- Hariciler

Adsense kodları


Hariciler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Tue 14 September 2010, 03:29 pm GMT +0200
Hariciler



68- Hariciler Nasıl Meydana Çıktı?:


Hâriciler, kendi inançlarına ve fikirlerine müthiş bir taassupla bağlı, dindar görünen bir İslâm fırkasıdır. Akidelerini çılgınca savu­nurlar. Korkunç hükümleri olan serkeş insanlardır. Kanaatleri uğrunda, gayeleri yolunda her şeye göğüs gererek savaşırlar, çekinmeden ileri atı­lırlar. Onları buna sürükleyen şey, zahirine bağlandıkları bâzı sözler ol­muştur. Bunu mukaddes din sandılar ve mü´min olan ondan asla ayrılmaz hesap ettiler. Onların aklı: "Hüküm ancak Allah´ındır" sözüne saplandımı bir dînî düstûr gibi tutup muhaliflerinin yüzüne dâima haykırdı­lar. Konuşmak isteyenlerin sözünü bununla kestiler. Hz. Ali´yi konuşur­ken gördüler mi, hemen bu sözü söylerlerdi. Bu söz onların kalkanı ol­muştu. Hz. Ali onlar bu sözü tekrar tekrar söyleyince şöyle demiştir: "Doğru bir söz, fakat bununla bâtıl murad olunur, bunu kötüye kullanı­yorlar. Evet hüküm yalnız Allah´ındır. Fakat bunlar amirlik ancak Al­lah´ındır diyorlar, insanlar için doğru, sapık bir emîr lâzımdır. Onun emri altında mü´min amel eder, kâfir de faydalanır. Vergiyi toplar, düşmanla çarpışır, yollarda emniyet ve asayişi sağlar, zayıfın hakkını kuvvetliden alıverir, böylece hayırlı olan kimse rahata kavuşur, fâcirden kurtulmuş olunur."

Hz. Osman´dan, Hz. Ali´den ve zâlim olan hâkimlerden kendilerim uzak tutmak, onlardan teberrî etmek düşüncesi, Haricîleri o kadar şaşırt­tı ki, akıllarım bile bozdular. Bu fikre öyle körü körüne saplandılar ki, anlayışlarına hâkim olan hep bu düşünce oldu. Hakka götüren yol, on­lar için adetâ kapalı kaldı. Bu kaba kuvvete Hz. Osman´dan, Hz. Ali´den, Tâlha ve Zübeyr gibi Ashabın ulularından, Bmevîlerin zâlim hükümdar­larından ayrılanlar hep bunlara katıldılar ve bu fikre saplandılar. Tesiri daha şiddetli olan diğer prensiplerde müsamaha gösterdiler, fakat bu teberrî prensibine sımsıkı sarıldılar. Abdullah Ibn-i Zübeyr, Emevîlere karşı ayaklandı. Haricîler onun tarafına geçtiler. Ona yardım yapacak­larım, onun saflarında döğüşeceklerini va´dettiler. Fakat onun, kendi ba­bası Zübeyr ile Tâlha´dan, Ali ve Osman´dan teberrî etmediğini öğrenin­ce, ondan ayrıldılar, onun etrafından savulup gittiler!

Fakat Haricîlerin kafasına teberrî fikri saplanmıştı. Muayyen şahıslar Müslüman saymıyorlardı. Bu-sebeple Ehl-l HUnnflt ve´l Cemâat topluluğuna giremediler, sapık fırkalardan oldular. [1]



69- Hâricîlerîn Nitelikleri:


Haricîler, parlak ve yaldızlı sözlerin tesiri altında kalmakta Fransa´» da en korkunç cinayetleri, irtikâptan çekinmeyen Ya´kubîlere benzerler. Bunlar hürriyet, müsavat, kardeşlik kelimelerini tutturdular ve bunlar nâmına kan döktüler, nice canlara kıydılar, Haricîler do (gerçek îman, hüküm ancak Allah´a aittir, zâlimlerden teberrî) naralarını tutturdular ve bunlar adına Müslümanların masum kanım mübâh sayıp kan lçtil

"Yakûbîlik zihniyeti kısa düşünceli, dar görüşlü, inatçı bir görüf mahsûlü olup sahibini gayet basit bir adam derecesine düşürür. Bu zih­niyetin sahibi, işlerin ancak dış tarafım görür, ruhunda hâsıl olan evhamı, hakikat sanır. Olayları birbirine bağlayamaz. Gözünü dikmiş olduğu hiı-yâlden asla ayıramaz. Demek oluyor ki, Yakûbî işlemiş olduğu cinayet­leri akıl ve mantık sâikasiyle işlemiyor. Çünkü akıl ve mantıktan onun nasibi yoktur. O, zayıf aklına uyarak bu gibi şeyler peşinde koşuyor. Halbuki yüksek idrâk burada durur kalır."

Yakûbîlerin bu hâli, birçok cephelerden Haricîlerin hâlet-i rûhiyeulnn uygun düşmektedir. Aşağıda zikri gelecek hâdiseler ve münâkaşalar bu­nu göstermekte ve isbâta kâfi gelmektedir. [2]



70- Ruhî Haletleri:


Hamaset duyguları ve kelimelerin zahirine saplanmak hevesi; Hari­cîlerin vazıh vasıfları yalmz bunlar değildir. Bunların yanışını diğer vasıflar da yer almaktadır. Meselâ: Fedakârlık, serkeşlik, ölümden çe­kinmemek, sebepsiz tehlikelere atılmak gibi vasıflar, bunlar meyanında dır. Bu hareketlerin bâzıları heves mahsûlü idi. Bâzısı da âsâp bozuklu­ğundan ileri geliyordu. Mücerret kahramanlık göstermek ve mezhebi şiddetle sarılmak emri veriyordu.


Haricîlerin içinde öyleleri vardı ki, Hz. Ali hutbe okurken sözünü ke-Horlerdi. Hattâ o, namaz kılarken namazım bile kesenler bulunurdu, Al-lah´dan sevap umarak Müslümanlara meydan okuyanlar vardı. Böyle yapmakla Allah´a yaklaştığını zannederlerdi. Abdullah tbn-i Habbâb b. Aretî´yi[3] öldürdüler, cariyesinin karnını deştiler. Bu fecî cinayeti iş­lediler. Hz. Ali onlara:

 Katilleri bize teslim edin, dedi.

 Onun katilleri biz hepimiziz, cevabım verdiler ve teslim etmediler. Hz. Ali onlarla savaştı. Onları tepeledi, hepsini imha edecekti, buna rağ­men geri kalanlar yine bildiklerinden şaşmadılar, kudurmuşcasına eski yollarında yürüdüler. O Hıristiyanlarla bunlar arasında bu bakımdan bir benzerlik yok mu?

Bunların çoğunda gûyâ îslâm´a hulûsla hizmet etmek düşüncesi hâ­kimdi. Fakat buna yanlış yoldan yürüdüler; ters bir istikamet tuttular. Hataları burada idi. Rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, onlarla münakaşa yapmak üzere îbn-i Abbas´ı gönderdi. îbn-i Abbas yanlarına gelince onu i´zâz ve ikramla karşıladılar. îbn-i Abbas karşısında öyle adamlar gördü ki: Uzun müddet secde ede ede alınları dağlanmış gibi yara olmuş...[4]

Bunlann akidelerinde İhlas üzere olduklarında süphe yok. Fakat İhlasın noksan tarafları da çok: dinin özünü anlayamıyorlar. Kendilerine muhalif ulun her MUslümanın kanını helâl saymaları büyük hatâdır. Enteresan olaylarından biri de şudur: Bir defa .bir Müslüman ile bir  hristiyana tesadüf etmişler. Müslümanı öldürmüşler, Hıristiyana Peygamberine olan ahdini muhafaza etmesini tavsiyede bulunmuşlar... Ibn-i Habbâb´a rastladılar, boynunda Mushaf-ı Şerif asılı, yanında da. ge­be olan karısı var. Bu insafsızlar Abdullah´ı yakalayıp:

 Şu boynunda asılı olan Kitap bize seni öldürmemizi emrediyor

dediler.

 Ebû Bekir ve Ömer hakkında ne dersin? diye sordular. O da  hayırla yâdetti.

 Hakem tâyin etme hâdisesinden önce Hz. Ali hakkında ve  Hz. Osman´ın altı senesi hakkında ne dersin? dediler. O da yine hayrı in yâdederek cevap verdi.

 Hakem meselesi hakkında ne dersin? diye sordular. O da bu ce­vabı verdi:

 Benim diyeceğim şudur: Hz. Ali Allah´ın Kitabım sizden çok dn-ha âlâ bilir. Dînini sizden daha iyi korur, sizden daha çok-basiret sahibidir.

 Sen hidâyete tabi´ olmuyorsun, adamlara isimlerine bakarak tabi1 oluyorsun, elediler ve onu dere kenarına çekip hayvan boğazlar gibi kei-tiler!.. Orada ´bulunan bir Hıristiyandan hurma satın almak istediler.

O da:

 Hurma parasız sizin olsun, dedi.

 Parasız asla kabul etmeyiz, dediler. Hıristiyan bu adamların yaptıklarına şaşarak:

 Ne acaip kimseler, dedi. Abdullah b. Habbâb gibi bir zatı öldü­rürler, bizden parasız hurma kabul etmezler!..[5]



71- Taassubları, Kureyş´e Olan Kînlerî:

On iki  Hâdiyc Arapları mahrumiyet içinde İdiler. Maddî mahrumiyet içinde olan ruhu, îman kaplar ve sağlam bir Itlkad vicdana yerleşirse bu dünya nimetlerine tama´ etmekten vazgeçer dünya zevklerine göz dikmez. Kendini âhirete verir, âhiret nimetleri­ne rağbet eder. Cehennem azabından, uzaklaştıracak şeylere sarılır. Onun için Haricîlerde dînî zühd kuvvetli idi.

Sonra onların yaşayış tarzları onları huşunet, kasvet, ünf ve şiddet göstermeğe itecek mahiyette idi. Zîrâ nefis, gördüğü ve alıştığı şeylere uyar. Onlar da sert çöl gibi sert oldular. Eğer Haricîler refah içinde ya­lamalar, nimetlerden faydalansalardı, onların o haşin hâli değişir, sert­likleri ve kabalıkları azalır, onlar da yumuşar ve uysal kimseler olur, tabiatlarında değişiklik görülürdü. Şu hâdiseye bakın: Ebu´l-Hayr ismin­de yoksul ve fakîr bir adamın Haricîlerin görüşlerine taraftar olduğunu duyan Ziyâd îbn-i Ebih, onu nezdine çağırıp ona valilik vermiş ve her ay dört bin dirhem maaş bağlamış, ayrıca senede yüzbin dirhem de ge­lir ayırmış. Ebu´l-Hayr bu bolluğa kavuşunca: îtâattan ve topluluk için­de yaşamaktan daha hayırlı bir şey görmüş değilim! dermiş. Valilik ma­kamında uzun müddet kalmış. Ziyâd onun bir hareketini beğenmemiş, o da Ziyâd´a karşı gelmiş, bu yüzden hapse atılmış ve orada ölmüş. Bunda gayet dikkat edilecek nokta şudur: Nîmete kavuşunca bu adamın o sert tabiatı değişti, ruhu kibarlaştı, müsamahalı ve şefkatli oldu. Taassub ve şiddetten eser kalmadı.

Hz. Ali´ye ve ondan sonra da Emevîlere karşı duran Haricîlerin ço­ğunun bu inançlarında ihlâs üzere olduklarım söylemiştik. Fakat biz bu­nunla, onları hükümete karşı isyana sürükleyen bu akîdelerden başka se­bepler yok demek istemiyoruz. Bunun en açık misâli şudur: Haricîler, Hi­lâfete yalnız Kureyş´in geçmesini çekemiyorlar, başkaları dururken, an­cak Kureyş´in hâkim olmasını kıskanıyorlardı. Gerçekten Haricîlerin ek­serisi Rabîa kabilelerinden idiler. Bunlarla Mudar kabileleri arasında câ-hiliyet zamanından beri eski düşmanlık vardı. İslâmiyet bu düşmanlığın Şiddetini biraz azaltmışsa da büsbütün kaldıramamıştı. Kalblere gizlen­miş, ruhlara sinmiş bâzı câhiliyet izleri kalmıştı. Bunlar, Haricîlerin mez­hebine ve görüşüne kapılanların görüş ve mezheblerinde farkına va­rılmadan, sezilmeden kendini gösterdi. Kalblerde gizli olanı en iyi bilen Allah´dır. [6]


72- Hâricilerin Çoğu Araptır:



Hâricilerin ekserisi Arabdır. Aralarında Mevûliden olanlar (yani Arap olmıyanlar) gayet azdır. Halbuki Haricîlerin Hilâfet hakkında şartlan mevcut olunca, Mevâlî de Halîfe seçebilmek hak kını hâizdi. Çünkü onlar Hilâfeti herhangi bir Arap hanedanına veya İm Mleline, hattâ herhangi bir ırka veya bir zümreye münhasır görmüyor lardı. Bu görüş Mevâlînin işine uygun düşmektedir. Fakat, Mevlînin  Hollerin mezhebinden nefret etmelerinin sebebi şudur: Haricîler, Mevzii­den hoşlanmıyordu. Onlarda da koyu Arap taassubu vardı. Nehcü´l- Şârihi îbn-i Ebî Hadîd naklediyor: Mevâlî´den bir adam Hâricilerden bir kadınla evlenmek üzere dünürlük yolladı. Haricîler buna kızdılar; kadına:

 Bizi rezil ettin, dediler.

Eğer bu asabiyet dâvasım bıraksalardı, Mevâlîden onlara daha uyanlar olurdu.

Haricîler arasında Mevâlî az olmakla beraber, bâzı fırkalarda onla nn tesirini görüyoruz. Meselâ Yezidiyye[7]fırkasının iddiasına göre Al-lâhu Teâlâ Acem´den = Arap olmayanlardan bir Peygamber gönderecek, ona gökten bir kitap indirecek, onunla Şerîat-ı Muhammediyyoyl neshedip kaldıracakmış! Meymûniyye[8] fırkası ise: Bir adamın öz evlâdı­nın kızlarım, gerek erkek, gerek kız kardeşlerinin evlâtlarının kızlarını nikahlayıp almasını mubah görürler[9].  Bunların İran mahsulü olduğu açıktır. Çünkü Mecûsi Fars­lar, İranlı bir Peygamber beklemekte oldukları gibi bu türlü nikâhları da mubah saymaktadırlar. [10]



73- Basit Ve Sathî Görüşleri:


Yukarıki sözlerden Haricîlerin nasıl bir zihniyet taşıdıklarım, onla­rın hâlet-i ruhiyelerini ve soylarım tanımış olduk. Gerçekten onların aki­deleri, basît ve sâde akıl ve fikirlerinin mahsulüdür, inançlarında sathî görüşleri, Kureys´e ve bütün Mudar kabilelerine düşmanlık bundan ileri´ gelir.

a) Birinci görüşleri ki bu onların en doğru, sağlam görüşleridir Halîfenin bütün Müslümanların hür ve serbest seçimle o makama geti­rilmesidir. Bu seçme bir fırkaya veya bir topluluğa mahsus değildir. Adaleti icra ettikçe, dîne uydukça, hatâdan ve sapıklıktan uzak kaldık­ça Halîfe sayılır. Eğer doğru yoldan saparsa azli veya katli lâzımgelir.

b) Onların görüşüne göre Halifelik Arap kabilelerinden hiçbir ha­nedana, aileye mahsus değildir. Kendilerinden başkalarının dediği gibi Hilâfet yalnız Kureyş/in hakkı değildir. Yalnız Araplara mahsus olup Arap olmayanlar o haktan mahrum edilemez. Müslümanların hepsi bu hususta müsavidir. Hattâ haktan ayrıldığı, doğruyu bıraktığı zaman azli ve katli kolay olsun diye Halîfenin Kureyş´ten başkasından olmasını ter­cih bile ederler. Çünkü onu koruyacak kuvvetli asabiyet sahibi kabile, barındıracak aşîret bulunmayacağından azli kolay olur. Başlan olan Ab­dullah îbn-i Vehb Râsibî bu esasları kurdu ve bunlar dâhilinde onu ken­dilerine reis seçerek ona Emîrü´l-Mü´minîn unvanını verdiler. Halbuki o, Kureyşten değildi. Bu başlangıç esası diğer Müslümanları onlara uyma­ğa, mezheblerini benimsemeğe teşvik edici olmalıydı. Fakat onların Me-vâlîyi hakîr görmeleri, Müslümanların kanun helâl saymaları, kadınları ve çocukları bile esir etmeleri, Hz. Ali´nin ve Ehl-i Beyt´in çoğunun îman­larına ta´n ile dü uzatmaları, bütün bunlar Müslümanların onlardan yüz çevirmelerine sebep oldu,

c) Burada şunu da kaydedelim ki, Haricîlerin Necdât´ kolu halkın bir Halîfe seçmesine hacet görmezler- Müslümanlara lâzım olan, araların­da adalete riâyet etmeleridir, derler. Eğer bu cihet, onları hakka riâye­te sevk eden bir imam olmaksızın tamam olmazsa, o zaman bir imam se­çerler. Halîfe seçmek ser´an vâcib değildir. Maslahat îcâb ederse, buna ihtiyaç hâsıl olursa seçmek caizdir.

ç) Haricîler, günah işleyenleri kâfir sayarlar ve bu işte bilerek, kötü maksatla günah işlemekle, bilmiyerek, farkına varmadan, içtihadın­da yanlış olmak sebebiyle hataya düğmek arasında hiçbir fark yapmaz­lar. Bunun içindir ki, hakem tâyin ettikten dolayı Hz. Ali´yi tekiîr eder­ler. Halbuki Hz. Ali hakem tâyinine kendi arzu ve ihtiyariyle gitmemişti.

Haydi teslim edelim ki, hakem tâyinini kendisi istedi, bu içtihadında hata eden bir müctehid durumunu aşmaz. Müctehidin ise hatası bağış­lanır. Onların Hz. Ali´yi tekfîr etmeleri, ictihadda hatanın müctehidi din­den çıkardığına inandıklarım gösterir. Kendilerine cüz´î bir muhalefeti olan Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Osman ve diğer Ashabın uluları hak­kında aynı şeyi yapıyorlar. îctihadlarında hatalarından dolayı onları tekfîr ediyorlar. Nehcü´l-Belâğa Sârini îbn-i Ebî Hadîd, günah işleyen­leri kâfir saymaları hususunda onların tutundukları delilleri sayarak on lan birer birer reddedip çürütmüştür. Nasıl reddettiği bizim için o ka­dar mühim değildir. Bizim için burada mühim olan şey onlann noktai nazarlanni, nasıl düşündüklerini gösterme bakımından onlann delillerini tm vasıta ile öğrenmiş olmaktır. Bu delillerden onlann düşüncelerinin ne kadar sathî olduğunu, bahislerinde hiç derinleşemediklerini, mevzuu et-rafiyle kavrayamadıklannı açıkça görüyoruz.

Bu delillerden bâzısına göz atalım: "Oraya gitmeğe takati olan in­sanlara Allah için Kabe´yi haccetmeleri farzdır. Her kim küfrederse, bil­sin ki, AUâhu Teâlâ âlemlerden müstağnidir." (Al-i îmrân: 97) âyetinde Haccı terk edeni kâfir sayıyor. Haccı terk etmek büyük günahtır. Öyle ise Haricîlere göre büyük günah işleyen her kimse kâfir olur. Diğer de­lilleri:

"Kim ki Allah´ın inzal ettiğiyle hükmetmezse, onlar kâfirlerden olur." (Mâide: 47). Her günah işleyen kimse, onlarca, Allâhim inzal ettiğiyle amel etmiyor demektir ve kâfir olur. Diğer bir delilleri:

"O gün bâzı yüzler ağarır, basa yüzlerse kapkara olur. Yüzleri kara olanlara denir ki: Siz imandan sonra küfredersiniz ha, küfrettiğinizden dolayı şimdi azabı tadın bakalım." (Âl-i îmrân: 106). Onlarca fâsık olan kimse, yüzü ak olanlardan olamaz. Öyleyse o yüzü kara olanlardan ol­ması lâzımgelir. Yüzü kara olanlar ise bu âyete göre kâfirdir.

"O gün bâzı yüzler parlar, güler sevinir; birtakım yüzler de tozlu topraklı ve asık, karanlık onn sarar, işte bunlar kâfirler ve facirlerdir." (Abese: 38-42).

Fâsıkın yüzü kir pas içindedir, onun kâfirlerden olacağı muhakkaktır. "Zâlimler Allah´ın âyetlerini inkâr ederler." Zâlimler münkirdir. în-kâr ise kâfirlerin sıfatıdır[11].

Bu delillerin hepsi, nasslarm aâhirine gayet sathî bir bakısm mah­sulüdür. Âyetlerin maksadım anlayamamışlar, esrânm kavrayamamışlar ve hedefe de isabet edememişlerdir. Hz. Ali kendi zamanındaki Haricîler­le münakaşa yapar, keskin delillerle onlan sustururdu. Onlara cevap olan sözlerinden bâzılan şunlardır: "Haydi, inadla benim hata ettiğimi ve dalâlete düştüğümü iddia ediyorsunuz, fakat neden benim dalâletim yüzünden bütün Muhammed ümmetini ve Âl-i Beyt´i dalâlette sayıyormusunuz? Niçin benim hatamla onlan muâhaze ediyor, benim günahımla onları nasıl olup da kâfir sayıyorsunuz? Kılıçlarınız omuzlarınızda, onla­rı yara olan yere de, yara olmayan yere de hemen vuruyorsunuz. Günah işleyeni, günah işlemeyenle karıştırıyorsunuz. Siz de bilirsiniz ki, Hz. Pey­gamber, evli olduğu halde zina yapanı recmetti, sonra onun cenaze nama­zını kıldı, sonra ehlini onun malına mirasçı yaptı. Kaatili kısasan öldür­dü, ehlini ona mirasçı yapü. Hırsızın elini kesti, evli değilken zina yapa­na had vurdu, sonra onlara, diğer Müslümanlarla beraber ganimet malın­dan hisse verdi, Müslüman kadınJariyle onlan evlendirdi. Hz. Peygamber onları bu günahlarından dolayı cezalandırdı, onlar hakkında Allah´ın em­rini tatbik etti. Fakat onlan İslâm topluluğundan, dışarı saymadı. îslâm´m onlara verdiği hisselerini menetmedî. Onlann isimlerini Müslümanlar lis­tesinden çıkarmadı."

Bu kıymetli sözler o inatçılan susturacak mahiyettedir. Bunların et­rafında gürültü kaldıramazlar. Hz. Ali onlara karsı Kitaptan değil de, bizzat Hz. Peygamber´in islediği amellerden delil getirdi. Çünkü ameî te´vil taşımaz. Başka türlü anlaşılmağa tahammülü yoktur. Onlann sat­hî görüşlerine meydan vermez. Onlar yalniz bir tarafa bakıyorlar, böyle bir tarafa bakanlar, ibarelerin bütününü anlamaktan uzaktırlar. Sözleri yanlış ve noksan anlıyorlar. Onun için Hz. Ah´ onlara amelî deliller gös­terdi, onlann yanlış anlayışla giden te´vil yollannı kapadı. Onların bozuk ve fasit görüşlerini reddetti.
[12]




[1] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 98-99.

[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 99.

[3] Bu Abdullah´ın babası Habbâb ilk Müslümanlardan olup müşriklerden çok ezâ ve cefâ görmüştür. Ümmü Enmâr isminde bir kadının kölesi idi. Müslüman olduğu İçin, başta efendisi gelmek üzere, Kureyş müşriklerinden neler çekmedi. Müsrikler, diğer zayıf Müslümanlar ile ona çok işkence yaparlardı. Kızgın demirler­le vücudunu dağlayıp dininden çevirmeğe çalışırlardı.  (Mütercim)

[4] Müberrid. El-Kamil, o. II, «. 143.

[5] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 99-101.

[6] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 101-103.

[7] Yezidiyye: Haricîlerden Tezid b. Ebî Enîse´ye tabi´ olanlardır. Bunlur Hâricilerden, ayrılınca, Sicistân´da yerleştiler

[8] Meymûniyye: Meymûn Acredl´ye tabi´ alanlar.

[9] Abdulkadir Bağdadi, El-Fark Beyne´l-Fırak.

[10] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 103-104.

[11] îbn-l Ebî Hadîd, Nehcü´l-Belâga §erhi, c. II, s. 307-308. Bunlar Özet olarak alınmıştır, tafsilât İçin oraya bak.

[12] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 104-106.