- Hayatı ve dönemi 2

Adsense kodları


Hayatı ve dönemi 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 16 September 2010, 12:51 pm GMT +0200
Hayatı ve dönemi 2

İlmi Bağımsızlığı


29 - Zeyd. Medine´deki Nebevi medreseden mezun oldu. Çünkü bu yüce şahsiyetler Allah Teala´nın kendilerini siyasi alanda şiddetli bir imtihanla denedikten, önderlerinin gadre uğraması, askerin kötü davranması, hükümdarların zulmü neticesindeki yılgınlık­larından sonra İslam´ın ilmini ve fıkhını yapıp, hadis rivayeti dışında herşeyden elçckti-ler. İtibarları arttı, yararlılıkları yüceldi. İşte bu niteliğe sahip Zeyd ve kardeşioğlu Cafer Sadık, yaşça o ailenin en küçüğü idiler. Birçokları bu aileden ilim iktibas etmiştir.

Lakin o. olgunluk yaşına erdikten sonra Medine´de kalmayı benimsemedi. Basra´ya giderek alimlerle beraber olduğu tesbit edilmiştir. Şehristani "el-Milel ve en-Nihaf adlı eserinde onun Vasıl b. Ata´ya öğrencilik yaptığını ve ondan Mu´tezile´nin prensiplerini aldığını söyler. Nitekim Zeyd (ra) konusunda şöyle söyledi: "İlimle tam olarak bezen­mesi için usul ve furu hakkında neler varsa hepsini tahsil etmek istedi. Ve Mu´tezile´nin başı Vasıl. b. Ata el-Gazzal´a Mu´tezile´nin temel ilkeleri konusunda öğrencilik yaptı. Oysa ki Vasıl Zeyd´in dedesi Ali b. Ebu Talib´in, Ceme! Vak´asma katılanlar ve Şamlı­lar arasında geçen savaşlarda tam olarak haklı olmadığı inancındaydı. iki tarafında aynı-siyla haklı olamıyacağı, bir tarafın haksız olacağına inanıyordu. Zeyd, buna rağmen on­dan Mulezile´nin temci prensiplerini iktibas etti.”[11]

Şüphesiz bu haber .şu üç durumu akla getirmektedir;

Birincisi: İmam Zeyd. Vasıl b. Ata ile ilmi buluşma yapmış, ona öğrencilik yapmış veya ondan ilmi alıntı yapmıştır. Zcyd´i onunla bir araya gelme ve görüşleri üzerinde araştırma yapmaya ilen etken, mezhep hakkında edindiği rierme-çaîma bilgileri yanında daha köklü bir bilgi sahibi olma arzusudur. Medine´de iken yüzeysel bir bilgi sahibi ol­muştu. Sadece Basra´da temci bilgileri eîde etme işi kalmıştı. Çünkü Basra İsiamî fırka­ların beşiği durumundaydı. Zaten Bbu Hanife de kelam ilmi üzerinde dersler almak isle­diğinde tartışmalar ve karşılıklı münazaralar yapmak için Basra´ya gidiyordu. Hatta ora­ya bu amaçla yirmi iki defa gittiği ısrarla söylenir.

İkincisi- Zeyd´in, Vasü´m, dedesi Ali b. Ebu Talib´in Ürnmü´l-Mü´minin Hz. Aişe (ra) ve Muaviye ile yaptığı savaşlarda kesin olarak hak çizgisi üzerinde olmadığı inancı­nı açıkça belirtmesine rağmen ondan dersler almasıdır. Bu konuda insanlar arasında iki fırkadan ayrılan ve Mu´tezile ismiyle anılan bir fırka oluşmuştu. Buna rağmen Zeyd´in bu tutumu, onun fikri bağımsızlığına delalet etmektedir.

Üçüncüsü: Zeyd´in olgunluk çağına geldikten sonra Medine´yi terketmesi, ilmi her gördüğü yerden ve şahıstan alı vermesi onun fikri bağımsızlığını belgeleyen bir başka durumdur. Zaten ilim arayıcısının yapması gereken de budur. O, bir cevahir arayıcısı olarak kendisini hiçbir yerle bağımlı ve kendisine yol gösterecek hiçbir rehber dalgıcın güdümünde görmemiştir.

30 - Fakat Vasil´a öğrencilik eden Zeyd´in bu aşamada kalacağını söylememiz doğ­ru olur mu? Şüphesiz iki adam da aynı yaştaydı. Her ikisi de hicret-i nebeviyye´nin 80. senesinde veya ona yakın bir yılda dünyaya gelmişti. Bu durumda bir araya geldiklerin­de Zeyd´in belirli bir olgunluk çağma girdiği açıkça belli oluyor. Çünkü Vasıf in da ba­ğımsızca araştırma yapan kişi konumuna gelmesi ancak pişkin ve olgun bir yaş çağında bulunmasıyla mümkün olabilir.

İşte bu anlatılan durumlar nedeniyle görüyoruz ki. Zeyd´in Vasıl b. Ata ile bir araya gelmesi sadece bilimsel bir müzakere buluşmasıdır. Yoksa tam anlamıyla öğrencinin üs­tadından dersler aldığı bir buluşma değildir. Çünkü yaşlan birbirine yakındır. Zeyd, ol­gunluk çağına gelmişti; ailesinden ve furü ilminin beşiği olan Medine´den hükümlerin füriiunu aldığı gibi, akaid usulü etrafındaki çeşitli bakış açılarını da bilmek istiyordu.

Zeyd, çeşitli fırkalara göre usulü akaid ilmini Öğrenmeye azmettiğinde bu konuda başarılı olmuştur. Çünkü Basra´yı seçmiştir. Şüphesiz Basra, İslam akidesi etrafında olu­şan çeşitli fırkaların vatanıydı. Orada üstü kapalı olarak bir Şia taifesi, ayrıca Mu´tezile, adenyye, Cehmiyye ve Ali´nin şahsının sıfatlan konusunda konuşan herkes mevcuttu. Çeşitli fırkaların akaid anlayışını Öğrenmek isteyenler onlann yoğun olduğu bölgele­re gitsinler.. Bundan dolayı Ebu Hanife hayatının başlangıcında kelam ilmine yöneldi­ğinde Basra´ya gider ve Basra fakihleri ile ilmi tartışmalarda bulunurdu. Hatta bahsetti-gımu gibi bir defasında Ebu Hanife´nin akaid ilmi hakkındaki bir münazara için Bas­ra ya yirmi iki defa gittiği rivayet edilmektedir. Şüphesiz onun bu şekilde parmakla gösterr bir hedefe ulaştığı söylenmektedir. Fakat o, bundan sonra kelamı bırakıp fıkha yönelmiştir.

vap vSUnda bİİgl Sahİbİ olmadı£´m söylememiz kolay olur mu? Herhalde bu soruya cevap vermemız, bizim Zeyd´den önceki Ehl-İ Beyt alimlerine veya çağdaşı olanlara müracaat etmemizi gerekli kılmaktadır. Bu noktada biz, Ehl-i Beyt alimlerinin akaid konu­sunda konuştukları ve görüşlerinde Vasıl b. Ata´nm görüşlerine yakın bulunduklarım içeren haberler almaktayız. Ayrıca Vasıl´ın Mu´tezile akidesini Ehl-i Beyt´ten aldığını söyleyeni de görmekteyiz. Demek ki onların bu konuda bilgileri vardı. Özellikle AH (ra)ın oğlu Muhammed İbnu´l-Hanefiyye. O, ilimlerde derinlemesine bilgi sahibi olan bir alimdi. Onun hakkında Şehristani, "el-MÜel ve´n-Nihal" isimli eserinde şöyle söyle­miştir:

"O, ilmi çok, ma´rifeti bol, fikirlerin tutuşturucusu ve anımsamaları İsabetli bir kim­seydi. Mü´minlerin emiri (yani Ali) harp meydanlarındaki kahramanlıkların öykülerini ona anlattı. Varlıkların sınıflan konusunda onu bilgi sahibi kıldı. O, bir köşeye çekilme­yi yeğledi ve suskunluğu şöhrete tercih etti."[12]

Murtaza, "cl-Mımyetu ve´l-Emel" isimli kitabında Mu´tezile´nin tabakalarım açıklar­ken, birinci tabakanın Ehl-i Beyt olduğunu, Ali Zeynel Abidin, oğlu Bakır, onlardan ön­ceki Hasan ve Hüseyin ve onların kardeşleri Muhammed b. Hanefiyye´nin Mu´tezileden olduklarını söylemiştir.

Bizim yanımızda bunu tekzibeden bir görüş yoktur. Aksine bizim nazarımızda bu görüşü destekleyen ve temize çıkaran hususlar vardır. Şüphesiz Mu´tezile mezhebi, top­luca düşünecek olursak akaid yönünden Zeydiyye mezhebinin kendisidir; yine genel olarak düşünürsek, İsna Aşeriyye mezhebidir. Çoğunlukla akla gelen, Mu´tezile mezhe­binin. Ehli Beyt´in Selef mezhebi oîduğu, Akaidin usulü yönüne daldıkları ve bu müca­delenin savaş alanının hararetine girdiklerinde Mu´tezile mezhebi adını almış oldukları­dır.

İmam Zeyd´in, bu hususta aşırı inceliklere daldığı da vurgulanan konulardandır.

Ehl-i Beyt´in akaid konusunda Vasıl b. Ata´nm tartışma stiline uygun veya ona yakın stilde tartıştıkları hususunu yalanlayan bir şey bulunmayınca, bizim, Zeyd´in Basra´ya gittiği sırada akaid konularında tamamen bomboş olmadığını farzetmemiz zorunludur. Aksine bu konuda tam bir bilgi sahibi idi. Mu´tezile´nin büyüğü Vasıl b. Ata ile Basra´da bir araya geîmesi, sadece müzakere buluşmasıydı; yoksa daha Önce kendisinde bulun­mayan bir ilmi alma buluşması değildi.

31- Zeyd orada daha önce benzerini öğrendiği ilmi elde etti. Nitekim Ebu Hanife (ra)´ye ilmini nereden aldığı sorulduğunda şöyle söylemiştir:

"Ben ilmin madeninde (aslının olduğu yerde) idim. O ilmin fakihlerinden birisine bağlandım."[13]

Şüphesiz bu sözün Zeyd (ra)´e nisbetle söylendiği sabittir. Zeyd,vahyin indiği yerde, inip, uygulamaya konulup, sahabenin de amel ettiği, taraftarlarının selef-i salihinin uylamalarını miras olarak aktardığı İslam şeriatının vatanında, İslam ilminin madeninde İste orası. İslam´ın vatanı olan. zühd ve ma´rifet ehlinin konakladığı Medine idi. Ni-ct orada siyaset ve siyasetin beraberinde bulundurduğu zikzaklardan elçeken, Önce h basını sonra ikinci olarak da kardeşini rehber edinen birisi vardı. O, Medine´de İlm-i fiiruu ve hadis ilmini almış, Kur´an´ı ezberlemiş, kıraat ilmini yapmıştı. O, çağının kıraat ilmini en iyi bileni, Allah´a inanıp, Hakk´ı arayan her mü´minin bellemesinin gerekli ol­duğu Kur´an´ın gaye ve meramlarını en güzel biçimde idrak edendi. Yine o, Medine´de alimlerin akaid usulü konusundaki görüşlerini öğrendi.

Fakat o. Medine´de aldıklarıyla yetinmedi. Bilakis oradan Irak´a geçti. Basra´daki çe­şitli fırkalarla bir araya geldi. Onlarla müzakerede bulundu ve onlardan durumları hak­kında bilgi aldı. Bu esnada Irak´ı ve oradakileri araştırdı. Dedesi Hüseyin´in zalimane ve vahşice katledildiği Irak´ı araştırdı. Dedesi Ali de daha önce orada hileyle katledilmişti. Böylece ilmi çoğaldı. İnsanları iyi, tanıdı, îslamî gerçekleri öğrendi. Orada takattan düş­tü ve ilmi öğrenen durumundan çıkarak kendisine tabi olunan durumuna geçti. [14]


ZEYD MÜCADELE MEYDANINDA


32- Parlatılmış kılıç kınından çıktı ve babasına göre haram bir lokma olan siyasete girdi ve uygulama meydanına atıldı. Çünkü babası siyasetten kaçınmış, içine dalmaktan uzak durmuş, hatta işlerini yönetme konusunda babasının yerini alan kardeşi bile siyase­te yönelmemişti; o Muhammed Bakır ki Medine´de kalmayı yeğlemişti.

Burada okuyucu şöyle bir soruşturmaya gerek duyabilir:

Acaba Zeyd fiili siyasetin içine kendi isteğiyle mi girdi, yoksa onu buna zorlayan bir etken mi vardı? Çünkü kendisine verilen değerle ilgili olarak zorluklarla karşılaştı.O ki, asla horlanmayı kabul etmeyen ve zulme razı olmayan kahramanların en asilzadesi bir aileden olduğu halde, izzetinin elinden alındığını hissetti. O, Farisü´l-îslam (İslam süva-nsO olan Ali b. Ebi Talib´in soyundandı. Bu şeref, ona yeter ve artar.

Bu soruya cevap verebilmemiz için gelişen olayları izlemek zorundayız. O olaylar h bizim bu soruya en sağlıklı cevap bulmamızı sağlayacak ve bu çıkmazın muamması­nı aralamaya götürecektir.

33- Bu olaylar Ehl-i Beyt´i siyaset konusunda, kendilerini ondan şiddetle kaçındırma ısrarlarına karşın,konuşmaya zorluyordu. - Nitekim İslam ülkelerinde yan çizen taifeler Bekir v V^"´ ^ adl"a S°Z Sahİbİ oiduk3anm iddia ediyorlardı. Bu taifenin Hz. Ebu Bekir Hz. Ömer (ra)´i nasıl lanetlediklerini daha önce zikretmiştik.

Ali ZeynelAbidin bu durumlarını görünce, kendisi hakkında söylenen bu 1- Meclisine geldikleri ve bu sözleri ağızlarından duyduğu zaman onlan

meclisinden kovdu. Oğlu Muhammed Bakır (ra)´da bir kısım Iraklılardan aynı sözleri duyuyor ve Ehli Bey t adına söylenenleri anında reddediyor, bu reddedişi çok sert olu­yordu.

Ehİ-i Beyt, bu reddedişte tamamen hak çizgisi üzerindeydi. Çünkü Şia aşırılarının li­derleri, siyaset konusunda tamamen tarafsız kalan ve kendilerini tam anlamıyla ilme ve­ren bu Ehl-î Beyt imamlarının adına konuştuklarını iddia ediyorlardı. Nitekim saptırıl­mış görüşlere çağıran Beyan b. Sem´an et- Temimi (öl. h. 119) Ebu Haşim b. Muham­med b. Ali´nin görüşlerini yansıttığını iddia ediyordu. Ebu Haşim ise onun bu durumunu öğrenince kendisini yalanladı, ondan ve söylediklerinden tamamen uzak olduğunu ilan etti. Beyan´ın iddia ettiklerinin aynısına çağıran Muğire b. Said (öl. h. 119) Muhammed Bakır b. Ali Zeynel Abidin hakkında yalanlar uyduruyordu. Öyle ki onu hem hakkında söylediklerinden ve hem de kendisine yakıştırdıklarından uzak olduğunu ilan etmek zo­runda bıraktı.

Kendilerinin ojmamlar adına konuştuklarını iddia edip sonradan geri çekilmeleri ve sonra propagandacıların bu yan çizmeyi de reddetmeleri, Ernevi oğullarının Ehl-i Beyt İmamlarının durumu konusunda sürekli zanda bulunmaları içindi. Emevi kuvvetlerinin derhal dağıttığı bu zan altında bırakma, buna karşılık da olumlu bir harekatın başlama­ması ve Ehli Beyt´in de Medine´de ikamet etmeleri, Şam´daki Ümeyye oğullarından herhangi birisinin çağırması dışında Medine´nin dışına çıkmamalarını, olsa bite Hare­meyn´in dışına taşmamalarını sağlıyordu. Nitekim onlar Şam´a gidiyor, sonra hemen bir türlü ayrılmadıkları ilim mihrabına dönüyorlardı.

34- Fakat dayanağını Hak´tan ve ilahi yardımdan almayan her gücün durumu önce duraklama, sonra da ortadan silinmektir. İşte Emevi devleti Velid b. Abdulmelik, Süley­man ve Ömer b. Abdülaziz dönemlerinden sonra zayıflamaya yüz tutunca Ehl-i Beyt imamlarına karşı sürekli zan besleme eğilimi güçlenip alevlenmeye başladı. Çünkü onu dağıtacak bir güç kalmamıştı, özellikle Emevi hilafetinin değiştirilmesi doğrultusundaki propaganda durmadan gelişip çoğalıveriyordu. Bu arada Horasan´da güçlü propaganda­cılar kendini gösterdi. Tarihçiler bu olaylara h. 102. yılı olayları arasında yer vermişler­dir. Belki de bu propaganda daha önceye uzanıyordu. Nitekim Haşimi propagandası üs­tü kapalı bir tarzda başlamıştı.

Bu propagandanın Özü, onların Hz. Ali yanlısı oldukları noktasındaydı. Hatta Hz. Ali yanlısı olduklarını kesin olarak vurguluyorlardı. Bu propaganda Abbasiier´e intikal edince, kendilerinin Ali taraftan imamların vasiyetiyle kurulduklarını ileri sürdüler. Bu Ali taraftan imamın Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefıyye olduğunu, kendi­sinin imamlık yetkisi bulunduğunu, vefatından sonra bu yetkiyi Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas´a vasiyet ettiğini söylediler.

Aynı propaganda Irak´ta da başladı. Propagandacılar Irak´tan da Horasan´a geçtiler.

Tüccarlar gibi işe başlayarak davetlerini yayıyorlardı. İşte bu konuda Îbnü´l-Esir´in el-Tinde şu belge yer almaktadır: "Bu yılda (yani 102. senede) Meysere (yani Haşi-ı ´n propagandacısı) adamlarını Irak´tan Horasan´a yöneltti. Propagandistlerin çalış­ları Horasan´da etkisini gösterdi." Öyle ki bu propagandacıların haberleri Horasan va­lisinin kulağına kadar gitti. Onları çağırttı ve aralarında şu konuşma geçti:

- Sizler kimlersiniz?

- Ticaret adamları.

- Hakkınızda söylenenler nedir?

- Hiç haberimiz yok

- Siz propagandacı olarak gelmişsiniz!

- Nerde?! Bizim kendi işlerimiz ve ticaretimizden başka uğraşacak zamanımız mı var? Bu kimseleri tanıyan var mı? diye sorunca, çoğunluğu Rebia kabilesinden ve Ye-men´den olan Horasanlı bazı insanlar gelerek:

- Biz onları tanıyoruz. Eğer onlar hakkında hoşunuza gitmeyen bir durum size ula­şırsa, sorumluluğu bize aittir. Bunun üzerine onları salıverdi.[15]

Bu belgesel haber gösteriyor ki, Haşimi devletinin kurulmasıyla ilgili propaganda Irak´ta gizlice başlamış, Horasan´a geçişi daha sonra 102 yıllarında olmuştur. Bazı tarih­çilerin iddiasına göre bu olaylar ta Haccac b. Yusuf es-Sakafi´nin ilk yıllarından itibaren Irak´ta Emevi hükümdarlığına karşı silahlı mücadele biçiminde başlamıştı. Ancak şid­detli takip bu eylem hazırlıklarını gizliliğe itti. Zaten bu gizliliklerin örtüsü altında dev­let kurma idealleri dal-budak salar ve inkılaplar meydana gelir.

Nihayet Abbasi devletini kurma propagandası daha genel bir ifadeyle Haşimi devle­tini kurma propagandası Hişam b. Abdulmelik döneminde gelişir ve çoğalır. Oysa ki o, Emevi hükümdarlarının en güçlülerinden birisi ve olayların üzerine en şiddetli bir şekil­de gideniydi. 20 yılı aşkın uzun bir süre (h. 105-125) valilik yapmıştı.

Kendisine Horasan´dan Haşimi devletinin kurulması konusundaki çalışmaların ha­berleri geliyordu. O, bu haberleri şiddet yanlısı bir bakışla gözlemliyordu. Ve valilerine olayları şiddet kullanarak bastırmalarını emrediyordu. Bu propagandalar dal-budak sala­rak ürünlerini vermesin diye. Nitekim olaylar şiddetlendi ve her olay kendi kuralınca giz ı gizli gelişip günyüzüne çıktı. Hatta olayları bastırma güçleri o dereceye vardı ki, Muammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas kendi tarafından valileri onların üzerine gönderiyor, bu kuvvetler karşısında kendilerini kamufle ediyorlar, sadece ortaya konulmasında davarlarına yarar sağlayacak varsa o zaman ortaya çıkıyorlardı.

Bütün bu olaylar h. 120 yılı dolaylarında ve bu tarihten sonra meydana gelmiştir.

Ama Hişam bütün bu olaylardan bir an olsun gözlerini ayırmıyordu. O, ortaya çıkan sinsice gelişen olayları da sürekli kontrol etmek girişimiyle tedavi edi-

yordu. Hz. Ali yanlılarının dayanışma halinde üstünlük sağladıkları bu Haşimilik dava­sının üzerinde, Irak´taki Ali taraftarlarının açık propagandaları daha etkili ve güçlüydü. Hatta Halid b. Abdullah el-Kasri şüphesi? Beyan b. Sem´an ve Muğire b. Said´in davet ettikleri cesurane propagandaları ile onları iyi tanır ve her ikisini de derhal katleder. Ni­tekim o ikisiyle Ebu Haşini ve daha sonraları Muhammed Bakır arasında geçen olayları aktarmıştık.

35- Güçlü Hişam, Ali yanlılarına teyakkuz durumundaki her an harekete hazır olan ve pusuda bekleyen düşmanın gözüyîe bakıyordu. Halkın onlara olan muhabbetini, Ali Zeynel Abidin´i Kabe´yi lavaf edişi esnasında kalabalıkların onun ileri geçmesi ve Hace-rülesved´i istilam etmesi için safları nasıl yardıklarını gördüğü zamandan beri onlar üze­rindeki etkisini çok iyi biliyordu. O ise her ne kadar o esnada emirü´l-mü´minin değil idiyse de, hükümdar ailesinden olmasına karşın Hacerülesved´i istilam edemiyordu. La­kin, kalbinde şöyle teselli buluyordu ki onlar kendi valilerinin denetim ve gözetimi al­tında Medine´de sanki cezaevinde yaşıyormuş gibi ikamet etmekteler, yahut kendileri için çizmiş oldukları ve yöneticilerin de bu durumu hem kendileri hem de onlar için uy­gun buldukları sınırlı bir ikamet içerisinde idiler.

Eğer Ehl-i Beyt´in en güçlü gençlerinden bir genç beldeler arasında araştırıcı incele­meci olarak mekik dokuyuvermeseydi işler normal akışında devam edecekti. Nitekim bu genç Ehli Beyt şiasınm ikamet ettiği Irak´a gitti. Zaten Horasan´a Haşimilik davası oradan taşmış ve Ali yanlısı olduklarını da ilk etapta gizlemişlerdi. Ancak hakimiyeti tam olarak ele alıp ve İslam devletinin kürsüsüne oturduktan veya böyle bir kürsüye oturmaya götüren yollar hazırlandıktan sonra işin gerçek yüzünü açıkladılar.

tşte Medine´den Irak´a taşımveren veya ikisi arasında mekik dokuyan bu genç adam, Zeyd b. Ali Zeynel Abİdin´dir. îşte o zaman Hişam b. Abdülmelik´in kalbindeki bütün ümitler kaybolmuş ve yerini kendi açısından sıkıntı ve izdıraba terketmişlir. Oysa ki o, uyanık ve korktuklarım ilaçla yahut ondan korunmak suretiyle üstesinden gelen muhte­ris birisiydi. Yine o, her durumda olayın meydana gelişinden önce hilesini bulan bir kimseydi. [16]


Zeyd´in Zorlukları Göğüslemesi


36- Hişam, kendi yöresinde ortaya çıkan durumları çözümlüyordu. Egemenliği altın­daki olayların tedavisini de Horasan´daki valilere bırakmıştı. Valilerin tümü güvenilir ve sağlam dostlarıydı. Bütün uygulamalarım onun onayına sunarlar ve emri aleyhine hiçbir şey yapmazlardı.

Onda kıyam hareketi zuhur etmedikçe ve fitneye eğilimi sözkonusu olmadıkça da Zeyd´e karşı tavır koymaya imkan yoktu. Lakin Hişam, bu fitneleri kendi kendine besle ve karar verdi. Bunun için de Zeyd´e zorluk çıkarmaya yöneldi. Ortaya çıkan durum şudur ki Plişam, bu zorluk çıkarma ameliyesini Ehl-i Beyt´in içinden sadece , tahsjs etmedi. Elimizdeki tarih kitaplarında Zeyd´Ie birlikte bir kısım Ehl-i Beyt f ri selenlerine de zorluklar çıkarıldığını ortaya çıkaran haberler vardır. Yine bu çıkan zorluklar arasında genel olarak Ehl-i Beyt´in üzerine çirkin işler yaptırmaya yönel­mek ve Medine´de onlarla ilgili dedi-kodu çoğaltmak da vardı.

Şimdi biz, bu haberlerden iki tanesini belirtelim:

Birincisi: tbnü´l-Esir´in "eî-Kamil" adlı kitabında anlattığı şu haber vardır: Zeyd´Ie Cafer b Hasan b. Hasan arasında, Medine´de bulunan Ali (k.v.)´nin vakıflarına nezaret etmek konusunda ayrılıklar vardı. Ancak aralarındaki bu ihtilaf ileri düzeyde değildi. Daha sonraları bu ayrılık Cafer´in Ölümünden sonra kardeşi Abdullah b. Hasan b. Ha-san´a intikal etti. İşte Hişam tarafından Medine valiliğine getirilen Halid b. Abdülmelik b. el-Haris, böylece fırsatı yakaladı. İhtilafı çözümleme görevini üstlenmişti. Bu, kızış­tırmak ve alevlendirmek için iyi bir fırsattı. Medine, Ehl-i Beyt imamlarının karşılıklı atıştıkları dil kavgalarına tanık oluyordu.

Ve Abdullah b. Hasan işe koyularak hasımkarane bir tutumla şöyle söyledi:

- Ey İbn-i Sindî! (Sind´H cariyenin oğlu) Zeyd, gülerek dedi ki:

- İsmail de bir cariyenin oğluydu. Bununla birlikte efendisinin ölümünden sonra ev­lenmedi. Çünkü efendisi kendisinden başkasıyla evlenmemişti. (Yani Hüseyin´in kızı Abdullah´ın annesi Fatıma´dan başkasıyla) o ise babamdan sonra Abdullah Hasan b. Ha­san ile evlendi. Sonra Abdullah pişman oldu ve yengesi durumunda olan Fatıma´dan ha­ya ederek bir zaman yanına girmedi. Bunun üzerine Fatıma ona şu mektubu gönderdi: "Ey kardeşimin oğlu, ben, senin katındaki annenin, Abdullah´ın katındaki annesi gibi ol­duğunu iyi biliyorum." Sonra oğlu Abdullah´a da şöyle dedi:

Zeyd´in annesi hakkında ne kötü konuştun. Vallahi o da senin gibi kavmin yabancı­larından olarak ne güzel"

Fakat çekişmelerin sürekliliğini arzu eden Hakem, ikisine de mektup göndererek Şöyle dedi: "Bize yüzkarası oldunuz. Eğer ikinizin arasını bulup da çözümleyemediy-sem, ben Abdülmelik değilim."

Medine´de fitne kazanı kaynıyordu. Birisi "Zeyd şöyle diyor" derken diğeri "Zeyd

böyle diyor" diye naklediyordu. Birisi de "Abdullah böyle diyor" diyordu. Ertesi gün

olunca Halid mescitte oturdu. Halk etrafına toplandı; bu olaylara sevineni de üzüleni de aydı. Hahd, onların birbiriyle atışmalarından hoşlanır bir tavırla ikisini de yanına

Çağırdı. Abdullah söylenerek gitti. Üstün şahsiyetli Zeyd şöyle dedi: "Ey Ebu Muham

ceeetme. Eğer Halid her zaman seninle beni birbirimize düşürmek için uğraşıyorsa, bilesin ki Zeyd maliki bulunduğu şeylerin hepsini boyamıştır." Sonra Halid´e dö­nerek dedi ki: "Sen Rasulullah (sav)in züıriyetini Bbu Bekir ve Ömer´in aralarını bula madiği bir konuda bir araya getirdin değil mi...."

Halid´in bu noktada yapacağı en tutarlı iş, husumeti sona erdirmekti. Çünkü iki ha­sım taraftan biri arkadaşının lehine kendi hakkından vazgeçmişti. Fakat Halid´in istediği ne hakemlik, ne de arabuluculuktu. Onun istediği tek şey. Nebi (sav)in Ehl-i Beyti hak­kında kötü dedikodular için kapıyı açık bırakmaktı. Bu yüzden bu tatlı son buluşa çok üzüldü. Orada oturanlara Zeyd´i karalayıp lekelemek için teşvik ederek dedi ki:

- Bu sefih adamı destekleyen bir kişi var mı? Ensar zürriyetinden bir adam söz ala­rak şöyle dedi:

- Ey Ebu Turab´ın oğlu, ey sefih Hüseyin´in oğlu, bir valinin senin üzerindeki hakkı ve saygınlığı olduğunu görmüyor musun? Zeyd:

- Sus. senin gibilere cevap vermiyoruz.

- Elbette benim karşıma çıkamazsın. Vallahi hem ben senden daha hayırlıyım, hem benim babam senin babandan daha hayırlıdır ve hem de benim annem senin annenden daha hayırlıdır.

Zeyd gülerek:

- Ey Kureyş topluluğu, bu din gerçekten elden gitti dedi.

Hemen müminlerin emiri Ömer b. Hattab´ın sülalesinden Abdullah b. Vakıd:

- (Zeyd´e kötü kanuşam kasdederek) Yalan söylüyorsun ey Kehtani. Allah´a andol-sun ki o hem şahsiyet, hem de baba ve anne yönünden senden daha üstündür dedi ve birçok sözler söyleyerek kucakladı. Sonra bir avuç çakıl aldı ve yere savurarak dedi ki:

- Andolsun ki vallahi bu durumlara sabrımız kalmamıştır.[17]

37- İkincisi: Zeyd´le Davud b. Ali b. Abdullah b. Abbas ve Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebu Talib Irak´a gittiler. O sırada vali, Halid b. Abdullah el-Kasri idi. Onların ge­lişini ağırladı ve kendilerini bahşişle ödüllendirdi. Sonra Medine´ye döndüler. Bu olay­dan sonra 120. senesinde Halid b. Abdullah el-Kasri görevden alındı. Daha sonra Irak valiliğine Yusuf b. Ömer es-Sakafi getirildi. Halid´in Zeyd´den Medine´de on bin dirhem karşılığında bir arazi satmaldığım sonra da yeri ona geri verdiğini ileri sürdü. Hişam he­men Medine defterdarlarına, onları Şam´daki sarayına getirmesini emretti. Huzuruna çıktıklarında durumla ilgili bilgilerini sordu. Onlar, bahşiş aldıklarını itiraf ettiler ama bunun dışındaki iddiaları reddettiler. Onlara yemin ettirdi ve onlar da yemin ettiler. Doğruluklarına inandı ve Irak´a giderek Halid´le yüzleşmelerini emretti. Onlar da istemi-yerek gittiler, Halid´le yüzleştiler, doğru oldukları anlaşıldı ve Medine´ye doğru geri döndüler.[18]

Söylenir ki. Yusuf b. Ömer es-Sakafi´nin Halid ve Haşimoğullannm yüce şahsiyet  Heri sürdüğü şey, Halid´in kendilerine verdiği hediyelerdir. Hişam onları hal Medine´den huzuruna çağırttı, Irak hapisanesinde tutuklu bulunan Halid´le arala­rı, birleştirmek için Yusuf a havale etti. Irak´a geldiklerinde Yusuf, Zeyd´e dedi ki, Ha­lid sana çok mallar hediye ettiğini ileri sürüyor. Zeyd, "o, minberi üzerindeki ecdadıma sövüp dururken bana nasfl mal hediye eder?" dedi. Halid´e adam göndererek onu huzu­runa çağırttı ve şöyle söyledi:

- İşte Zeyd, senin kendisine birşeyler hediye ettiğini inkar ediyor. Halid ona ve Davud´a bakarak Yusuf a şöyle dedi:

- Sen bu konuda günahlarına bir günahı daha eklemeyi mi istiyorsun; ben ona nasıl hediye verebilirim, hem ona sövüyorum, hem de onun minber üzerindeki atalarına sövü­yorum.

İşte bu belgesel haberler Hişam´ın ileri gelen adamlarının Zeyd´i karalamak hususun­da nasıl çalıştıklarını tasvir ediyor.

Bir defasında kendisiyle ailesi arasındaki tartışmaları körüklemek, diğer bir defasın­da da meydana gelmeyen şeyleri olmuş gibi göstermek suretiyle...

38- Medine valisi Halid b. AbdulmeSik b. el-Haris´in Zeyd´e karşı eziyeti artınca Zeyd Şam´a Hişam b. Abdülnıelik´e gitti. Halid´in tutumunu şikayet etmek için huzuruna çıkmaya izin istedi. Malesef Hişam buna izin vermedi. Bu defa izin talebini içeren bir dilekçeyi ona gönderdi. Hişam, dilekçenin altına şu notu düştü: Evine dön (Medine´ye). Ve bu ifadeyi birkaç defa tekrar etti. Zeyd ise şöyle diyordu: Vallahi Halid´in yanma as­la dönmeyeceğim. Zeyd son defasında izni kopardı. Bir hizmetçinin kendisini adım adım izlemesini ve söylediklerini tesbit etmesini emretti. Hizmetçi, şöyle söylediğini ısıttı: "Vallahi hiç kimse bayağilaşmadıkça dünyayı sevmez." Sonra Hişam´ın huzuruna çıktı. Zeyd onun karşısında birşey üzerine yemin ederek konuyu isbatlamaya çalışınca, Hişam "doğru söylediğine inanmıyorum" dedi ve sonra kaşlarını çatarak dedi ki: "Ya Zeyd, senin halifeliği düşündüğün ve onu umduğun haberi bana ulaştı. Sen bir cariye Çocuğu olduğun halde bu makam, nasıl umarsın!!" Zeyd:

- Sana bir cevabım var.

- Konuş.

Hışam:

Çık dışarı! Zeyd- Zaten çıkıyorum. Ama bu günden sonra senin hoşlanmadığın ne varsa ben orada

olacağım, dedi.

Güçlük çıkarmanın en ileri düzeydeki gayesi buydu; ona kendi valisini şikayet et­mek için gidiyor, sonucunda işkence, kötü söz söylemeler, kendisine ve babasına kadar uzanan sövüp saymalar meydana geliyor...

Mes´udi. "Muruc-ez-Zeheb" adlı kitabında bu son karşılaşmayı birkaç sözcük deği­şikliği ile aynen anlatıyor ve şöyle devam ediyor: "Zeyd, Hişam b. Abdülmelik´in Risa-fe´deki makamına girdi. Huzuruna varınca oturacak bir yer göremedi. Mecliste oturanla­rın sonlarında bir yere oturdu ve şöyle dedi: "Ey mü´minlerin emiri, hiç kimse Allah´ın takvası yanında kendini büyükleyemez; kimin yanında da Allah´ın takvası yoksa kendi­sini küçük saymaz." Hişam:

- Sus, annesi olmayası! Sen, bir cariyenin oğlu olduğun halde hilafet konusunda ken­di kendini yiyorsun." dedi.

Zeyd:

- Ey Em ire´l-Mü´m inin, sana bir cevabım var. Eğer´arzu edersen, onu sana söyleye­yim, istiyorsan sükut edeyim, Hişam:

- Cevabını söyle bakalım.

- Anneler insanların gayelerinin önüne engel teşkil etmezler. Nitekim İsmail´in anne­si de İshak´ın annesinin cariyesiydi. Bu durum onu Allah´ın nebi olarak göndermesine engel olmadı. Araplar içinde onu takdir etti. Nihayet onun sulbünden insanların en ha­yırlısı Muhammed (sav)i dünyaya getirdi. Sen bana bu sözü söylüyorsun ama, ben Fatı-ma´mn ve Ali´nin oğluyum.

Şunları söyleyerek ayağa kalktı:[19]

Korku onu darmadağın etti ve ürküttü

Tıpkı celladın serbestliğini, yadırgayan gibi

İki avucu parçalanmış, hüznünden dem vuruyor

Çakmak taşının ve demircinin sivri uçları onu bozguna uğratmış

Oysa ki; onun için ölümde rahatlık vardır.

Ölüm ise hükümdar kulların boynundaki

Eğer Allah ona bir devlet vermişse,

Allah, azgınların eserlerini de küller gibi yenik bırakır.

İbnü´l-Esir rivayet eder ki, Zeyd, Hişam´ın yanından çıkınca, artık onun kendisinden nefret uyandırdıklarını göreceği şeklinde tehdit edince, (Çünkü Hişam ona çıkmasını söylemiş ve o da, "çıkıyorum ama, bugünden sonra senin hoşlanmadığın ne varsa ben Orada olacağım" demişti) Salim ona: "Ey Hüseyin´in babası, böyle bir davranış senden meydana gelmez?" dedi Onun yanından aynldı ve Kufe´ye doğru yolaldı. Orada Muham-d b Ömer b. Ali b. Ebu Talib kendisine dedi ki: Ya Zeyd, ailenin başına gelen şeyler ,avısıyle Allah adına seni düşünüyorum. Şu Küfelilerin yanma gelme. Onlar sana ve­fa göstermez ve seni kabul etmezler... Sonra şöyle söyledi:

Ölümler korkutup durmakta beni; sanki

Hayatın arz-ı endam edişiyle yapmaya hazırım,

Cevaplayarak ona dedim, Ölüm akan bir kaynaktır.

Bu pınarın bardağıyla içmek zorundayım.

Eğer ölüm bir kılığa bürünse, benim

Kılığıma bürünüp konaklasalar, dünya evi dar gelir.

Ev babasız kalası, senin utangaçlığın ben, bitirdi; şunu bil ki,

Ben Ölecek bir kişiyim öldürülmesem de şayet.

39- Periyodik bir sıra içinde arzettiğimiz bu olaylardan anlaşılıyor ki, Zeyd kıyam girişimini işlememiştir. Çünkü o, tam bir üstünlük ve iradeyi eline geçirdiği ortamda kı­yamda bulunmayı planlıyordu. Fakat ona zorluklar çıkarıldı; şahsiyet ve gururu incitildi.

0 ki, Ali b. Ebu Talib´in torunuydu. Yine o kimse ki, emirülmü´minin Ömer b. Hattab´in şöyle söylediğini biliyordu: "Bu adamı çok takdir ediyorum. (Bu sözle kabuğuna sığma­yan Ali kastediliyor)" Ve devam ediyor: "Onun yeri doldurulamaz." Şu anda aynı sözle­ri Haşimi bir genç söylettiriyor: "O, usanmaz, izzet onur ve şahsiyeti uğrunda Ölümlere razı, keskin kılıç darbesiyle katledilmese de zaten esirlikle ve silik bir şahsiyet olarak öleceğini bilen birisidir. Onun gibiler için ölüm tatlı bir su pınarı; hayatın acılarını ve aşağılanmanın ızdırabmı sürekli tatmak yerine ölümü yeğler bir genç." İşte onun için, ivedilikle kıyama karar verdi. Belki de bu kıyamı ileri bir tarihe ertelemek istiyordu. Geçmiş büyüklerinin sustuğu gibi o da bir süre susmuştu.

Nitekim Zeyd´in akaid anlayışında metod olarak kendisine Mu´tezile mezhebini seç­tiği, onlara göre değişmez kesin yargılardan birisi olan emr-i bil-ma´ruf ve nehy-i ani´l-munker´ın temel görüşlerinden birisi olduğu bilinince, onun en yüce ideallerinden birisi­nin bu ümmetin arasını düzeltmek, hakkın kalesini ayakta tutup, batılın binasını da yerle ir etmek olduğu anlaşılır. Belki de onun sık sık Irak içinde mekik dokuması sadece böyle bir kıyamın hazırlığı içindi. Çünkü o, Emevi saltanatına nihai bir darbeyle son verecek olan sağlam tedbirle problemleri tedavi etmek niyetini taşiyordu. Fakat Hişam´ın durumu kontrol altında bulunduran gözü, onu anında kıyama itti. Hazırlıklı bulunmasın ve durumu güdümlü olurak planlamasın diye. Özel- basıhk propagandasının haberleri güçlü ve gizli bir şekilde ilerliyordu. Tıpkı suyun duvarların altında sessizce yürüyüp binada Önce çatlaklar meydana getirmesi, sonra da kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bir yıkımı sağlaması gibi. Oysa Hişam, her ortaya çıktığında onu kılıçla izliyordu. Ne yazık ki ortada gözüken meyveleri kesip alsa bile, yerin derinlerindcki köklerin gizlice yürüttüğü ve hayat verdiği tohumlan kesemiyeceğini biliyordu. Tohumlar sürekli gelişmekteydi. Aceleyle tohumu terkedip, meyveler vermek zorundaydı. Ne yazık ki bu iş çok sağlam ve çok gizli meydana geli­yordu. [20]



[11] el-Milel ve´n-Nihal, 2/2O8

[12] el -Milül ve´n-Nihal, 1/199

[13] Tarih Bağdat, 13/333

[14] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 48-51.

[15] el-Kamil,5/38

[16] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 51-54.

[17] el-Kamil,5/85

[18] A.g.e.

[19] Bu beytin anlamı: İki avucu da parçalanmış olduğundan silahı taşiyamıyor ve üzüntü­den şikayette bulunuyor. Ve ucu bilenmiş olan birçok taşın sivri uçlar onu zayıf düşürüyor .Ge­niş bilgi İçin bak: Muruc ez-Zeheb,2/282.

[20] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 54-60.