seymanur K
Sat 9 July 2011, 01:51 pm GMT +0200
Hâris'in Okulu
Es-Sülemî: "Muhasibi Bağdatlılardan çoğunun hocasıdır" [142] diyor. El-Attar ise, et-Tezkire'sinde: "Muhasibi Bağdat'ta şeyhlerin şeyhi, yaşadığı dönemde de velilerin ve her alanda ilim adamlarının başvuru kaynağı idi"[143] demektedir. Sufîlerin Hâris'ten: "Aynı asırda yaşamış, zahir ve batın ilimlerini şahsında toplamış dört kişinin beşincisi ve diğer dördünün de hocasıydı" diye söz etmeleri onun tasavvuftaki düzeyini de ortaya koymaktadır. Çünkü Ma'ruf el-Kerhî (H. 200), İbn-i Ata (H. 209), es-Sırru's-Sakatî (H. 251), Amr b. Osman el-Mekkî (H. 295) ve el-Cüneyd'ten (H. 297) her biri, ya Hâris'ten ilim öğrenmiş ya da onunla dost olmuştur.
Hicri üçüncü asrın ikinci yarısının ilk yıllarından itibaren tasavvuf hareketi gelişmeye başlamış, tasavvuf şeyhlerinin sayıları artmış ve bu şeyhlerin ders halkaları İslâm coğrayasının değişik bölgelerine dağılmıştı. Temel ilke ve amaçları birbirine benzemesine rağmen, Kur'ân ve sünnet ilimlerinde kesbettikleri selefi kültüre ilave olarak içinde yetiştikleri ve yaşadıkları çevrenin de tasavvuf anlayışlarını etkileyeceği son derece açıktır. Sözünü ettiğimiz selefi kültüre vukufiyet ve yaklaşımları bölgeden bölgeye bir takım farklılıklar arzetmekteydi çünkü müslümanlar tarafından fethedilen bölgelerde, fetihten önce köklü bir medeniyete sahip geleneksel kültürler taklîd ediliyordu. Bundan başka tasavvuf halkası ile şeyh arasındaki bireysel uyum da önemlidir; talebe ve müridler şeyhe ve fikirlerine sıkı sıkıya bağlı olmak durumundadırlar. Çünkü "Üstadı olmayanın imamı şeytandır." Hatta el-Kerhî, müridlerinden: "Kendi aracılığı ile tevbe etmeleri"ni istemişti. Yine Ebu Yezid el-Bistamî ilginç bir ifade ile, öğrencilerinden: "kendisini 'O' diye çağırmalarını, Allah (c) diye çağırmamalarını" istemiştir. Bütün bunlar farklı bölgelerde yaşayan sufiler arasında anlayış farklılıklarına neden olmaya başlamıştı. Bir halka Nişabur'da farklı, Basra'da, Bağdat'ta, Şam ya da Mısır'da farklı farklı görünümlerde ortaya çıkabiliyordu.
Eski kültür merkezlerine yakınlıkları nedeni ile Arami, Mazdek, Mani ve Hind kültürlerinden etkilenen tasavvuf ekolleri ilk önce Küfe ve öteki İran şehirlerinde ortaya çıkmıştı.
Bağdat, İslâm'ın siyasî ve iktisadî merkezi haline gelip tasavvufun durumu Basra'da zayıflayınca el-Hasanu'l-Basrî'nin etkisi ile selefî ve kelamla karışık-tasavvuf Bağdat'a geçmiş; Basra ve Medine mirasını birlikte devralarak Bağdat tasavvufunun temel ilke ve prensiplerini vaz'etmişti. Bu nedenle Bağdat tasavvuf ekolünde; Mutezilî kelam okullarının etkisi altında kalan Basralı sufîlerin zühd anlayışı ile hadisin gölgesinde gelişmiş olan Medine ekolünün zühd anlayışı iç içeydi. Bu okulun ilk habercisi ve en bariz temsilcisi ise Haris b. Esedi'l-Muhasibi'dir [144] (H. 243).
Daha Önce, Hâris'in biyografisini veren tabakat müelliflerinin; onun hakkında: "Bağdat okulunun şeyhi" ifadeseni kullandıklarından söz etmiştik. Bu ekole mensup sufîlerin tamamı ya doğrudan veya dolaylı olarak, Hâris'ten veya öğrencilerinden ders almıştır ve üzerlerinde tasavvuf ve kelamda Haris felsefesinin temel çizgi ve özellikleri açıkça görülebilir. Hâris'in biyografisine yer veren müellifler; Ebu'l-Abbas İbn-i Mesruk et-Tusî, Ahmed b. Hasen b. Abdülcebbar es-Sufî, el-Cüneld b. Abdurrahman, Ahmed b. Nasr el-Feraizî, İsmail b. İshak es-Sekafî, es-Serrac ve Ebu Ali b. Hayran el-Fakih gibi bir kaç öğrencisinin ismini de vermişlerdir. [145]
[142] Tabakatu's-Sufîye, s. 56.
[143] Tezkiratu'l-Evliya, s. 225.
[144] et-Tasavvuf; es-Sevratu'r-Ruhiye fi'l-İslâm, s. 87.
[145] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 59-61.