- Hariciler

Adsense kodları


Hariciler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 06:20 pm GMT +0200
HARİCİLER


95- Zeyd yaşamı boyunca Hariciler´in ihtişam ve kuvvetlerinin başlangıcından tutun da, yıldızlarının sönmesini, güçlerinin silinmesini gördü. Dolayısıyla onlar hakkında, Özellikle kendilerinin Şia fırkalarının karşısında bulunan bir fırka olduklarından dolayı haklarında bir kaç söz söylememiz gerekmektedir. Hariciler, fikri yapılanın alan nda Şia´nın fikir yapılarının oluşumunun tam karşısmdadırlar. Çünkü şiiler İmametin yalnız Ali (ra)ın soyundan olacağını kabul ederler. Hariciler ise. Arap ailelerinden hiçbirinin imameti tekeline alamıyacağma inandıkları gibi, bilakis imametin yalnız Araplara has olamayacağını da kabul ederler. Ayrıca imamın mevaliden olmasını caiz gördükleri gibi, zulüm veya işkencede bulunduğunda alaşağı edilmesi konusunda kendisini himaye edecek bir engel olmaması için halifenin Kureyş dışından getirilmesinin daha uygun olacağını da kabul ederler.

Hariciler, garip fikirlerin dolup taştığı böyle bir dönemde ortaya çıkan bozuk renk­lerden bir renktir. Nitekim haricilerin zuhuru, Şiilerin ortaya çıkışıyla paralellik arzeder. Çünkü her ikisi de Ali (ra) döneminin bir fırkası imiş gibi ortaya çıktı. Onlar,Ali´ye son-derece bağlı taraftarlarından idiler.

Hariciler, Sıffin´de savaş kızışıp, Muaviye´nin savaşın acısını tattığı, savaş ateşinin yüzünü alazladığı ve şayet hakeme başvurma düşüncesi can simidi gibi yetişip onu kur-tarmasaydi kaçmayı düşündüğü bir esnada, ortaya çıktı. Muaviye´nin ordusu, Kur´an´ın hakemliğine başvurmak amacıyla mushafları havaya kaldırdı. Fakat Hz. Ali, savaşa de­vam edilmesinde ısrar etti. Ordusu içerisinden ortaya çıkan grup hakeme başvurmaya çağırarak kıyam etti ve Hz. Ali´yi hakeme başvurmaya kabule zorladı. İşte ortaya atılan bu grup daha sonraki haricilerin çekirdeğini teşkil etmiştir. Hakeme başvurma olayı Ebu Musa el-Eş´ari´nin oyuna getirildiği bir aldatmacayla son buldu. O da, Eş´ari´nin, Hz. Ali´nin azlini, Amr b. el-As´m Muavİye´yi azletmesi karşılığında kabullenmesidir. Böy­lece o, Ali´yi azletti, ancak Amr, Muaviye´yi azletmedi aksine onu yerinde bıraktı. Bu olay sayesinde Muaviye´nin üstlendiği başkaldırı eyleminin tırmanışına yardımcı olun­du. İşte o anda, ortaya çıkan bu grup hakeme başvurmayı kabul etmekle kendilerinin ve kendileriyle birlikte Ali´nin de hataya düştüğünü, böyle bir hatanın da küfür olduğunu, kendilerinin bu düşünceden vazgeçip tevbe ettiklerini, Ali (kv) nin de işlediği bu hata­dan dolayı tevbe etmesi gerektiğini, aksi takdirde tevbe edinceye kadar kafir sayılacağı­nı ilan ettiler. Hariciler, kendilerine slogan olarak "Hüküm yalnız Allah´a aittir" sloganı­nı edindiler. "Hüküm yalnız Alllah´a aittir" sözünü çok tekrarladıklarından dolayı kendi­lerine Muhakkime adı verildi. Bu sözle, kişilerin din işlerinde hakem yapilamiyacağını kastediyorlardı.

96- Bu fırka, İslami fırkaları, arasında fikirlerine ileri derecede bağlı olanı hiddet ve atılganlık bakımından da en şiddetli olanıdır. Onlar, savunmalarında ve gözü pek davra­nışlarında, zahiri anlamlarıyla ele aldıkları lafızlara ummuyorlardı. Bu zahiri anlamları kutsal bir din zannettiler. "La hükme illa Iillah" kelimesi kalplerinde köklü bir yer et­mişti. Böylece bu kelimeyi çağrıda bulundukları din olarak benimsediler. Yine onlan, efendimiz Osman (ra), İmam Ali (kv) ve Emevi oğulannın zalim hükümdarlanndan uzak durma düşüncesi büyüledi. Bu uzak duruş, kendilerini hakka yöneltecek ve oradan da tekrarlayıp durdukları kelimelerin anlamlarına vardıracak bütün yollan üzerlerine ka­padı. Daha doğrusu dini hakikatlerin anlamlarına doğrudan doğruya vardıracak kapıla­rı... Ancak bu uzak kalış düşüncesine cemaatlerine katılmanın ilk temel ilkesi olarak bakmadılar. Böylece her kim bu imamlardan ve Emevi oğullarından berî olduğunu açıklarsa onu cemaatleri arasına katıyorlar, bunun yanında diğer birçok temel ilkeler ko­nusunda tolerans gösteriyorlardı.

Adil hükümdar Ömer b. Abdülaziz onlarla tartışmaya girdi; hiçbir hükümde onu zu­lümle İtham edip sorgulmadilar. Ancak Emevi oğulları ile olan geçmişine karşı çıktığı­nı, zulümlerin sürüp gitmesini engellediğini, hatta onların elde ettikleri haksız kazançla­rı ehline geri verdiğini ikrar etmeleri yanında zalim aile ocağından beraatini alenen söy­lememesini tenkit konusu kabul ettiler..

Ancak kendilerim berî sayma mantığı ile düşünmek, onları tümüyle sardığından bu düşünce onların Ömer b. Abdülaziz´İn itaati altına girerek İslam cemaati sancağı altında yürümemelerine engel oldu.

97- Böyle sözcüklere tutunma olayı, onları tuhaf bir fikri saplantıya sürükledi. Zım-miyi öldürmeyi ve malını yemeyi engellerken, kendilerine muhalif olan mü´mini öldürü­yorlardı. Bu hususta rivayet edilir ki, boynunda Kur´an ve beraberinde hamile hanımı ol­duğu halde Abdullah b. Habbabb. Eret onlara rastlar. Şöyle derler:

- Boynundaki, şüphesiz bize Öldürülmeni emrediyor. Devamla:

- Ebubekir ve Ömer hakkında neler söylersin? Onları hayırla andı. Bu defa:

- Hakeme başvurmadan önceki Ali hakkında ve ilk alü yılındaki Osman hakkında ne dersin? (Yani halifeliğinin ilk yıllarındaki) onlar hakkında da iyi şeyler söyledi.-Bu sefer

de şöyle dediler:

- Peki hakeme başvurma olayı konusunda ne dersin?

- Şüphesiz Ali´nin Allah´ın kitabını daha iyi bilen onun, dini karşısında daha muttaki ve basiretinin daha etkili olduğunu söylerim. Bunun üzerine, "sen hiç de hidayet üzere değilsin. Sen adamlara isimlerine göre tabi oluyorsun" dediler, sonra da onu nehrin ke­narına çektiler ve boğazladılar. Hanımının da karnını deştiler. Bu esnada hıristiyan bir adamdan hurmasını satın almak istediler. Adam, "o sizin olsun" dedi. Onlar:

- Vallahi biz onu ancak para karşılığı alırız. Adam:

- Ne tuhaf şey, siz Abdullah b. Habbab gibisini öldürüyorsunuz da bizden bir hurma­yı kabul etmiyorsunuz!

- Senin için Rasulullah´ın verilmiş sözü var.[1]

Böylece onlarda birbirine zıt sıfatlar bir araya geldi: Takva ve fikri açıklamada çıl­gınlık, kabalık, hıyanet, gözü peklik, ortaya atılış, dini konulara yan bakış... İşte meram ve gayelere nüfuz etmeksizin lafızlara takılıp kalan herkesin durumu budur.

98- Haricilerde bu sıfatların bulunmasındaki temel neden, çoğunluğunun kırsal ke­sim Araplarından olmasıdır. Onların az bir kısmı yerleşik Araplardandı. Bu kimseler, aşırı fakirlik ve cefakarlık içerisinde idiler. Fikri oluşumlarındaki kısırlıklarına, ta-savvurlarındaki dar görüşlülüklerine ve ilmi düşüncelerden uzak bulunmalarına rağmen İslam kalplerinin içine kadar girebilmişti.

İşte bu özelliklerin toplamından akli yapılarındaki dar görüşlülük^nedeniyle mütaas-sıb, tam inançlı, sahradan çıkageldikleri için aniden parlayan ve düşünmeden ileri atılan, bir şey bulamadıkları için de zahid olan gönüller oluştu. Çünkü birşey bulamayan gönül inanç bayındır eder, vicdanına da güçlü bir itikad dokunursa artık bütün maddi şehvet ve arzulardan, böyle bir hayatın sığmağından vazgeçer ve bütün varlığıyla ahiretin, şa´şaalı

hayatını kazanmaya yönelir.

İçinde yaşadıkları bu yaşama biçimi, onları sertliğe, kabalığa ve terör davranışlarına itmişti. Eğer onlar lüks yaşam biçimlerinin herhangi birisi içerisinde müreffeh ve eğlen­celi bir tarzda yaşasalardı, bu tarz yaşayış onların terörce davranışlarını hafifletecek, ka­balıklarım yumuşatacak, gönüllerini zinde tutacaktı. Bu konuda rivayet olunur ki, Ziyad İbn Bbihi´ye gözü pek ve yiğitlerden Ebu´1-Hayr künyesiyle anılan bir adamın Haricilik görüşünde olduğu haberi ulaşır ulaşmaz onu çağırır ve vali yapar. Kendisine dört bin dirhem aylık bağlar. Zekat tahsildarlığı komisyonu olarak da yıllık yüz bin takdir eder. Ebu´1-Hayr şöyle derdi: "Taatın gerekliliğinden ve cemaatın sırtından geçinmekten daha yararlı bir şey görmedim." Ziyad´m. kendisinin yaptığı bir şeyi beğeıımeyinccye kadar bu haliyle vali olarak devam etti. Dolayısıyle kendisi de Ziyad´ın icraatını beğenmeyince Ziyad onu hapsetti. Ölünceye kadar da hapishanesinden çıkmadı.[2]

99- Haricilerin dini hamasetlerine rağmen, onların kenar mahallelerde yaşayan kabi­lelerden olduğu ve bu tür kabilelerle şehir merkezinde yaşayan kabileler arasında ezeli bir çekememezlik bulunduğu varsayılabilir. Dolayısiyle onların hareketleri şehirlilere hasetten uzak kalamaz. İşte hariciler, Kureyş´i halifeliği tekellerine aldıklarından dolayı çekemiyorlardı. Belki de bu etken, gönüllerinde şuursuzca davranışları meydana getiri­yordu. Çünkü kinler bazan görüş ve mezhepleri, veya mezhep sahibini farkında olma­dan etkisi altına alır. Bazan insanın gönlüne, onu sabit bir fikre iten arzusu egemen olur. Yalnız aklı kendisini doğru yofa ulaştırdığı halde. İhlasın bu yola ittiğini hayal etti­rir.

Madem ki bunlar birer psikolojik gerçekliklerdir, öyleyse çoğunluğu kenar mahalle ehlinden olan haricilerin, halifeleri lüks hayat içerisinden gelen kimseler olarak gördük­lerini, onların hükümranlığından nefret ettiklerini, halifeliği ve halifeliğe hak kazananla­rı, bu nefretli bakışların gölgesi altında mülahaza ettiklerini tasavvur etmek zorundayız. İşte bu durum, onları şuursuzca davranışlara itiyordu.

Haricilerin çoğunluğu Araplardan ve pek azı da kendileriyle birlikte yaşayan fakat Arap olmayan kabilelerdendi. Bu durum, Şia´nın tam tersinedir. Çünkü Şiilerin çoğunlu­ğu mevaliden olduğu gibi pek azı içlerinde yaşayan Araplardan idi. Mevalilerin hariciler arasında az oluşunun nedeni, onlardan nefret etmelerinden dolayıdır. îbni Ebi´l- Hadid rivayet eder ki, bir mevali Haricilerden bir kadına evlilik teklif etti. Bunun üzrine harici­ler kadına; "Sen bizi rezil ettin" dediler. [3]


Haricileri Cemaat Yapan İlkeler


100- Haricilerin temel ilkelerinin bir kısmı onların.akıllarının kısırlığına, bakış açılarına yüzeyselliğine ve olayları yorumlamalarını kelime oyunlarıyla oluşturmalarına, -ı olarak yerleşik kabilelere ve özellikle Kureyş´e horJayarak bakmalarına delalet V orsa da, bu-durum genel olarak fikri yapılanmaları için apaçık bir görüntü sergili­yor.

1) Bu görüşlerin başta geleni, halifenin yalnız belirli bir kesimin değil topyekün

müslümanlann katılımıyla seçileceği görüşüdür. Böyle bir kimse, adaleti ayakta tuttuğu, şeriatı uyguladığı, hata ve sapmalardan uzak kaldığı sürece halife olarak devam eder. Eğer yan çizerse azledilmesi veya katli vacib olur.

2) Bu görüşlerin ikincisi, halifeliği Arap ailelerinden bir ocağın tekeline bırakmama­larıdır.

Müslümanların çoğunluğunun belirttiği üzere halifelik yalnız Kureyş´e ait olmadığı oibi, sadece Araplara da has değildir. Hilafet konusunda herkes eşit hakka sahiptir. Bila­kis şeriate muhalefet ettiği ve haktan saptığı takdirde azledilmesi veya öldürülmesinin daha kolay olması için halifenin Kureyş dışından olmasını tercih ederler. Çünkü Tröyle bir halife için himaye edici asabiyyel bağı ve ona sığınak olacak aşiret bulunmaz.

3) Necid Haricileri, şayet İnsanlar kendi aralarında birbirlerinin haklarına saygılı ola-biliyorlarsa, imama ihtiyaç bulunmadığı görüşündedirler. Eğer kendilerini hakka götüre­cek bir imam olmadan haklara saygılı olma işinin tamamlanmayacağım görürlerse se­çerler ve bu caiz olur. Onlara göre İmam şeriatın gereği olarak vacib değil, aksine caiz­dir. Eğer imamın seçilmesi zorunlu görülüyorsa, bu ancak toplumun çıkan uyarınca ge­rekli görülür.

4) Hariciler, şu veya bu günah ayrımı yapmadan, bütün günah sahiplerini tekfir eder­ler. Özellikle içtihatta hataya düşmeyi günah sayarlar. Dolayısıyle Ali (kv)yi hakeme başvurmayı kabul etmesiyle kafir sayarlar. Oysa ki onlar Hz; Ali´ye bir seçenek sunma­dılar. Bu içtihadı Hz. Ali´min seçtiği doğruysa, p zaman durum üzerinde hata edilen içti­hat noktasını aşamaz. Hz. AH (r.a)ı tekfir edişte aşırı ısrarlı oluşları, içtihatta hata etme­nin hataya düşeni dinden çıkardığı görüşünde olduklarının delilidir.

101- Şüphesiz bu temel ilke, onların İslam cemaatinin dışına çıkmalarını, karşıtlarını müşrik saymalarını sağlayan, bu yüzden hükümdarlara mevkilerini kaybetme korkusu yaşatan etkendir. Bu temel ilkeyi Allah Tcala´nm şu sözünde olduğu gibi lafızların dış görünüşlerine dayandırdılar:

´Ot bulmaya güç yerirebilenin Beyt´i haccetmesi. Allah´ın insanlar üzerindeki bir

hah ve vecibeyidir. Kim bu hakkı inkar (ya da terk) ederse herhalde Allah alemlerden

müstağnidir," (Al-i İmran 97) Mukabele deliline göre lafzın dış görünüşünden haccı

106) Fasık, şüphesiz siyah yüzlü olduğuna göre, kafirdir. Yine Allah Teala´nm kıyamet gününün durumu hakkında şöyle buyurduğu gibi:

"Yüzler var ki, o gün ışıl ısıldır, gülmekte ve sevinmektedir. Yüzler de var kî o gün üzeri tozludur. O tozu da bir karanlık sarar. İste bunlar kafirler vefacirlerdir," (Abese 39-42)

Fasik kişinin yüzü, kıyamet gününde üzerini dumanların kapladığı tozlu vaziyetten başkası olamaz. Böyle bir fasık da, fücur içerisindeki kafirden başkası değildir. Yine Al­lah Teala´nm şu sözü de bunlar arasındadır: "Fakat o zalimler, bile bile Allah´ın ayetle-rini inkar ediyorlar." (En´am 33) Zulüm, inkar demektir. İnkar etmekse, küfür demek­tir. Fasık kişi zalim olduğuna göre, aynı zamanda kafir ve inkarcıdır.

Bütün bunlar, delillerin dış görünüşlerine tutunmaktır.

102- Onların bütün delilleri nasslarm dış görünüşlerine tutunduğu, akıl yürütmeleri de lafızların dış görünüşünü aşamayıp, özüne ve manalarına inemediği için, taşın gedi­ğine nasıl konulacağını çok iyi bilen, belagat sahibi Ali (kv) onlarla tartışmaya girdiğin­de Kur´an nasslarıyla veya Hadis-i Nebevi ile münakaşaya girmez, aksine onlarla Rasu-luflah (sav)in uygulamalarıyla tartışırdı. Ta ki, karşı çıkmaya bir dayanak oulamasmlar. Hz. Ali´nin, hatanın küfrü gerektirmeyeceği, hatta büyük bile olsa günahın da küfrü ge­rektirmeyeceği konusunu açıklarken serdettiği görüşler bunlar arasındandır:

"İlle de siz, benim hata ettiğimi ve delalete düştüğümü, ileri sürerek yüz çeviriyorsa­nız, peki neden topyekün Ümmet-i Muhammed´i delalete düşmüş sayıyor, benim hatam yüzünden onları da hata etmiş kabul ediyor ve benim günahlarım yüzünden onlan tekfir ediyorsunuz? Kılıçlarınız sizin omuzlarınızda; iyi niyetlisine de, kötü niyetlisine de vu­ruyor, böylece suç işleyenle suç işlemeyeni karıştırıyorsunuz. Şüphesiz biliyorsunuz ki, Rasulullah (sav) zina eden evli erkeği recmettikten sonra cenaze namazını kıldı, sonra da ailesini ona varis yaptı. Ayrıca katili kısasla Öldürdü ve ailesini terekesine varis yaptı. Yine hırsızın elini kesti. Zina yapan bekar erkeğe değnek vurdurdu, sonra da her ikisine ganimetten pay ayırdı. Her ikisi de müslüman kadınlarla evlendiler. Rasulullah bu kim­seler hakkında Allah´ın hakkını uyguladı ama, İslam´dan paylarına düşene engel olmadı. Esamelerini aile fertlerinin arasından çıkarmadı."

Bu değerli konuşmada, onları hüccet karşısında aciz bırakan darbe indirici bir cevap tarzı görüyoruz. Artık bu konuda tartışma cesaretini kaybettiler. Ali İbareleri anlamada tarafgir olan itticah-ı cüz´id (kısmı yönelim)´e, varacağı ortak noktadan ve maksattan uzaklaşma bulunduğu gibi, külli ve kapsamlı bakış açısında ise isabet ve gerçeği tüm yönlerden algılama vardır.

103- Buradan hareketle, haricilerin eğilimlerinin, nasslarm zahirleri ile hüküm ver-uygulamalarda düşünmeden ileri atılma, konuşmalarda aniden alevlenmek ve marnların birçoğuna saldırgan tavır takınma biçiminde şekillendiğini görmekteyiz. Fik­ri olusumlariyla uygulamaları arasında kopukluk yoktur. Bilakis düşünce uygulamaya eşlik eder. Aynca onlarda şahıslan kutsallaştırma yoktur. Oysa şiiler bunun -özellikle bu asırda mezheplerini oluşturmaya başlayan îmamiyye- karşısmdadırlar. Çünkü şiilerin temel ilkeleri, nasslara dayanma, hayaller içinde yaşama, lafızları ve zahirlerini bıraka­rak kabul görmeyecek şeylerle yorumlamaya tabi tutma üzerine oturmuştur. Onlar der­ler ki, lafızların bir dış yüzü, bir de iç yüzü, iç yüzünün de iç yüzü... vardır. Bu görüş, haricilerin örnek aldıkları yöntemin tam karşıtıdır. Şiiler, zulme uğramaları korkusuyla görüşleri alenen söylememe anlamında olan takiyye ilkesini benimserler. Oysa ki öteki­ler, hakka yardımdan geri durmanın şirk veya şirk hükmünde olduğu görüşündedirler. Yine onlar, zulmeden zalimler karşısında sustukları gerekçesiyle genel olarak müslü-manfarla savaşırlar. Bunun ötesinde Şia mezhebi, belirli bir aile ocağının halifeliği hak etme konusunda Öncelikli bir konuma sahip olduğu, diğer tüm aile ocaklarının onun alt derecesinde sıralandıkları esası üzerine bina edilmiştir. Şii´lerin bir kolu olan İmamiyye, İmamları kutsallaştırma noktasına çıkarır. Hatta peygamberlerin, imamlardan ancak va­hiy nedeniyle yüce bir mertebede bulunduklarını, bu özellikten sonra gelen peygamber­lere ait bütün meziyetlerin imamda da bulunduğunu açıkça söylerler.

İmam Zeyd ise içinde lafızların zahiri yönlerine tutunma bulunmayan ılımlı bir yak­laşımla konuştu. Hatta dinin özünü kavramak lafızları, kabul görecek şekilde te´vil ede­rek asıl meramını idrak etmek, imamların da diğer insanlar gibi bir insan olduklarını, ancak takva, ilim ve rasul ile bir bağ içerisinde bulunmak üstünlüklerinin var olduğunu benimsetmek için çaba sarfetti. İmam Zeyd, ilk dönemlerde takiyye metodunu benimse­di. Fakat zulmü ve aşağılanmayı kabul etmedi. İşte bu aşağılanmaları görünce, Ölümün sebeplerine karşı yılgınlık göstermeden ve bir hazırlığı bulunmadan kendisini ileri attı. [4]


Haricilerin Aralarındaki İhtilaflar


104- Hariciler hadislerin ve lafızların dış görünüşleriyle hüküm verdikleri için, aralarına sürekli sürtüşmeler meydana geliyor, küçük hesaplar yüzünden ayrılıklara düşmen icarmakanşık bir hal alıyordu. Belki de bu durum, savaştaki cesaret göstermelerinin  yanında bozguna uğramalarının bir çoğunun ardındaki sır idi.

mevilerin, haricilerle savaşmak için görevlendirdiği Muhelleb b. Ebi Sufre kendi

ândaki sürtüşmeleri bölünmeleri ve hiddetlerini kırmak için pusu olarak kullam-

Onları ihtilaf içerisinde bulmadığı zaman da, aralarına sürtüşmeyi alevlendirecek bir kimseyi salıveriyordu.

İşte anlatılan şu olay bu cümledendir: Ezarika´dan bir demirci (Onlar haricilerin en sert gurubudur) zehirli mızrak başlıkları yapıyor ve Muhelleb´in ashabına karşı kullanı­yordu. Bu durum Muhelleb´e ulaşınca, "ben sizi inşaallah ondan kurtarırım" dedi. Kendi adamlarından birisini bir.dirhemle beraber bir mektubu Haricilerin kumandanı ve aynı zamanda emiri olan Katari b. el-Fucae´nin ordusuna doğru yönelterek şöyle dedi: "Para ile birlikte bu mektubu kışlanın içerisine at. Ama kendine çok dikkat et." Adam aynen uyguladı. Mektupta şunlar yazılıydı: "İmdi, mızrak başlıkların elimize ulaştı. Sana bin dirhem iletiyorum. Onları al. Başlıkların sayısını artırdık." Mektup Katari´ye ulaştığı gi­bi demirciyi çağırdı ve şöyle dedi:

-Bu mektup ne!

-Bilmiyorum!!

- Bu dirhemler kimden?

- Onları da hiç bilmiyorum. Bunun üzerine adamı öldürdü. Abdu Rabbih es-Sağir çı-kageldi ve dedi ki:

- Adamı hiçbir vesika ve belge olmaksızın öldürdün.

- Peki bu bin dirhemin durumu nedir?

- Onun durumu yalan da olabilir doğru da. Katari şöyle dedi:

- Öldürülmesinde çıkar bulunan bir adamı katletmek, yadırganacak bir durum değil­dir. İmamın, uygun gördüğü şeyle hükmetme yetkisi vardır. Teb´aran buna hiç de itiraz etme hakkı yoktur.

Bu durum karşısında her ne kadar kendisinden ayrılmadıysa da beraberindeki bir ce­maatle birlikte onu şiddetle kınadı.

Bu sürtüşme haberi Muhelleb´e ulaşınca işi biraz daha kızıştırmak istedi. Nihayet on­lara hıristiyan bir adamı gizlice gönderdi. Ve aynı şeye Özendirecek ücreti ona da vere­rek dedi ki: "Katari´yi gördüğünde hemen ona secde et. Eğer seni engellerse de ki, ben secdemi yalnızca senin için yaptım." Hıristiyan adam aynısını yapınca Katari dedi ki: "Secde yalnız Allah Teala´ya yapılır." Hıristiyan ise: "Ben de yalnız sana secde ettim." dedi.

Bunun üzerine haricilerden birisi: "O Allah´a değil de, sana secde etti" dedi ve şu ayeti okudu:

"Şüphesi: ki siz ve Allah´tan ba§ka taptıklarım: cehennem odunusunuz ve siz oraya varacaksın i:." (Enbiya 98)

Katari dedi ki; "Hıristiyanlar Mesih İsa b. Meryem´e taparlar ve bu tapış İsa´ya hiçbir zarar vermez." Derhal haricilerden bir adam kalkarak Hiristiyanın üzerine yürüdü ve onu öldürdü. Katari, adamın yaptığı bu işi kınadı. Haricilerden bir gurup da onu kınama­sından dolayı Katari´yi kınadı.

Bu sürtüşme de aynı şekilde Muhelleb´e ulaşınca, aralarındaki bu durumu biraz daha stırmak istedi. Onlara soru soracak bir adamı yanlarına gönderdi. Adam da yanlarına İdi ve dedi ki: "Size doğru hicret ederek gelmekte olan şu iki adam hakkında nedersiniz? Onlardan birisi yolda ölse, diğeri de size kadar ulaşsa, siz onu bir baskına göndere­rek imtihan etseniz ve o da baskına katılmayı uygun bulmasa bu iki kimse hakkında ne dersiniz? Onlardan bir kısmı ölen cennetliktir fakat öteki ise mihnet olayına katılmayı uy »un görünceye kadar kafirdir dediler. Diğer bir gurup da, her ikisi de kafirdir dediler. Ayrılıklar o denli şiddetlendi ki, Kafari, kavmi bu sürtüşme içerisindeyken îstahar hudu­duna çekilip bir ay orada ikamet etmek zorunda kaldı.[5]

105- Haricilerin, lafızları dış görünüşleri ile benimsemelerinin, ithamları reddetmeye varıncaya kadar büyük etkisi olmuştur. Bu davranış, sürtüşmeleri alevlendirdiği gibi, it­hamları da defetmeye yarıyordu. Bu hususta, Ubeyde b. Hilal Elişkirinin bir demircinin hanımıyla töhmet altında bırakıldığı rivayet olunur. Onu. demirci evde yokken defalarca evine girdiğini gördüler. Emirleri Katari b. Fucae geldiğinde durumu anlattılar. Katari onlara dedi ki: "Ubeyde, din konusunda bildiğiniz şekilde olduğu gibi, cihad konusunda da gördüğünüz şekildedir." Bunun üzerine:

- Onun fuhuş yaptığı konusunda araştırma yapamayız, dediler. Katari:

- Öyleyse vazgeçiniz, dedi. Sonra Ubeyde´ye adam gönderdi ve durumu haber verdi. Ubeyde:

- Ya emirelmü´minin, gördüğün gibi bana bühtanda bulundular. Katari:

- Seninle onların arasını bulacağım. Fakat sen, ne suçlunun baş eğişi gibi başını eğ, ne de suçsuzun boyun kaldırışı gibi boynunu kaldır. Böylece aralarını buldu ve konu üzerinde konuştular. Ebu Ubeyde kalkarak besmeleyi çekti ve şu ayeti okudu:

"Doğrusu iftira ile gelenler sizden, birkaç kişidir. Bunu kendiniz için şer saymayın. Belki o sizin için hayırlıdır. O iftiracılardan her birine kazandığı günah vardır. Onlar-dan iftiranın büyüğüne sahip çıkıp yürütene ise büyük bir azap vardır." (Nur: 11)

Bu ayetleri dinledikleri zaman ağlayarak ayağa kalktılar, Ubeyde´yi kucakladılar ve bizim için mağfiret dile, dediler.[6]

Bu ayetleri okuyuşla, itham konusunu şöyle düşünmekten onları uzaklaştırmış oldu. Olay doğruysa, azabı hakeder. Yok eğer yalansa ona bühtan yapmış olurlar. Konuyu, nass paralelinde, uygulamaya koymaksızm üzerinde düşünmediler bile. Böylece onu de-´ insiz olarak töhmet altında bulundurduktan sonra yine delilsiz olarak beratıyla ilgili hü-um çıkardılar. Ve böyle hızlı fikir değiştirmeyi gerektirecek güçlü bir sebep olmaksızın diğer Çelişkiden diğer çelişkiye intikal ettiler. [7]



Haricilerin Fırkaları


106- Her ne kadar bahsettiğimiz ana ilkeler onları genel hatlarıyla bir araya topluyor idiyse de, aralarındaki sürtüşmelerin çokluğu nedeniyle fırkalara ayrılmaları da çok ol­du. Bu fırkaların başhcalan: [8]



1- Ezarika


107- Bunlar, Hanİfeoğullanndan olan Nafi b. Ezrak´m taraftarlandır. Cesaret yönün­den haricilerin en güçlüsü ve sayıca en kalabalık olanlarıdır. Yine onlar, İbn ZÜbeyr ve Emevilerden ilk darbeyi alanlardır. Nitekim Nafi´, İbn Zübeyr ve Emevi komutanlan ile on dokuz yıl savaşmış ve savaş alanında ölmüştür. Kendisinden sonra yönetim işlerini Nafi´ b. Ubcydullah, sonra da Katari b. Fucae üstlenmiştir.

Kendilerini diğerlerinden ayıran ana ilkeler şunlardır:

a) Onlar, muhalif müslümanlan sadece mü´min saymamakla kalmayıp, bilakis onlan cehenemde ebedi kalacak müşrikler olarak görüyorlar, onlarla savaşmayı ve öldürülme­lerini de helal sayıyorlardı.

b) Muhalif müslümanlann vatanlan, darülharpte mubah kılınan şeylerin mubah gö­rüldüğü bir darülharp durumundadır. Kadın ve çocukları esir almak mubahtır. Savaş­maktan geri duranları da Öldürmek mubahtır.

c) Çocukları öldürmek de mubahtır. Muhaliflerin çocuklarının ebedi cehennemde ol­duğu kanaat indedirler. Yani muhaliflerinin küfrünü gerektiren suç, her ne kadar aynı su­çu işlemeseler de çocuklarına sirayet eder. Fakat bu, onlardaki fikri bir saplantıdır.

d) Fıklıi görüşleri arasında recm cezasını kabul etmeyişleri mevcuttur. Kur´an-ı Ke-rim´de sadece "değnek vurma" cezasının bulunduğunu, recm cezasının Kur´an´da geç­mediğini ve kendilerince sünnette sabit olmadığını söylerler.

e) Yine iftirada bulunma cezasının sadece evli kadına zina isnad eden kimse için sa­bit olduğu, fakat evli erkeklere zina isnadında bulunan kimseler hakkında sabit olmadığı görüşündedirler. Çünkü onlar aşağıdaki nassın zahirine göre hüküm veriyorlar:

"iffetli hür kadınlara zina suçu atan, sonra dört şahit get´vemiyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Ve işte onlar günah işleyip ilahi yoldan çıkmış kişilerdir." (Nur 4)

Burada evli erkeklere zina isnadında bulunmak cezası zikredilmemektedir.

f) Yine onlar, nebilerin küçük veya büyük günah işleyebilecekleri görüşündedirler.[9]

Bu görüş, şüphesiz onların durumlan konusundaki çelişkilerden birisidir. Madem ki onlar büyük günah işleyenin müşrik olduğuna hükmediyor ve aynı suçu nebiler hakkında da caiz görüyorlar.O halde bu. Nebi de bazan küfre gidip sonra tevbe eder demektir.Bu görüşleri Allah Teala´nm şu sözünün zahiri anlamından algılamaktadırlar: "Şüphesiz biz senin için açık bir fetih yolu açtık. Allah´ın, senin geçmiş ve gelecek kusurla-nnı bağışlaması için..."(Fetih 1) [10]


[1] el- Kamil 2/143

[2] el-Kamil 2/14

[3] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 117-120.

[4] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 120-123.

[5] Nehcû´I-Belağe Şerhi 1/406

[6] el-Kamil 2/225

[7] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 123-125.

[8] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126.

[9] el-MiIel ve´n-Nihal, Şehristani

[10] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126-127.