seymanur K
Tue 5 July 2011, 09:18 am GMT +0200
Hâris'in Yaşadığı Dönemde Akıl
Gerçekte biz Haris asrını Mutezile asrından ayıramıyoruz; zabakımından değil de sadece mezhep bakımından bir ayrım yapabiliyoruz. Çünkü Vasıl, Hâris'le aynı asrı paylaşmıştır ve Hâris'in yaşadığı çağ, kelamcıların çağıdır. Bu dönemde el-Hasanu'l-Basrî liderliğnde bir zühd okulu daha önce ortaya çıkmıştı. Sonra bizzat Hâris'le birlikte değişik bir kaç görünüm kazanmıştır; bir yanda radikal kelamcılarla diğer yanda kelamı bir araç olarak gören sufîler arasındaki bu farklılaşma biçimi, ekol farklılaşmalarını belirleyen eğilimlerden sadece biriydi. Zühd ve takva ehli olan bu zümre ile birlikte akıl, dinden ayrılmaz bir konuma gelmiş ve sadece din ile birlikte hareket eden, dinden birşeyler alarak aydınlanan sonra da insanlara fazlasız eksiksiz orta yolu gösteren bir rol üslenir. Bu noktada bir yanda akılcı Mutezile ile diğer yanda akılcı sufîler arasındaki sınırda en belirleyici isim ve en iyi örneklerinden birisi Hâris'tir. Mutezile'ye göre akıl; mantıkî çözümlemeler yolu ile kendi başına iyi ile kötü arasında ayrım yapma yetisine sahipken, bu dönemde yaşayan zahid ve abidlere göre; mantıkî çözümleme ve tartışma yolu ile değil ama; Allah'ın insanda yarattığı bir seciye olması nedeni ile, yapısı gereği; kendi başına bir yandan iyi ile kötü arasında ayrım yapma, diğer yandan Kitap ve Sünnet'e uygun bir biçimde ilahî emir ve yasakları kavrama yetisine sahiptir. Belki de İslâm tasavvuf tarihinde, ilk kuşak zahid ve abidlerden biri olan Haris ve onunla çağdaş, ondan hemen önce veya sonra yaşamış ve ona yetişmiş olan az sayıda sufî nezdinde bu yeni eğilim tam anlamı ile belirgindir. Çünkü onların sahip oldukları bu eğilim; özellikle ilk merhalesinden itibaren 'akılcı islâm tasavvufu'nun orijinalitesini teyid eden temel nedenlerden biridir.
el-Mizarida adı geçen dört yalancıda ve yine daha sonra Kitabu'l-Akl ve Fazluhu isimli eserde isimleri geçen, bir çoğu Hâris'ten ilim öğrenen veya onunla aynı görüşleri paylaşan ravilerde bu eğilim son derece açıktır. Gerçekte sorun yeni bir eğilim olarak kabul edilen bu eğilim çerçevesinde birinin diğerinden devraldığı bir sorun değil; ciddi ve ölçülü bir şekilde Mutezile'nin başlattığı; daha sonra içtimaî ve itikadı alanlarda tehlikeli bölünmelere, ahlâkî çözülmelere ve değerler aşınmasına yol açan bir takım aklî ve kelamî sapmalar karşısında o dönemde var olan psikolojik uyanış ve öfkeyi dile getirmek üzere ortaya çıkmış ve akılcı zahidleri kelamcılara karşı, onların silahlarını kullanmaya itmiştir.
Bu noktada, yukarıdaki alıntılara ek olmak üzere, Haris ile aynı kuşaktan olan Ahmed b. Asım el-Antakî ile onun akılla ilgili iki sözünü hatırlatmalayız:
En faydalı akıl; Allah'ın verdiği nimetleri sana öğreten ve bu nimetlere şükür konusunda yardımcı olan akıldır.
Akıllı insan; Yüce Allah'ın öğütleri ile neyin faydalı ve neyin zararlı olduğunu bilendir.[349]
Kendi döneminde Bağdatlı sufîlerin şeyhi ve imamı olan Sırru's-Sakatî'ye, (H. 261) akla ilişkin soru sorulduğunda: "Akıl; kendisi ile emir ve nehiyler için delil ikame olunan nesnedir" demiştir.[350]
el-Fudayl b. İyaz (H. 270) ise şunları söylüyor:
İnsanlar içinde şanı yüce Allah'ın rızasını en çok hak edenler; Allah'ı bilenlerdir.
Ebu Hafz en-Nişaburî'ye (H. 270) "Akıllı kim?" diye sorulduğunda, "Kendisi için ihlas isteyendir" diye cevap verir. Haris kuşağından olan İbn-i Mesruk ise şöyle demektedir:
Aklını, aklı için aklından sakınmayan helak olur. [351]
Bu akılcı eğilim; temel prensipleri Haris b. Esedi'l-Muhâsibî tarafından vaz'edilen Bağdat ekolünün genel eğilimidir ve genel anlamda kelamı ve tasavvufî tevhid anlayışı, bu anlayış ile ilgisi sebebi ile de bîr yandan Allah'ın diğer sıfatları ile birlikte bu sıfatlarından biri olan kelam sıfatı, diğer yandan da zühd ve Allah (c) sevgisine matuf bilgi ve kelamî sorunlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. [352]
Bu okul ile bazı mensuplarının akıl ve dinî-ahlâkî bazı kavramların akıl ile ilgisine açıklık getiren ifadelerinden genel eğilimleri anlaşıldığına göre Hâris'in bu okula liderliği; bölük pörçük ifadeleri ile değil, tam bir açıklıkla tasavvufî, kelamî, felsefî ve bilimsel anlamda zincirin bütün halkalarını birleştirerek aklın görevini belirlemesi ile açıklanmalıdır. [353]
[349] Tabakatu's-Sufiye, s. 137-139.
[350] Aynı eser, s. 49-51.
[351] Aynı eser, s. 131.
[352] Ebu Ala el-Afifi, et-Tasavvuf, s. 94.
[353] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 137-139.