- Hayatı ve çağı 2

Adsense kodları


Hayatı ve çağı 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Fri 17 September 2010, 04:26 pm GMT +0200
Hayatı ve çağı 2

Kendisinde ders okutmak arzusu uyandığı zamanki halini ve bu işi anlatmak amacıyla şöyle demektedir: «Her isteyen Mescid-i Nebevi´de hadis okutmak ve fetva için oturmak olmaz, bu konuda salah ve fazilet sahipleriyle istişare etmeli, nereye oturacağını sormalı, eğer onu bu işe ehil ve layık görürlerse oturmalı, benim, bu makama ehil, bu işe layık olduğuma ilim ehlinden 70 ûstad şehadet etmedikçe, ben bu makama oturmam.»[20]

Bir adam gelerek, Mâlik´e bir mesele sormak istedi. İbni Kasım ondan önce cevap verdi. Mâlik kızarak ona döndü ve şöyle dedi: «Ey Ebu Abdurrahman, ne de cesaretle fetva verdin! Ve bu sözü tekrarladı durdu. Ben, kendimin bu işe layık olup olmadığımı sormadıkça fetva vermedim.» Kızgınlığı biraz yatışınca, ona: Kime sordun, dediler. «Züh-ri´ye ve Rabia´ya» cevabını verdi.


27- Kaç Yaşında Ders Okutmaya Başladı?:


Bu sahih haberler ve doğru sözler gösteriyor ki, İmam Mâlik bir kişiyi, ancak olgunlaştıktan sonra ders ve fetvaya layık ve ehil görü­yordu ve bunu kendine de aynen uyguladı. Olgunlaşıp ilimde kemal sahibi olmadıkça ve içlerinde Zührî ve Rabiâ da dahif, 70 kadar üstadı onun bu işe layık olduğuna şehadet etmedikçe, ders ve fetvaya başla­madı.

Derse başladığı zaman yaşı acaba kaçtı? Sahih rivayetlerde vatka dair bir şey yok. Mantık bize onun o zaman adamlık çağında olmasını söylemeyi gerektirir. Zira bir insan, o büyük ve din âlimlerinin arasında fetva verecek bir mevkie ancakadamlık çağma geldikten sonra erişebi­lir. Aklı ve zekası ne kadar üstün olursa olsun, genç bir çocuğun, Hz. Peygaberin Mescid-i Şerifinde, kendilerinden ilim aldığı, onların kay­naklarından su içtiği o büyük üstadlann arasında hadis ve fetva verme­sine başlaması olamaz.

Fakat onun menakıbıru yazan Mâlikilerden bazı müteassıblar, onun 17 yaşında iken derse çıktığını söylemekten geri kalmıyorlar. Onlar bununla sanki onun ders ve fetva vermesinin de olağanüstü hallerle başladığını söylemek istiyorlar, nasıl ki hami müddeti ve doğuşu olağanüstü olduğunu iddia etmişler, anası onu üç sene karnında taşıdı sanmışlardı. Bu hususta Süfyan b. Uyeyne´ye nisbet olunan bir habere dayanmaktadırlar. O demiş ki: «Rabia´nın dersinde bir mesele geçmiş. Mâlik onu ona sormuş. Rabia da kızarak onu azarlamış. Mâlik de öfkeyle kalkmış. Öğle vakti yalnız oturmuş, onun yanına da bir cemaat oturmuş. Akşam namazını kılınca yanına 50 veya daha çok kimse toplanmış. Ertesi gün onun yanına birçok kimse toplanmış. O da artık ders vermeye başlamış, o zaman 17 yaşındaymış.»[21]

İmam Mâlik´in 17 yaşında iken ders okutmaya başladığı iddiası işte bu habere dayanmaktadır.


28- 17 Yaşında Ders Okutmaya Başladığı İddiasının Münakaşası:


Biz bu haberi kabul edemeyiz. Onu duyunca yüz çeviririz. Çünkü bu, o zaman Medine´de ders okutmanın durumuna uymaz; onun önem ve değeriyle barışmaz. Büyük âlimler Medine´de Hz.Peygamberin. kabri civarında oturur, mücavir olarak bulunurlardı. İbni Şahab Zühri, Nâfi´ ve diğerleri gibi büyük alimleri bırakıp bu genç çocuğun dersine oturmaları çok garip birşey olmaz mı? Meşhur alimler dururken ondan hadis dersi almaları yadırganmaz mı?

Bize göre pek çok doğru haberler vardır ki, onlar bu zanro geçme­yen haberi çürütmektedir. Şöyle ki:

1 - Buna göre İmam Mâiik´in ders okutmaya oturması, hocası Ra-bia´ya kızıp onun dersinden öfkeyle ayrılması imiş. Halbuki sadık riva­yetler diyor ki, o ders okutmaya başlamazdan önce üstadiarıyla istişare yaptı, özellikle Zühri ve Rabia´nın adını vererek, onlara sordu. Rabia lonun ders okutmasına izin verenlerin başında geliyor. Bu onun ders jokutmaya başlamasına sebep, Rabia´ya kızarak ondan ayrılmasını ´göstermekle asla bağdaşmaz. Bize göre de, Rabia´yı terketmiş olabilir. Fakat ondan sonra derhal ders okutmaya başlamış değildir. Hem bu ayrılış Rabia onu azarladı diye değii, aralarındaki görüş ayrılıklarından dolayı olmuştur, bir de bu 17 yaşında iken değildir.

2- Sahih haberlere göre özellikle İbni Hürmüz´ün dersine devam 7 ´veya 8 yıldır. Diğer üstadlarına devamı ile birlikte ise daha çoktur. İbni Hürmüz´e devamına sebep olarak şu gösterilir: Babası ona bir mesele sormuş, yanlış cevap vermiş, kardeşi ise doğru cevap vermiş. Babası onu kendini oyuna vermekle ayıplamış. Bunun üzerine İbni Hürmüz´e Revama başlamış. Kendisine soru sorulup cevap veren kimsenin yaşı bndan küçük olamaz ve yanlış cevap verdi diye on yaşından küçük çocuk ayıplanmaz. Yaşı haydi 10 diyelim, İbni Hürmüz´e de en azından (7 yıl devam etti, o takdirde îbni Hürmüz´e devamı sona erdiği zaman yaşı 17 olmuş oluyor. Halbuki özellikle sadece ona devamı bittikten sonra başkalarından da ders almıştır, ya onlardan ne zaman ders almış olabilir? O kendisi özel olarak sade İbni Hürmüz´den 7 yıl ders aldığını söylüyor ve ondan öğrendiklerinin çoğunu insanlar arasında yaymadı-jğını tasrih ediyor. Bedahat ve mantık, İbni Hürmüz´ün dersini bıraktıktan sonra da yani 17 yaşından sonra da ders okumaya devam ettiğini haykırmaktadır, okuttuğunu değil!

3- Sahih rivayetler diyor ki, o 70 üstadıyla istişare yaptıktan sonra ancak ders okutmaya başladı. İnsaflı olan bir kimse, yetmiş üstadın Mescid-i Nebevi´de 17 yaşında bir gencin Peygamberin hadislerini okutmasına, fetva dersi vermesine o zaman müsaade edeceklerini hiç zanneder mi? Meğer ki bu genç, mucize kabilinden olağanüstü bir hale sahip olsun. Belki de bu sözü yayanlar da böyle birşeyi kastediyorlar. Biz bunu kabul edemiyoruz. İmam Mâlik, ne vücutça, ne de akılca ;evkaladelik bulunan bir kişi değildir. O da diğer insanlar gibi bir insan­dır. Anası onu, diğer analar nasıl doğurursa öyle doğurdu. Evet bizce o, jstün zekalı, dâhi bir alimdir, hıfzı çok kuvvetli, mevsuk, emin, faziletli bir alimdir. Çağında hicret yurdu olan medine-i Münevvere´nin takibsiz, sşsiz imamıdır.

4- Yine sahih rivayetlere göre o, İbni Şahab Zühri ile ilk görüştüğü sırada Rabia´nın dersinde idi. Zühri´den dinledikleri hadis-i şerifleri yazmadıklarından dolayı onları Zühri Levm edip çıkışınca o hadisleri ezber söylemeye Mâlik´i teşvik eden Rabia olmuştur. Şüphe yok ki, o vakit Mâlik henüz ders okutmaya başlamış değildi. Çunki o zaman henüz okutacak kadar hadis öğrenmiş değildi. İbni Şahab Zühri´den hadis dinlemiş, bellemiş değildi ki meşhur olup ders vermeye başlaya­bilsin. O ancak Zühri´den hadis okuduktan sonra o kadar çok hadis öğrendi. Mâiik´in bellediği hadisler az değildir, onların senedinde Zühri´de vardır. Bunların bir kısmını ondan bellemiştir. Çünki onun İbni Şahab Zühri´ye sık sık geldiği belli birşey, hatta bayram günü bile geliyor. Hadis okutmak üzere ders halkası olan biri bunu yapmaz.

Sonra Zühri´yle ilk görüşürken madem ki Rabia ile beraber gittiler, Rabia o zaman hüccet olan bir alim, makul olan o zaman Mâiik´in.çocuk yaşta bir genç olmamasıdır. Yoksa Rabia gibi bir alimin gençbir çocuğu Zühri´ye takdim etmesi, her ikisini de küçümsemek olur. Ne Rabia ne de Mâlik´ten bu beklenmez. Uygun olan ve kabule şayan görülen Mâlik o zaman adamlarla beraber bulunacak bir yaşta olan bir gençti. Yoksa küçük yaşta olan, çocuk denebilecek bir genç değildi.


29- 17 Yaşında Derse Başladığı İddiası:


Doğru olduğunu sandıkları bu habere (yani 17 yaşında iken ders okutmaya başlamasına) başka bir haberi de kattılar. Medârik´de şöyle yazılı: «Eyüp Sahtiyanı diyor ki, Nâfi´ sağken Medine-i Münevvere´ye geldim. İmam Mâiik´in o zaman ders halkası vardı. Musab der ki, Nâfi1 sağken İmam Mâlik´in, onun ders halkasından daha büyük ders halkası vardı, diğer bir rivayette ise, Rabia´nın halkasından büyüktü. Şü´be der ki, Nâfi´in ölümünden bir yıl sonra Medine-i Münevvere´ye geldim, İmam Mâiik´in o zaman ders halkası vardı. Nâfi´in ölümü 117 yılındaydı.»

Kadı İyâd bunlara şunu ekliyor: «Bunların hepsi doğrudur. Daha önce geçtiği üzere İmam Mâlik 17 yaşında ders okutmaya başladı. Doğumu ihtilaflı olsa da 93 yılı kabul edilir. Nâfi´nin ölümü ise, 20 küsur senesindedir.»[22]

Görülüyor ki Medarik sahibi bu haberin kabulünü, geçen haberin doğruluğuna bağlamaktadır, halbuki o çok söz taşır. Nâfi´in sağlığında ders okutmaya başladığı, onun ders halkasının Nâfi´den daha büyük olduğu şüphe taşıyan birşeydir. Zira Nâfi´nin ve Rabia´nın mı olduğu şüphelidir. Böylece o delil olmaktan düşer. Hem de bu iki kişinin ölüm tarihleri arasında fark büyüktür. Nafi´ 117, Rabia´da 136 yılında ölmüş­lerdir.

Bu haberler ile birinci haber arasında kurulmak istenen bağlantı ne olursa olsun, onun Nafi´in Ölümünden bir yıl sonra ders okutmaya başladığı iddiasf, 17 yaşında iken derse başladı davasından daha ka­bule şayandır. Çünki bu takdirde 25 yaşında iken ders okutmaya baş­lamış olur. Fakat bunu teyid eden bir sened yok.


30- Derse Başladığı Zaman Yetişmiş Bir Alimdi:


Bu haberlerin eleştirilmesinden şu netice çıkıyor; 17 yaşında iken ders okutmaya başladığı iddiası, akia uygun, kabule şayan bir iddia değildir. O zamanki meşhur ve maruf olan adete uymaz. Herkesçe kabul edilen maruf ve sahih olan rivayetlerle bu bağdaşmaz.

Biz, okuyup öğrendikten sonra hangi yaşta öğretmeye, okutmaya başladığını kesin olarak bulamiyorsak da, ulema yetişip yaşça olgun-laşdıktan sonra ders vermeye başladığını söyleyebiliriz, yoksa daha körpe bir genç iken değil. Meşhur haberlere göre Rabia sağken o, ders okutmaya başlamıştır. Bu da ma´kul birşeydir. Bunda akıl kabul etmez birşey yok. Çünkü Rabia 136 yılında öldü. Mâlik de, tercih edilen kavle göre, 93 yılında doğdu. Demek Rabia vefat ettiği zaman Mâlik43 yaşına gelmiştir, makul olan bundan önce derse başlamış olmasıdır. Şüphesiz ki bu yaşa gelmeden önce ders vermeye başlamıştır.

Sabit olan gerçek de bunu gerektirir. Çünkü İmam Mâlik, Rabia ölünceye kadar onun dersine devam etmedi. Belki onun bazı fetvalarını hoş görmeyerek onun dersinden ayrıldı. Fakat onun fazlını hiçbir zaman inkar etmedi, bundan dolayı, Leys b. Said´in Mâlik´e yazdığı risalede şunlar vardır: «Rabia´nın bazı geçmiş şeylere muhalefet ettiği şeylerden bir kısmı da: Bildiğin, hazır bulunduğun ve senin, Yahya b. Said´in, Abdullah b. Amr´ın, Kesîr b. Ferkadin ve ondan daha yaşlı olan bir çok Rey sahibi Medinelilerin görüşünü işittiğim meselelerdir. Hatta bunlar seni, onun meclisini terketmek gibi hoşlanmadığın birşeye mec­bur etmiştir, Rabia´yı kınadığınız bazı şeyler hakkında sen ve Abdülaziz ile müzakere etmiştim. Siz ikiniz benim kabul etmediğim şeylerde bana muvafakat ediyordunuz. Bununla beraber Rabia´da elhamdülillah çok hayır var, sağlam bir akıl sahibi, beliğ bir ifadesi var. İslâmi yaşayışı güzel, genel olarak bütün arkadaşlarına ve özellikle bize karşı sahiden bir muhabbeti var. Allah ona rahmet etsin, onu bağışlasın. Onu amelin­den daha güzeli ile mükafatlandırsın.»[23] Bu cümlelerden anlaşılıyor ki İmam Mâlik, Rabia ile aralarında çıkan ihtilaftan onun bazı tabiatına aykırı bazı görüşlerinden dolayı, onun meclisinden ayrıldı. Rabia sağ­ken, Mâlik´in ders halkası iddiasında yadırganacak bir şey yoktur. Madem ki ikisi arasında görüş ayrılığı başlamıştır, her İkisi de birbirine muhalif görüş sahibidir. Mâlik de, Rabia´nın sağlığında artık ders okuta­cak bir yaşa gelmiştir.

Aralarında görüş ayrılığı, ders vermeye başlayacağı zaman hocası Rabiayla istişareden Mâlik´i alıkoymaz. Çünkü aralarındaki ihtilaf ikisi­nin dostluğuna asla mani değildir. Yukarda gördüğünüz üzere, Leys b. Sa´d, Rabia´ya hoş görmediğini İmam Mâlik´e de hoş görmemektedir. Bununla beraber onu çok güzel övmekte, ona rahmet ve mağfiretle dua etmekte, onun umum kardeşlerine ve özellikle ona sevgisini anmakta­dır.

Sözün kısası, İmam Mâlik, akılca olgunlaştıktan, fikirce geliştikten sonra Mescid-i Nebevi´de ders okutmaya başladı. O zaman bazı üstadları da sağdı. Yalnız o vakit yaşı kaçtı, bu hususta kesin bir şey söylemek için elde delil yok.


31- Mescid´de Hz. Ömer´in Yerinde Meskende İbni Mes´ud´un Evinde Oturdu:


İmam Mâlik yaşça olgunlaşıp ilmen kemâle geldikten sonra Mescid-i Nebevi de, ders vermeye başladı. Hadis ilmine susayanları, Hz. Peygamberin (Ona salat ve selam olsun) hadis-i şerifleriyle sulayıp kandırıyordu. Mescid-i Şerifteki ders halkasının yeri, Hz. Ömer b. Hat-tab´ın hüküm, kaza ve meşveret için oturduğu yerdi.[24] Mâlik´in bu yeri seçmesi Hz. Ömer´in tesirlerinde kalmasındandı, fetva ve hüküm­lerinde, Said b. Üseyyebin ve diğer tabiilerin ondan rivayet ettikleri fetvaların tesiri altında kaldığı görülür. Bu hal güzel bir duygu eseridir. Ona dâima manevi yönden ona uyma kuvveti verir, bu meclisin diğer bir manevi değeri vardır. Burası mescitte Hz. Peygamber aieyhisselam´ın oturduğu yerdir.

Oturduğu evde de böyle yaptı. Abdullah İbni Mes´ud Hazretlerinin oturduğu evde oturdu. Medârik´de şöyle denir: Mâlik İbni Enes´in Medine-i Münevvere´de oturduğu ev Abdullah İbni Mes´ud´un evi idi.» [25]Bununla Abdullah İbni Mes´ud´un izinde olduğunu gösterdi, nasıl ki aynı maksatla Hz. Ömer´in/Allah ondan razı olsun) mecliste oturduğu yerde oturup ders verirdi.


32- Önce Mescid-î Nebevî´de Hastalanınca Evinde Ders Okutması;


İmam Mâlik (Allah ondan razı olsun) Ashab-i Kfram´ın ve Tâ-bi´inin âsârı havasında yaşadı, Tâbi´inden, sahabelerin fetvalarını alıp öğrendi, onların içinden Rey sahiplerini daha beğenirdi. Hz. Ömer´in İbni Mes´ud´un ve diğer fakîh sahabelerin haberlerini, eserlerini araştı-rır, onların verdikleri hükümleri, yargıları öğrenip tanırdı. İncelemeleri de Bid´atcı yeni bir şey çıkarıcı değil, tâbi´ olucu olmaya dikkat ederdi. , Onun görüşüne göre: Medine halkının amelleri, onların ehli hadis , denen ve âsâra uyan fakihin yolunu aydınlatıcı şeylerdir, onların ışı- ! ğında hüküm çıkarır, onların hidayeti üzere yürür ve onların nurundan aydınlık alır.

Allah ona uzun ömür verdi, bereketli bir ömür sürdü, racih kavle göre 179 yılında vefat eitiği zaman 90 yaşına yaklaşmıştı. Talebeleri çoktu, fıkhı her tarafa yayıldı, onun hakkındaki haberleri herkes duydu, insanlar hep onun ilminden bahseder oldu, namı her tarafta duyuldu. Biz burada şimdi onun hayatını, maruz kaldığı şeyleri anlatacağız.

İmam Mâlik hayatı boyunca hep Mescid-i Nebevi´de ders okutma­dı, idrar hastalığına yakalanınca dersi eve aldı. Hastalığından bahset denlerin bazısı bunu idrar hastalığı diyor, fakat hastalığa yakalandı­ğında ittifak var, bu yüzden evde ders vermeye başlamıştır. İlim, hadis, fetva ve ders vermekten vazgeçmedi ise de insanlar arasına çıkamaz olmuştu. Bu hal vefatına kadar böyle devam etti.

fibni Ferhun, Dâbac Muzehheb´de şöyle der: «Vakıdi demiştir ki, Mâlik Mescid-i Nebevi´ye gelir, namazlarda, Cumada, cenaze na­mazlarında hazır bulunurdu, hastalan ziyaret eder, hukuku yerine geti­rirdi. Mescidde oturur, arkadaşları, talebesi etrafına toplanırdı. Sonra Mescidde oturmayı bıraktı. Namazı kılar, meclisine dönerdi. Cenaze namazına gelmeyi bıraktı.Mescide namaza gelmez oldu.Cumaya da gelmezdi.Ta?ziye için kimseye gelemezdi.İnsanlar bunun hepsine katlandı,nihayet bu hal üzere vefat etti.Nice defa kendisine bu belki söylendi.Şöyle derdi:[26]

Ravilerin çoğu onun 179 Hicri yılında vefat ettiğini söylerler.Kadı İyad sahih olan budur,cumhur bunun üzerindedir,diyor.Ne vakit öldüğünde de ihtilaf ettilerse de çoğu Rebiulahır ayının 14?cü gecesi vefat ettiğini söyler.Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun.


33- Geçimim Baba Sanatı ile Değil, Ticaretle Sağlardı:


Onun hayatından bahsederken sözü bitirmeden geçiminden, der­sinden, devlet adamlarıyla, idarecilerle olan münasebetinden, onlara nasıl davrandığından, onlardan gördüklerinden biraz bahsetmek istiyo­ruz. Önce birinciden sözedelim.

Söze İmam Mâlik´in (Allah ondan razı olsun) gelirinden, geçim kaynağından bahsetmekle başlayalım. Menakıb ve Ehbar kitapları İmam Mâlik´in geçim kaynaklarından açık, vazıh bir surette sözetmez-ler. Fakat kitaplar arasına serpilmiş haberler onun gelir kaynaklarını, . geçimini, tam olarak değilse de, biraz-olsun açmaktadır.

Ulema onun babasının ok, mızrak, yaptığını söylerler. Acaba oğlu da bu san´atı devam ettirdi mi? Zira bir çok ailelerde adet olduğu üzere oğul, baba sanatı üzerine yetişir, onun hünerini devam ettirir. Kitaplar onun bu sanatı işlediğini söylemiyor. Haberlerin gelişi, bundan başka­sını gösterir. Çünkü rivayetlerin toplandığı nokta şudur: O daha küçük­lüğünde ilme yönelmiştir. Bu ise ailesinde yeni birşey değildir. Çünkü dedesi, amcaları hadis ve eser ilminde yeri olan âlim ve ravilerdendirler. Mâlik madem ki, küçük yaşta ilme yönelmiştir, öyleyse baba sanatına sarılmadı demektir. Zira bu sanat, onun başladığı ilim tahsiline deva­mına engel olur. Her ne kadar ilim tahsiliyle bu sanatı bir arada yürüt­mek ihtimali varsa da, bunu doğrulayacak birşey yoktur.

Menakıb kitaplarında görüyoruz ki, kardeşi Nadr kumaş ticaretiyle meşguldü. Mâlik de onunla beraber satar ve ticaret yapardı.[27] Tica­retle ilim tahsilini bir arada yürütmeye bir engel yoktur. Çünkü vekilleri, onların adina bu işi yapar. Nadr´ın kendisi dahi ilimle, hadis-i şerif tahsiliyle meşguldü. Hatta başlangıçta Mâlik Nadr´ın kardeşi diye tanı­nırdı. Sonra Mâlik nam kazanınca, önce de geçtiği üzere bu kere Nadr´a: Mâlik´in kardeşi diye çağırılır, andırdı.

Bizim tercihimize göre İmam Mâlik ticaretle geçinirdi. Bazı haber kitapları buriu tasrih etmektedir. İbni Kasım şöyle demektedir:

«Mâlik´in 400 dinarı vardı, onunla ticaret yapardı, geçimi onunla idi.»[28]


34- Halifelerden Hediye Ve İhsan Kabul Eder, Başkasından Almazdı:


Böylece İmam Mâlik´in geçim kaynağını öğrenmiş oluyoruz. Geçim kaynağı ticaret olmakla beraber, aynı zamanda halifelerden hediye de kabul ederdi. Bunu almanın helal olduğunda çağdaşı Ebû Hanife gibi şüpheye düşmüş değildi. Çünkü o, Abbasi Halifelerinin hediyelerini kabul etmezdi, daha önce Emevilerden de hediye kabul etmemişti. Halife Ebû Cafer Mansur´a dostluğu ve sadakati, hediye göndermek suretiyle denenirdi. Eğer kabul ederse, bu ona bağlılığına delil sayılırdı. Eğer kabul etmezse, bu da, içinde meydana vurmadığı birşey gizlediğini gösterirdi.

İmam Mâlik halifelerden mal kabul etmekten çekinenlerden değil­di. Ancak onlardan başka idarecilerden hediye almaktan sakınırdı. Sultandan hediye almak kendisine sorulduğunda şöyle dedi.: «Halife­lerden alınır, bunda şek ve beis yok, fakat onlardan başkasından birşey almakta sakınca vardır.»

Belki onun görüşüne göre halifelerden başkaları Devlet malından bir şey aşırıyorlar, çalıyorlar, bundan dolayı onların verdikleri şeyleri ve hediyeleri kabul etmiyor.

Bazı kimseler onun hediye kabul etmesini çok görüyordu. Veya bu hediyelerin bir kısmı çok görülüyordu. Hatta deniyor ki, Harun Reşid ona üçbin dinar ihsan etmiş ve:

 Ey Ebû Abdullah, üçbin dinar, bunu Emîr-ül-Mü´minin´den alı­yorsun? demiş. O da «âdil imam olunca, mürüvvet ehli insafı bu, bunda bir beis görmem,» demiş.

Bu gibi hediyeleri kabul ederdi, çünkü bu mürüvvet ehlinin bir insafı ve ihsanı, öyle anlaşılıyor ki, o bunları zaruret şevkiyle, hoşlanmasa da, yine kabul ediyordu. Haysiyetini korumak, ihtiyacını karşılamak İstiyordu. İçtimai durumu ona bunu gerektiriyordu. Zira yoksul talebelere bakıp onları barındırmak, muhtaçların ihtiyaçlarını karşılamak vardı. O halifelerin hediyelerini bu niyetle kabul ediyordu. Öyle anlaşılıyor ki, o bu güzel niyetle de olsa. bunda yine birşey görüyordu, onun için başka­larını sultandan hediye almaktan nehyediyordu. Çünkü onların, onun gibi iyi niyeti olmayabilirdi, bundan korkardı. Sultandan hediye almak çok sorulurdu. O da sorana: «Alma» derdi. «Sen alıyorsun» deyince «Kendi günahımla birde senin günahını da mi bana yüklemek istiyor­sun.» derdi. Bazen de «Beni kendi günahımla bastırmayı mı seviyor­sun?» derdi.[29]


35- İlk Zamanlarda Darlık İçindeki Hayatı:


İlk zamanlarda çok güçlük ve sıkıntı içinde yaşardı. Hatta bazen kızı açlıktan ağlardı. Bu konuda şu rivayet olunur: «O bir defa Ebû Cafer Mansur´a halkın halini gözetmesini, yoklamasını tavsiye etti. O da vakıf olduğunu göstermek için ona şöyle dedi:

« Kızın açlıktan ağladığı zaman, komşular duymasın diye, elde-ğirmeni taşını hareket ettirmelerini emreden sen değil misin?

Mâlik : «Bunu Allah´tan başka kimse bilmez» deyince: «Ben bunu biliyorum da, teb´amın halini mi bilmiyorum, sanıyorsun! Hiç bilmez olurmuyum?»dedi.[30]

Öyle anlaşılıyor ki, bu güçlüğün, darlığın sebebi kendini ilim tahsi­line verip geçim yolunu aramayı ihmal etmesidir. İbnİ Kasım der ki: «Kendini ilim tahsiline vermesi, Mâlik´i evinin tavanını bozup ağaçlarını satmaya kadar zorladı. Fakat sonra dünya kucak açıp ona döndü,[31] yukarıda buna biraz işaret ettik.

Sözün kısası İmam Mâlik (Allah rahmet etsin) hayatında geçim darlığı ve yokluk da gördü, ferahlık ve bolluk da gördü. Her iki durumda da haline şükretti. Fakirlik ve yokluk günlerine dair, varlık ve bolluk zamanına ait nice haberler rivayet olunur. Bu konuda birbirine uymaz haberleri, darlık ve varlık olaylarını anlattıktan sonra Kadı İyad şöyle demektedir: «Anlattığımız bu muhtelif hikayeler, dünyadaki hali, bunlar hep dünya halinin kararsızlığından, zamanların değişmesindendir. Zira kişinin baştaki hali ile sonraki hali başka olur. İmam Mâlik (Allah rahmet etsin) 90 yılına kadar yaşadı. Zaman geldi, hadisde, fetvada imam oldu. 70 yıl kadar sözü dinlendi. Her zaman kadir ve değeri arttı. Her gün şeref ve büyüklüğü yükseldi. Ölünceye kadar itibarı çoğaldı. Yıllarca tek adam sayıldı. Hiç rakipsiz dünya ve din riyasetini elde etti. Böyle çalkan­tılı bir ömür sürdü. Değişik hallerine dair olan haberlerdeki ihtilafta bir tearuz yoktur. Başarı Allah´tandır.»[32]

Namı duyulup itibarı arttıktan, Allah ona bol rızk kapılarını açtıktan, halifelerin ihsanları çoğaldıktan sonra belki de ticareti bırakmış, rızık kazanmak için çalışmaktan vazgeçmiştir. Allah ona lütuf ve keremin­den ilme kendini verme yolunu açmış, kazanç peşinde koşmaktan onu müstağni kılmıştır.


36- Darlıktan Sonra Varlık İçinde Ömür Sürmesi:


İmam Mâlik, Allah Teâlâ ona nimetlerini ihsan edip zenginlik ve servet verdikten sonra fakirlikten kurtulup bolluk içinde rahat bir hayata kavuştu, müreffeh bir yaşayışa başladı. Yaşayışının her görünüşünde, yemesinde, giyinmesinde, evinde bu nimetlerin eseri göründü, Şöyle derdi: «Kendisine Allah´ın ihsan ettiği nimetleri bir kişinin üzerinde görülmesi, ne sevimli şey, Özellikle ilim sahipleri için.» Ve yine şöyle derdi: «Kur´an okuyan zahîd kimsenin elbisesinin beyaz olmasını severim.»

İşaret ettiğimiz gibi yemesinde, giyinmesinde, evinde, her şeyde bu nimetlerin eseri görüldü, müreffeh bir hayat yaşamaya başladı.

Yemesine gelince: Beslenmeye dikkat ederdi, kuru, bayat şey yemezdi, adi şeyler istemezdi. En iyi ve âlâ şeyleri bulup almakta son derece titizlik gösterirdi, bol et yerdi, fakat haddi de aşmazdı. Hicaz ülkesindeetin ucuzolduğuhaldehergüneteiki dirhemharcardı.[33] Bu düzen üzere gider, bundan şaşmazdı. Talebesinden biri şöyle demiş: «Eğer Mâlik yemek üzere hergün iki dirhemlik et almak için para bulamazsa, bunu tedarik için bazı eşyasını satmak gerekirse bunu da yapar, tahsisatı ete ayırmıştı.

Yemek zevki vardı, en iyisini seçerdi, muzu çok beğenirdi, severdi. Onun için şöyle derdi: «Onun kadar cennet yemişlerine benzeyen bir şey yoktur. Yaz kış ne zaman ararsan bulursun. Allah Teâîâ şöyle buyurmuştur: «Yemişi devamlı gölgesi koyu serin» Elbisesine de çok itina gösterirdi.. Beyazı seçerdi. Beyazdaki temiz renk insanın içine ferahlık verir, zihni açar. En iyi elbise giyerdi. Medârik´de şöyle denir: «Mâlik, Aden, Horasan ve Mısır malı fiyatı pahalı elbise giyerdi.» Elbise­sini seçmede olduğu gibi temizliğe de çok dikkat ederdi. Fiatı ne olursa olsun en iyisini, en güzelini ve en yakışanını seçerdi, temiz tutardı. Kardeşinin oğlu şöyle demiştir» «Malik´in elbisesinde asla mürekkep lekesi görmüş değilim.»

Evine gelince: Evinin eşyasına, döşeme ve görünüşüne dikkat eder, önem verirdi. Rahat olmasına bakardı. Evin sağında, solunda her tarafına yumuşak kumaştan eşya döşenmişti, Kureyş´den, Ensar´dan ve eşraftan gelenler onların üzerine otururlardı.

Giyimine, evine yiyeceğine, bütün yaşayışına böyle itina etmesi, içine rahatlık verir, gözü gönlü doyar, huzur ve ferahlığa kavuşurdu. Güzel kokuyu severdi. Talebesi Eşheb der ki:«Mâlik en iyi kokuları

kullanırdı, misk ve saire.»

Bu müreffeh hayatta her türlü nimet vardı, bütün rahat imkanları sağlanmıştı, Gelir ve tahsisatından eline geçenleri, ticaret yaptığı zaman kazandıklarını, sultandan gelen hediyeleri, ihsanları, bunların hepsini sarfederdi, bir ev bite almamış, kirada otururdu. İlk zamanda miras kalmış bir evi vardı, sonra onu sattı. Yukarıda geçtiği üzere ilim tahsil ederken geçimi için onun tavanlarının ağaçlarını satmıştı.


37- Yediğine, Giydiğine, Evine Dikkat Etmek, İnsana Şeref Kazandırır:


İşte o hayatının bir bölümünde, bu dünyada böyle müreffeh yaşadı. Birisi çıkarda diyebilir ki: Bu, din adamlarının dünya nimetlerinden yü? çevirmeleri, debdebeye kapılmaları, dünya ziynetine önem vermeleri . gibi şeylerle nasıl barışır? Bu tarz hayat, onun gibi dindar bir adama yakışan dünya gösterişine, maddi süslere aldan-, mamak gibi şeylere uymasu Bu türlü hayat, sultanların, ümerânın, saray adamlarının hayatıdır; âlimlerin ve din adamlarının hayatı değildir, onların hayattaki gayeleri manadır, madde değil, ruhtur, cisim değil!?

Bu ilk bakışta doğru gibi görünen bir sözdür fakat Malik´in hayatını inceleyen, onun içinde bulunduğu ve etrafını saran olayları gözönüne, alınca, anlarız ki, o bu tarz yaşayışla dünya ziynetini, zevk ve saltanat sürmeyi kasdetmedi, o ruh yüksekliği, gönül yüceliği ve huzur aradı, aşağı bir yaşayıştan uzaklaşıp yüceliğe yönelmek istedi.

Şu da var ki bayağı iyi bir yaşayış içinde güzelce beslenip gıdasını alamayan, ifrat ve tefrike kaçmadan, aşırı gitmemek şartıyla hayat nimetlerinden faydalanmayan kimsenin, kuvveti yerinde, asabı sağ­lam, düşünce kudreti yerinde olmaz. Gönül huzursuz, fikri muzdarip olur. Kötü beslenme sonucu, düşüncesi bozuk olur, noksan beslenme­den idraki noksan kalır. Mide çok şiştiği zaman zararlı olduğu gibi, boş kalması da hem akla, hem cisme zararlıdır.

İmam Mâlik iyi beslenmekle oburluk yapıyor değildi. Kararca temiz yemek günah değildir, düşüncesi yerinde ilim talebinde başarılı ve sabırlı olsun, güçlüklere dayansın diye iyi besleniyordu. İslam´ın ruhunu anlamayan bazı sofilerin yaptığı gibi, insanların önüne zayıf, bitkin, perişan bir halde çıkmak istemiyordu. İnsanların en zah´ji olan Muhammed Aleyhisselam çok hırslı ve düşkün olmamak şartıyla en güzel ve temiz yemekleri´seçerdi. İmam Mâlik´in, elbisesine, evine önem vermesi, bir yandan da ruh bakımındandı, madde için değil ilim erbabını, giydiklerine dikkat etmeye teşvik ederdi. Çünkü elbiseye önem verip temiz giyinmek, nefse ferahlık verir, gönlü açar, ruha neşe getirir. Bu sayede düşünce huzura kavuşur, fikir eğrisi, çalkantısı olma­yan bir yolda selametle yürür.

Giydiğine, oturduğu yere dikkat edip önem vermek, kişinin izzeti nefsini korur, şerefini artırır, insanlar arasında itibarı çoğalıp aşağı gö­rülmekten kurtulur. Güzel giyinmek, güzel ev ve güzel ev eşyası, insanı hakir görülmekten, aşağılıktan kurtarır.

İmâm Mâiik´in keskin görüşü, derin düşüncesi bunları mülahaza ediyordu. Rivayet olunduğuna göre bir defa Halife Mehdi´ye şöyle demiştir: «Rabia bana şunu söylemiştir: «Kişinin nesebi, evidir, ondan belli olur.»Zira güze! görünüşlü ev, gösterişli eşya, insana şeref kazan­dırır, nasıl ki neseb şeref verirse...»[34]


38- Evinde Ders Vermesi:


İmam Mâlik önceleri Mescid-i Nebevi de ders okuturdu. Sonraları evinde ders vermeye başladı. Dersi mescidden evine almasının sebebi, açıklamak istemediği hastalığı idi. Bu özürünü söylemek istemiyordu.[35]

Yukarıda geçtiği üzere o ilk zamanlarda Mescid-i Nebevi´de oturup ders okuturdu, vakit namazlarına, Cuma namazına gelir, cenaze na­mazında bulunur, hastalan ziyaret ederdi, hacet görürdü. Sonra sa­dece cumaya gelmeye ve ta´ziye de bulunmaya başladı. Daha sonra da tam manâsıyla evine çekildi. Öyle anlaşılıyor ki, onun halindeki bu değişiklik hastalığının durumuna ve yaşına göre olmuştur, hastalığı hafif olunca, yaşı da mani´ olmazsa, o zaman Cuma namazına gelir, inşalara hatır sorar ta´ziye de bulunurdu. Hastalığı artıp yaş da ilerleyince evine kapandı, orada ders vermeye devam etti. İnsanlar her taraftan gelip görüşürdü, o evine çekildi, fakat insanlarla görüşmeyi kesmedi.


39- Dersinde Gösterdiği Vakar Ve Ciddilik:


İmam Mâlik dersinde vakar ve sükûnu korurdu. Lüzumsuz ve uygunsuz sözden kaçınırdı. Kendine yakışmaz birşey yapmazdı. İlim erbabına böyle gerekir derdi. Kardeşinin çocuğuna şöyle nasihat etmiş­ti: «Öğrendiğin bu ilmi, sükûn, ilim ve vakarla öğren.» Şöyle derdi: «İlim öğrenen kimsede: Vakar, ağır başlılık, huşu´ olmalı, geçmişlerin eserle­rine uymalı, ilim erbabı mizahtan uzak kalmalı, özellikle İlim müzakere­lerinde bundan sakınmalı. İlmin adabından biri de ancak tebessüm ile gülmektir.»

Kendisi bu edeb ve terbiyeye çok sıkı bağlıydı. O,50 yıldan fazla ders okuttu, hadis-i şerif rivayet etti, bu müddet içinde bir veya iki defa güldüğü görüldü. Bu uzun süre içinde hep bu güzel ahlak, vakar, sekinet ve olgunluk içindeydi. Kimse onun sözünde lehiv, kabalık, mizah, yakışıksız bir söz duymadı. Dersinde tam bir ciddilik, sükun ve vakar içinde idi.

Bu hal, onun kabalığından veya tabiatının sertliğinden ileri geliyor değildi. Belki derse ve hadise saygısından kendini tutuyor, nefsine hakim oluyordu. Talebesinden biri şöyle der: «Mâlik, bizimle beraber oturduğu zaman, sanki bizden biriymiş gibi olur, bizimle beraber söze dalar, bizden daha çok tevazu´ gösterir, fakat hadis-i şerife başladımı, artık sözü bize heybet verir, sanki bizi tanımıyormuş, biz de onu tanımı-yormuşuz gibi konuşurdu.»



40- Dersindeki Heybet ve Tesiri:


Bu güzel huyundan, Allah korkusundan, ilim öğrenmek, öğretmek­teki ihlasından, takvasından, iehiv ve kabalıktan uzak kalmasından dolayı Allah Teâlâ ona ruh kuvveti ve izzeti nefis ve şeref vermişti ki, yüksek bir vakar sahibiydi, heybetli idi. Konuştuğu zaman herkesin itimadını kazanmıştı.

Vâkıdî onun ders meclisini şöyle anlatır: «Onun ders meclisi vefa ve ilim doluydu. O heybetli, şerefli bir .zattı, onun meclisinde gürültü falan olmaz, kimse yüksek sesle konuşmazdı. Bir şey sorulup da so­rana cevap verdi mi, ona: Bu nereden diye sormazdı, onun sözüne itiraz yoktu.

Ders verdiği uzun müddet hep bu heybet ve azamet üzereydi. Çağdaşlarından biri diyor: «144 yılında Medine-i Münevvere´ye geldim, İmam Mâlik o zaman başı ve sakalı siyah bir zattı. Etrafını saran insanla­rın hepsi sükût İçinde, onun heybetinden, birisi konuşmuyor.»[36]


41- Dersini Nasıl Okurdu?:


Mâlik heybetli olduğu kadar bütün ahvalinde ve dersinde son derece güzel ahlaklı idi. Gerek meseleler hakkında fetva verirken, gerek Hz. Peygamber´den hadis naklederken yüzü parlak bir hal alırdı. Hz. Peygamberin hadislerini rivayet edeceği zaman abdest alır. hazır­lanır, en güzel elbiselerini giyerdi, Ders kürsüsüne ancak hadis-i şerif dersi okuturken otururdu.

Talebesi Mutarrif evinde ders vermeye başladığı zamanki halini şöyle anlatır: «İnsanlar evine geldiği zaman hizmetçi kız çıkar, onlara şöyle derdi: Şeyh soruyor; hadis mi istiyorsunuz? Yoksa mesele mi soracaksınız? Eğer mesele soracaklarsa, o çıkar, sorularına cevap verirdi. Eğer hadis-i şerif dinlemek istiyorlarsa, o zaman onlara oturun derdi. Hemen banyoya girer, yıkanır, güzel kokular sürünür, yeni elbise­ler giyer, taylasanı, sarığı başına kor, kürsüye çtkar, temiz giyinmiş ve kokular sürünmüş halde huşu´ içinde hadis dersi verirdi. İçeride ud yakılır, hadis-i şerif dersi bitinceye kadar buhurdanlık koku saçardı.»[37]



42- Hadis ve Fetva İçin Evine Koşanlar:


İşte Mâlik´in ders okutması ve ders verirken hali böyle idi. Allah ona bereketli bir ömür verdi, kuvvetli bir akıl ihsan etti, basiretini aydın kıldı. Herşeyi güzel kavrardı, nüfuz-u nazar sahibiydi. Yaşı ilerledikçe anlayı­şı, idraki arttı, değeri; itibarı çoğaldı, uzak şarktan, uzak garba kadarj bütün İslam diyarında nâmı duyuldu ve yayıldı. Onda hadis-i şerif okumak, ortaya çıkan meseleleri sormak için her taraftan alimler ve talebeler ona koştular. O da onlara islamdaki yerini anlatır, hükmünü bildirirdi. Kapısından heyetler hiç eksik olmazdı. Özellikle hac mevsi­minde evi dolup taşardı, onun için krallar gibi evinde kapıcı beklerdi. Talebesinden ve müdavimlerinden, polise benzer muhafızları vardı. Hatta menakıb kitapları onun hapishanesi olduğunu söylerler. Nizama uymayanları, doğru yoldan sapanları oraya hapsederdi. Birini yanlış bir hadis rivayet ederken duydu mu, onu kapardı. Sonra sorulduğu zaman, dediğini düzeltirse, yanlışlığını tashih ederse oradan çıkardı.«[38]


43- Evindeki Dersine Sıra İle Kabul Etmesi:


Mescid-i Nebevi´deki dersine isteyen gelip dinlerdi, umuma açıktı, kimse ona engel olmazdı, ancak ders dinleme kurallarına uymaz, Mâlik´in dersinde gereken saygıyı bozarsa, o zaman dersten çıkarırlardı. Fakat evindeki dersine gelince, önce bu ders talebesine, arkadaşlarına ayrılmıştı. Sonra umuma izin verilirdi. Gelirler, evinde hadis dersi oku­turdu. Onu, buna sevkeden şey şu olsa gerek: O her taifeye takatına, ilimdeki derecesine göre hitabetmek isterdi. Ona devam eden talebesi, fıkıh meselelerini kavrayacak, hadis-i şerifleri ezberleyecek bir durum­dadır. Bunları daha yükseltmek, derecelerine göre ilim vermek istiyor, avamın ise ilimden nasipleri daha az olduğundan, onlara dini sahada faydalı olacak şeyler anlatırdı, onların takatini aşacak konulara girmez­di. Çünkü dinleyenin iyice kavrayamadığı bilgi onu şaşırtır. Çünkü onu yalış anlar ve sapar. Veya onunla hiç ilgisi olmayan bir şeyi onunla çözer ve ifsat eder. Hac mevsimi olunca her taraftan insanlar imam Mâlik´i ziyarete gelirlerdi. Bu mevsimde kapıcısına şunu emrederdi: Önce Medine halkına izin verecek, onlarla görüşme bittikten sonra bütün insanlara müsaade edecek, bazı kerede, kapıda bekleyenler çok olunca, bölge bölge kabul edip görüşürdü.

Medârik´de şu var: «Hasan b. Rabi´ der ki, İmam Mâlik´in kapı­sında idim. Adımı nida edip çağırdı: Hicaz halkı girsin, dedi. Yalnız onlar girdi, sonra Şamlılar, sonra Iraklılar çağırıldı. Ben son girenlerdendim, aramızda Ebû Hanife´nin oğlu Hammad da bulunuyordu.


44- İki Hususun Açıklanması: Takdiri meseleler ve Fetvaların Yazılması:


Burada iki şeye işaret etmeden, onun ders hakkındaki sözünü bitirmek istemiyoruz, çünki onun fıkhından bahsederken bunların önemi olacak.

1- İmam Mâlik dersinde daima olmuş şeyleri hükme bağlayıp cevap vermeye dikkat ederdi. Olmayacak birşey konuşup faraziye yürütmezdi. Talebeleri bazen onu olmamış bir şeye cevap vermeye götürmeye çalışırlardı. Çünkü düşünce merakı ve öğrendikleri asılların tatbiki arsuzu, onları böyle olmamış meseleleri farz ve takdir etmeye sürüklerdi. Fakat o onlara uymazdı, onların farz ve takdir ettikleri hayali meseleler peşinde gitmezdi. Belki vukubulmuş mesele sınırında durur­du. Çünkü müftüye, gücünün yettiği kadar onun hükmünü bilmek gerek­lidir.

Adamın biri ona farazi bir mesele sordu. Ona: «Olan birşeyi sor, olmamış şeyi bırak» dedi. Başka biri de aynı tarzda birşey sordu, ona da cevap vermedi. Ona: «Neden cevap vermiyorsun?» deyince: «Eğer faydası olacak bir şey sorarsan sana cevap veririm» dedi. Talebesi b. Kasım diyor ki: Mâlik öyle çok şeye cevap vermek istemezdi. Talebeleri şöyle bir çare bulmuşlardı: Bir adam geldi mi, öğrenmek istedikleri bir meseleyi, umumun´başına gelmiş bir mesele gibi ona sordururlardı, o da o zaman cevap verirdi.»

İmam Mâlik, böyle mesele farazi ve takdir etmekten çekinirken iki şeyi göz önünde tutardı:

Birincisi:Mesele farazi ve takdir etmeye aklın düşkünlüğü ve merakı, kişiyi bazen hayal peşine takar, akıl, farkına varmadan, bilme­den bazı eserlere muhalefet etmeye maruz kalabilir. Bu kitap ve Sün­netten delil olmaksızın, bilmeyerek fetva vermeye götürür.

İkincisi: Fetva vermek alim için bir nev´i imtihan ve denemedir. Ona ancak insanlara doğru ameli göstermek ve irşad için baş vurulur, onları din dairesi hududunda tutmak için yapılır, olmamış meselelerde buna gerek yok.

İmam Mâlik olmuş meselelere fetva verirken hataya düşmekten çok sakınırdı. Onun için az çok vermeye çalışır, çok cevaptan kaçınırdı. Çünkü o bilirdi ki, bu ilim, dindir. Kuvvetli delil olmaksızın Allah´ın dininde söz söylemek doğru olmaz. Cevap verirken sözüne şöyle baş­lardı: «Maşaallah, la kuvvete illa biilah» Lâedri- Bilmem sözünü çok söylerdi. Biz ancak zannederiz, bizyakinen bilenlerden değiliz.» derdi. Abdurrahman b. Mehdi diyor ki, bir adam İmam Mâlik´e bir mesele sordu ve Mağripten altı aylık yoldan bunun için gönderildiğini söyledi. Buna karşılık olarak: «Seni gönderene haber ver ki, benim bunun hakkında bir bilgim yok,» dedi. Adamcağız - Öyleyse bunu kim bilir? deyince - Allah´ın bildirdiği bilir» dedi.[39]

Adamın biri gelerek ona: Mağrip halkının ondan sormasını istedik­leri bir mes´ele sordu. O da: «Bilmiyorum, bizim ülkemizde bu mesele başımıza gelmedi, üstadlarımızdan hiç kimsenin bunun hakkında ko­nuştuklarını duymadım.» dedi. Ertesi gün adam yükünü katın üzerine yüklemiş, yedeğinde yine geldi. Mâlik ona: Sordun, bilmiyorum, dedi.

Adamcağız:

 Ey Ebû Abdullah, ben arkamda, yeryüzünde senden daha iyi bilen yok, diyen bir cemaat bıraktım, ne yapayım deyince, hiç çekinme­den: Ben güzelce bilmiyorum, dedi.[40]

2- Onun ders meclisinden ayrılmadan önce beyan etmemiz gere­ken diğer bir husus da şudur: Talebesi, olan meseleler hakkında fetva­larını yazarlar mıydı? Acaba bunları onlara dikte edip yazdırır mıydı? Şüphe yok ki, Mâlik, kendisi, duyduğu ravilerden işitip belledikle­rine itimad ederek ders verirdi, kendisi bunları kaydetmişti de. Bundan önce sözümüzde bunu gösterir şeyler geçti, işittiği hadis-i şerifleri yazardı, ezberlemeyi ihmal etmezdi. Hem ezberler, hem kaydederdi. Aklını ilmiyle beslemek için ezberlerdi, ezberlemek aklın gıdasıdır, fikir , ise ma´kul olanı hazmeder.Yazması, yalnız akla itimad olununca belki yanlışlık olur korkusundandı.

Öyle anlaşılıyor ki, hadis dersinde talebesini, kendi yaptığı gibi, yapmaya teşvik ederdi. O hadis-i şerifleri yazar, onlara verirdi. Onlar da onun önünde okurlardı. Talebesi Habib hadisleri ona okurdu, eğer okurken hata ederse yeniden başlardı, o da onu doğrulturdu. Çünkî hadisleri yazmak ve kendisine okumak, korumak için en ihtiyatlı yoldur,) ravi iafz ve manada şüpheden kurtulur.

Vukubulan mes´eleler hakkındaki fetvalarını yazmaya gelince, bu konudaki haberlerin zahirine bakılırsa, bunları yazmaları için talebesini teşvik etmediği anlaşılıyor, fakat yazmaktan da menetmezdi. Bazen ondan işittikleri her şeyi yazmalarını pek hoş karşılamadığı da olurdu.

İbni Medînî diyor ki: «Yahya´ya: Mâlik sana dikte edip yazdırır mıydı? dedim. Onun önünde yazardım, dedi. Talebesi Mıs´ab der ki: «Mâlik, adamı yanında yazarken görür, onu menetmezdi.» [41]

Talebelerinin çok yazmalarını hoş görmediğini gösteren rivayetler de var, talebesi Ma´n diyor ki: «Mâliki şöyle derken işittim: «Ben de beşerim, hata ederim, o dediğimden dönerim. Her dediğim yazılıyor.»[42] Eşhep der ki: «Bir mes´ele hakkında verdiği cevabı yazarken beni gördü. Yazma, dedi. Zira bunda sabit olacak mıyım, yoksa olmayacak mıyım, bilmem.»[43]

Bütün bu haberlerden çıkan netice, o kendisinden herşeyin yazıl­masını çok görürdü. Vermiş olduğu bazı fetvalardan dönme ihtimali olduğundan her fetvasının yazılmasını istemezdi. Ancak bir fetva verir de.,KaJbi ona tam ma´nasıyla yatışırsa, yahut o mevzuda kat´i bir nass veya aynı hükmü taşıyan sarih bir hadis bulursa; o zaman onu yazmak­tan nehyetmezdi. Fakat bir mesele hakkında fetva verir, onun temeli de kendisinde racih olan bir zannı olup kesin olarak vardığı bir yekîn değilse, onu yazan birini görürse bunu yazmaktan nehyederdi.

Bu sözlerin zahirinden çıkan netice budur. Herşeyi bilen alîm ve habîr olan Hak Sübhanehu ve Teâlâ´dır.

 


[20] Kadı, Medarik, S. 127
[21] Dibac, Medârik.
[22] Kadı, Medarik, S. 127
[23] Mâlik´in ve Leys´in mektupları ileride aynen verilecektir.
[24] Kadı lyad, Medârik, S. 108
[25] Kadı fyad, Medârik, S. 108
[26] ibni Ferhun Dibac, Müzehhep, fi Ma´rifeti A´yan Mezheb S. 22
[27] Kadı, MedâritcS. 109
[28] Ferhun Dibac Müzehheb, S. 19
[29] Kadı; Medârik.. S. 274
[30] Kadı, Medsrik, S-110
[31] Fertıun Dibac, S- 20
[32] Kadı, Medârik. S. 111
[33] Kadı İyad, Medârik, S. 106
[34] İmam Mâlik giyiminde güzelliğe, iyi görünmeye dikkat ederdi. Hiç bir zaman insanların önüne bıçimsiz kılıkla çıkmazdı- Madârik der ki: «Sabah olunca Mâlik elbisesini giyer, sarığını sarardı. Ev halkı ve destlan onu sarıksız, elbisesiz görmemişlerdir. Hiç kimse onu insanların gördüğü yerae. sokatoa yiyip içerken asla görmüş değildir» (Medârik. S.112).
[35] Hastalığının idrar hastalığı olduğunu ancak vefat günü söyledi: Eğer son günümde olmasay­dım bunu açıklamak istemezdim. Resulullah´ın Mescidine abdestsiz gelmeyi hos görmedim, durumu söylemeyi de Rabbimden şikayet saydım, dedi.
[36] Kadı, Medârik S. 187
[37] Kadı, Medârik S. 171, Dibac, 23
[38] Kadı Medarik ,191,Ferhun Dibac ,Suyuti Tezyinül-Memalik,
[39] Kadı, Medârik, S. 159
[40] Kadı, Medârik, S. 159
[41] Kadı. Medârik. S. 187
[42] Kadı. Medârik, S. 166
[43] Kadı, Medârik, S. 166