hafız_32
Wed 29 September 2010, 01:40 pm GMT +0200
I- Haram Aylar
1. Câhiliyede Haram Aylar
İslâm'dan önce Arap kabileleri arasında, kıtalin, vuruşmanın, muharebenin haram kılındığı Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarına "Eşhuru'l-hurum": Haram aylar, denir. Savaşların sürekli olarak devam ettiği, saldırganlıkların yürürlükte olduğu, insanların kendi keyfî istekleri, kinleri ve asabiyetleri peşinde süründükleri bir ortama, haram ayların gelişiyle her şey, onlara duyulan saygı ve hürmet sayesinde güllük gülistanlık oluyordu. Tüm insanlar, kapsamlı bir barış ortamına giriyordu.[201]
Bu dört haram ay, Hz. ibrahim ve Hz. ismail peygamberler zamanından beri, Onların şeriatlerinin bir hükmü olarak biliniyordu. [202]Hz. Peygamber'in risâletine kadar da bu hürmetini korudu. Ancak, bu haram ayların yerlerinde bir takım değiştirmeler, Nesi' uygulamasında bulunmuşlardı. [203]
2.Hadislerde Haram Aylar
Haram aylardan gerek Kur'an-ı Kerim'de gerekse Hadislerde bahsedilmektedir. Câhiliyede hajrim olan haram aylarla ilgili inancı Kur'an ve Sünnet aynen kabul etmiştir. Ancak bu ayların hürmetini korumakla birlikte geliş sırası hakkında değişikliğe giden Câhiliye Araplarmm Nesi' uygulaması, Kur'an'da yerilmiş,[204] Hz.Peygamber de meşhur Veda hutbelerinde:
"Bir yıl (ay ölçüsüyle) oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü arka arkaya olup Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. (Dördüncüsü) Mudar'm ayı olup Recep'tir. O, Cumada'1-ahir ile Şa'ban arasındadır..."[205] buyurarak, Nesi' uygulamasıyla yerleri değiştirilen haram ayların gerçek durumu hakkında bilgiler vermiş, bu konudaki yanlışlık düzeltilmiş, inanç ıslah edilmiştir. [206]
1-Haceru'l-Esved
1. Câhiliyede Hacerul-Esved
Câhiliye Arapları tarafından kutsal kabul edilen ve ona karşı derin bir saygı duyulan şeylerden biri de "Hacerul-Esved" dir. Hatta sadece saygı duyulmakla kalmamış bazı Araplar tarafından put edinilip tapılmıştır da.[207] Bu kudsiyetin şüphesiz tarihi geçmişi olmalıdır. O da Hz. İbrahim'in getirmiş olduğu dinin esaslarından (yani hac menâkisi ile ilgili) biri olması dolayısıyladır. Ne var ki, Hz. ibrahim dîninden uzaklaşmaları sonucu inanç dünyalarında ifrat ve tefrit diyebileceğimiz bir takım sivri uçlar meydana gelmiş; bir taraftan itikadlarmda belli şekilde sapmalar görülürken bir taraftan da bazı değerlere karşı aşırı bağlılık ve saygı duymaya başlamışlar ve hatta onlara aşın kudsiyet ve değer izafe etmeleri sonucu, bu kudsiyet uluhiyet derecesine ulaşmıştır. Kabe'ye karşı aşırı bağlılık, Kabe taşlarına karşı aşırı saygıyı uyandırmış, her gidilen yere Kabe taşlarından götürülerek konak yerlerinde karşısında durulup saygı göstermeye, perestiş etmeye başlanılmıştır.[208] Hac ibadetinin başlangıç noktasını belirleyici bir taş olarak Hz. İbrahim peygamber tarafından konulan Hace-rü'1-Esved [209] taşı da, tarih içerisinde zaten var olan kudsiyeti daha da artırılarak ifrat noktaya ulaşmış, Câhiliye Araplarmm bazıları tarafından put kabul edilmiştir.
Hacerü'l-Esved'in hac ibadetinde tavafın başlangıç noktasını gösteren işaret taşı olmasından öte kudseyitinin çok eski devirlere dayandığım bizlere M. Hamidullah'm naklettiği şu hadise açıkça göstermektedir:
"(İsmail'in oğlu) Nabit'den sonra başkanlık mevkiine (muhtemelen Nabit'in torunlarından) Mudad'ubn Arar geldi. Nakledildiğine göre Mudad'ubn Arar zamanında Mekke'de ikamet edenlerle Huzaa'hlar arasında bir harp ceryan etmişti. Bu Huzaa'lılar başka bir yere yerleşmek üzere Yemen'den geliyorlardı. Bunlar önce kısa bir müddet için kendi keşif birlikleri uygun bir yerleşme mahalli buluncaya kadar Mekke'de kalma müsaadesi istedileı Curhumlular'ın bu-talebi reddetmesi üzerine ihtilafı halleden kılıç oldu. İsmail (a.s)'m soyundan gelen aileler ihtilafta bîtarjf kaldılar. Bunun bir neticesi olarak da bu savaşta muzaffer çıkan Huzaa'lılar bu ülkede onların kalmakta devam etmelerine müsade ettiler. îbn Hişam kitabında bu münasebetle açıklamaktadır ki, Mudad dahi bu ihtilafta şahsen bitaraf kalmıştı. Buna rağmen onun mağlup Curhumlularla olan akrabalığı, Huzaa'lıları, onun Mekke'de kalma talebini reddetmeğe sevketmiştir. Mudad'm oğlu Haris, Kabe'nin mukaddes taşı olan Hacerü'l-Esved'i hareketinden evvel Mekke'de bir yere saklamaya muvaffak olmuş ve bütün kabile efradıyla birlikte Mekke'yi terketmiştir. Haris'in mukaddes taşı sakladığını gören Huzaa'lı bir kadın bunu yerinden çıkarmış ve bu da Huzaa kabilesine, buradaki İsmail soyunun tasvip ve muvafakati ile mabedin başkanlığı unvanını kazandırmıştır."[210]
Yine burada, Hz. Peygamber'in nübüvvetinden önce, yapılan Kabe tamiratı sırasında Hacerü'l-Esved'in yerine konması konusunda, kabileler arasında çıkan ihtilan ve bunun Hz. Peygamber tarafından nasıl giderildiğim hatırlayabiliriz.[211] Bütün bunlar bize Hacerül-Esved'in câhiliye Arapları arasında nasıl bir yere sahip olduğunu göstermektedir. [212]
2. Hadislerde Hacerü'l-Esved
Konuya Hz. Peygamberin bu konudaki hadislerini dikkate alarak baktığımızda, pek çok hadiste Hacerül-Esved'in kudsiye-tinden bahsedildiği görülmektedir. Bu konudaki rivayetler grup-lanırsa:
1. Haceru 1-Esved'in cennet taşı olduğunu ve Hz. Adem ile birlikte indiğini anlatan hadisler.[213]
2. Allah'ın eli olduğunu, onu öpenin Allah ile ahdettiğini anlatan hadisler.[214]
3. Haceru 1-Esved'in kıyamet gününde iki gözü, bir dili olarak geleceğini ve kendisini hakkıyla istilam edenlere şahitlik edeceğini anlatan hadisler. [215]
4. İlk zamanlar beyaz ve parlak olduğu, daha sonraları müşriklerin necis elleriyle kirlenip karardığını anlatan hadisler.[216]
5. Cenab-ı Hakk'ın "Rabbin, Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış, ve onları kendilerine şahit tutarak "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"demişti. Evet buna şahidiz dediler..." [217]ayetiyle belirttiği o zaman iki gözü, bir dili vardı. Allah Teala ona: Ağzını aç, buyurdu. Ona o sayfayı yutturdu. Hacerul-Esved taşını bu yere yerleştirdikten sonra ona "Kıyamete kadar sana gelenlere şahidlik edeceksin" buyurdu, şeklindeki Allah ile kullar arasında yapılan ahidnâmeyi içinde saklayan taş olduğunu anlatan hadisler.[218]
Bu konudaki rivayetler, şüphesiz ciddi bir tenkidi gerektirir. Hatta bu tenkid sadece sened tenkidi değil, metin üzerinde de yapılmalıdır. "Hacerü'l-Esved'in Cennet taşlarından olduğu"nu, nakleden ve Hz. Aişe (r.a)'den merfuan gelen hadisin pek çok "şahidi"[219]'nin bulunduğunu, Aclûnî kaydetmektedir.[220] îbn Ku-teybe," Cennette taş var mıdır?" şeklinde sorulabilecek bir soruya : "Onlar cennette taşın bulunuşunun nesini yadırgıyorlar? Halbuki Cennette Yakut vardır, [221]taştır. Zümrüd vardır, o da taştır. Altın ve gümüşde[222] taştandır." diyerek [223]Kuran ayetleriyle ispata çalışmakta ve bu hadisin hakikatini müdafaa etmektedir.
"Haceru 1-Esved"in Allah'ın eli olduğunu" nakleden hadisler ise, teşbih ifade eden hadislerdir. İnsanlar hacc esnasında, Hace-rü'1-Esved'i "istilam ederken" sana inanarak ve ahdini yerine getirerek..11 derler ki, bunun mânâsı: "Sana verdiğimiz ahdi yerine getirdik, şüphesiz Rabbimiz Sen'sîn" demektir.[224] Yoksa, onunla mücerred el anlaşılmamalıdır. Konuyla ilgili diğer hadislerden "Hacerul-Esved'ın ağzı olduğu, Cenab-ı Hakk'ın Ademoğullarımn zürriyetinden aldığı ahidnâmeyi ihtiva eden kağıdı yuttuğu, Kıyamete kadar ona gelenlere şahidlik yapacağı..şeklindeki hadisin mecazi anlatımından öte mevzu olabileceği kanaatindeyiz.
Hacerul-Esved'in kudsiyeti, îslâm öncesi devre ait bir gelenek ve inanç olduğu gibi, İslâmiyet geldikten sonra da aynen muhafaza edilmiştir. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, Hacerü'l-Esved'in kudsiyetini öneren kaynak olarak bilinen HanifÜk ile, bu kudsiyeti aynen kabul eden İslâmiyet, temelde birdir. Evvela bunu tesbit etmeliyiz. Haccm menâkisinden olan, tavafın başlangıç yerini gösteren işaret olması meselesi ise, İslâm'dan önce de var idi ve bir gelenek olarak devam etmekteydi. Hz. Peygamber bunu aynen ibka etti. [225]"Bu, burada şunun içindir, bu da bunun içindir.." şeklindeki rivayetlere takılmamak, bunların bir takım temsilî anlatımlar olduğunu düşünmek, hatta yukarıda kısmen temas ettiğimiz gibi, câhiliye döneminin abartılı anlatımları olabileceğini de gözden ırak tutmadan, yapılan tatbikatın özünü kavramak daha isabetli olacaktır. Şöyle ki:
Ebu Said el-Hudri anlatır: Mekke'ye gitmek üzere Ömer bin Hattab ile birlikte yola çıktık. Tavafa başladığımız zaman, Hz. Ömer Hacerü11-Esved'in önünde durarak: "Allah'a yemin ederim ki, senin, ne faydası ne de zararı olamayan bir taş olduğunu biliyorum. Eğer Rasûlullah (s.a) seni Öpmeseydi ben de seni öpmezdim." dedi ve tavafa geçti.[226]
Hz. Ömer'in Haceru 1-Esved'e karşı söylediği bu sözle, ne kas-dettiğini tayin için, hadis sarihleri bir takım mütealalarda bulunmuşlardır. Bu değerlendirmeler arasında Taberî (ö. 310/922)'nin yaptığı yorum şöyledir:
r"Arap yarımadası halkı öteden beri putperest olup, bunların müslümanhğı, câhiliye ve putperestlik devrine pek yakın bulunduğundan, çok uzak görüşlü olan Hz. Ömer, Haceru 1-Esved'i selamlamasını, cahil bir sınıf halkın, eski Arapların putlara hürmet ve ibadeti kabilinden gerekli gördükleri saygı zannetmelerinden endişe etmişti. Ve bu sözle, Haceru 1-Esved'i selamlamadan gaye, bu taş parçasına taabbüd değil, bilakis doğrudan ve özellikle Allah Teala'ya tazim, Peygamber'in (s.a) tebliği karşısında kayıtsız şartsız teslimiyetten ibaret" olduğunu anlatmak istemişlerdir.[227]
Bu konuda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Câhiliye Arapla-rımn sahip olduğu inançlardan biri olarak görünen Haceru 1-Esved'in kudsiyeti, Hz. Peygamber'in sünnetiyle de aynen muhafaza edilmiştir. Ancak bu, bir Câhiliye geleneği olarak değil, Hacc ibadetinin ifası sırasında yapılması gereken bir erkan olarak ibka edilmiştir. Hz. Peygamber bizzat onu istilam etmişlerdi, öyle yapılmasını tavsiye etmişlerdir. Bu istilanı, Câhiliye Araplarmda olduğu gibi bir pereştiş değil, Hacca'm rükünlerinden olan tavafa başlamanın bir ifadesidir. [228]
K- Ölüm Ve Ölüm Ötesi Île Ilgilî İnançlar
Câhiliye Araplannın Ölümden sonraki hayat (Ahiret) hakkında farklı inançlara sahip olduklarını görmüştük. Bunlardan bir kısmı tamamen inkarcı iken, bir kısmı Muvahhid (Tek Tanrıya inanan) kimselerdi. Bir kısmı da putperest düşüncenin ürünü olarak karmaşık bir inanca sahipti. Ahiret ve ölüm ötesi hayatı inkarcılar tamamen reddiyorlardı. Ölüp çürüdükten sonra insan tekrar dirilmez diyorlardı.[229] Muvahhidler, islâm'da olduğu şekliyle inanıyorlardı. Putperest düşünce sahipleri ise, diğer konularda olduğu gibi burada da ne yaptıklarını bilmez bir takım hurafelerin ve kendi uydurdukları şeylerin peşinde idiler. Bunların mutlaka yapılması gerektiğine inanıyorlardı, bunun için vasiyette bulunuyorlar, aile fertlerini bu konuda uy arıyorlardı. Bir kaç örnek görelim:
l. Niyâhe: Câhiliye inançlarından birisi de bir kimsenin onun arkasından ağlamak, yas tutmaktır.[230] Kaynaklarda îslâmdan önce Arapların aile efradına: "Ben öldükten sonra arkamdan ağlayın, matem tutun" diye vasiyet ettiklerini görüyoruz. Câhiliye devrinin meşhur şairlerinden Muallaka sahibi Tarfe bin el-Abd el-Bekri (Ö.560) Öldükten sonra kendisine matem tutulmasını şu beyitlerle vasiyet etmiştir:
"Ben öldüğüm zaman bana layık biçimde ağla. Benim için yakalarını yırt ey Ümmü Ma'bed'in kızı".[231]
Hz. Peygamber'in dedesi Abdulmuttalip de vefat edeceği zaman, altı kızını yanma toplayıp: "Benim için ağlayın, ölmeden ağıt olarak söyleyeceğiniz şeyleri duymak istiyorum.." demiştir, bunun üzerine Abdulmuttalib'in kızları ağlıyarak babalarına mersiye söylemişlerdir.[232]
Niyâhe'den maksad, ölen kimsenin yokluğunun acısını hissetmek ve içinde duymak demektir. Bu, ya bizzat Ölen kimsenin yakınları tarafından ölünün meziyetlerini sayarak ağlayıp saç baş yolmak şeklinde olurdu veya işi meslek edinmiş kimseler tara-findan icra edilirdi. Ayrıca ölen kimsenin soyu ve şerefi ile toplum içindeki itibarı, ağlamanın dozajına tesir ederdi. Hatta ölen yahut öldürülen kimse ile öldüren kimse arasında neseb ve toplumdaki itibarı açısından mukayese yapılır, eğer ölenin yahut öldürenin itibarı yüksekse onun için daha fazla ağlamrdı.[233]
Asmaî'nin beyanına göre bir kimse Öldüğü zaman, yakınlarından biri bir ata binerek insanlar arasında dolaşır ve'Talan ölmüştür onu ilan ediyorum" diyerek başa gelen bu musibete karşı insanları uyanık olmaya davet eder, ölü sahibini de böylece taziye ederdi.[234]
Rasûlullah (s.a) pek çok hadisinde ölünün arkasından bağırıp çağırarak saçı başı yolarak ağlamayı yasaklamış ve en ağır dille yermiştir:
Ümmü Atiyye'den nakledilmiştir: "Rasûlullah (s.a) bizden, ölünün arkasından bağırıp çağırarak ağlamamak üzere biat aldı."[235]
"Ölünün arkasından bağırıp çağırarak ağlamakla ölüye azap edilir.[236]
Allah ölünün arkasından bağırıp çağırarak ağlayana da onları dinleyene de lanet etmiştir."[237]
"Ölünün arkasından bağırıp çağırarak ağlamak Câhiliye adetlerindendir. Ağlayan kimse eğer bundan tevbe etmeden ölürse, Allah onun için katrandan bir elbise ve cehennem ateşinin alevinden bir zırh giydirir."[238]
Görüldüğü gibi, Niyâhe, Hz. Peygamberin sünnetiyle ortadan kaldırılmıştır. Konuyla ilgili hadisleri değerlendiren islâm bilginleri Niyâhe'nin haramlığı konusunda icma etmişlerdir.[239]
2. Kurban: Câhiliye Arapları, kabrin başında koyun veya keçi keserlerdi.[240] Ölen kimse şerefli ve soylu bir kimse ise kabrinir. başında deve keserler ve "Biz onun dünyada yaptıklarına karşılık. kendisini mükafatlandırıyoruz. Hayatında kendisi, deve keseı misafirlerine yedirirdi, biz de senin kabrinin başında deve kesiyoruz. Varsın bunu kurtlar, kuşlar yesin. Hayatında yedirdiği gibi Ölümünde de yedirmiş olsun" derlerdi. Ba's'e inananlar, ölenin sağlığında bindiği hayvan kesilirse, o kimse kıyamette binekli olarak haşrolur. Aksi takdirde yaya kalacağına inanırlardı.[241] islâm bu uygulamayı kaldırmıştır.[242]
3. Beliyye: Bu adet şöyledir: Ölünün kendi devesi, kabrinin başına bağlanır ve deve ölünceye kadar, aç susuz bırakılır, öldükten sonra orada yakılır, bazen de derisi yüzülür içine ot doldurulur. Böyle yapmakla kıyamet günü, ölünün binitli olarak haşrolu-nacağma inanılırdı.[243] Bazen de devenin semeri ortasından deli-nir ve devenin boynuna geçirilirdi. Kılâde (gerdanlık) şeklinde asılan bu semer deve ölünceye kadar boynunda kalırdı.[244] Ebu Zeyd bir şiirindeki teşbihinde bazılarını Beliyye'ye benzeterek şöyle der:[245]
"Eriyip (toprağa) düşen yanaklar, zehirlerin oymasından değildir; tıpkı, başları, ortayı delik hamutlar içinde olan beliyyeler gibi..."
islâm, Beliyye uygulamasını reddetmiştir.[246]
Ba's'e inanmıyanlar, Beliyye edinmezlerdi. Beliyye edinenler ise, sadece Beliyye'ye inanmakla kalmazlar, onu bizzat vasiyet ederlerdi. Uveymir en-Nehbani şöyle der:
"Ey oğulcuğum, (benim için) Beliyye'yi unutma. Çünkü Beliyye babanın tekrar dirildiği günde bir binittir." [247][/b][/size]
[201] İzzet Devreze, Asru'n-nebi, s. 181-182.
[202] Razi, Mefatihu't-Gavb. XVI, 56-57
[203] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/361.
[204] Tevbe, 9/37.
[205] Buharı, Megazî, 77/V, 126.
[206] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/362.
[207] Çağına, M.D., "Arap" mad. DlA, III, 320.
[208] İbn Kelbi, K. el-Esnam, s. 5; Ezraki, Ahbaru Mekke, 1,116.
[209] Hacerü'l-Esved'in Cennetten gelmiş bir taş olduğu hakkında birçok rivayet vardır. Gerçekten öyle midir bu konudaki rivayetlerin gerek metin açısından gerekse senet açısından ciddi bir tahlile tabi tutulması gerekmektedir.
[210] Hamidullah, M.Jslâm Peygamberi, II, 883.
[211] îbn îshak, Sire, 87-88; Eyüp Sabri Paşa, Mir'at-ı Haremeyn, Mekke Medine Rehberi, s. 45.
[212] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/362-364.
[213] Müsned, I, 307, 329, 373; Nesai, Menasik, 145/V, 226; Tirmizi, Hac, 49: III, 226.
[214] Suyutî, Camiussagir, I,151; Acluni, Keşfü'l-Hafa, I, 348-349.
[215] Müsned, I, 866; ibn Mace, Menasik, 17; Aclunî, Keşfu'l-Hafa, I, 348; Tırmizi, Hacc, 113/111,294.
[216] Tirmizi, Hacc, 49/111, 226; Nesai, Menasik, 143/V, 373; Müsned, I 373.
[217] A'raf, 7/172.
[218] Ezraki, Ahbaru Mekke, I, 323-324; Nesai, Hacc, 148/V, 227 Hadisin şerhinde Suyuti'nin açıklaması (V, 228).
[219] Şahid, Hadsin ravisine, bir başka ravinin aynı hadisi diğer ibr sahabiden lafzan ve manen benzeyen veya sadece mana itibariyle benzeyen bir metinle rivayet ederek muvafakat ettiği hadistir. (Subhi Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, s. 204. Trc. M. Yaşar Kandemir).
[220] Aclunî, Keşfu'l-Hafa, I, 348,1, 348.
[221] Rahman, 55/58.
[222] Hacc, 22/23; İnsan, 76/15.
[223] îbn Kuteybe, Te'vilü'l-Muhtelifi'l-Hadis, s. 380.
[224] İbn Kuteybe, a.g.e., s. 284-285; Aclûnî, a.g.e., I, 349.
[225] Müslim, Hacc, 244-246/11, 924.
[226] Ezraki, Ahbaru Mekke, I, 323-324; Miras, K., Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI, 107. (Hadis: 791).
[227] Ayni, Umdetü'l-Kari, VII, 83; Miras, K a.g.e., VI, 108.
[228] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/364-366.
[229] Yasin, 36/78.
[230] Kamus, I, 530.
[231] Yaltkaya, Ş., Yedi Askı, s. 48 beyit 97 (Mualakat-ı Seb'a tere. s. Ayni, Um-detü'l-Kari, VI, 79; Alusi, Bulugu'l-Erab, III, 11
[232] İbn îshak, Sire, 45-46; îbn Hişam, Sire, 1,178-179.
[233] Kamus, Gös.Yer. Alusi, a.g.e., III, 11-15.
[234] M.N., el-Carim, Edyanu'l-Arab, s. 85-86; İbn Esir, Nihaye, V, 86.
[235] Nesai, Beat, 18.
[236] Buharı, Cenaiz, 33/34/11, 81-82; Müslim, Cenaiz, 27-28; II, 643-644.
[237] Ayni, Umdetü'l-Kari, VI, 453.
[238] îbn Mace, Cenaiz, 52/1, 504.
[239] Ayni, a.g.e., VI, 452-453.
[240] Ebu Davud, Cenaiz, 75/11, 550-551; M.N. Carim, Edyamu'l-Arab, s. 105.
[241] Davudoğlu, A., Selamet Yolları, II 327; Ateş, A.O., Sünnetin Kabul veya Reddettiği Câhiliye ve Ehli kitap Örf Âdetleri, s. 178; Hattabi, Meali-mu's-Sünen ve Tehzibü îbn Kayyım, IV, 339.
[242] Müsned, III, 197.
[243] Carim, M.N., Edyanu'l-Arab, s. 106.
[244] Carim, M.N., a.g.e., s. 106-107.
[245] Carîm, M.N., a.g.e., s. 107.
[246] Ebu Davud, Cenaiz, 75/111, 550-551.
[247] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/367-369.