halkı kendisine itaat etmeye davet etmek için kıyam etmişti.

Tarihi olayların akışı da bu görüşü desteklemektedir. Nitekim Kufe´ilerden biat al­mıştır. Onlar da kendisiyle "Allah´ın kitabı, Rasulullah (sav)´in sünneti üzere ve zalim hükümdarlara karşı cihad etmek, hakkı elinden alınanların haklarını savunmak, mahrum edilenlerin hakkını geri almak, devlet gelirlerinin vatandaşlar arasında eşit olarak dağılı­mını sağlamak, ayrıca hak ehlinin zafere ulaşması için çaba sarfetmek" üzerine biatleş-mişlerdir. İşte bu, İmam´ın sözleşme senedidir. Buna göre kıyama azmetti ve ona çağır­dı.

Kendi çağdaşı olan İmam Cafer Sadık ona saygı duyuyor ve onu hayırla anıyordu. Daha önce bahsi geçtiği gibi onunla yakın yaşta idiler. Mekaîil et-Talibin kitabında şöy­le deniliyor: "Abdullah b. Cerir´den naklen şöyle dediği rivayet edilir: "Ben Cafer b. Muhammed´i Zeyd b. Ali´nin bineğini tutarken ve eğeri üzerinde onun elbisesini düzel­tirken gördüm." Eğer bu haber doğru ise iki hususa delalet eder:

Onlardan birincisi: İmam Cafer Sadık´ın amcası Zeyd(ra)a saygı duyması.

İkincisi ise: İmam Zeyd´in, kardeşi Muhammed Bakır´dan sonra Hüseyin ailesinin idarecisi olmasıdır. Belki de o, İmam Cafer Sadık´tan biraz daha yaşlı idi. Çünkü doğum tarihinde ihtilaf edilmiştir. 75. yılında doğduğu söylendiği gibi 80. yılında doğduğu da söylenir. İmam Cafer (ra) için evinin yaşlısına ikram etmesi konusunda bir aşağılanma olamaz. Bu gibi işlerde küçük düşme de yoktur.

51- Bu nedenle dış görünüşü ile olayların akışı Zeyd´in kendisi için imamlık çağrı­sında bulunduğu neticesine varmaktadır. Bu konuda serdettiğimiz delilleri yalanlayacak karşı bir delil de bulunmamaktadır. Lakin îmamiyye mezhebinin kitaplarında serdettik-leri imamlar zincirindeki imamın Ali Zeynel Abidin´den sonra oğlu Bakır olduğu gibi babası Muhammed Bakır´dan sonra da Cafer Sadık´ın olduğu geçmektedir. Onlara göre imamet, vesayet veya veraset iledir: Bu duruma göre İmam Zeyd´in hakkı olmayan şeyi istemesinden onu tenzih ettiler. Zeyd (ra)in halkı sadece Ali ailesinin değerini yüceltme­ye davet ettiğini ve onun durum kesin istikrara kavuşmadan kendisini imam olarak ilan etmeyi düşünmediğini, durum kesinlik kazansaydı gerçek İmam Cafer Sadık adına davette bulunacağinı belirtiyorlardı. Nitekim "es-Sadık" adıyla anılan kitapta aşağıdaki belge geçmektedir.[35]
"kendi adına imamlık iddiasında bulunmamıştır. Ancak halk onun adına imam-v ridiasında bulunmuştur. Aynı zamanda onun davası haikı uyandırmaktan öte hakkı c ulaştırmak ve batılın da elde ettiklerini geri almaktı. Zeyd´in karakteri kendisine it olmayanı istemekten çok yüceydi. Eğer zafer elde etseydi onu nereye teslim edeceği ok ivi biliyordu. Bazı yorumlamalar onun kendi adına imamlık iddiasında bulundu-öu hususuna nisbet edilir. Fakat bu konuda takındığı tavır apaçıktı. Çünkü sadık Emevi okullarının üstün güçlerinden korkuyordu ve Zeyd´in kıyam hareketini kendisine nisbet etmelerinden, ayrıca kıyam hareketinin kendi emriyle yapıldığının anlaşılmasından, bu­nun ardından da kendisinin ve aşırı taraftarlarının hesaba çekilmesinden emin değildi..."
Sonra şöyle devam ediyor:
"Onun halkı uyandırması ve kendisini ayıp sayılabilecek şeylerden ibra etmesi husu­sunu başarılmış büyük bir iş sayması noktasından Sadık´ın Zeyd´in üzerine kapanıp ağla­ması, malları onunla birlikte katledilenlerin aileleri arasında eşit olarak taksim etmesi, Zeyd´in zafere ulaşması yolunda köstekleyenleri azarlayarak incitmesi onunla birlikte ayaklanmaya katılanları mü´min, karşısında savaşanları da kafir olarak nitelendirmesi yeterlidir.

Bütün bu anlatılanlardan anlıyoruz ki, İmamiyyeler Zeyd´e ve cihad konusundaki mevkiine saygı duymaları ayrıca İmam Ebu Abdillah Cafer Sadık´ın kendisinden övgü ile bahsetmesini ikrar etmelerinin yanında Zeyd´in kendi adma imamlık iddiasında bu­lunduğunu inkar ediyorlar ve Cafer´in övgüsünden onun kendi adına halifelik iddiasında bulunmadığına delil çıkarıyorlar. Bu görüşe karşı çıkanlar ise Cafer´in kendisinden övgü ile bahsetmesi ve katledilişi dolayısıyle ağlamasından onun kendi adına davette bulun­duğu imam Ebu Abdullah´ın da bu daveti uygun gördüğü delilini çıkarıyorlar. Yine on­lar Zeyd´le birlikle savaşanları "mü´min" karşısında savaşanları "kafir" olarak adlandır­masından Zeyd´in kendi adma davette bulunmadığı delilini çıkarmışlardı. Bu olay, karşıt görüşte olanlara delil getirilebilir. Çünkü ona yardımcı olanların mü´min olarak adlandı­rılması, onların gerçek bir imam adına yardımda bulunmaları dolayısıyladır.

52- Bu mantıki delile karşı getirilen tez antitez tarzındaki hükümler bizi İmam Zeyd (ra) in zulme karşı cihadda bulunarak ve hakka davetçi olarak kıyamda bulunduğu, °nun´durum istikrara kavuşup beldeler üzerinde egemenlik sağlayarak devleti kurunca­ya adar sultanlığı kendi adına kesin çizgilerle belirtmediği, bu ortamın hazırlanması ^ a ya kendi adına hilafet iddiasında bulunacağı veya hesabına davette bulunduğu´ye evredeceği kararına varmaya götürüyor. Lakin biz onun bu ortamı başkası adına
değil, kendi adına hazırladığı kanaatindeyiz. Bu eğilimimiz, Zeyd´in içtihadının imamın kendi adına davetçi olarak kıyam etmesinin gerekliliği noktasında bulunmasındandır. O, kıyam edenin kendisidir; öyleyse imam olmaya da o layıktır. Yine şunun için ki o ima­metin veraset yoluyla olacağı görüşünde değildir. Bundan dolayı o, ileride de açıkla­yacağımız gibi seçimle tercih edilenin imam olabileceğini caiz görmüştür.
Onun imametini inkar edenler, yahut hedeflenen işi başkasının tasarrufuna devrede­ceğini bu kişinin de kardeşi oğlu İmam Ebu Abdullah Cafer Sadık olduğunu söyleyen­ler, İmam Zeyd´e nisbeti kesinleşen iki ilkeyi reddetmektedirler:

a) İmamet veraset yoluyla değildir. Nebi (sav) imamı, ismiyle değil, vasfıyla tarif et­miştir.
b) İmamın kendi adına davette bulunarak kıyam etmesi gereklidir.
Onlar bu iki ilkenin Zeyd´e nisbetini inkar edebiliyorlarsa, o zaman kendisindeki imamlık talebinin mevcudiyetini kaldırmak ve onu Ali (ra) ailesinden uygun görülen kimse adına davetçi olarak görmek kolaylaşır. İmamiyye´nin bu iki ilkeyi Zeyd´e nisbet etmeyi inkar ettikleri ortaya çıkıyor. Kendi görüşlerine göre imametin Hz. Ali´ye vasıf olarak değil, şahıs olarak verildiğine ve her imamın imameti kendisinden sonrakine va­siyet ettiğine inanıyorlar.
Bu duruma göre İmam Muhammed Bakır imamlığı babası Ali Zeynel Abidin´den al­mış ve onu oğlu Ebu Abdillah Cafer Sadıîc´a vasiyetle bırakmıştır. Biz bu ilkelerin doğ­ruluğuna ve İmam Zeyd´e nisbetinin tutarlılığına kesin inanıyoruz. [36]

İMAM ZEYD’İN İLMİ KİŞİLİĞİ
53- İmam Zeyd´e çağdaş olanlar onun geniş kapsamlı islami ilimlerin her çeşidini kapsayan bir alim olduğunda birleşmişlerdir. O, Kur´an´ın kıraat şekillerinin ve tefsirden tutun da nasıh ve mensuhla ilgili ilimden oluşan bütün Kur´an ilimlerinin alimiydi. Aynı zamanda o, islam akaidinin yorumlanması konusunda mezhep sayılabilecek görüşleri bulunan akaid alimlerinden birisiydi. O, îslam akaidindeki çeşitli fırkaların ileri sürdüğü görüşleri biliyordu. Murtaza, Munye ve´î-Emel isimli eserinde onu akaid alimlerinin otoriterlerinden saymıştır. O, fıkıh konusunda da madde madde derinlemesine inebilen bir bilgin, Ehli Beyt ve diğerlerinin hadisleri için de ravi durumundaydı. Nitekim ona Kufe´de birçok fıkıh otoritesi öğrencilik yapmıştır. Hatta Ebu Hanife´nin kendisine iki yıl öğrencilik yaptığı rivayet edilir. Nitekim Ravdu´n-Hadir adlı kitapta Ebu Hanife´den naklen şöyle dediği belirtilir: "Zeyd b. Ali´yi müşahade ettim. Döneminde fıkhı daha iyi bilen fakih, ondan daha alim, daha hazır cevap, görüşleri ondan daha iyi açıklayanı gör­medim. O, eşi bulunmayacak bir kimseydi."
Zeyd´in çağdaşı ve yaşça kendisinden biraz daha büyük olan Abdulah b. Hasan b. Hasan, Hüseyin b. Zeyd´e şöyle nasihat ettiğini söyler:
"Seni önder seçilmiş olarak gördüm. Allah´ın seni faydalandıracağı ümidiyle sana asihat etmek istedim. Şöyle ki, Allah seni, ancak senin gibileri layık gördüğü bir maka­ma ulaştırmıştır. Sen ise henüz yaşının baharındasın. Ve insanlar göz ucuyla hep seni süzüyorlar. İyi ve kötü değerler hep sende noktalanıyor. Eğer sen geçmiş büyüklerine benzer şeyler getirirsen sana kucak açanın hayırdan başkası olacağını düşünmüyoruz. Fger büyüklerine ters düşecek birşey ortaya koyarsan Allah´a yemin ederim ki sana ku­cak açanın serden başkası olacağını da göremezsin. Şüphesiz sen atalarının izinden gi­den bir kimsesin. Senin atalarının en yakını da ne aramızda ve ne de dışımızda benzerini göremediğim Zeyd b. Ali´dir.[37]
İşte Abdullah b. Hasan, Zeyd´i, yaşadığı dönemde ne Al-i Beyt´in içinde ve ne de on­ların dışında benzerini görememekle nitelendiriyor. Bu gerçek olaya tanıklık eden Ab­dullah b. Hasan, Ebu Hanife´nin ilim alanında şeyhidir. Yine çağında benzeri görülme­yenlerden birisi de Medine´de kıyam eden Ebu Muhammed Nefs-i Zekiyye ile Irakta kı­yam eden İbrahim´dir.
Nitekim Mc´mun´un çağdaşı olan Ali Rıza da şöyle diyor: "Şüphesiz Zeyd b. Ali Muhammed ailesinin alimlerinden birisidir."[38]
Bütün İslam alimleri Zeyd b. Ali´yi takdir ettikleri gîbi hiçbir alimin takdir edilme­sinde bu denli biri eşmem işlerdir. Ehl-i Sünneti, Mürciesi, mu´tĞzilesi, ve şiası hepsi de onun ilimde imam oluşu üzerinde, fıkıh ilminde hüccet alınmasında oybirliği etmişler­dir. O, insanların helal ve haramı en iyi bilenlerindendi. Bütün abidler. zahidler ve di­ğerleri onun ilim ve ahlakta benzerinin bulunmadığı noktasında görüş birliğine varmış­lardır. Mekatil et-Talibin adlı kitapta şöyle belirtilmektedir: "Bütün mürcie ve gelenek-´ lere bağlı olanlar Zeyd´e denk bir kimseyi görememektedirler."

54- Şüphesiz ki alimler Zeyd´in Emevi baskısına karşı yaptığı devrim hareketini ilim, zühd ve takva sahibi kişilerle, gelenekçilerin devrimi olarak kabul ediyorlardı. Hat­ta bazı tarihçiler şöyle anlatırlar: Zeyd´le birlikte savaşanların tamamı kurra ve fakihler-den seçilmişti. Diğerleri ise onu kösteklenişlerdi. Nitekim Ebu Hanife şöyle diyor:
´O´nun bu kıyamı, Rasulullah´ın Bedir günündeki kıyamına benzer." Kendisine denildi ki:
- Niçin onunla savaşa katılmadın? Ebu Hanife:
- insanların benim yanımdaki emanetleri bana engel oldu. Onlan İbn Ebi Leyla´ya  kabul etmedi. Ben de emanetlerin kimlere ait olduğu bilinmeden ölmekten korktum. Rıvayet olunur ki İmamı Azam, Zeyd´le birlikte kıyama katılma konusunda özür 8 stermekle ilgiü şöyle söylemiş: "Halkın babasını orta yerde bıraktıkları gibi onu da bırakmayacakarmı bilseydim birlikte cihad ederdim. Çünkü o, gerçek bir imamdır. La­kin ona malımla yardımda bulunuyorum." kendisine on bin dirhem gönderirken elçiye şöyle dedi: "Ona özrümü genişçe anlat."[39]
Ebu Hanife Zeyd´le birlikte kıyama katılan fakihlerden birisiyle gönderdiği mektup­ta: "Zeyd´e söyle ki senin için benim katımda destek ve düşmanına karşı cihadında işe yarayacak kuvvet vardır. Sen ve arkadaşların mühimmat ve silah konusunda o yardımla­ra başvur." Bu konuda Muhammed b. Cafer Sadık da şöyle der: "Allah, Ebu Hanife´ye merhamet etsin. Onun bize olan sevgisi zafere yardımcı olması konusunda tahakkuk et­miştir."[40]
Zeyd (ra) fakih ve muhaddisler arasında hatınsayıhr bir kişiydi. Çünkü onlardan bir parçaydı. Dolayısıyla şiddet olaylarının arttığını ve insanların kendisini orta yerde bırak­tığım anladığında fakih ve muhaddislere elçi gönderip kendilerinden yardım istiyordu. Kendisiyle beraber cihad hareketine katılanların çoğunluğunu fakih ve hadisçilerin gençleri oluşturuyordu. Nitekim Küfe muhaddisi ve vaizi olan Süfyan-ı Sevri, Zeyd´i her andığında onun yitirilmesiyle ilmin neler yitirdiğine, onun musibetlere duçar olma­sıyla takva ve erdemliliğin neler kaybettiğine ağlardı. Ve bir kısım kadılar da kıyam ha­reketinde beraberinde bulunuyordu. Böylece onun kıyamını fakih, kurra ve hadisçiler ile takva sahiplerinin kıyamı olarak görmekteyiz. Şianın aşırılar gurubu ise olayların şiddetlendiği saatte Zeyd´i yalnız bırak­tılar.

55- Zeyd, tartışmasız bir alimdi, geniş ufuklu, derin kültürlü bir bilgindi. Hicazlılar ve Iraklılar arasındaki bütün fakihlerin görüşlerini tek tek öğrendi ve fıkıh metodlannı da kavradı.İmam Zeyd hem Ehl-i Beyt´in ve diğerlerinin alimi, hem de İslami fırkaların iyi bileniydi. Belki de o, belirli bir mezhebe intisab ettiğini alenen söyleyen Hz. Ali so­yunun ilk ferdiydi. Hatta yukarıda belirtiğimiz gibi Şehristani, büyük ağabeyi Muham­med Bakır´ın, Zeyd´in bu davranışını şiddetli bir şekilde kınadığını rivayet etmekteydi. O, bütün Kur´an ilimlerini de çok iyi biliyordu. Peki bu çok geniş boyutlara varan ilim ve çeşitli melodik düşünceler Zeyd´e nereden geldi?
İşte biz, imamlardan naklen kaleme aldığımız belgelerde takdir hakkımızı kullanarak deriz ki, İmam Zeyd´in ilmi şahsiyeti şu dört temel öğeden oluşmaktadır:

1) İmamın kişisel karakter bütünlüğü. İşte onlar, Zv yd´in ilmi birikimini oluşturan hazinedir. Yine onlar kendisini yönlendiren, biçimlendiren ve gerçek kimliğini ortaya Çıkaran güçler toplamıdır. Evet onlar, onu geliştiren ve -ağlam binasını çafan kuvvetler­dir.
2) Kendisine yön veren önder kişiler., Zeyd´in elir ilim pırarianna uzatanlar, kayklarından ona yudum yudum içiren, bol ürünün ve haynn bulunduğu mevkilere geti­renler onlardır.
3) Alimin kendi çalışması. Şüphesiz ki o, kendi sevk ve idare yetkisini ele alıp yön erenlerinden bağımsız olarak ayakta duracak duruma geldikten sonra kendisinin ilmini geliştirme konusunda tam bir yetki sahibi olur. Bir kısım insanlar vardır ki, onlar için terbiye ve yüce bir ilmi potansiyel hazırlanmıştır. Fakat o, olgunluk yaşma gelir gelmez ilim ve alimlerden köşe bucak kaçar, aklının yeşerttiklerinin kupkuru kesildiği bir yolda seyreder ve kalbinde yayılan ışığı söndürür. Yine birtakım insanlar vardır, hayatın öyle yollarından yolalır ki, nefsinde dikilen yeşil fidanlar gelişip büyür.
4) Yaşamış olduğu dönem. Şüphesiz alimin yaşadığı çağ, bitkinin içinde yaşamış ol-du&u hava gibidir. Nasıl ki hava bitkiyi geliştirip büyütmek veya canlılığını ortadan kal­dırmak suretiyle etkiliyorsa aynı şekilde alime nisbetle yaşadığı hava da ya onun ilmini geliştirir ya da olanı da ortadan kaldırır. [41]

 



[21] Muruc ez-Zeheb, 2/181

[22] el-Kamil 5/85

[23] el-Muel ve´n - Nihal, 1/210. Ayrıca KUabu´1-Fasl, dipnot bölümü

[24] Tashih cl-İftâ, 152

[25] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 60-64.

[26] İbnü´I-Esİı-5/86

[27] Mekatilu´t-Talibin İbnü´l-Esir veTaberi

[28] el-Kamil, 5/87

[29] el-Kamil 9/330

[30] Mekatîlût-Talibin, 141

[31] Muruc ez-Zeheb, 2/182

[32] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 64-70.

[33] el-Kamil, 5/85

[34] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 70-73.

[35] Kitab es-Sadık, el-Muzafferi, 1/49

[36] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 74-76.

[37] MekatiI et-Talibin, 389

[38] Menakıb es-Sadık, 50

[39] Menakib Ebu Hanife, İbn el-Bezzazî, 1/55

[40] Mekatil et-Talibin, 140

[41] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 76-79.