sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 06:24 pm GMT +0200
HARICILER 2
2- Necedat
108- Bunlar Hanıife oğullarından Necdet b. Uveymir´in yanlılarıdır. Ezarika, muhalifleri ile savaşa çıkmayarak geri duran haricileri kafir saymaları konusunda muhalefet ettiler. Çocukları katletmeyi helal görme konusunda onlara karşı çıkmaları gibi. Ve yine muhalifleriyle işbirliği İçerisinde olan zımmilerle ilgili hüküm verme hususunda onlara muhalefet etmeleri gibi. Çünkü Ezarika müsîumanların güvencesi altına giren zımmiîe-rin anlaşmasına hü´rmetcn kanlarının mubah sayılamayacağı görüşündedirler. Necedat ise, onların kanlarının, himayelerinde yaşadıkları karşıt kişilerin kanlarının mübahlığı gibi mubah olduğu düşüncesindedirler.
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi Necedat, bir imamı başa geçirmenin dini gereklilik anlamında bir vucubiyet olmadığı, aksine müslümanlar kendi aralarında hakça tavsiyelerde bulunsalardı ve uygulama alanına koysalardı ona ihtiyaç duyulmayacağından, bir imamın başa geçirilmesinin gerekli olmayacağı anlamında toplum çıkarına ait bir gereklilik olduğu görüşündedirler.
Necedat, diğer harici fırkalarından lakiyye metodunu benimsemeyi, başka bir deyimle bir haricinin kendi kanım şırınga etmesi amacıyla beraber bulunduğu cemaaten olduğunu izhar etmeyi caiz görmeleri noktasından aynim aktadırlar.
Necedat, diğer haricilerin içinde bulunduğu durum gibi kendi topluluklarını fırka fırka yapan ikinci derecede küçük hesaplarda ayrılığa düşmüşler ve yadırgadıktan birçok işlerde emirleri olan Necdet´e karşı koymuşlardır.
Bunlardan birisi, oğlunu ordunun başına kumandan olarak göndermesi, kadınları esir almaları, ganimetleri peşkeş çekmeleri ve taksim etmeden önce ganimetlerden bir bölümünü aşırmaları, buna karşılık onları mazur görüp, sorgulamam asıdır.
Yine onlardan birisi, had cezasını gerektiren bir suç işleyen kimseyi kafir saymama-» elkı de Allah onu affeder; azap etse bile cehennemin dışında azap eder ve sonra cennete girdirir demesidir.
ecdet bu görüşü ile günah işleyen kişinin kafir olacağı hükmünü amir olan haricile-rm genel besine ters düşmektedir,
ecdet, günah işleyen haricilere toleranslı davranıyor, ancak onların dışındakilere müsamaha göstermiyordu.
Yine onlardan birisi, bir orduyu deniz cephesine gönderip, bir orduyu da kara cephesine gönderdikten sonra, ganimetlerin taksimi esnasında karadaki orduyu denizdeki orduya üstün saymasıdir.
Ayrılıklar bu ve diğer konular etrafında çıkmaza girerek şiddetlendi. Bunun üzerine üç taife ortaya çıktı:
Bir taife Hanife oğullarından olan Atiyye b. Esved ile birlikte Sicistan´a gitti.
Bir taife de Necdet´e karşı ayaklanarak onu öldürdü ve yerine Ebu Fudeyk´i getirdi. Necdet´in istila ettiği yerleri ele geçirdi. Abdulmelik b. Mervan üzerine bir ordu gönderip bozguna uğratıncaya değin gücünü devam ettirdi.
Üçüncü taife de yaptıklarından dolayı Necdet´den özür dileyen taifedir. Güçsüz bir halde kendi kendine varlığına son verinceye kadar kısa bir süre ayakta kaldı. [11]
3- Sufriyye
109- Bunlar, Ziyad b. Asfar´ın yanlıları olup, görüşlerinde ileride açıklayacağımız gibi Ezarika´dan daha az tarafgir ve îbadiyye´den daha serttirler.
Günah işleyen konusunda Ezarika´ya karşı çıkmışlardır. Ezarika günah işleyenleri müşrik sayarken, Sufriyye müşrik olmaları noktasında ittifak etmemişler, aksine onların bir bölümü üzerinde kararlaştırılmış had cezası bulunan günahları işleyen kişinin Allah Teala´nın kendilerini zani. hırsız ve iftiracı olarak nitelendirdiklerinin dışına çıkarmayacağı, hakkında had cezası bulunmayan suçları işleyen kişinin ise kafir sayılacağı görüşündedirler. Yine onların bir bölümü de günah işleyen kişinin valinin belli bir ceza takdirine kadar kafir .sayılamayacağı düşüncesindedirler.
Sufrilerden olan Ebu Bilal Mirdas çok değerli bir zattı. Yezid b. Muaviyc günlerinde Basra´nın bir kasabasında kıyam etti. Fakat kendisini halka açmadı. Ancak eğer başarıya ulaşırsa devlet malından kendisine yetecek kadarım alacaktı. Savaşı istemiyor, arzu bile etmiyordu. Fakat Abdullah b. Ziyad onu katleden kişiyi üzerine saldı.
Yine Sufrilerden şair ve zahid bir kimse olan îmran b. Hiffan, İslam yörelerinde kendi batıl inanışını yayarak dolaşıp duruyordu. İşte Sufriyye. Ebu Bilal Mirdas´dan sonra bunu kendilerine imam seçti.
Bu taifenin yöneticiliğini üstlenen kişilerin haberlerinden, müslümanların kanlarını mubah saymamaları, muhaliflerinin yurtlarının darülharp sayılamayacağı, kadınların esir edilebileceğini uygun bulmayışları, hatta sulianm kışlası dışında hiçbir kimseyle savaşmayı onaylamayişlan açıklık kazanmaktadır. [12]
4- Acaride
110- Bunlar, Necdet´e karşı kıyam eden Afiyye b. Esved´in yanlılarından birisi olan Abdülkerim b. Acred taraftarlarıdır. Taifesiyle birlikte Sicistan´a gitmiştir. Dolayısıyle bunlar, görüşlerinde Necedat´a yakındırlar.
Belli başlı görüşleri şunlardır: Muttaki olduğunu biliyorlarsa, haricilerden, birlikte savaşa katılmayanları imam yapabiliyorlar, muhaliflerinin vatanlarından hicret etmeyi zorunluluk değil aksine bir fazilet örneği sayıyorlar, mallarını mubah saymayı uygun bulmuyorlar, muhalifin malını ancak öldürüldüğü zaman mubah görüyor, kendileriyle savaşmayan kişiyi de öldürmüyorlardı.
Acaride de çeşitli durumlar sebebiyle birçok fırkalara ayrılmışlardır. Bunlar arasında kaderle ve kulun iş yapma gücüyle ilgili olanlar bulunduğu gibi, yine onlar arasında çocukların hükümleri ile ilgili olanlar da bulunmaktadır. Konu cedelleşme ile başlıyor, ce-delleşme sürtüşmeyle, o da bir fırkanın doğmasıyla sonuçlanıyordu.
Bunun örneklerinden birisi de şudur: İsmi Şuayb olan bir adam Meymun ismindeki bir kimseye borçlanır. Bu adam alacağını isteyince Şuayb:
- İnşaallah onu sana öderim.
- Allah onu şu saatte dilemiştir.
- Eğer dilemiş olsaydı, onu mutlaka sana ödeyebilmem gerekirdi.
- Allah borcu Ödemeni emretmiştir. Her emrettiğini dilemiş demektir. Çünkü O, dilemediği bir şeyi emretmez.
Bunun üzerine Şuayb ve Meymun reisleri ve imamları olan Abdülkerim İcrid´e bir elçi gönderdiler. İcrid, iki görüşe de ihtimali olan kapalı bir cevap verdi ve şöyle dedi: "Sen ancak Allah´ın dilediğini söylüyorsun ve o da oluyor, dilemediği şey meydana gelmez ve Allah´a kötülük işlemez."
Cevaptaki bu kapalılık yüzünden, her ikisi de verilen cevabın kendi görüşüne uygun olduğunu ileri sürdü. Böylece Acaride, Şuaybiyye ve Meymuniyye olarak iki kısma ayrıldı.
Sürtüşme sebepleri konusunda rivayet edilen hu ^îardan birisi de şudur: Adı Sa´Ie-beolan İcridinin bir kızı vardı. Başka bir îcridi, onunula evlenmeye talip oldu ve istetmek için annesine birisini gönderdi. İsteğinde şöyle diyordu:
"Eğer buluğa ermişse ve Acaride´nin itibar ettiği şartlara göre İslam´ı benimsemişse, mihrinin ne kadar olacağı önemli değil."
Anne şu karşılığı verdi: "O, baliğ olsun veya olmasın, velayet konusunda serbesttir."
Durum Abdülkerim´e iletilince, o da çocukların velayetinden beri olmayı yeğledi. Sa´lebe bu görüşe karşı çıktı ve bu fırkadan Sa´lebiyye adlı diğer bir fırka doğdu.
İşte böylece biz, iki fırkaya bölünmeye veya kendi içinden başlı başına bir fırkanın doğmasına zemin hazırlayan, siyasetle hiçbir ilişkisi bulunmayan böylesine küçük sürtüşmelere şahit oluyoruz. [13]
5-İbadiyye
111- Bunlar, Abdullah b. İbad yanlılarıdırlar. En ılımlı ve düşüncelerini ortaya koyma açısından islami cemaate en yakın hariciler oldukları gibi, aynı zamanda zulüm ve taşkınlıktan da en uzak olanlarıdır. İşte bu yüzden ayakta kalabilmişlerdir. İyi bir fıkıhları bulunduğu gibi, seçkin alimleri vardır. Bir kışımı taifelnda Batı Sahra, bazı kesimlerinde, bir bölümü de Zengibar beldelerinde ikamet etmektedirler. Bunların kendilerine has fıkhi görüşleri vardır. Bu görüşlerin bir kısmı Mısır anayasası yer almıştır. Bu da azad etme velayetinden dolayı, varisi bulunmayıp da ölen köleye varislik konusundadır. Çünkü Mısır kanunları bu kimseyi bütün varislerden; hatta karı veya kocadan birisine reddiye yaptıktan sonraya bırakıyor. Oysa ki dört mezhebin tümü böyle bir kimseyi nesep yoluyla asaba olanların sonuna bırakmakta ve onu ashabı feraiz üzerine reddiye yapmaktan önceye almaktadır.
Bunların belli başlı görüşleri aşağıdaki şekildedir:
a) Muhalifleri olan müslümanlar, müşrik olmadıkları gibi, mü´miiî de değildirler. Onlara, nimete küfredenler biçiminde yorumladıkları kafirler adını veriyorlardı. Çünkü onlar, Allah´ı inkar etmemişler fakat Allah taraftan olma konusunda kusur işlemişlerdir.
b) Muhaliflerinin kanlan haramdır. Sultanın kışlası hariç, yurtlan da tevhid ve İslam yurdudur. Fakat bu düşüncelerini açıkça söylemiyor, muhaliflerinin yurtlanyla kanlan-nın haram oluşunu kalplerinde gizliyorlardı.
c) Atları, silahlan ve savaşlarda kuvvet olarak kullanılan şeylerin dışında kendileriyle savaşan müslümanlann ganimet mallarından hiçbir şey helaî değildir. Altın ve gümüşü sahiplerine geri veriyorlardı.
d) Muhaliflerin şahitlikleri ve onlardan kız alıp-vermek caizdir. Ayrıca onlarla hariciler arasında biribirlerine varis olma geçerlidir.
İşte bütün bunlardan, ılımlılıkları ve muhaliflerine karşı insaflı davranmalan açıkça belli olmaktadır. [14]
Müslüman Sayılmayan Hariciler
112- Harici mezhebi, dini konularda şiddet yanlısı olma ve taşkınlık yapma üzerine kurulmuştur. Lakin onlar, nasslann zahirlerine göre hükmetmişler ve İslami gerçekleri kavrama konusunda öze inememişlerdir. Böylece daha güzeli ararken bataklığa saplanmış, hem kendilerini, hem de halkı zor durumda bırakmışlardır. Ancak inancın şuuruna eren kişiler, herne kadar bunlann delaletlerine hükmetmiş iseler de, kafir olduklarına hükmetmemişlerdir. Dolayısıyle rivayet olunur ki, Ali (r.a) ashabına kendisinden sonra Haricilerle savaşmamalarını tavsiye etmiş ve onlarla Muaviye´yi karşılaştmrken şöyle söylemiştir: "Hakkı ararken hataya düşen kişi, batılı arayıp da onu elde eden kişi gibi değildir." İşte burada Ali Radiyallahu Anh ve (k.v) haricileri hakkı ararken hataya düşen kişiler olarak saymıştır. Fakat bu taşkınlıkları yanında hariciler içerisinden hiçbir şeylerinde İslam eseri bulunmayan mezheplere yönelen insanlar yeşermiştir. Bu tür mezhepler, yüce kitapta geçenlere ve Rasulullah (s.a.v)´den tevatür yoluyla gelen haberlere ters düşmektedir. Nitekim Bağdadi´nin "el-Fark Beyne´l Firak" adlı kitabında haricilerden iki taifenin bazı görüşleri ile İslam´ın dışına çıktıklan belirmiştir. Bu iki taife: [15]
1- Yezidiyye:
Bunlar, Yezid b. Enise el-Harici´nin taraftarlarıdır. Bu şahıs önceleri İbadiyye´ye mensuptu. Sonra Allah Teala´nın Acemlerden, Muhammedi Şeriati neshede-cek kitabı kendisine indireceği bir rasul göndereceğini iddia etti. Oysa ki böyle bir görüş, Kur´an-ı Kerim´in karar altına aldığı "Muhammed (s.a.v)in son peygamber olduğu" hükmüne ters düşmektedir. [16]
2- Meymuniyye:
Bunlar da, "Allah Teala´nın dilemesi ve bu dilemesinin emriyle uygunluğu" konusundki İcridî´nin karşısına çıkan Meymun el-İcridi´nin etbaıdır. Buna az Önce işaret ettik. Bu adam, çocuklarının kızlarıyla erkek ve kızkardeşlerinin çocuklarının kızlarıyla evlenmeyi mubah saymıştır. Bunun gerekçesinde, şöyle söylemiştir: "Çünkü Kur´an-ı Kerim, bunlardan mahremler arasında söz etmemiştir." Bu, Kur´an´ı anlamayan, Arapçayı hiç bilmeyen, rivayet yoluyla gelen haberleri bir kenara atan, aklın postülatlanna var olmanın değişmez kanununa karşı çıkan bir kimsenin görüşüdür.
Bu Meymuniyyelerden, Yusuf Suresini inkar ettikleri ve onu Kur´an´dan saymadıkları, rivayet olunur. Çünkü onlara göre Yusuf Kıssası bir gönül eğlendirme kıssasıdır. Dolayısıyle onu Kur´an´dan saymak doğru değildir. Bu kötü inançlanndan dolayı Allah on-lan kahretsin. Zaten bu görüşleriyle büsbütün dalalete sapmışlardır. [17]
Hariciler Ve Emevi Saltanatına Etkileri
113-Haricilerin faaliyetleri, halkın güvenliği açısından tehdit unsuru oîuşturmalan ve badiyelerin uzak köşelerindeki müslümanları kaçırma eylemleri Emevi döneminde aşın derecede arttı. Dini, lafızların zahirlerinden algıladıklarını daha önce belirtmiştik, îslami gerçekleri, okun avı delip geçmesi gibi Öyle delik-deşik ediyorlardı ki, ancak onlardan kaçan kurtuluyordu. Fakat başkalanm, cehaletlerinden dolayı, hiçbir hukuki dayanak bulunmaksızın ve şeriat adına ellerinde apaçık hüccet olmaksızın fasiklık veya küfürle damgalıyorlardı.
Haricilerin harekatı; Emevilerin her güçlüklerinin ardından zayıf anlarını yakaladıklarında şiddetleniyordu. Hal böyle olunca, onların harekatı önce Muaviye´nin, sonra Yezid´in, daha sonra da Hişam b. Abdülmelik´in ardından şiddetlendirdiler ki, Emevi hükümranlığının yıkılışına iştirak ettiler. Horasan´daki Abbasi harekatının zorladığı ve Emevilerin bu durumdan tam sıyrılacaklan sırada -ki zaten Abbasiler topraklan kenardan köşeden sıkıştırmaya başlamışlardı- Hariciler kıyam ederek h. 130 senesinde Medine´yi istila ettiler. Yani Emevi Devletinin can çekiştiği sırada ve İmam Zeyd´in katledilisinden sekiz küsiir yıl geçtikten sonra.
İbnul-Esir´in el-Kamil adlı eserinde şöyle geçmektedir: "Bu yılda (yani Ebu Hamza el-Harici´nin hacca geldiği 129 senesinde)... İnsanların Arafatta bulunduğu sırada ne olduğunu farketmeden birden bire sancaklar ve mızrakların tepesinde siyah şakırlar beliri-verdi. Onlar yediyiiz kişi idiler. Halk onları görür görmez paniğe kapıldı ve durumlarını araştırdılar. Onlara, Mervan ve Mervan ailesine karşı tavır aldıklarını bildirdiler. O zamanın Mekke ve Medine sorumlusu Abdulvahid b. Süleyman b. Abdülmclik onlarla mektuplaşü. Onlardan mütareke talebinde bulundu, dediler ki, "biz aslında hacca en hasret ve en düşkün kişileriz." Bunun üzerine halka saldırmama noktasında topyekün biri-birlerinden güvence içerisinde olma üzerinde anlaşma yaptılar.
Hac sona erdikten ve 129. senesi de bitip 130. senesi girdikten sonra, kendisiyle Me-dineliler arasında geçen şiddetli çarpışmanın akabinde Haricilerin kumandanı Ebu Hamza Medine´ye girdi. Medineliierden çok kişi öldürdüler. Medine´de söz sahibi oldukları için, öldürülenler hep Kureyş´tendi. Onlardan çok sayıda kişi de yaralandı. Bozgucular Medine´ye girdiği esnada bir kadın, beraberinde diğer kadınlar olduğu halde avlusundaki ağıt yakanları ikamet ediyordu. Kadınlar, kocalarından heber gelinceye dek avluyu terketmediler. Haberler gelince tek tek hepsi de kocalarının ölüsüne varmak için gittiler. Öldürülenlerin çokluğu dolayısıyla o kadının yanında hiç bir kadın kalmadı."[18]Bundan sonra Emeviler tarafından kendilerini çıkartanlara karşı üstünlük sağlandı. Zaten burada emevi kuvvetleri lehine bölünmeler vardı. Böylece Emveiler Abbasiler´i geri püskürtmeyi başarmış oldu. İşte bu durumda Ebu Hamza´mn Medine´yi felhedişi anında yaptığı konuşmayı zikretmemiz zorunlu olmaktadır. Bu konuşma, Emevilere ve Emevi yanlılarına indirilen darbeyi tasvir ediyor. Hutbenin metni şudur:
"Ey Medineliler, ben Şaşı Adam´m zamanını görüp geçirdim (Hişam b. Abdülmelik´i kastediyor) Ürünlerinize hastalık vurmuştu. Siz ona, vergilerinizin kaJdınlmasi isteğini taşıyan yazı yazmış, o da uygun görmüştü. Böylece zenginler daha zengin, fakirler daha fakir olmuştu. Siz de Abdülmelik´e, Allah seni hayır ile ödüllendirsin, demiştiniz. Fakat ne sizi, ne de onu hayırla Ödüllendirdi. Şunu iyi bilin ki, biz yurtlarımızdan ne şımarıklık ne azgınlık, ne boş şeylerle uğraşmak, ne varlığına konmak istediğimiz bir padişahın devleti ve ne de uğradığımız eski bir yenilginin intikamını almak için çıkmadık. Ancak biz, hakkın kendilerinin atıl bırakıldığını, hakkı söyleyenin kaba kuvvetle yıldırıldi-ği ve adaleti ayakta tutmak İsteyenin Öldürüldüğünü gördüğümüz zaman geniş olan yer-yüzü bize dar geldi.
O esnada Rahman´m taatına ve Kur´an´m hükmüne çağıran bir davetçiyi duyduk. Hemen Allah´ın davetçisine uyduk. "Kim Allah´ın davetçisine katılmazsa, yeryüzünde Allah´ı aciz bırakamaz." (Ahkâf 32) Biz, çeşitli kabilelerden yardım istedik. Çünkü biz azınlığı ve yeryüzünde müstaz´afız. Onlar bize kucak açtı ve yardımlarıyla desteklediler Onların nimetleri İle biz kardeş olduk. Daha sonra sizin adamlarınızla karşı karşıya eeldik. Kendilerini Allah´ın taatına ve Kur´an´ın hükmüne çağırdık. Onlar ise bizi şeytanın taatına ve Mervan oğullarının hükmüne çağırdılar. Allah´a andolsun. Batıl İle gerçek arasında fark ne büyük! Sonra sağa-sola yalpalanmaya başladılar. Şeytan salyasını onların arasına akıttı.
Tencereleri onların kanlarıyla kaynadı. Şeytanın yanm yamalak bilgisini doğru kabul ettiler. Allah Azze ve Celle´nin yardımcıları, varı-yoğuyla, tüm yaldızlı keskin kılıçlarıyla geliverdi. İslam düşmanlarının da hayret kaldıkları bir darbeyle bizim ve onların değirmen taşları döndü. Siz, ey Medimeliler, Mervan ve Mervan´ailesine yardım ederseniz, Allah ya kendi katından bir azapla veya bizim ellerimizle kökünüzü kazır ve inanmış toplulukların gönülleri incinir.
Ey Medineliler, başlangıcınız hayırlı bir başlangıç, sonunuzsa kötü bir sondur.
Ey Medineliler, Allah Azze ve Celle´nin kitabında güçlü ve güçsüzlere farz kıldığı sekiz senimden bana haber veriniz! Bir dokuzuncusu gelmektedir ki, onun içinde sahibi için hiçbir sehim yoktur[19] Bu sehimi, büyüklüğünü ileri sürerek ve şiddet kullanarak kendisine ayırmıştır. Ey Medineliler, sizin, arkadaşlarımı şu şekilde küçümsediğinizi duyuyorum: "Onlara zamane gençleri ve kaba davranan arabiler diyorsunuz. Vallahi onlar gençlik çağlarında oluğunlaşmışiardır. Gözleri kötülüğe kapalı ve ayakları batıl konusunda ağırdır."
114- Bu her ne kadar hitabeyi, İmam Zeyd´in şehadetinden sekiz küsur yıl sonra söy-lenmişse de, fikirlerin dalgalandığı bir dönemi ve Emavi asrının son dilimini gösterdiği ´Çin serdettik. Şüphesi/, zulmü duyumsamaktan kaynaklanan psikolojik ızdırap, bazan sert feveranlar biçiminde ortaya çıkıyordu. Çünkü büyük şahsiyetlerden her biri veya fırkalardan herhangi birinin liderini ya içine düşmüş olduğu zulüm coşturur veya kerametini ileri sürer veya da bir zaaf noktası bulduğunda hemen onu değerlendirir. İmam Zeyd´in kıyam hareketinde meydana gelenler, bunlardan birincisi türündendir. Nitekim onun ayaklanması, psikolojik dalgalanmaların ve zulmn ürettiği ızdiraplarm görüntü-ennden birisiydi. Zeyd (r.a) kıyam etti ve ondan sonra çeşitli feveranlar birbirini izledi. V ü °´nun şehadeti ve beraberinde taşıdığı şeyler birçok kinlerin kalıntılarıdır. Gerçeten inanmış gönülleri öyle harekete geçirdi ki, bu hareket Mervan´ın bütün İslam yörelerindeki hükümdarlığını daha sonraları Endülüs´te varlığını sürdürmüş olsa bile-kö-künden silipsüpürdü.
Hitabe, birçok konulara ışık tutmaktadır. O da bu asırda zenginle fakir arasındaki dengesizliğin hareketlendiğini göstermesidir. O kadar ki, Ebu Hamza bile zenginliği daha arttıracağı, fakirliği ve züğürtlüğü de daha fazlalaştıracağı düşüncesiyle bir kısım haracın terkedilmesinden üzüntü duyuyordu. Çünkü zenginlerin lehine haracın terkedilme-si nedeniyle fakirin hakkı mahrum edilmektedir. Bu husus İmam Zeyd (r.a)´m ele aldığı ve davet hitabesinde her hak sahibinin hakkının teslim edileceği taahhüd ettiği şeydir..
Hitabenin ışık tuttuğu diğer bir husus, Haricilerin özellikle Farisi olanlarının Medi-neliler üzerinde otorite sağlamış bulunnmalandır. Gerçek şu ki, Medine sakinleri arasında Emevioğulları tarafını tutma konusunda aşın giden "Darû´î-Hicret" ehli bulunmaktaydı. Öyle ki, zulümleri ve Rasulullah (s.a.v)´in aline karşı hilelerinde onların hesabına çalışıyorlardı. Nitekim biz daha önce ille de Emeviler hesabına çalışması ve değer verişinin aşırılığı ile haksız olarak İmam Zeyd (r.a)´a saldırıda bulunan Ensariyi, hatta bu duruma Ömer b. Hattab´ın ahfadında birisinin çok kızdığını, şiddetle öfkesini açığa vurduğunu ve bu tür olaylara sabredilmeyeceği kanaatini açıkladığını anlatmıştık.
Yine bu hitabe, Hişam b. Abdülmelik dönemindeki suskunluğun kalben mutmamin olan kimsenin suskunluğu rdeğil, kinini ve kızgınlığım içine gömer bir kişinin suskunluğu biçiminde olduğunu gösteriyor.
Yine göstermektedir ki, bu defasında Harici hareketi kırsal kesimdekilerin hareketi idi. Zeyd´in hareketi şehirlilerden Öç almayı simgelediğine göre, Ebu Hamza eş-Şari´inin hareketi da kırsal kesimdekilerin hareketini sembolize etmektedir. İktidann değiştirilmesinin zarureti noktasında hem şehirliler ve hem de kırsal kesimdekiler birlik olunca, işte o zaman Abbasioğulları Devleti kurulmuş oldu.
Kuşkusuz Ebu Hamza´nın dile getirdiği medinelilerin durumu, İmam Zeyd´in hareketini Medine´de değil de Kufe´de seçmesinin sebebini gösterkmektedir. Bunun da Ötesin-de kıyam harekelini teşvik edenlerin Irak´lılardan olmasıdır.
115- Buraya kadar, asnn portresini siyasal açıdan ele aldık. Bu görüntü, siyaset ve devlet olma noktasında samimiyet içerisindeki düşünürün fikrini ortaya koyusunu en ideal yola yönlendirir. Kuşkusuz kafalann içinde dolaşıp, uygulamada ortaya çıkmayan siyaset ve devlet olma alanındaki zikzaklı çizgiler, ancak dosdoğru bir metodun verh-ğıyla hedefe varışı hızlandırır. Karar altına alınan hususlardandır ki, doğru çizgi ancak eğiri çizgilerin arasında doğruluğunu belli edecek gibi, çizgilerin zikzaklı oluşu da ancak düz bir zemin üzerinde belli olur.
Sonra çağın yapısal durumu gerçekten inanmış gönülleri etki alüna alıyordu. Emevi-lerin İslami fetih hareketlerinde üstünlükleri olduğuna göre bu durum metod olarak benimsedikleri devlet olma üslubunu da beraberinde getirmektedir. Bu model, sindirme ve zor kullanma üzerine kurulmuştur. Zor kullanma metodu, hem böylesine psikolojik sızlanmalara ve hem de böylesi fikri saplantılara neden olmuştur. Oysa Zeyd için devlet ol-lanmalara ve hem de böylesi fikri saplantılara neden olmuştur. Oysa Zeyd için devlet olma noktasında dosdoğru dününceyi uygulamalı bir görüntü halinde sergileminin üstünlüğü vardı. İmam Ali ve çocuklan etrafında çöreklenen kuruntuların tutarsızlığını açıklığa kavuşturmuş, Emevi baskısına karşı savaş açmış ve topyekün hak ehlini menun edecek hem tutarlı, hem de dosdoğru çizgiyi görüntülemiştir. [20]
ZEYD DÖNEMİNDE USULİDDİN KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR
116- Zeyd (r.a) siyaset adamlarından birisi olduğu gibi aynı zamanda Akaid alimlerinden birisiydi de. Nasıl ki siyasi konumu hakka ve hakkı zafere ulaştırmanın gerekliliğine olan imanına dayalıydı, aynen öyle akide etrafındaki görüşleri de cesarete ve itikad ettiklerine güçlü bir imandan kaynaklanıyordu. Onun döneminde İslami fırkalar topraktan biter gibi bitiyor, hemen pazarlaması yapılıyordu. İslami fırkalann derinlemesine girdiği konulara Zeyd de kendine göre uygun gördüğü düşünceleriyle dalış yapıyordu. Ancak Zeyd´in bu konulardaki görüşleri siyasi alandaki yorumlamaları gibi genel olarak bakıldığında ılımlı ve toparlayıcıydı. Bir kısım fırkaların aşırı tarafgir oluşları oranında tarafgirlik yapmıyordu. O, ileride kader konusundaki meseleler ve büyük günah işleyenler etrafındaki düşüncelerini açıklayacağımız gibi konulara derinlemesine girdi. Bu konumda bize düşen görev, her iki mesele hakkındaki tartışmaları başlangıcından itibaren ele almak, sonra da çeşitli fırkalara kısaca işaret etmektir. Öyle ki İmam Zeyd´in görüşleri onun düşünceleri üzerinde tartışılırken açık ve net olarak ortaya çıksın. [21]
Kader Konusundaki Tartışma
117- Kader konusundaki tartışmalar, Allah Sübhanehu ve Teala´nın iradesi yanında insanın irade ve fiilleri açısından, İslam öncesine kadar derinleşir. Bilakis İsîam´da, bu konu etrafında tartışma yapanlar, daha Önce söylenilenlerin bir kısmını tekrarlıyorlardı. Cahiliyye dönem indekiler, biçiminde temize çıkarıyorlardı. Nitekim Allah Sübhanehu ve Teala onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Putperestler diyecekler ki, Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık, onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda. Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz." (En´am 148)
Kader konusundaki tartışma, Rasulullah (s.a.v) döneminde alevlenmişti. Nebi (s.a.v) bizim Kadere, Hayır ve şerre inanmamızı emretmiş ve Cibril-i Emin kendisine imam konusunda sorduğunda şöyle buyurmuştur: "Allah´a meleklerine, kitaplarına, peygam berlerine, Ahiret gününe inanman, kadere, hayır ve şerre iman etmendir."
el-Munye ve´l-Emel sahibi Kaderin Allah Teala´ya ait ilmi ezeli ile tefsirinin İbn Ömer (r.a) dan rivayet edilen hadiste geçtiğini belirtir. Bu kitapta şöyle geçmektedir.
ni işittiğini haber verdi: "Allah´ın sizin aranızdaki ilminin benzeri, sizi gölgeleyen gökle sizi baürmayıp yüksekte tutan yerin benzeri gibidir. Nasıl ki siz yerle gök arasından çı_ kanlıyorsanız, aynı şekilde Allah´ın ilminden de dışarı çıkamazsınız. Yine nasıl ki yerle gök sizi günah işlemeye sevkedemiyorsa aynı şekilde sema İlmi de sizi sevkedemez." Bu anlamıyla kader, Allah Teala´nın değişmeyen tebeddülata uğramayan îlm-i ezeli´sindeki programIamasıdır. Rasulullah (s.a.v)´den gelip, kuvvetle vurgulanan sabit haberlerdendir ki O, .kader konusunda münakaşaya dalmaktan nehyetm iştir.
118- Nebi (s.a.v) Refik-i A´la´sına göç edip müslümanlar yahudi ve hıristiyanlarla iç içe yaşayıp kader konusundaki tartışmalar miras yoluyla kendilerine intikal edince, kader tartışmaları sahabe döneminde gündeme geldi. Hz. Ömer, işlediği suçtan dolay! kabahati Kadere yükleyenleri hesaba çekiyordu. Rivayet oluyor ki Ona hırsız getirildi ve hırsıza:
- Niçin hırsızlık yaptın? dediği, Hırsızın da:
- Allah binim alnıma bu şekilde yazdı, dediği rivayet olunur. Bunun üzerine Ömer ferman buyurarak hem eli kesildi ve hem de değnek vuruldu. Bu konuda fikri sorulduğunda şöyle dedi: "El kesmek hırsızlığın karşılığı; değnek vurmak da Allah´a karşı yalan isnad etmesinin karşılığıdır." Kader konusundaki tartışmalar Ali (r.a) döneminde, iç içe yaşamaların çoğalması nedeniyle artış gösterdi. Ali (r.a)´ın, kaderi ilm-i ezeli anlamında yorumladığı rivayet olunur. Nitekim İbn Ebi´l-Hadid´e ait Nehcu´l-Belağa ve şerhinde, metni aşağıda gelen belge geçmektedir:
"Yaşlı bir adam Ali Aleyhisselam´m huzuruna çıkarak:
- "Bize Şam yolculuğumuzun Allah´ın kaza ve kaderi sayesinde olup-olmadiğım haber ver.
- Daneyi filizlendiren insan canını yoktan var edene andolsun ki, biz Allah´ın Kaza ve kaderi dışında ne hiçbir yere adım atabiliriz, ne de bir vadiye konaklayabiliriz.
- Öyleyse ben bütün emeğimin Allah katından olduğuna inanıyor ve kendime hiçbir ücret uygun bulmuyorum.
- Sus ey yaşlı adam. Şüphesiz Allah sizin gidişinizdeki karşılımızı siz giderken; dö-nüşünüzdeki karşılığınızı da dönüşünüzü yaparken kat kat vermiştir. Siz hiçbir pozisyonunuzda zorlanmış ve zora koşulmuş değilsiniz..,
- Öyleyse kaza ve kader bizi nasıl sevk ve idare ediyor?
- Yazık, sana, belkide sen kaza´yı uygulamaya zorlayıcı, kader´i de amele cebredici zennediyorsun. Eğer bu şekilde olsaydı, sevap ve azap, va´d ve vaid, emir ve nehiy an lamsiz olurdu. Günah iş leyene Allah´tan bir ayıplama, iyilik yapana da övgü gelmezdi. Böylece ne iyilik yapan medhedilmeye kötülük İşleyenden daha layık ve ne de kötülük yapan kişi kınanmayı iyilik yapandan daha layık olurdu. Bu anlayış, putperestlerin, şeytan askerlerinin, yalan şahitlerinin ve doğruyu görmekten gözleri kör olanların anlayışı-
Onlar, bu ümmetin kaderiyyesi ve mecusileridir. Şüphesiz Allah, serbestçe davran-vı emretti (Yani mükellef için itaat konusunda tam serbestlik vardır). Allah bağimhh-ö nehyetti, kolaylaştırman işleri teklif etti. Ne mağlub asi dedi, ne de istemeyerek itaatkar saydı. Peygamberleri yaratıklarına boş yere göndermedi. Yer ve öklerle aralannda-kileri düzensiz bir biçimde yaratmadı.
"Bu, înkar edenlerin inananıdır. Bu yüzden inkar edenlere ateşlen bir azab vardır."(Sad 27)
Yaşlı adam:
- Öyleyse bizim rotasından çıkmadığımız kaza ve kader nedir? İmam:
- O Allah´ın emri ve hükmünün kendisidr. Sonra şu ayeti okudu: "Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi., emretti." (İsra 23) Yaşlı adam, şöyle diyerek sevinçle ayağa kalktı:
"Sen, Kıyamet Gününde şefaatıyla Rahman´m rızasını dilediğimiz imamsın.
Sen dinimizin kapalı yönlerine açıklık getirdin. Bu yüzden Rabbin, ihsanı bizden alıp sana varsin. "
Bu açıklamalardan anlaşıyor ki, İmam Ali (r.a) Kazayı "Hükm-İ Teklifi" anlamında yorumluyor. Böylece ona göre kaderin anlamının da "ilm-i ezeli" olduğu ortaya çıkıyor.
119- Bu konudaki tartışmalar sahabe döneminden sonra da sürüp gitti Tabiin ve daha sonra gelen dönemde tırmanışa geçerek şiddetlendi. Emevi döneminde bu konuya dalışlar ileri boyutlar kazandı. İmam Zeyd döneminde de kader konusunda tartışan fırkalar, Ma"bed b. el-Cüheni ve Cehm b. Safvan gibiler ortaya çıktı. Bu ikisi, insanın yaptığı işlerde hiçbir iradesinin bulunmadığı hükmüne vardılar. Kaderiyye ile birlikte Vasıl b. Ata´nın zuhur etmesi gibi, Hişam b. Abdülmelik´in öldürdüğü Gaylan ed-Dımeşki ortaya çıktı. İşte bunların hepsi İmam Zayd (r.a)´ın çağdaşlardır. Bu fırkaların görüşlerinden, kısa paragraflarla söz açacağız. [22]
Büyük Günah İşleyenin Durumu
120- Büyük günah işleyenle ilgili tartışmalar, İmam Ali (k.v) döneminde ortaya çıkmıştır. Çünkü Hariciler, sadece hakeme başvurma olayını onaylaması dolayısıyla büyük günah işlediği, tevbe etmek zorunda olduğu, aksi halde kafir sayılacağı sebebiyle huruç eylemişlerdir. Bu nedenle büyük günah işleyen konusunda o kadar çok söz sarfedildi ki, Hanciler aşırı sert davaranıp, işleyen kişil kafir sayarlarken Mürci´e, aşırı yumuşak dav-rananak bu kimseyi yarlıganmış kabul ettiler. Çünkü onlara göre nasıl şirkin bulunması
urumunda taat yarar sağlamıyorsa imanın bulunması durumunda da günah işleme zarar vermez. Şu iki fırka da bu konuda orta yolu seçti; fırka bu kimsenin iman- küfür arasında bir yerde bulunduğu ve Kur´an´da adının fasik olduğu, hakkında mü´min ifadesi söylenmezse de, müslim olduğunun söylenebileceği görüşündedirler. Yine bunlar, tevbenin önceden işlenenleri silip-süpürmesi nedeniyle bu kişinin tevbe edip ve tevbesini tam samimiyet derecesine yükseltmediği sürece ebediyyen cehennemde kalacağına kesin gözüyle bakarlar.
Diğer bir fırka da, bu kişinin mü´min toplumu içerisinde yaşayan bir müslim olduğu, günah işlemeleri akidenin temeline zarar vermeyeceği, eğer tevbe eder, tevbesini de tam samimiyet derecesine yükseltirse Allah Teala´nın onu yarlığayacağı, tevbe etmediği takdirde azaba uğratılmaya müstehak olacağı, Allah Sübahanehu Teala´nın kendisini cezalandıracağı, ancak bu cezayı rahmeti ve affıyla sileceği görüşündedirler. Bu görüşün Özeti, kişinin bütün işlerini Allah teala´ya varıncaya kadar te´hir etmesidir. Bunlara, Ehl-i Sünnet Mürciesi adı verilir.
Hasan Basri Hazretlerinin, büyük günah işleyen kimselerin münafık olduklarını söylediği rivayet edilir.
İşte İmam Zeyd (r.a) fikirlerin kısır döngü içerisinde kaldığı bir dönemde yaşıyordu. Özellikle böyle çeşitli mezheplerin dalgalandığı Basra´ya göç ettiği sırada "el-Menzile beyne´ 1-Menzileteyn" düşüncesini ortaya atan Mu´tezile taraftarları da Basra´da ikamet ediyorlardı. İnşallah ileride açıklayacağımız gibi İmam (r.a) bu düşünceyi çok küçük ay-nhğa rağmen hoş karşıladı. Ancak bu fikri Vasıl b. Ata el-Gazzal´dan aldığı sekilinde aleyhinde propaganda edildi. Şehiristani, Zeyd´in gelişimi konusunda söz ederken bu konudaki görüşleri açıklamıştık. [23]
[11] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 127-128.
[12] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128.
[13] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128-129.
[14] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130.
[15] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130-131.
[16] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131.
[17] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131.
[18] Sekiz hisse ile, Allah Teala´mn şu ayetinde geçenler kastedilmektedir: "Sadakalar, Allah´tan bir farı olarak ancak yoksullara, düşkünlere, zekat memurlarına, gönülleri ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur." (Tevbc 60) Bu sekiz sehim, zekatın ve haracın harcama kalemleridir. P.bıı Hamza´mn işaret etliği dokuzuncu sehim ise, hakimin kendisi için ayırdığı şeydir. Biraz daha insaflı davransaydı, bu iddia edilen sertinin sahibi sehimlerin toplamım yiyiyor ve geriye hiçbir şey bırakmıyor derdi.
[19] Îhyu1-Esir,el-Kamll, 5/145
[20] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131-135.
[21] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 135.
[22] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 135-137.
[23] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 137-138.